YOSMA

By siyahbirkiz

249K 9.4K 1K

Her şey beyazın masumluğuna aldanmakla başladı. Uyuşturucu kliniğinde uyuşturucu kullanmayan bir adamın ne i... More

Bölüm 1
Bölüm 2
Bölüm 3
Bölüm 4
Bölüm 5
Bölüm 6
Bölüm 7
Bölüm 8
Bölüm 9
Bölüm 10
Bölüm 11
Bölüm 12
Bölüm 13
Bölüm 14
Bölüm 15 - 1. KISIM
Bölüm 15 - 2. KISIM
DUYURU
Bölüm 16
Uyarı!
Bölüm 17
Ahsen'in günlüğünden.
Bölüm 18
Bölüm 19
Bölüm 20
Bölüm 21
Bölüm 22
Bölüm 23
Bölüm 24
Bölüm 25
Bölüm 26
Bölüm 27 - 1. KISIM
Bölüm 27 - 2. Kısım
Bölüm 28
Bölüm 29
Bölüm 30
Bölüm 31
Bölüm 32
Bölüm 33
Bölüm 34
Bölüm 35
Bölüm 37
Bölüm 38
Bölüm 39
Konumuz: karakterler
Yazar'dan
Bölüm 40
Bölüm 41
Yosma'nın birinci yılı!
Bölüm 42 - Final
Tam yıllar olmuşken
8. YIL

Bölüm 36

4.4K 176 48
By siyahbirkiz

Bölüm şarkısı: Lorde -  A World Alone

Uzun bir aradan sonra herkese merhaba!

Bayadır bölüm atmıyorum, bu bölüm de daha geç yayımlanacaktı aslında ama yazınca bekletmeden yayımlamak istedim. Büyük sorunlarla başa çıktığım bir dönemin içindeyim. Bu sorunlar bölüm yazmama ya da yayımlamama engel değil. Aslında engel ama yazmayı sevdiğim için kendimi böyle kısıtlamak istemem. Neyse, keyifli okumalar. 

Bölüm 36: Kayıp

İzlendiğimi biliyordum. İzlendiğimi hissediyordum. Ve beni izleyenin beni tüketen olduğunu da biliyordum.

Gözlerimi ifadesizce açtım ve yavaşça gözlerine baktım. Uzun zaman önce uyanmış gibi görünüyordu. Gözaltları hafif kızarık, saçları her zamanki gibi dağınıktı. Dudakları hafif aralıktı. Ben gözlerine bakınca bakışlarını gözlerime sabitledi. ''Neden bana bakıyorsun?''

''Sanırım alışkanlık oldu.''

Kaşlarımı çattım.

''Bana bakmak mı?''

''Altı ay,'' diye sözümü kesti. ''Altı ay seni uyurken izledim. Ve altı ay alışkanlık kazanmak için yeterli bir süre. Ayrıca seni uyurken izlemeyi seviyorum. Ağzın açık uyuyorsun, ağzına girip çıkan sinekleri saymak zevkli.''

Ağzımın hala açık olduğunu fark edince kapatarak gözlerine dik dik baktım. ''Hiç komik değil.''

Güldü. ''Komiklik yapacak birine mi benziyorum?''

Yattığım yerde oturur pozisyona geçtim ve sırtımı yatağın başlığına yasladım. Her hareketimi dikkatle izliyordu. Doğrusu o iki gözün sürekli hedefi olmak çok garip bir histi. ''Ne zaman İstanbul'a döneceğiz?''

''Doktorunla konuşur konuşmaz,'' duraksadı ve saate baktı. ''Sanırım doktor bugün yarım gün hastanede yani...'' dedi. ''Yani, bir saate çıkarsak kontrole gidebiliriz.''

Kafamı sallayarak onayladım. Birkaç dakika sonra unuttuğum gerçeği hatırlayınca inleyerek gözlerine baktım. Hala havlu üzerimdeydi. Uyurken pek hareket eden biri olmadığım için havlu açılmamıştı ama benim hastaneye gidecek kıyafetim yoktu. ''Bana giyecek bir şeyler bulmalısın.''

Gözlerini üzerime gezdirdi. Bakışları biraz fazla üzerime oyalanınca, ''hey!'' diyerek göğsüne vurdum. ''Bakışlarını üzerimden çek.''

Siyah gözleriyle gözlerime baktı. ''Şu an içimden çok ayrı şeyler yapmak geliyor,'' gözlerimi kısarak gözlerine dik dik baktım. ''Ama... Yapmayacağım.''

''Yapamazsın zaten,'' dün gece yaptıkları aklıma gelince gözlerine buz gibi bir bakış attım. ''Dün gece bana yaptıkların berbattı.''

Kafasını salladı. ''Belki, ama bunu yalnızca ruhun söylüyor. Fiziki olarak beni, seni öpmeye başladığım andan itibaren istedin.''

Böyle şeyler konuşmaya alışkın olmadığım için vücudumdaki bütün kan aniden yanaklarımda toplanmaya başladı. ''Çok...'' dedim Buğra'ya. ''Vurdumduymazsın. Sanırım en çok bu özelliğinden korkuyorum.''

''Yanlış,'' dedi. ''En çok nefretimden korkmalısın. En yıkıcı olduğum zaman, nefret ettiğim zamandır, Ahsen.''

''Peki ya nefret duygusunun hedefi bu kez sensen?''

Gözlerini gözlerime dikti. ''Benden nefret mi ediyorsun?'' Yüzünde garip bir ifade oluşmuştu.

Gözlerine dikkatle baktım. Siyah gözlerine ne zaman baksam o tanıdık hisle sarmalanıyordum. Ona bakınca dünya barışı gelmiş, çocuk ölümleri bitmiş gibi hissediyordum. Sanki iyi olan her şey ona bakınca oluyordu ama bu öyle yalan bir duyguydu ki. O kötüydü. Kötü olan bir şey nasıl iyi duygular çağrıştırırdı?

''Bilmiyorum,'' dedim dürüstçe. ''Adam dün gece...'' iç çektim. ''Seni dün gece için asla affetmeyeceğim.''

''Af dileyecek değilim,'' kaşlarını çattı. ''Sana bir şey yapmadım.''

''Bana yeterince şey yaptın.'' içimden yükselen öfkeyi kursağıma kadar hissediyordum. Bir şey yapmadığını düşündüğüne inanamıyordum. Bana yaşattıkları onun için hiçbir anlam ifade etmiyordu.

Suratıma düz düz baktı. ''Sana hiçbir şey yapmadım.''

''Bir şey yaptığına inanman için daha ne yapman gerekiyor?'' dedim sesini yükselterek.

''Eğer bu kadar saf olmasan yaptıklarımın ön sevişmeye girmediğini bilirdin,'' dedi utanmadan. ''Yani benim açımdan yaptıklarım hiçbir şeydi.''

''Ben...'' dedim gözlerim yanarken. ''Ne kadar korktum haberin var mı senin?''

''Yani benden korkuyorsun ama yabancı bir adamın kucağındayken mutlusun?''

''Evet!'' diye bağırdım. ''Çünkü o yabancı dediğin adam bana senden daha kibar davrandı.'' Üzerimdeki havluyu sıkıca tuttum. Yataktan çıkmak için bir hamle yapacağım sırada büyük eli koluma sıkıca sarıldı.

''O adamı istediğini mi ima ediyorsun?'' gözleri kapkaranlıktı.

''Belki.'' Dedim dudaklarımı birbirine bastırarak.

Elini kolumdan öyle sertçe çekmişti ki neredeyse yataktan düşeceğim sırada elimi yatağa dayayarak düşmekten kurtuldum. Önüme dökülüp görüşümü engelleyen saçlarım arasından ona dik dik baktım. O ise beni bıraktığı gibi yerden pantolonunu alıp hızla üstüne geçirdi. Üzeri ve ayakları çıplak bir biçimde odanın içinde yürüyerek yerde duran elbisenin yanına gitti, elbiseyi eline aldı ve sertçe üzerime attı. ''O zaman sana en çok yakışan giysi bu olmalı.''

Elbiseye dik dik baktıktan sonra gözlerimi ona çevirdim. Öfkesini görebiliyordum. Ben ağzımı açmadan büyük adımlarla eşikten geçti ve cam kırıklarının hala akşamdan kalma olarak odanın zemininde beklediği girişe doğru gitti. O gittikten sonra yanan gözlerle önümdeki elbiseye baktım. Bir fahişe olduğumu ima etmişti. Bana bunu yakıştırdığına inanamıyordum.

''Şerefsiz,'' diye tısladım. Kendimi ağlamamak için zor tutuyordum. ''Şerefsiz!''

Bana yaptıkları yetmezmiş gibi bir de bana hakaret ediyordu. Yanağımdan akan tek damla yaşı elimin tersiyle sildim. Ona beni ağlatabilme hissini tattırmayacaktım. Elbiseye uzandım ve kıvrılmış yerlerini elimle düzelterek yatağın üzerine serdim. Daha sonra yataktan ayağa kalktım ve üzerime sardığım havluyu çıkartarak bacaklarımdan aşağı düşmesine izin verdim. Bir süre durduktan sonra elbiseye uzandım. Elbiseyi tuttuğum elimi yumruk yaparak sıktım. Elbiseyi giyecektim.

Elbiseyi hızla üzerime giyindim. Bu elbiseyi taşımak ruhuma öyle fazla geliyordu ki. İç geçirerek kafamı kapıya doğru çevirdim ve donakaldım. Buğra kapısı olmayan, yalnıza eşiği olan yatak odasının eşiğine sırtını dayamış, elinde tuttuğu küçük cam bardağıyla beraber beni izliyordu.

Onun kararan gözleriyle karşılaşınca buz gibi bakışlarımı çekmeden yüzüne baktım. Elinde tuttuğu koyu renk sıvıyı kafasına dikti ve yeniden simsiyah bakışlarını yüzüme sabitledi. ''Giyindin demek.''

''Evet.'' Sesim en az onun kadar soğuktu.

''Güzel,'' dedi ve dalga geçer gibi ekledi. ''Sana bu tarz elbise kesimleri çok yakışıyor.''

Gözlerimi kısarak baktım gözlerine. Oyununa gelmeyecektim, beni üzemeyecekti. Söylediklerimin acısını çıkarmak istiyordu. Gözlerindeki buz gibi ifadeden bunu anlayabiliyordum.

''Teşekkür ederim.'' Kasılan çenesiyle yüzüme baktıktan sonra tek ayağının üzerinde döndü ve gözden kayboldu.

Bir süre öylece durduktan sonra öfkeyle yumruğumu sıktım ve içeri doğru yöneldim. Ondan kaçmayacaktım. Artık karşısında eski, her şeyden kaçan Ahsen yoktu. Adımlarımı küçük atıyordum. Sakinliğimi koruyacaktım.

İçeri girdiğimde onu cam kırıklarının karşısındaki koltukta, elinde bir kadeh daha alkolle buldum. Ben odaya girince varlığımı hissetmemiş gibi hiç istifini bozmadan içkisini yudumlamaya devam etti.

Dikkatini çekmek için boğazımı temizledim. ''Acıktım.''

Bir süre bakışlarını dün akşam kırdığı camda tuttu. Ben yeniden konuşacağım sırada kafasını bana çevirdi. ''Bunu Rusya'da bir otelde duymuştum,'' Gözleri soğuğun aksine bomboştu. Umurumda değilsin, der gibi akıyordu. ''Çok sarhoştum, hiç tanımadığım bir kadınla otele giriş yaptığımızda kadın kulağıma fısıldamıştı. Beni tahrik edeceğini düşünüyordu,'' kafasını sallayarak keyifsizce güldü. ''Kadın fahişeydi!''

Artık yalnızca beni değil, cümlelerimi de aşağılıyordu. Aslında umurumda değildi. Ruhumu paramparça edecek o cümle için uğraşıyordu ama bana fahişe diye benzetme yapması, normalde söylediklerinin aksine beni kırmıyordu. Belki biraz aşağılanıyordum ama onun yergilerini umursamayacaktım. ''Demek anıların tazelendi,'' dedim soğuk bir şekilde. ''Ne hoş.''

Elinde kadehi gürültüyle yanındaki ufak masaya bıraktı. ''Gidiyoruz.'' Ses tonu itirazı kabul etmeyecek cinstendi. Otoritesi karşısında ses çıkarmadan onu izlemeye devam ettim. Cam kırıklarına basıp, basmamasına önem vermeden odanın içinde yürüdü ve dün gece kenara attığı tişörtünü alıp üzerine geçirdi.

Hazır olduğundan emin olduktan sonra beni uyarmadan odadan çıktı. O çıktığından büyük adımlarla yürüyerek peşinden odadan çıktım ve onu koridorda asansör beklerken buldum. Asansör geldiğinde koşarak yanına gittim ve asansöre kıl payı yetişerek bindim. Doğrusu yetişmezsem beni beklemeyeceği konusunda emindim.

Asansör lobiye indiğinde Buğra görevlilere anahtarı teslim etti ve kırdığı camın parasını fazlasıyla ödeyerek lobiden ayrıldı. Bense onu dışarıdan izleyen bir çift gözden ayrı bir şey değildim, onu beklemekten ayrı bir şey yapmıyordum. Otelde işimiz bittiğinde görevli arabasını kapının önüne getirdi. Bu kadar hizmet yalnızca zenginlere mi vardı, yoksa bu Buğra'ya mı özeldi merak etmiştim.

Geçen süre zarfında adam yüzüme bile bakmamıştı. Gerçi görevliler bile bakmıyordu yüzüme. Bahse girerim, onlarda beni Buğra'nın dün geceki fahişesi ilan etmişti. Böyle umursanmamak, böyle çirkin bakışların hedefi olmak... Gerçekten berbattı.

Sorun fahişe gibi görünmem miydi? Tamam, Buğra'yı es geçiyordum ama görevliler neden öyle bakıyordu? Eğer gerçekten fahişe olsaydım bile bu bakışları hak etmiyordum. Sonuçta hangi mesleği hangi yönde yapacağım kimseyi ilgilendirmezdi. Çoğu karaktersizin aksine ruhumu satmadığım sürece bedenimi defalarca satmamın ne önemi vardı?

Arabaya bindiğimizde Buğra büyük ihtimalle beni dinlemekten kaçınmak için müzik açtı. Arabanın içini bir Türkçe müzik doldururken bu şarkıyı daha önce nerede dinlediğimi düşündüm. Buğra'nın müzik zevki güzeldi, tek bir tarza yahut tek bir dile tabi olmuyordu müzik konusunda.

''Beni aşkla aldatma.

Gerçeklere kapatma.

Böyle kırık da bakma.

Beni daha da ağlatma.''

Buğra'nın Teoman'ı çok dinlediğini biliyordum ama aniden bu şarkının denk gelmesine şaşırmıştım. Şarkı ruh halimi daha iyi anlatamazdı. Şarkının tonu değil de daha çok sözleri dikkatimi çekiyordu. Gözlerimi Buğra'ya çevirip yüzünü profilden incelemeye başladım. Dudakları çizgi halini almış, kaşları çatıktı. Sanırım öfkesi hala tazeydi. Şekilli burnu yandan daha güzel görünüyordu. Adamın burnunda tek bir kusur bile yoktu. Cidden boş vakitte yaratılanlardandı.

Ben hala ona bakarken uzanıp sertçe müziği kapattı. Ani hareketi yüzünden irkilerek olduğum yerde donakaldım. Bir süre sonra olayın etkisini üzerimden atınca kollarımı birbirine bağladım. Müzikten olsa gerek arabayı oldukça hızlı sürdüğünü daha yeni fark ediyordum.

''Yavaşla.'' Diye uyardım. Önümüzde bir araba vardı.

Yüzüne bakmadığımdan tepkisini göremiyordum ama sesi de çıkmıyordu. Araba biraz daha hızlandı. İnadıma hareket ediyordu.

''İyi!'' diye bağırdım. ''Sürebildiğin kadar hızlı sür, ikimizde bu arabanın içinde geberip gidelim,'' duraksadım. ''Hatta şu öndeki arabaya da çarp, bir aileyi de yanımızda götürelim.''

Kafamı çevirip gözlerini yola dikmiş çatık kaşlı Buğra'ya baktım. Hala aynı derecede korkusuz ve öfkeli görünüyordu. Arabayı biraz daha hızlandırdı. Hız ibresi gittikçe artıyordu, arabaların korna seslerini duymuyor gibi görünüyordu. Gerçi duysa da umursamazdı.

''Demek konuşmamakta ısrarcısın!'' gözlerimi kısarak elimi direksiyona attım. Direksiyon hâkimiyetini alabildiğim kadar kendime çekmeye çalışıyordum, araba sarsılmaya başlamıştı.

Yüzüm yüzünün hemen yanında, ellerim sıkıca direksiyondaydı. O direksiyonu hangi kenara kırsa, ben tam tersine uğraşıyordum. Çevreden gelen korna seslerini duyabiliyordum.

Kafasını bana çevirdi. Gözleri simsiyahtı. ''Oyun mu oynamak istiyorsun?'' dedi. Soğuk nefesi yüzüme çarpıyordu. Gözlerime baka baka gazı iyice kökledi. ''Oynayalım o zaman.''

Gözlerini yola çevirdi. ''Öndeki arabalara bak,'' diye emretti. Kafamı çevirdim. ''Sence şu yaşlı adamın üstüne mi sürelim ya da...'' dedi. ''Şu ailenin mi?''

''Seni durdurmayacağım,'' dedim ve direksiyonu ters yöne kırdım. ''Bu kez seni durdurmayacağım!''

Kafasını yüzüme çevirdi. Deliyle deli oluyormuş gibi hissediyordum çünkü onun geri adım atmayacağından emindim. ''Öyleyse eğlenmene bak güzelim, çünkü ben çok eğlenmeye başladım.''

Trafik yoktu. Zaten yok dolu olsaydı şimdiye kadar çoktan birine çarpmış olmamız gerekiyordu. Gözlerime bakarak direksiyonu benim zıttım şeklinde çevirdi ve gaza daha fazla yüklenebilecekmiş gibi bastı. İbre gittikçe artıyordu. Gözlerine bakarak direksiyonu diğer yöne çevirdim. ''Benden özür dilemeden bu direksiyonu bırakmayacağım. Sonunda öleceğimi bilsem bile.''

''Özür mü?'' aşağılar gibi güldü. ''Özür dileyeceğimi mi düşünüyorsun?'' kafasını salladı. ''Ölümüm pahasına bile bunu yapmam.''

İşin ciddiyetinin farkında mıydı, bilmiyordum ama karşısında kaybedecek hiçbir şeyi olmayan bir kız vardı. Gerçekten kaybedecek bir şeyim yoktu. Ne param vardı, ne de beni seven bir ailem. Onunla beraber ölmek, işi zirvede bırakmam demek bile olabilirdi. Yani her halükarda onun benden daha çok kaybedecekti.

''Kaybedecek hiçbir şeyi olmayan biri sence blöf yapar mı?'' diye sordum direksiyonu bir kez daha kırmadan önce. ''Blöf yapmıyorum.''

''Benim kaybedecek bir şeylerim olduğunu mu düşünüyorsun?'' dedi kaşlarını iyice çatarak. ''Yok!'' dedi ve direksiyonu ters yönde kırdı. Öyle hızlı gidiyorduk ki eğer şu durumda düşünmesem bu hızda korkup, koltuğuma sineceğimden emindim.

Çevremizden yükselen korna sesleri, yabancı dilde bağırışlar... Hiçbirini anlayamıyordum. Doğrusu dinlemiyordum. Şu an zaman durmuştu, yalnızca o ve ben vardık. Herkes gitmişti.

Direksiyonu tam kıracağım sırada sağ göğsümün altından yüksek bir sızı vücuduma yayıldı. İçim çekiliyormuş gibi hissediyordum. Bir elim sıkıca direksiyondayken, boştaki elimi ağrıyan noktaya bastırdım. ''Ah!''

Bakışları üzerimdeydi. Göz göze geldik. ''Ne?''

''Acıyor...'' iç geçirdim ve direksiyonu kırmak için bir hamle yaptım.

''Karaciğerin...''dedi şaşkınlıkla. Gözlerime bakarken silkinir gibi oldu ve ''hastaneye gitmemiz gerekiyor.'' Diye ekledi.

''Umurumda değil!'' diye bağırarak elimi göğsümün altından çektim ve direksiyonu tuttum, daha sonra inleyerek sertçe direksiyonu kırdım. Buğra'nın bakışları tamamen bendeydi.

Ben ondan apayrı bir hamle beklerken elini ellerimin üzerine koydu. ''Çek ellerini. Hastaneye gidiyoruz, karaciğerinde bir sorun çıkabilir.''

Ellerimi daha sert direksiyona yasladım. ''Bırak beni,'' yanağımdan bir damla yaş aktı. ''Başladığımız işi bitirelim!''

''Bırak direksiyonu,'' diye emretti. Gözleri öfke saçıyordu. ''Çek ellerini,'' diyerek elleri ellerime bastırdı ama direksiyonu öyle sıkı tutmuştum ki o bile zorlanıyordu. ''Ah!'' diye inledim. Öyle büyük bir sızı vardı ki içimde. ''Bırak şu direksiyonu!'' diye kükredi.

''Bırakmayacağım,'' dedim yanaklarımdan yaşlar akarken. ''Ölümden korkmuyor musun? O zaman ispat et!''

''Ölümden korkmuyorum aptal, ölümünden korkuyorum.'' iç geçirdi. ''Seni benden Azrail bile alamadı. Neden anlamıyorsun Ahsen, ölmeni istemiyorum. Öldüğünü düşünmek bile garip hissettiriyor. Bu ne demek anlıyor musun?''

''Benden bir özür bile dilemezken buna inanmamı mı bekliyorsun?'' dedim yanağımdan bir damla yaş süzüldü. Sesim çok güçsüz çıkmıştı. ''Beni orospu yerine koyarken buna inanmamı mı bekliyorsun?''

Gözlerindeki o buzdan duvarın birazcık olsun eridiğini görebiliyordum. Çatık kaşları normal halini aldı. ''Özür dilerim. '' sesi normale oranla öyle sessiz çıkmıştı ki. Söylemeye korktuğu o iki kelimeyi söylemişti. ''Bırak artık şu direksiyonu.''

Hıçkırıklar içinde ellerimi direksiyondan çektim ve anında iki büklüm olarak kendimi koltuğa bıraktım. Göğsümün sağ altında öyle ağır bir sızı vardı ki nefes almamı bile imkânsız hale getiriyordu. Doğrusu az önce orada nasıl öyle durduğumu bilmiyordum.

''Nefes al,'' diye ikaz verdi Buğra. ''Az sonra hastaneye gideceğiz.''

''Acıyor...'' diye inledim. ''Bu ilk kez oluyor.''

''Karaciğer naklinden sonra ilk bir yıl bu olur,'' dedi Buğra ve anında duraksadı. Kafamı şaşkınlıkla ona çevirdim. ''Nakil mi?''

Derin bir nefes aldı ve gözlerini yoldan çekmeden kısaca, ''evet,'' diye yanıtladı.

''Ne nakli?'' diye sordum şaşkınlıkla. ''Kimden?''

''Her şeyi anlatacağım tamam mı?'' kafasını bana çevirdi. ''Hastaneye gitmemiz gerekiyor.''

Cevabı tatmin etmemişti ama acıdan sersemleyen vücudum yüzünden bunu umursayacak halde değildim. İnleyerek elimi karaciğerime bastırdım. Etimden et kopuyormuş gibi bir acı vardı. ''Ah!''

Yaklaşık yirmi dakika sonunda hastaneye yetiştik. Buğra arabayı park bile etmeden inmiş, beni kucağına alıp hastane kapısından içeri sokmuştu. Ellerim boynunda, kafam göğsünde inleyerek kucağında öylece doktorun yanına gitmeyi bekliyordum. Buğra elli-elli beş kilo değil de on kilo taşıyormuş gibi hiç zorlanmadan hareket ediyordu. Arada bana sakin olmamı söylemesi dışında benimle konuşmuyordu. Sonunda hasta girişi yapıldıktan sonra Buğra beni hastabakıcılara teslim etti. Ben acı içinde kıvranırken görevliler beni bir sedyeye yerleştirdi ve doktorun yanına çıkardı. Doktor beni görünce şaşkınlıkla baktı yüzüme. Geçen gece gördüğü o kızdan eser yoktu.

Beni hasta yatağına yatırdıktan sonra üzerimdeki elbiseyi göğsüme kadar sıyırdı. Gözlerimi Buğra'ya çevirdiğimde oldukça sert bir biçimde doktora baktığını fark ettim. Benim ona baktığımı fark edince bana baktı. Gözleri ifadesizleşmişti.

Doktor ilgiyi üzerine çekecek biçimde, ''ultrasona girmesi gerekiyor,'' dedi.

Hemşireler beni yeniden sedyeye yatırdıktan sonra ultrason çekileceğim odaya götürdüler. Yaklaşık on dakika sonra beni yeniden odama getirdiler. Buğra ultrason odasına bile bizimle girmişti. Doğrusu, hayır, onun için hiçbir zaman bir cevap olamamıştı, zaten kadın hemşirelerde ona hayır diyemiyordu.

İkimiz odada yalnız kaldığımız zaman bakışlarımı ona diktim. ''Ne nakli?''

Sırtını duvara yaslamış öylece odaya bakarken bakışlarını yüzüme çevirdi. ''Neden sadece yaşamaya bakmıyorsun?''

''Ne nakli?'' diye tekrar ettim. Öfkeyle iç geçirdi ve yaslandığı duvardan ayrılarak hastane yatağının ayakucunda duran masanın üstündeki kalın dosyayı eline aldı. Ben onu dikkatle izlerken dosyayı kucağıma bıraktı.

Dosyanın kapağını açtım ve dikkatle içindeki sayfaları karıştırmaya başladım. Belirli şeyler yazıyordu, kan grubum, ülkem, tedavi aşamam, vs. Derken karaciğerimin bir kısmının kazada tamamen kullanılmayacak duruma geldiğiyle ilgili o sayfaya geldim.

Verici (Donör): Hasan Öncü

Alıcı: Ahsen Öncü

Sayfanın diğer kısımlarında tamamen bilim dilinde karaciğerle ilgili bir şeyler karalanmıştı ama benim okuduğum yerler bana yetmişti.

Babam bana karaciğerini vermişti.

''Babamdan mı?'' dedim şaşkınlıkla. Kafamı Buğra'ya çevirdim. ''Bana karaciğerini mi verdi?''

Kafasını salladı.

''Beni sevmediğini düşünürdüm.'' Buğra bana doğru geldi ve elimdeki dosyayı alarak yeniden yerine bıraktı. ''Seviyormuş.''

Buğra bana baktı. Yüzü gölgelenmişti. ''Öyle.''

''Neden o, neden başkası değil?''

''Kan uyuşmazlığı olabilirdi Ahsen ve acilen bir karaciğere ihtiyacın vardı. Biz de aileni denedik ve şansa yalnızca baban uygun donör oldu.''

Ağlayacakmış gibi hissediyordum. Bu hüzün gözyaşı falan değildi. Bu... Minnettarlıktı. Babamdan ilk kez değer gördüğümü hissediyordum. İlk kez bir ailem olduğunu hissediyordum.

''Teşekkür etmeliyim,'' Buğra'ya baktım. ''Telefonunu ver bana.''

Ağzını açacağı sırada odanın kapısı açıldı ve doktor içeri girdi. Elin sonuçlar vardı. ''Ahsen Öncü,'' dedi aksanıyla. ''Sağlığına dikkat etmeni umuyorum.''

Elindeki kâğıtlara baktı. ''Karaciğerinde bir sorun yok ama alkolden uzun süre uzak durman gerekiyor. Aniden çok yüklenmişsin gibi görünüyor, dikkat etmelisin kendine.''

Kafamı salladım. ''Etmeye çalışırım.''

Buğra'nın dik dik bakışlarını görmezden gelerek doktora baktım. ''Sana birkaç ilaç yazacağım. Onları saatinde al, ayrıca çıkışını bugün verebilirmişiz gibi görünüyor. Sanırım taburcu olabilirsin.''

Gülümsedim. ''Teşekkür ederim.''

Doktorun yazdığı ilaçları Buğra direkt hastaneden aldıktan sonra hastaneden çıkışımı yaptık ve arabaya bindik. Buğra oldukça sessizdi. ''Ne zaman eve döneceğiz?''

Gözlerini yoldan ayırmadan, ''uçakta yer ayırtabilirsem, bu akşam.''

Kaşlarımı kaldırdım. ''Özel uçağın falan yok mu senin?''

Kafasını bana çevirdi ve ukala bir tavırla yüzüme baktı. ''Özel uçakla mı gitmek istiyorsun?''

Gülümsedim. ''Hayır.''

Yol boyunca ikimizden de ses çıkmadı. Karaciğer nakli olmuş birine göre fazlasıyla sakin ve mutluydum. Babamın bana böyle bir şey yapması beni o kadar şaşırtmıştı ki, bir yandan da mutlu olmuştum. İlk kez bir ailem varmış gibi hissediyordum. İlk kez... Kalbim sıcacıktı.

''Telefonunu alabilir miyim?'' kafasını bana çevirdi. ''Teşekkür etmem gerek.''

Yüzü yine gölgelendi. Kafasını yola çevirerek, ''yüz yüze edersin.'' Dedi.

Sinirimi bozmamalıydı. Ayrıca belki de haklıydı, sonuçta telefonda olacak şey değildi bu. Adam bana karaciğerini vermişti, bu basit bir şey değildi.

''Yani babam Amerika'ya mı geldi?'' dedim gülerek.

''Bütün ailen,'' diye düzeltti.

Gözlerimi kocaman açtım. ''Hepsi mi?''

''Tahlilleri sihirle yapacak halimiz yoktu değil mi?'' sesi soğuktu. ''Her neyse Ahsen, kapat artık şu konuyu.''

Daha fazla uzatmayarak sırtımı arabanın deri koltuğuna yasladım ve gözlerimi yola diktim. Yolun sonuna doğru Buğra bir sürü telefon görüşmesi yaptı ve sonunda uçakta iki kişilik yer ayırttırdı. Bu akşam yola çıkacaktık.

''Amerika'ya geleceğimi düşünmezdim,'' dedim yola bakarak. Bakışları üzerimde geziyordu. Yüzüne baktım. ''Altı ay komada kalmanın bana yeni bir ülke görme imkânı kazandıracağı kimin aklına gelirdi?''

Küstahça güldü. ''Sana yeni bir ülke görme imkânı kazandıran koma değil, ben oluyorum.''

Gülerek kafamı salladım. ''Senden bir iyilik çıkacağı kimin aklına gelirdi?''

Yola bakıyordu ama neşeliydi. Ona neşe çok yakışıyordu. ''Bana dikkatli bakarsan ruhumu görebilirsin,'' dedi gülerek. ''Renkli simlerle süslü bir kalbim var.''

Kaşlarımı kaldırdım. ''Gerçekten mi?''

Kafasını bana çevirdi ve yüzüme garip bir bakış attı. ''Paslanmış bir ruhum var, Ahsen. Cidden, sim olayına inanmadın herhalde?''

''Doğrusu hiç bilmediğim bir dil gibisin. Sen yanımdayken biri seni bana tercüme etse fena olmaz.''

''Kızım sen git bir kitap yaz,'' dedi sahte bir ciddiyetle. ''Ciddiyim bak, harcanıyorsun.''

''Seni yazayım ben,'' ona baktım ve yola odaklanmış Buğra'yı izledim. Profilden ayrı güzel oluyordu. ''Belki de yazarken aynı zamanda kişiliğini okuma imkânı kazanırım.''

''Seni anlamıyorum demeyi farklı şekillerde süsleyip önüme sunuyorsun ama siz kızlardan duyduğum şu iki kelime hiç değişmiyor. Neden yanınızda olan herkesi anlamaya çalışıyorsunuz? Biraz rahat olun ya.''

''Öncelikle ben herkesi değil seni anlamak istiyorum ve tahmin edersin ki gidip herhangi birini tanımaya çalışsam, şimdiye kadar kitabını yazacak kadar tanırdım.''

''Belki de ben bile kendimi anlamıyorumdur,'' dedi gayet sakin bir sesle. ''O zaman senin beni anlaman ne kadar mümkün olabilir?''

''Dördüncü sınıfa giderken altıncı sınıf matematik sorularını çözebiliyordum,'' gülüyordum. ''Yalnızca zor bir problemsin ama imkânsız değilsin.''

Gözlerime yan yan bakarak ukala bir şekilde güldü. ''O zaman sana iyi şanslar.''

Amerika'daki son saatlerimiz olduğu için ve karnımız aç olduğu için Buğra arabayı bir restorandın yanına çekti. Sarı ışıklarla süslenmiş restorandın girişinde bile masalar vardı. Buğra lüksü yalnızca arabalarda sevdiği için olsa gerek, yine beni çok utandırmayacak, orta halli bir mekâna gelmiştik.

Arabadan indikten sonra yanında yavaş adımlarla yürüyerek restoranda girdim. İçerisi çok kalabalık değildi. Restorandın en güzel yanı arkadan usulca yükselen müzikti. Hangi şarkı olduğunu bilmiyordum ama şarkı mükemmeldi.

Hoş bir masa seçtikten sonra karşılıklı oturduk ve masadaki mönülere bakarak yanımızda dikilen garsona siparişlerimizi verdik.

Yemek boyunca Buğra pek konuşmadı. Arabada olan neşesinin aksi bir ruh halinde görünmüyordu ama bir şeyler düşünüyordu. Benim de pek konuşmak istediğim bir an değildi. Gariptim. Mutlu falan mı hissediyordum? Bu his bana çok yabancıydı.

Yemeklerimiz bittikten sonra arabaya bindik, ben havaalanına gideceğimizi düşünürken bir mağazanın önünde durduk ve bana giyecek doğru düzgün kıyafetler aldık. Bir kot pantolon ve ince, göbeğimi hafif açıkta bırakan bol bir kazak almıştık. Daha sonra uğrayacak bir yerimiz olmadığından doğruca havaalanına gittik ve İstanbul – Boston uçağını kaçırmadan uçağa yetiştik.

Eski İngiliz mimarisinden kırmızı tuğlalı evleriyle, Londra'ya benzer görünümüyle, çakmak Londra diye adlandırdığım şehre, Boston'a, akşamın ilk saatlerinde veda ettim.

Yaklaşık on bir saat yolumuz vardı. Yani Buğra'nın saat farkını hesaplamalarına göre İstanbul'a gittiğimizde orada saat gece yarısını geçmiş olacaktı.

Uçak yolculuğumuz oldukça sessiz geçti. Zaten Buğra bir sessizliğe büründüğü zaman onu o ruh halinden yalnızca delice bir kavgayla çıkarabiliyordum yoksa öylece kalıyordu. Aklında bir şeyler vardı çünkü sürekli bir şeyler düşünüyordu ve işin kötü tarafı düşüncelerini asla bana söylemiyordu.

İstanbul'a vardığımızda saat gece yarısını geçmişti. Buğra'nın Boston'da kullandığı arabanın kiralık olduğunu İstanbul'da bizi bir şoför karşılayınca anladım. Yolculukta uyumuştum ama yol yorgunluğunu üzerimden atamıyordum ve deli gibi uykum vardı. Kızlar bildiğime göre beni aylardır görmüyorlardı ve belki de hiçbiri durumdan haberdar değildi. Eğer hala benim gibi biriyle ev arkadaşlığı yapmak istiyorlarsa onlarla yaşayacaktım ama bunu öğrenmem için önce eve gitmem gerekiyordu.

Buğra'yla arka koltukta yayvan bir şekilde yayılarak oturduk. İkimiz de yol yorgunuyduk ve Buğra hiç uyumamıştı. Kafamı yasladığım deri koltukta hafifçe hareket ettim ve tek gözümü açtım. Buğra'nın siyah gözleri üzerimdeydi. ''Neden beni izliyorsun?''

''Bilmem.'' Sesi dürüsttü.

''Gözlerin üstümdeyken uyuyamıyorum.'' Diye sızlandım.

Kaşlarını kaldırdı. ''Sürekli uyuyorsun.''

''Cidden neden beni uyurken izliyorsun?''

''Sen uyurken...'' iç çekti ''Fazla masumsun. Bir kedi gibi ve ben kedileri sevmem.''

Suratımı astım. Yine hakaret ediyordu.

Aniden kaşlarını çattı. ''Sana çok kızgınım,'' sesi isyan eder gibiydi.

Tanrım, değişen ruh hali!

''Neden?'' diye sordum şaşkınlıkla.

Kaşları hala çatıktı. ''Galiba artık kedileri seviyorum.''

Şaşkınlıkla yüzüne baktım. ''Neden seni anlayamıyorum?''

''Bana bir şeyler oluyor,'' yüzüme baktı.

''Ne oluyor?'' cidden şaşırmıştım

İç geçirdi. ''Neyse.'' Ben hala ona şaşkınca bakarken o bambaşka bir konu açtı. ''Benim evimde kalabilirsin.''

''Hayır,'' diye itiraz ettim. ''Kızları görmem gerekiyor. Sonuçta ev olayı önemli.''

Yüzü gölgelendi. ''İnat edeceksin, değil mi?''

''Evime gitmek istiyorum,'' diye yineledim.

Ben ısrar etmesini beklerken o yorgun bakışlarını benden çekerek ön koltukta duran şoföre çevirdi. İsterse beni evine götürebilecek bir karakterdi ama beni zorlamıyordu. Bu durum cidden şaşırtıcıydı.

Yaklaşık otuz beş dakika sonra araba durdu. Zaten tam olarak uykuya dalamadığımdan araba durduğu anda oturuşumu düzelttim. Tam Buğra'ya döneceğim sırada, onun da inmek için hazırlandığını gördüm. ''Sen de mi geliyorsun?''

Yüzü donuktu. ''Evet.''

Kaşlarımı çattım. ''Evine gidebilirsin, yorgunsundur.''

''Geliyorum.''

Kafamı salladım ve arabanın kapısını açarak arabadan dışarı çıktım. Gecenin ayazı direkt içime dolmuştu. Ekim ayında olduğumuzdan havalar soğumuştu. Tanrım, cidden bir yazı uyuyarak mı geçirmiştim ben?

Tanıdık kaldırıma çıkarken Buğra yanıma yetişmişti. Beraber eski apartmana doğru yürürken ondaki garip sessizliği hissedebiliyordum.

''Neden konuşmuyorsun?'' dedim apartmanın girişinde.

Yüzüme bakmadan apartmanın kapısını itti. ''Konuşacak bir şey yok.''

''Olabilir. Ben sustuklarınla ilgileniyorum.''

Yüzüme baktı. ''Sadece yorgunum.''

Daha fazla ısrar etmedim. Gözlerinden yorgun olduğu belli oluyordu. Apartmanın ışığını yaktıktan sonra merdivenleri yavaşça çıkmaya başladık. Daireye kadar ikimizden de ses çıkmadı. Apartmanın zaten bizim sesimize ihtiyacı yoktu. Yukarıya ne kadar yaklaşırsak kulağıma gelen müzik sesi biraz daha artıyordu.

''Bu müzik nereden geliyor?'' diye sordum kendi kendime. Çok sessiz söylediğimden Buğra'nın duyduğunu düşünmüyordum.

Sonunda daireye geldiğimizde müzik sesinin bizim daireden geldiğini anladım. Bu cidden garipti, bu kadar yüksek sesle müzik dinlemezdi kızlar.

Kapıyı çalacağım sırada kapının zaten aralık olduğunu gördüm. Buğra'ya kısa bir bakış attığım sırada onun zaten beni izlediğini fark ettim. Bakışlarımı yavaşça kapıya çektim ve evin kapısını iterek içeri doğru bir adım attım. Cidden çok gürültülü bir müzik dinliyorlardı.

Eve adım atar atmaz, koridorun yerinde oturan birkaç insanla karşılaştım. Onlara şaşkınlıkla baktıktan sonra evin içinde ilerleyerek kızların odasının açık kapısından içeri baktım. Gözde ve Burcu'nun da odasında yabancılar oturuyordu. Hatta öpüşen bir çift vardı.

Daha sonra kafamı odadan çektim ve evimdeki yabancıların yanında ilerleyerek tanıdık bir yüz aramaya başladım. Kızlar neredeydi?

Esra'nın odasının yanına geldiğimde kapısını yavaşça açtım ve odaya bakakaldım. Odada hiçbir eşya yoktu. Ne yatağı, ne dolabı, ne de süslendiği o boy aynası. Odanın kapısını yavaşça kapattım ve oturma odasına doğru ilerledim. İşte o an asıl kalabalığın bu odada olduğunu anladım. Odada hiç tanımadığım onlarca insan vardı. Zaten bu normal bir parti değildi, koridorda yatan insanlar, o garip bakışlar... Evimde bir uyuşturucu partisi vardı.

İnsanların içinde hızla ilerleyerek kızları aramaya başladım. İllaki birinden birini görecektim.

Sonunda insanların arasında ilerlerken Burcu'yu gördüm. Televizyonun arkasında kendi zirvesini yaşıyordu. Yanında diz çöktüm. Beni görünce yüzüme o sahte bağımlı gülümsemesiyle baktı. Beni bu konudan kınayan insanın başına da gelmişti uyuşturucu. Zaten uyuşturucu adres sormazdı. Kollarını hafifçe sarstım. ''Burcu?''

Bana deli gibi gülerek bakıyordu. Bana bir faydası olmayacağı belliydi. Onu orada bırakarak ayağa kalktım ve başımda dikilen Buğra'ya döndüm. ''Burada ne olduğunu anlamışsındır.''

Yüzüme, elbette, der gibi baktı. Kafamı salladım ve parmak ucumda yükselip çevreme bakındım. Gözlerim bir süre etrafı taradıktan sonra gülümseyerek çevresine bakınan Gözde'yi gördüm. Bakışlarım onu yakaladıktan sonra gözlerimi üzerinden çekmeden, büyük adımlarla yanına ilerledim. Arkasını döneceği sırasında kolundan sertçe çektim. Önce koluna sonra da elin sahibine baktı. Yüzü beni görünce kaskatı kesildi. ''Ahsen!''

''Burada neler dönüyor?'' diye sordum sertçe.

Kaşlarını çattı. ''Arkadaşlarımı eve çağırdım.''

Elimle çevreyi gösterdim. ''Burada uyuşturucu kullanılıyor.''

Yüzüme düz düz baktı. ''Yani?''

Kaşlarımı iyice çattım. Sinirlenmeye başlamıştım. ''Burada,'' dedim bastırarak. ''Uyuşturucu tüketiliyor ve sen ev sahipliği yapıyorsun. Farkında mısın?''

''Sana ne?'' dedi ukala sesiyle.

Sabretmeye çalışarak iç geçirdim. ''Burası benim de evim.''

Kaşlarını kaldırdı. Yüzünde dalga geçer gibi bir ifade vardı. ''Ne zamandan beri?''

''Kızım senin derdin ne?'' diye bağırdım. Sabrım sınanıyordu.

''Burası artık yalnızca benim ve Burcu'nun. Sana Esra için sabrediyorduk ve o artık yok. O yüzden,'' dedi ve eliyle kapıyı gösterdi. ''Sana yol göründü.''

Derin bir nefes aldım. ''Esra nerede?''

Kaşlarını kaldırdı. Yüzünde hayret ifadesi vardı. ''Ne demek nerede?''

''Nerede?'' diye tekrar ettim. Ses tonum sertti.

Dudaklarını büzdü. ''Bu konuda bir sürü görüş var,'' dedi. ''Ama inancımıza göre öbür tarafta.''

''Ne?'' dedim gözlerimi kocaman açarak. ''Ne öbür tarafı, ne diyorsun sen?''

''Kızım senin hiçbir şeyden haberin yok mu?'' dedi. ''Esra üç ay önce öldü.''

Yutkundum. Bir süre yüzüne baktıktan sonra dudaklarımı kıvırdım. ''Yalan söylüyorsun.''

''Ölüm belgesini göstermemi mi istiyorsun?'' diye dalga geçti. ''Valla suda boğuldu diye bir şeyler diyorlardı.''

Kafamı sallayarak Buğra'ya baktım. Gözlerindeki ifadesiz gözleri görünce duraksadım. ''Biliyordun,'' dedim parmağımı ona doğru sallayarak. Geriye doğru bir adım attım. ''Doğru söylüyor,'' diye bağırdım. ''Biliyordun!''

Gözlerindeki ifadeyi sarsmamaya özen göstererek bana doğru bir adım attı. ''Sakin ol-''

''Bana neden söylemedin?'' diye bağırdım yanan gözlerimle.

Bana doğru bir adım attı. ''Sakin ol, Ahsen.'' Ben öylece yanan gözlerle ona bakarken elini uzattı. Uzattığı ele sertçe vurdum.

''Bana nasıl söylemezsin?'' diye bağırdım. ''Buraya gelirken biliyordun!''

Yüzü öyle ifadesizdi, gözleri öyle boş bakıyordu ki ölen insanın umurunda olmadığı apaçık ortadaydı. ''Neden arkadaşımın acısını yaşamama izin vermedin?''

''Bunu burada konuşmayalım,'' dedi ifadesiz sesiyle. ''Hadi, gidelim buradan.''

''Seninle gelmiyorum.'' Yanağımdan akan bir damla yaşı elimin tersiyle sildim. ''Sen gözümün içine baka baka beni kandırdın.''

''Sadece erteledim.'' Dudakları çizgi halindeydi.

''Benden daha neler saklıyorsun?'' diye bağırdım. ''Uyuduğum o lanet altı ayda daha ne oldu?''

Çenesi kasılmıştı. Kaynayan öfkesinin buharını yüzümde hissediyordum. ''Gidiyoruz buradan.''

''Seninle hiçbir yere gelmiyorum!'' diye bağırdım. Çevredeki herkes bana bakıyordu. Yüzünden bu durumdan hoşnut olmadığını görebiliyordum.

''Hadi Ahsen,'' dedi taviz vermeyen ve itirazı kabul etmeyen ses tonuyla. Gözlerine bakarken bile benden sakladığı her şeyin izlerini görür gibi oluyordum. Uyuduğum o lanet altı ayda olan biten hiçbir şeyden haberdar değildim. ''Gidelim.''

''Öğrenmemem için beni evine götürmek istedin,'' yüzünü inceledim. Tam aksi bir tepki bekliyordum. En azından hayır demesini istiyordum ama yüzüme doğru söylediğimi kanıtlar gibi tepkisiz bakıyordu. ''Benden saklamaya devam edecektin!''

Ona doğru sertçe atıldım ve bütün gücümü kullanarak göğsünden geriye doğru ittim. Boşta bulunduğu için bir iki adım geriye doğru sendelemişti. Ben koşmadan önce hiddetlenmeye başlayan yüzünü görmüş gibiydim ama ona dikkat etmeden koşarak evin çıkışına yöneldim. İçimden deli gibi bağırmak, kaybettiğim zamanı geri istemek geliyordu ama elimden hiçbir şey gelmiyordu.

Evin zaten açık olan kapısından koşarak çıktım ve hiç vakit kaybetmeden merdivenlerden inmeye başladım. Yanağımdan akan sıcak yaşları hissedebiliyordum. Altı ayımı kaybetmiştim. Zamanın, olayların, hayatın... Hepsinin yer aldığı karenin dışında kalmıştım ve hayatım beni içine almadan yoluna devam etmişti. İlk olarak da elimden arkadaşımı almıştı.

Esra'yı kaybetmiştim. İşte bu benim hayatımdaki ilk kayıptı ve en acısı da bunu aylar sonra öğreniyordum. Arkadaşımın ölü bedeni henüz tazeyken bile tutamamıştım yasını.

Apartmandan çıktıktan sonra hala koşmaya devam ediyordum. Nereye gideceğimi bilmiyordum. İçimden ciğerlerim kavrulana kadar koşmak geliyordu. Belki de acı çekmek istiyordum. Yaşayamadığım zamanın acısını kendimden çıkarmak istiyordum.

Sonunda nefes nefese kaldığımda kendimi bir sokağa attım ve sırtımı duvara dayadım. Peşimden geldiğini hissetmiyordum, aksine peşimden geldiğini biliyordum ama şu an onu görmek istemiyordum. Benden sakladıkları beni öyle yıpratıyordu ki bana hiç yardımcı olmuyordu. Kaybettiklerimi, gerçekleri öğrenmek istiyordum. Artık hayatımı yeniden kendim yönetmek istiyordum.

Gözlerimi açtığımdan itibaren bir sürü bilinmezlikle karşılaşmıştım. Yanı başımdaki adam her şeyi bilirken, bana yardımcı olmak yerine beni iyice zor durumda bırakıyordu.

Neden?

Bana iyilik yaptığını mı düşünüyordu?

''Ahsen?'' sesini duyunca nefes nefese vücudumu suskunluğa zorlayarak kendimi iyice duvara doğru yasladım. Hareket edecek gücü bacaklarımda bulamıyordum. ''Ahsen çocuk gibi kaçacak mısın?''

Kaşlarımı çattım.

''Ahsen?'' sesindeki öfkeyi ensemde hissediyordum ve beni iyice strese sokuyordu. ''Seni bulacağımı biliyorsun değil mi?''

Sesinin yönünü belirlemeye çalışmak için gözlerimi kapattım ve sesine odaklandım.

''Ahsen!'' diye kükredi. ''Çocukluk yapmayı kes.''

Sesi Doğudan geliyordu. Yanı sokağın başında olma ihtimali vardı.

''Ahsen, hadi gel yanıma. Konuşalım.'' Şimdi mi konuşmak istiyordu?

''Ahsen!'' diye kükredi. Ürpererek daha fazla yaslanabilirmişim gibi duvara yaslandım. Gözlerim hala kapalıydı. Bir duyu organını kapatınca diğerleri daha iyi kullanılır diye düşünürdüm. O yüzden kulaklarımın daha iyi duymasını umuyordum.

Sesi bir süre kesildi. Duyamadığımı düşünerek gözlerimi iyice sıkarak kapattım.

''Bir tüy olsan da bulurum seni,'' dedi. Sesi yakından geliyordu. Çok çok yakından geliyordu. ''Fare deliğine girsen de.'' Gözlerimi açtım.

Buğra boylu boyunca tam önümde duruyordu. Ondan uzaklaşmak için yana doğru hafifçe kaydım. Kolumdan tutarak beni kendine doğru çekti. İtiraz etsem de gücüm onun yanında bir hiçti. Beni kolayca kendine çekti. Kendimi aniden göğsüne bastırılmış halde buldum.

Kokusu burnuma dolunca içimi çektim. En kötü anlarımda bile kokusu bana iyi geliyordu. Benim için bir nevi sakinleştirici gibiydi.

''Benden kaçma,'' dedi. ''Benden kaçmayı aklından dahi geçirme.''

Yine ağlamaya başlamıştım. ''Neden bende her şeyi saklıyorsun?'' dedim. ''Gerçekleri istiyorum.''

''Gerçeklerin canı cehenneme Ahsen,'' dedi Buğra inatçı sesiyle. ''Senin yalanın mutlu edeceğine inandım ve söyledim. Kız ya da kızma umuruma değil. Ama bilmelisin ki pişman değilim.''

Kollarından ayrılmak için çırpındığım sırada gücünü kullanarak beni kendine iyice sabitledi. ''Gerçeklere ihtiyacın yok, mutlu olmaya ihtiyacın var.''

''Kaybettiğim zamanda yaşananlara ihtiyacım var.'' Sesim güçsüzdü.

''Bir şeyleri siktir etmeyi öğren artık be çocuk,'' diye isyan etti Buğra. ''Seni ağlarken görmekten hoşlanmıyorum.''

''Neden ölmeme izin vermedin?'' dedim içimi çekerek. ''Zaten kimsenin bana ihtiyacı yok.''

Bir süre sadece bana sarıldı ve sustu. Daha sonra sessizliği bozan yine o oldu. ''Sana kimin ihtiyacı var, biliyor musun? En çok ihtiyacın olan kişinin.''

Continue Reading

You'll Also Like

6.4M 206K 103
Karan Haznedaroğlu. 27 yıldır her istediğini elde eden, sadece adıyla bile bütün kapıları açabilecek bir adam. Şimdi her şeyden çok istediği bir şey...
187K 16.6K 35
Alışılmadık bir aile kurgusudur💥 Bol kahkaha garantilidir💃🏻 Kitaptan küçük bir alıntı⤵️ 🪷 Gözlerime bakmaya devam ederken sordu. "Sen benim kim o...
104K 10.8K 36
053*: Senin kedin mi bu? Doğuhan: Evet, rica etsem atacağım konuma getirebilir misin? Ya da sen at ben geleyim. 053*: İşte o imkansız. Doğuhan: Ne...
1.1M 44.3K 63
"Oo küçük hanım iki gündür sizin peşinizdeyiz." "Siz de kimsiniz niye peşimdesiniz ne istiyorsunuz?" " sakin küçük kız" "Kimsiniz dedim" " babanın öd...