GÖKKUŞAĞI

By Fesatrice

634K 42.1K 14.4K

Alkım, kardeşini şüpheli bir araba kazasında kaybetmiştir ve bunun bir kaza olmadığına, cinayet olduğuna emin... More

Gökkuşağı -1-
Gökkuşağı -2-
Gökkuşağı -3-
Gökkuşağı -4-
Gökkuşağı -6-
Gökkuşağı -7-
Gökkuşağı -8-
Gökkuşağı -9-
Gökkuşağı -10-
Gökkuşağı -11-
Gökkuşağı -12-
Gökkuşağı -13-
Gökkuşağı -14-
Gökkuşağı -15-
Gökkuşağı -16-
Gökkuşağı -17-
Gökkuşağı -18-
Gökkuşağı -19-
Gökkuşağı -20-
Gökkuşağı -21-
Gökkuşağı -22-
Gökkuşağı -23-
Gökkuşağı -24-
Gökkuşağı -25-
Gökkuşağı -26-
Gökkuşağı -27-
Gökkuşağı -28-
Gökkuşağı -29-
Gökkuşağı -30-
Gökkuşağı -31-
Gökkuşağı -32-
Gökkuşağı -33-
Gökkuşağı -34-
FİNAL

Gökkuşağı -5-

20K 1.4K 538
By Fesatrice

Linkin Park - Numb

İyi okumalar...

"Anlamıyorum bir türlü." Sıkıntıyla nefesini dışarıya verip elindeki kalemi sıraya sertçe bırakmıştı. Onun bu haline gülerek kafamı kitapta karalamaktan harap ettiği sayfaya çevirdim. "Neyi anlamıyorsun?"

"Şu tarz soruları." derken sesinde bariz bir iğrenme vardı. Eliyle kitabı dövmeye başlamasına az kalmıştı, bu kesindi. Zavallı kitabı onun önünden çekip isyan ettiği soruya yakından baktım.

"Şu soruya bak. Hayır yani, formülle beraber çözdüm ama cevabı 80 buldum. Şıklarda 80'e yakın bir cevap bile yok."

"Genelde şıklarda yüksek sayılar olmaz zaten." dedikten sonra bahsettiği formülü anlamaya çalıştım. Ardından kıkırdamaya başlamıştım. "Formülü güzel hatırlamışsın ama yanlış yerlere koymuşsun."

"Nasıl ya?" dediğinde sesindeki şok yüzünden kahkaha atabilirdim. Dudaklarımı birbirine bastırıp kendimi tuttum ve kalemimi elime alıp sayfanın en altına formülü yazmaya başladım. Soruyla o kadar uğraşmıştı ki sorunun altında formülü yazabileceğim bir yer yoktu. Yazsam da okunaklı olmazdı.

"Bak şimdi," diyerek kitabı ona doğru yaklaştırdım ve yazdığım formülden ufacık bir ok çıkarıp neyi nereye koyması gerektiğini anlattım. Ben anlattıkça anladığını belirtir gibi sesler çıkarıyordu. Formülü ufak bir kare içine alıp elimle sayfaya hafifçe vurdum.

"Anlaşılır oldu mu bari?"

"Harikasın." diye mırıldandı. Gözlerimi yüzüne çevirdim.

"Hira!"

Yanaklarımda hissettiğim eller, hafif tokat atarak beni kendime getirmeye çalışırken ağırlaşmış göz kapaklarımı aralamak benim için şu anda çok zordu. Ama yine de yanaklarımdaki dokunuşları hissedecek, onun sesini duyacak kadar kendimdeydim. Yalnızca gözlerimi aralamak kalmıştı.

"Hira, aç gözlerini." Dışarıya bezgince bir nefes verip bir elini yanağımdan çekti ve başımın arkasına koyup kafamı zeminden kaldırdı. O anda soğuk zemin yüzünden üşüdüğümü hissetmiştim. Çok geçmeden başım, onun göğsüne yaslanırken kokusunu alacak kadar duyularım yerine gelmişti. Duymakta hiçbir problemim yoktu ama kulaklarım çınlıyordu. Konuştuğunda sesi çok uzaktan geliyor gibiydi.

"Hira? Duyuyor musun beni?"

Göz kapaklarım artık eskisi kadar ağır gelmediğinde hafifçe gözlerimi aralamıştım. Gördüğüm ilk şey Alkım'ın çenesiydi, gözlerimi araladığımı gördüğümde başını bana doğru eğmiş ve gözlerini de görüş açıma sokmuştu. Elini yanağımdan çekip omzumu sardı ve yüzümü hızlıca inceledi.

"İyi misin?"

"İyiyim." diye mırıldandım. Kulağımdaki çınlama yavaş yavaş geçiyordu. Etrafıma bakınıp nerede olduğumu anlamaya çalıştım. Odamdaydım. Masamın önünde, yerde uzanıyordum. Kaşlarım çatılırken tekrar Alkım'ın gözlerine baktım. Yüzümden bir saniye bile ayrılmamışlardı.

"Ne oldu?"

"Bayıldın." Başımın arkasındaki elini sırtıma kaydırıp ayağa kalkmama yardımcı oldu. "Şimdi iyi olduğuna göre anneni çağırabilirim."

"Neden bayıldığımda çağırmadın?"

"Annenin endişelenmesini istemedim. Hem o an panik yapacağını düşündüm."

"Annem soğukkanlıdır." diyebilmiştim sadece. Ayağa kalktığımda Alkım'ın sırtımdaki eli çekilmemişti. "Mutlaka öyledir. Yine de bir anne. Anneler kaç yaşlarına gelirse gelsinler evlatları için endişelenirler."

Alkım, boştaki eliyle elimi tutup beni odamın çıkışına doğru yönlendirdi. Bir yandan da başını bana doğru eğmiş, beni inceliyordu. "Başın dönüyor mu?"

"Hayır, iyiyim. Tansiyonum düşmüş olmalı."

"Kahvaltı etmedin mi?"

"Ettim aslında." diye mırıldandım. Alkım, odamın kapısını açıp beni koridora çıkarmış ve oradan da banyoya getirmişti. Musluğu açıp avucuna aldığı suyu yüzüme çarparken aynadan ona tuhaf tuhaf bakmıştım. "Bu kadarını kendim de yapabilirim."

"Ha," dedikten sonra sırtımdaki elini çekti ve geriye doğru bir adım attı. "Ben anneni çağırayım o zaman. Sana tuzlu ayran hazırlar. Ya da tuzlu herhangi bir şey."

"Tamam." diyerek onu onayladığımda banyodan çıkmıştı. Onun başladığı işi bitirip yüzümü güzelce yıkamış, kendime gelmeye başlamıştım. Havlu kağıtla suratımı kurularken aynadaki görüntüme baktım. Rengim yerine gelmeye başlamıştı. İlk kez bayılmıyordum, ne zaman iyi olduğumu biliyordum. Şu an iyiydim. Ama nasıl ve neden bayıldığımı hatırlayamıyordum. Ayıldıktan sonraki birkaç dakika bayılmadan öncesini hatırlamazdım zaten.

Tekrar odama döndükten birkaç saniye sonra annem, odamdan hızlıca içeriye girmiş ve hazırladığı tuzlu ayranı bana içirmeye çalışmıştı. Elinden alıp "Kendim içebilirim." dedim ve birkaç yudum aldım. Yatağıma oturup ayaklarımı ileriye uzattığımda annem de yatağımın ucuna oturmuştu.

"İyi misin kızım?"

Başımı onaylarcasına salladım. "Nasıl bayıldın?"

"Masamdaydım, kitaba bakıyordum ve..." Bir anlığına kelimeler boğazımda tıkanıp kalmıştı. Nasıl bayıldığımı hatırlamaya başlamıştım. En son Alkım'ın bana getirdiği kitapta, benim yazdığıma emin olduğum bir formülle bakışıyordum. Ondan sonra bayılmış olmalıydım.

"Sonra bayıldım işte."

Annem, onaylarcasına kafasını sallayıp kapının önünde dikilen Alkım'a döndü. "Biraz dinlenmesi gerekiyor. Sen bugünlük erken çıkabilirsin, Alkım."

Alkım, annemi baş hareketiyle onaylayıp masanın üzerindeki telefonuna uzandı. Gitmesine izin veremezdim. Ona tam şu anda gördüklerimi sormam gerekiyordu ama annem varken de soramazdım. Annemi bir şekilde odamdan yollamam gerekiyordu.

"Anne, bana çorba yapar mısın? Boğazım acıyor biraz, sıcak bir şeyler iyi gelebilir."

"Tamam, yapayım." Annem yatağımdan kalkıp odamdan çıkarken adımlarını durdurup tekrar bana döndü. "Ne çorbası yapayım?"

"Mercimek." dedim aklıma ilk gelen çorba olduğu için. Annem kafasını sallayıp odamdan hızlıca çıkmıştı. Alkım, balkonda kalan sigara paketini almak için balkona çıkmıştı. Yeniden odama dönüp kapıma doğru yönelirken uzanıp bileğinden yakaladım.

"Sen biraz dursana."

"Bir şeye mi ihtiyacın var?" diye sordu merakla. Bu söylediği beni ister istemez güldürmüştü. Öyle içten davranıyordu ki neredeyse ona inanacaktım. Aslında tavırlarında yapmacık bulduğum bir şeye rastlamamıştım ancak onun hareketlerinin içime sinmemesi için fazlasıyla sebebim vardı.

"Kardeşinin olduğunu iddia ettiğin bir kitapta benim yazımın ne işi var?"

"Ne?" Kaşları çatılırken masanın üzerindeki kitaba baktı. Bileğindeki parmaklarımdan kurtulup masama doğru uzun adımlarla ilerledi ve kitabı eline aldı, hâlâ o sayfanın açık olduğunu düşünüyordum. Alkım, sayfayı incelerken başını kaldırmıştı. "Emin misin? Senin yazın mı?"

"Evet."

"Kardeşimle yakın olduğunuzdan haberim yoktu." diye mırıldanıp kitabı kapattı ve yeniden masanın üzerine bıraktı. "Aynı liseye gitmiştiniz. Belki aynı sınıfta okumuş bile olabilirsiniz. Zaten bu problemlerden hiç anlamazdı." Dudaklarında oluşan buruk gülüşe tuhaf tuhaf baktım. Açıklamasında eksik bir şeyler vardı. Ama eğer yalan söylüyorsa da hiç kötü bir yalancı değildi.

"Kardeşinin ismi ne?"

"Altan. Altan Saraç."

Kaşlarım çatılırken hatırlamaya çalıştım. İsim olarak aklımda canlanıyor gibiydi ama yüzünü resmen unutmuştum. Yine de sormadan edemedim. "Öyle mi? Şu an nasıl? Neler yapıyor?"

Alkım'ın yüzü kaskatı kesilirken oldukça sert çıkan bir tonla konuştu. "Komik olmuyorsun."

"Ne?" diyebildim yalnızca. Alkım, mümkünmüş gibi bu tepkimden sonra daha çok sinirlenmişti. Yumruklarını var gücüyle sıkıyordu, parmak boğumları bembeyaz olmuştu. Gözlerine bakmak dahi istemiyordum. İçimden çocukça bir ses 'keşke annemi odadan yollamasaydım' deyip duruyordu.

"İyi günler, Hira." deyip odamdan hızlıca çıktığında rahat bir nefes almıştım. Gerçekten çok sinirli görünüyordu ve beni ürkütmüştü. Yatağımdan kalkıp kitabı elime aldım ve her sayfasını incelemeye başladım. O sayfa dışında başka hiçbir sayfada benim yazım yoktu. Alkım'ın kardeşinin, Altan'ın çözdüğünü düşündüğüm testlere, yazı şekline baktım.

Gerçekten hiçbir şekilde aklımda canlanmıyordu.

Kitabı tekrar yerine bırakıp yatağıma uzandım ve kafamı yastığıma yasladım.

Altan Saraç...

Neden onu hatırlamıyordum?

***

"Aman da aman, kimler gelmiş böyle?" Bora, kollarını iki yana açtığında ona sıkıca sarılmıştım. Sırtımı sıvazlayıp beni geriye çekti ve gözlerini kısarak yüzümü inceledi. "Yüzün kaşık kadar kalmış, güzel beslenmiyor musun yoksa?"

"En son görüşmemizden bu yana 2 hafta bile geçmedi."

"2 haftada da kilo verenler var diye duydum." dedikten sonra elini karnına vurdu. "Bir efsane olduğuna inanıyorum çünkü hiç başıma gelmedi."

Güldüğümde Bora beni içeriye davet etmişti. Neden bilmiyordum ama annem beni resmen Bora'nın evine postalamıştı. Elbette ki yanımızda Şehmuz Amca da vardı. Neyse ki kendisini çok seviyordum, bu yüzden varlığı beni rahatsız etmiyordu.

Bora'yla içeriye geçtiğimizde oturma odasındaki masanın üstünün kitaplarla dolu olduğunu görmüştüm. Bora, nereye baktığımı fark edip yorgunca iç geçirdi. "Vize haftası yaklaşıyor."

"Kolay gelsin."

"Kolaysa başına gelsin."

"Onun için çalışıyorum."

Bora, saçlarımı karıştırdıktan sonra kendini kanepeye atıp ayaklarını ileriye doğru uzattı. Yanına oturduktan sonra bağdaş kurup ona döndüm. Yüzümdeki 'fazla düşünceli' ifade elbette ki Bora'nın gözünden kaçmamıştı. Oturuşunu düzeltip bana doğru döndü ve konuştu.

"Bir sorun mu var?"

"Ciddi bir şey değil, aklım bulanık sadece." dedikten sonra elimi az önce Bora'nın karıştırdığı saçlarımdan geçirdim ve onları düzelttim. "Bir his var içimde. Bilmiyorum, sanki bir şeyler eksik."

Kendimi anlatmakta zorluk çekiyordum ancak Bora, tam olarak neden bahsettiğimi biliyor gibi görünüyordu. Yine de bir yorum yapmayıp beni dinlemeye devam etmişti. Ne anlattığımı biliyor gibi görünmesine güvenerek konuya direkt giriş yaptım.

"Altan Saraç'ı hatırlıyor musun?"

Bora'nın yüzü neredeyse bembeyaz olmuştu. Kendini toparlamak için boğazını temizledi, gözlerime bakmaktan kaçınıyordu. Onu böyle görmek beni öyle şaşırtmıştı ki ben de bir şey söyleyemiyordum. Yine de ondan önce toparlanmıştım.

"Altan'a ne oldu, Bora?"

"Gitti." dedi yalnızca. Kaşlarımı kaldırdığımda Bora, nihayet gözlerime bakma cesareti göstermişti. "Son dönem okuldan ayrılıp abisinin yanına gitti. Abisi il dışında okuyordu sanırım."

"Neden ayrıldı okuldan?"

"Ailevi meseleler olduğunu söyledi."

"Anladım." diye mırıldandım. Cevabı yeterince tatmin edici değildi ama zorlasam da bir şeyler söyleyeceğini düşünmüyordum. Aklımda tonlarca soru vardı. Cevaplarını bulmama kimse yardımcı olmuyordu. Çok fazla şey benden gizleniyordu.

"Nereden esti bunu sormak peki? Merak ettim."

"Alkım... Altan'ın abisiymiş. Dün bana onun bir kitabını getirdi, kitapta kendi yazımı görünce sordum. Kardeşiyle aynı liseye gittiğimi söyledi. Oradan esti yani."

"Anlıyorum." Bora, sessizce yutkunup elimin üzerine hafifçe vurdu. "Kahve ya da çay ister misin?"

"Çay olur." dediğimde Bora, başını sallayıp yerinden kalkmış ve hızlıca mutfağa doğru ilerlemişti. Ben de yerimde durmaya devam etmiş, düşüncelerime gömülmüştüm. Neden Altan'ın konusunu açmam Bora'yı bu kadar germişti ki? Arkadaşlarım hakkında önemli olan her şeyi bildiğimi sanıyordum. Ama belli ki hiçbir şey benim düşündüğüm gibi değildi.

Ailemin benden bir şeyler sakladığını zaten biliyordum. Anladığım kadarıyla ailem, bu işin içine arkadaşlarımı da dahil etmişti. Onlar da benden bir şeyler saklıyorlardı. Ortada herkesin bildiği ve benim bilmediğim bir şeyler vardı.

Kalbim sıkışmaya, duvarlar üzerime gelmeye başlamıştı. Elimi kalbimin üzerine koyarak derin bir nefes almaya çalıştım ama nafileydi. Bunalmıştım. Neden ve kimden bilmiyordum ancak bunalmıştım. Görmezden gelmeye çalışıyordum. Hayatımdan keyif alabilmek ve amaçlarıma ulaşabilmek için görmezden gelmeye çalışıyordum ama olmuyordu.

Hiçbir şey bilmeyen biri gibi hayatıma devam edemiyordum. Bir şeyleri bilmediğim ortadaydı ancak öğreneceğim şeyler olduğunun bilincindeydim. Bu yüzden asla huzur bulamıyordum.

Artık nefeslerim iyice daraldığında oturduğum yerden kalkmış, henüz birkaç dakika önce gelmeme rağmen Bora'nın evinden hızlıca çıkmıştım. Şehmuz Amca, ismimi seslenip beni durdurmaya çalışırken çok uzağımda kaldığı için bana yetişememişti. Adımlarım hızlıydı.

Kendimi sokağa attığımda telefonum çalmaya başlamıştı. Bakmama gerek yoktu, arayan ya Bora ya da Şehmuz Amca'ydı. Telefonumda sadece 5 kişinin numarası vardı zaten.

Bir saniye...

Artık sadece 5 kişinin numarası yoktu. Alkım, bana özel ders vermeye başladıktan sonra onun da numarasını telefonuma kaydetmiştim. Neden bilmiyordum ancak içimden bir ses onu aramam gerektiğine dair beni dürtüp duruyordu. Sanki aklımda dönüp dolaşan binlerce sorunun tek cevabı Alkım'dı.

Adımlarımı hızlandırıp karşıdan karşıya geçtim ve gözden kaybolduğuma emin olana kadar yürüdüm. Yeterince uzaklaştığımı düşündüğümde adımlarımı durdurmuş, bulduğum ilk banka oturmuştum. Ceketimin cebinden telefonumu çıkarıp ekran kilidini açtım. Bora'nın evinden girdiğimde ceketimi hemen çıkarmamam iyi bir şeydi sanırım. Yoksa o aceleyle çıkarken ceketimi almak aklımın ucundan bile geçmezdi.

Alkım'ın numarasını 6 kişilik rehberimde bulmak zor olmamıştı. Onu arayıp telefonumu kulağıma yasladım ve bacaklarımı sallaya sallaya telefonu açmasını bekledim. Uzun çalışların ardından telefonunu açmadığında aramayı sonlandırıp nefesimi bezgince dışarıya üfledim ve ekranda çıkan cevapsız aramalara göz ucuyla baktım.

Alkım hariç rehberimdeki diğer kişilerden onlarca cevapsız çağrım vardı. Annem, babam, Gökçe, Bora ve Şehmuz Amca... Bora'nın evinden birden çıkmamın haberi oldukça hızlı yayılmış olmalıydı. Eve dönmem gerektiğini biliyordum ancak bunu istemiyordum.

Bunun yerine bankta oturmaya, yoldan geçen arabalara, kaldırımda yürüyen insanlara bakmaya devam ettim. Oldukça normal olan bir aktivitenin beni bu kadar rahatlatmasına anlam veremiyordum. Belki de tek ihtiyacım biraz bireysellikti. Kafamı dinlemek, yalnız kalmak, bomboş bir şekilde sokakta oturmak ve etrafıma bakmaktı.

Kendi düşüncelerimle henüz yeterince vakit geçirmemişken telefonumun şu an kulağıma oldukça sinir bozucu gelen melodisi çalmaya başlamıştı. Normalde kimin aradığını anlamak için ekrana bakmaya ihtiyaç duymazdım ancak bu kez bakasım gelmişti. Gözlerimi ekrana çevirdim.

Alkım arıyordu.

Hızlıca telefonu kavrayıp aramayı cevaplandırdım ve telefonu kulağıma götürdüm. Henüz 'alo' dememe fırsat vermeden Alkım konuşmuştu.

"Bugün dersimiz olmadığını sanıyordum."

"Evet."

"Evet? Dersimiz mi vardı yoksa?"

"Hayır." dedikten sonra bu tek kelimelik cevapların sorduğu sorular için yeterli olmadığını fark etmiştim. "Bugün ders yok."

Alkım, birkaç saniye süren sessizlikten sonra yeniden konuşmuştu. "Sesimi duymak için arayacak halin yok ya?"

Görmeyeceğini bilsem de gözlerimi devirmeden edememiştim. "Hayır, onun için de aramamıştım."

"Neden aradığını söylemek için sormamı mı bekliyorsun? Çünkü telefonu açtığın anda neden aradığını söylemen gerekiyordu."

"Neden aradığımı bilmiyorum." diye mırıldandım. Aslında biliyordum ama konuya nasıl gireceğimi bilmiyordum. Belki alacağım cevaptan korkuyordum, belki onun da beni cevapsız bırakmasından korkuyordum. Belirsizlik en nefret ettiğim durumdu ama ucu açık bırakılan onca sorumdan sonra alıştığım bir durumdu. Belki de nefret ettiğim belirsizliğin kendisinden ziyade bu duruma alışmış olmamdı.

"Pekala, mutlaka bir nedenden dolayı aramış olman lazım. Derslerle ilgili olma ihtimali var mı?"

"Hayır, daha özel bir konu."

"Korkmaya başlamalıyım sanırım."

"Korkacak bir şey yok. En azından senin korkacağın bir şey yok. Aslında haklısın, seni aramamın bir nedeni var. Sana bir şey sormak istiyorum ama konuya nasıl gireceğimi bilmiyorum. Seni son gördüğümde odadan nasıl çıktığını aklına getirirsen eğer bu tereddütlü halimi anlayabilirsin."

"Seni dinliyorum." demişti yalnızca. Sesinde sabırsız bir ton vardı, bir an önce açıklama yapmayı kesmemi ve konuya girmemi istiyordu. Derin bir nefes alıp "Kardeşin..." diye fısıldadım. O anda Alkım'ın nefesi kesilmiş olmalıydı çünkü artık nefes alışverişlerini duymuyordum.

"Altan'a ne oldu?"

Continue Reading

You'll Also Like

7M 407K 84
Sevdiği çocuk yerine yanlışlıkla okulun serserisine yazan Ece, başına çok büyük bir bela aldığını fark ettiği an onu engeller. Fakat her şey için ço...
36.5K 2.1K 11
Benim kendi dünyamdaki kurallar listesine göre bir erkekle tanışıklığım masallara konu olabilecek sihirli bir serüvene rastlarsa eğer; o erkek ömrüm...
165K 10K 25
17 yıl sonra doğumda karıştığını öğrenen Peri... Abilerine ve üçüzlerine alışabilecek mi ? Babam gülümseyip "Aksine iyi bir şey oldu. Peri doğumda k...
34.9K 2.5K 32
Kızıl, Kabir ve Cellat. Bu oyun üçü arasında kuruluydu. Kızıl, alev. kabir, ölüm. Cellat, katildi. Cellat, kurbanının alevini söndürmüş ve ölüme terk...