Leyle-i Süveyda

By -nera_rosa-

28.4K 3.6K 1.6K

Gündüzleri Psikolog, geceleri manken; madde bağımlısı, kendine aşık bir kadın ve yıllar önce trafik kazasında... More

🦋İTHAF 🦋@-nera_rosa-
🦋PROLOG
1🦋Lal Gece
2🦋Katarsis
3🦋Mimetik Arzular
4🦋Kelebek Etkisi
5🦋 Kader İzi
6🦋 İstanbul'da Son Gece
7🦋Sıfır Noktası
8🦋 Simurg Misali
9🦋 Kan Rengi Gözler
10🦋Aykırı Hisler
11🦋Kalbimdeki Tabanca
12🦋 Stockholm Sendromu
13🦋 Sevginin Simyası
14🦋Backfire Etkisi
15🦋 Hâlâ Öğreniyorum
16🦋 Psikoloji Der ki
17🦋Yengeç Zihniyeti
18🦋 Jamais Vu
19🦋 Mahşer Midillisi
20 🦋 Sen Orada Yoksun
21🦋Güç Zehirlenmesi
22🦋Comfort Zone
23🦋Kabil Kompleksi
24 🦋 Gecenin Senfonisi
25 🦋 Ateşin Anayurdu
26 🦋 Şehri Yaksam
27 🦋 Efsunkar
28 🦋Vernem Nidahen
29 🦋 Butimar
30🦋 Yolun Yar(a)sı
31🦋 Persona
32🦋Acı Kahve
33🦋 Nodus Tollens
34🦋Nazende
35 🦋 Galat-ı Meşhur
37🦋Leon Gibi Sevmek
38 🦋Bir Sigara Sönüşü
Final🦋 1. Kısım
Final 🦋 2. Kısım
Son Söz 🕊️

36 🦋 Ahde Vefa

123 18 1
By -nera_rosa-


🦋

Part Songs List

♪Oya& Bora ~Bana Bir Masal Anlat Baba

🦋

Ahde vefa, verdiği sözde durmak, yaptığı anlaşmaya sadık kalmaktır.

🦋

Mezar başında üflenen mum, 25 yıldır sönmüş olan ışığımı aydınlatan düğme oldu. Tahir Bey bana sarıldı ve her doğum günümde beni üşüten soğuğun yerini sıcaklık aldı. Ona bunu söylememiş olsam da baba sıcaklığı dedikleri şeyi ona sarıldığımda anlamıştım. Yüreğim bir kuş gibi çırpınırken babam o kuşu tutmuş ve avuçlarının arasında tutarak o yarayı görmüştü, ilk defa birisi 'baba tarafımın yarasını' görmüştü.

Şimdi!

Sahi şimdi neredeyim!

Onunla mezar başında kaldığımız dakikaların sonunda bir kafeye gelerek Tahir Bey'e sıcak çikolata ısmarladım ve sessizce onu içmeye devam ettik. O sustu, ben sustum ama gözlerimiz saatlerdir susmuyor.

"Telefon!" Gelen ses ile irkilerek bardağı masaya bıraktım ve telefonu elime aldım ve Asran'ın aradığını görünce açmak istedim fakat o da beni yargılar mu düşüncem ona gard almamı söyledi.

"Neredesin?"diye gelen homurtulu ses ile yüzümü ekşitnek zorunda kaldım.

"Tahir bey ile oturuyorum."

Sözlerini kılıç gibi keskinleşmişti,  "Sabahın köründe!" Diye gelen ima canımı sıktı, anlaşılmamak gururumu ezdi.

"Canım ne zaman isterse o zaman."

"Gerçekten bazen girdiğin tripleri anlamıyorum."

"Sen bilirsin." Telefonu kapattıktan sonra yerine koyduğumda derin bir iç çekerek arkama yaslanmıştım. İç geçirdiğimde üşüdüğüm için iyice kendime sarıldım. Sabah sakinliği bize de uğramış olacak ki ikimiz de bir şey konuşuyorduk. Ortak hiçbir yönümüz yoktu ki, sahi ne konuşabilirdim?

O bir konu bulmuş gibi elindeki kupayı masaya bırakarak nefes alıp verdi ve, "Asran iyi biri mi?" Diye sordu.

Gözlerimi daldığım caddeden cekerek ona baktım. Kelimeleri kafamda toparladığımda, "İyi biri olmasa onun ile sevgili olmazdım." Dedim, cevabım ile tatmin olmamış gibiydi.

Sesini soğuklaştırarak, "O adam mafya!" Dediğinde oldukça gergin görünüyordu.

Beni korumaya çalışıyor olamazsın değil mi?

Önüme düşen saçlarımı kulağımın arkasına koyarak ayağa kalktım ve ceketime uzandığım esnada ona dönerek, "Sende doktordun, anneme mükemmel bir hayat sunduğunu mu düşünüyorsun?" Diye sordum ve cevabını beklemeden ceketimi üzerime giydikten sonra, "Neyse ben kalksam iyi olur." Dedim.  Ona arkamı dönmek istemesem de bu ikilemden belki de en doğrusunu seçerek ona, "ilik uyumlu çıkmış, sabah Armağan yazmış. Ne zaman uygunsa!" Dedim ve yeniden önüme döndüm. Her ne kadar ona şans vermek istesem de bir kelime yahut bir ses bile yeniden ona nefret dolmama sebebti. ben her ne kadar zeytin dalı uzatmak istesem de küçük Deva her seferinde o dalı kırıp elime veriyor

"Vermek zorunda değilsin!" sözünü dinlemeden oradan çıktım ve beni bekleyen Ömer'e işaret ederek arabaya geçtim, o da sürücü koltuğuna geçtiğinde kısa bir süre sonra eve gelmiş ve içeri girdiğimde hepsini kahvaltı yaparken görmüştüm.

"Günaydın." Nidalarının arasında yüzlerine bakmadan merdivenden çıktığımda odaya gelerek çantamı yatağa fırlatmam ile masanın önüne geçtim ve çekmeceden yarım kalan çizim kağıtlarını ve eskizlerimi alarak bir şeyler karalamaya başladım. Biliyorum ki onlara olan, Büke ve Ozan, sinirim geçmeyecek ama onları biraz daha konuşarak üzmek istemiyorum.

Onlar beni elleriyle üzmüş olsa da!

Ben odaklanamadığım için yaptığım hiçbir çizimi beğenmeyip elimde buruşturarak çöp kovasına atarken çalınan ve cevap beklemeden açılan kapıya baktım. Büke ve Ozan kafasını kapıdan çıkarmış bana bakarken, "girebilir miyiz?" Diye sordu ve ben önüme döndüğümde içeri girerek kapıyı kapadılar.

Büke: "Mutlu olursun sanmıştık." Sözü ile başladı.

"Sadece artık mutlu ol istedik." Sözü ile devam ettiler.

Eskizleri kenara ittikten sonra, elimdeki kurşun kalem ile oynarken, "Büke sen neden doğum gününü 1 Mart'ta değil de 10 Haziran'da kutluyorsun ablacım?"diye sordum. Yüzündeki ifadeyi görmek için sandalyeyi iterek ayağa kalktım. Yüzü yerde bana bakmıyordu bile.

"Ben söyleyeyim doğum gününde babam anneni öldürdü diye!" Sıra Ozan'a gelmişti, ona bakarak sordum, "Peki Ozan sen neden kimliğindeki doğum tarihini değiştirdin?" O ise yüzüme bakmak yerine beni duymuyor gibi camdan görünen İstanbul'u seyrediyordu. "Onu da ben söyleyeyim sokağa atıldığın günü hatırlatıyor diye!"

Sakin sesim aniden yükseldiğinde, "Ve ben neden doğum günümü kutlamıyorum, siz söylemek ister misiniz?" Diye bağırdım ve duruldum. İçimde öylesine tehlikeli bir kumar dönüyordu ki ben bile kazanmak istemiyordum çünkü ben kazanırsam hepimiz kaybedecektik!

"Eğmeyin başınızı, benim başım çok eğildi sizinki eğilmesin diye! Şimdi siz bana baş eğmeyin! Yaptınız arkasında durun!" İkisi de kafasını kaldırdığında kalemi sertçe masaya bıraktım ve flulaşan boğazımı temizledim, "Biz ne Asran gibi ne de Cenk gibi varlık içinde büyümedik! Onlar doğım günlerini partilerle kutlasa da bizim gibiler için doğum günü kan ve gözyaşından ibaret! İşte bizi onlardan ayıran en büyük yer de burası! Doğduğumuz aileler... "

Vücudumdaki hararet yüzünden midem bulanırken kalçamı masaya dayayarak yüzümü sıvazladım o esnada Büke'nin sesi yükselmişti."Abla, ne yani onlar gibi zengin değiliz diye..."

"Geldiğin yeri unutma ablacım. Şimdi beni yalnız bırakır mısınız? Dağıttığınızı toplamam lazım." Onlar bir kelime daha etmeden odadan çıkarken ben de biraz önce kalktığım sandalyeye oturdum. Yeniden önüme döndüğümde yorgun bedenim ile kalemi tutmakta ve kağıdı görmekte zorlandım. Fakat beni ben yapacak şey içimde biriktirdiğim hayal gücüm ve onunla safi bir güç kazannamı sağlayacak işte bu kalem ve kağıttı. O yüzden onlara sımsıkı tutunarak saatlerce aradığım o kıyafetleri çizmekle uğraştım. Asla sıradan bir defile yaratmak değildi amacım. Dünya gibi renkli gece gibi karanlık kıyafetler tasarlamak ve onları usta terzilerle birleştirerek kimsenin aklının alamayacağı görkemle bu ikilemi onlara yansıtmak... İşte tüm niyetim buydu.

Güneş masamın üzerinde bıraktığı kızıllık ile kaybolup giderken dolunay onun yerini aldı ve silik ışığı kağıdı aydınlatmaya bile yetmedi.

Neyse ki derdime derman olan bir masa lambası oldu ve düğmesine bastığımda kağıdı aydınlattı lakin bu sefer ben sıkılmıştım. Bıkkınlıkla arkama yaslandıktan sonra saçlarımı arkaya savurup sağ bacağımı sandalyenin üzerine aldım. İşte o an evde bir gürültü koptu ve bağrışlar keskin bir bıçağın metale sürterken bıraktığı tizlik kadar kulak cırmalıyordu. Kalbimde oluşan sızı ile oturduğum sandalyeyi arkaya iterek ayaklandım ve kapıyı açmam ile oluşan yoğun ışık ile gözlerimi kıstım ve biri bana çarparak ilerledi. Savrulduğum koridorda bana dayanak soğuk duvar oldu ve ona tutunarak dengemi sabit tutmayı amaçladım fakat tanıdık gelen bir kadın sesinden, "Kocam ölüyor." Diye bir feryat ile yutkunmakta zorlandım. Duyduğum ses Feride Hanım'a ait olması ile beyninde oluşan zelzele bütün gerçekleri üzerime döktü. Ağır adımlar ile aşağı indiğimde Feride Hanım'ı karşımda buldum. Mimik oynamayan yüzümü kaldırdığımda gözyaşları ile el pençe divan Büke ve Meltem Hanım ile konuşan kadına baktım ve harelerimiz birbirine denk düştü.

Acılı gözleri sözlerinden önce her şeyi anlatmış olsa da yalpalayarak karşımda durarak, "Tahir ölüyor." Dedi ve sözünü bitirir bitirmez elleri ile yüzünü kapadı.

"Biliyorum buraya gelip sana yalvarmamam lazım fakat bende bir anneyim Deva! Kızım daha çok küçük, onun babasız büyümesine izin veremem."

"Hem babasızlığı en iyi sen bilirsin. Kardeşin için bunu yapamaz mısın?"

O karşımda bir dolu kelam etmiş olsa da ben bugün onunla konuştuğumu hatırladım, gayet iyi görünüyordu ve şimdi eşi gelmiş benden yardım diliyordu. Daldığım yerden gözlerimi çekerek, "Tahir Bey'e ne oldu?" Sorusunu sormayı akıl edebildim.

"Öğlen eve geldiğinde fenalaştı. Apar topar hastaneye kaldırdık! Fazla zamanımız kalmadı Deva! Kemoterapiyi de reddediyor! "

"Ne kadar zaman var?"

"Belki birkaç hafta belki birkaç saat!" Yüzündeki acıya daha fazla bakamadığım için yüzümü çevirdiğimde belki de en ağlamam gereken yerde bir duygu taşımıyordum. Çünkü Armağan kardeşi için, Feride Hanım kızı için istiyordu. Babam, Tahir Bey ise benden böyle bir şey istemiyordu.

Gerçekten mi istemiyor yoksa çekiniyor mu?

Ya o da iliği verdiğimde bambaşka bir babaya verilirse ve ben ikinci defa babasız kalırsam?

Senin ikinci baban hiç olmadı!

"Ben sabah bunu kendisine son kez teklif ettim ve istemediğini söyledi. Feride Hanım iyi değilsiniz, eşiniz ile son dakikalarını birlikte geçirmek istersi-"

"Öyle işte." Duygularımı içime bastırmak için verdiğim her savaşta dişlerimi biraz daha sıktım ve onun yüzüme dahi bakmadan koşar adımlarla evden çıkışını seyrettim. Gelen baş ağrım ile başımı ovuştururken Büke'nin yılgın sesini duymuştum, "Abla bunu neden yaptın?"

"Ablan bir şeyi yapıyorsa doğrusu budur Büke!" Omzumda hissettiğim kollar ile gevşeyerek kafamı kaldırdım ve ona gülümsemeye çalışarak baktım. "Prosedürleri hazırlatmamı ister misin?"

"Ne yapacağımı farkındasın!"

"Her hamleni önceden bilecek kadar aşınayım sana yavru." Güçlü kalmak için konuşmadım, sadece gözlerimle onu onaylayarak birkaç saat sonra Asran ile evden ayrıldık. Ben endişeli Asran ise oldukça sakindi. Birazdan biyolojik babama ilk ve son iyiliğimi yapacak olmanın, hiç babam olamamış birine hayat veriyor olmak, ne hissedeceğimi bile bilmediğim kalbimde bir üfürüm açılıyor, tam işte oradan kan yerine vicdanım fışkırıyordu. Kafamı koltuk başlığına yasladığımda bıkkınlıkla iç geçirmiştim, elimi saçıma geçirdiğimde kafamı yana çevirdim ve buğulanmış camda sevdiğim adamın yansımasını izleyerek nefes almaya çalıştım. Son zamanlarda bir nefese bile muhtaçtım. İlk nefesi doğduğumuz son nefesi de öldüğümüz zaman aldığımız söylenir lakin o iki kısmın arasında kaç kere nefesimizin kesildiğini kimse saymaz.

Hisli hisli baktığım camdan gözlerimi ayıran bir eldi, çenemi avuçlarken okşayarak elleri yana kaymış soğuk yanağımı ısıtmıştı. "Söz veriyorum, kötü bir şey olmayacak."

"Bilmiyordum, söylediğin iyi oldu." Yandan görüntüsünde gördüğüm kalkan kaşı ile beni tiye alıyor gibi ifadeye büründü ve araba kullanmaya devam etti. Sonunda Cihangiroğlu Hastanesi'nin önünde durduk. Kalp atışım arşa değmek istiyor gibi her defasında bir öncekinden daha hızlı atıyordu.

Parmak uçlarım soğuk, kalbim yorgun ve vücudum titrek!

Aynı anda arabadan indiğimizde el ele tutuşmuş ve yanımızda hızla bir araba durmuştu. Tanıdık olan plakalı arabadan Cenk'in indiğini gördüğümde arabanın kapısı açık biraz oyalandıktan sonra elinde birkaç evrak ile yanımıza geldi.

Sinirle Asran'ın eline evrakları tutuştururken, "Her zaman iki ayağımı bir papuca sokun okey?" Diye söylendi.

"Çok konuşma, bütün dediklerimi koydun mu sözleşmeye!"

"Koydum abicim ama adamların Hastanesi'nde adamlardan nasıl saklayacağız çok merak ediyorum!"

"Gizli kapaklı işleri sen daha iyi bilirsin kardeşim!"

"Yine bana laf soktu." Asran elimden çekiştirerek önden giderken ben Cenk'e tebessüm etmiş ve birlikte hastaneye giriş yapmıştık. Hiç kimseye bir şey demeden direkt Hastane müdürünün yanına çıktık ve bütün konuşmalar, prosedürler gerçekleştiğinde o Tahir Bey'in, babamın, ailesinin yanına giderek güzel haberi vermeye gitti.

Benim ilik verdiğim bilinmedi, hiçbir zaman bilinmemek üzere bu odada konuşulanlar bu odada hapis kaldı.

Kalmalı!

Onlara ilik verdim diye bana iyi davranmaları, ailelerinin içine sokmalarına gücüm yetmezdi. Ben küçük Deva'ya bu haksızlığı yapmayacağım!

Bu zamana kadar bir babam yoktu, bundan sonra da olmayacaktı. O adam hep Nur'un babası olarak zihnimde kalmalıydı.

Hemşireler işlem için beni hazırlarken bir şey hissetmiyordum, sanki narkozu biri tam kalbimin ortasına saplamış oradan başlayarak bütün vücuduma o uyuşukluk yayılmıştı.

Asran elimi bıraktı, ben ameliyathaneye girdim; gözlerim kapanmadan önce babamın soluk benzini gördü ve acı ılgıt ılgıt yüreğime sızdı.

Gözlerim açıldığında hastane odalarından birindeydim. İşlemin büyüklüğü yüzünden bu akşam burada kalacaktım. Asran ise refakatçımdı. Çünkü gözlerimi ilk açtığımda elleri saçlarımı okşuyor, gözleri sinemi seyrediyordu. Gözlerimi açtığımı gördüğünde gülümseyerek yanağıma bir buse iliştirdi, "Günaydın meleğim!"

"Babam..."

"İyi şuan ama dinlenmesi gerekmiş, iliğin çoğalması falan uzun sürermiş."

"Asran çok yorgunum."

"Dinlenmeyi dene!"

"Annem..." İçimden akıp giden kelime ile verilen serumun ağırlığı beni yeniden uykuyla baş başa bıraktı ve bir kez daha gözümü açtığımda doktor başucunda tahlillerime bakıyor Asran'da ayakta onu dinliyordu. Doktorun olumlu konuşması ile Asran doktorun arkasından çıkış işlemleri için çıktı ben de hemşire serumu çıkardığında Asran'ın ayakucuma koyduğu giysilere uzanarak onları giymeye başladım. Son olarak spor ayakkabımı giymek için eğildiğimde ağrıyan belim ile acılı bir inilti çıkararak doğrulmış ve ayakkabım yere düşmüştü.

Ben o anın acısı ile kıvranırken gürültü ile açılan kapıya baktığımda Armağan'ın sinirle odanın ortasında durduğunu gördüm. Bir ayağı önde sallayarak beni izliyordu.

"Ne oldu?" Diye umarsız sorumun ardından ayağa kalkmaya çalıştım, eğilip ayakkabımı almam gerekiyordu. Bu uğraşımı gördüğünde karşıma geçerek ayakkabımı bana uzattı ve karşımdaki üçlü deri koltuğa oturarak ayak ayak üstüne attı.

"Ne işin var burada?"

"Sana ne!" Diye terslemekten kendimi geri alamdım. Ne kadar profosyonel durmam gerekse de bunu başaramıyor ve geriliyordum.

"Bugün hasta kayıtlarını incelerken birden Zelal Akyıldız yazısını gördüm." İğneleyici sözlerine bir nefesle son verdikten sonra, "Sonra baktım karşısında neden giriş yaptığı yazmıyor, bende kendim sorayım dedim!" Diye devam etti.

Onu bekletmeden, "Dün ağır kaldırmışım belimi incitmişim bu kadar." Dediğimde ayakkabımı kenara koymuş ve yüzüne bakıyordum. Öylesine kendinden emindi ki öylece bana bakıyordu.

"Annem sana geliyor, sen onu 'son anlarınızı iyi geçirin.' diyerek gönderiyorsun. Sonra bir iyilik sever Tahir abiye ilik veriyor ve ne hikmetse soluğu burada alıyorsun." Durdu, bedenini koltuğun ucuna ittikten sonra solgun yüzüme baktı ve ben ise o gözleri ondan kaçırdım, "Ne oluyor Deva?"

Dalgındım, kimse bilmesin isterken Armağan'ın zekasını hiçe saymıştım, "Buna sevindim ama o kişi ben değilim. Benim o adama yapacak bir iyilik borcum yok." Diye olanları düzeltmek istesem de her konuşmamda ona kendimi ele veriyor gibiydim.

"Belini tutuyorsun, belinden bir işlem yapılmış!"  Gözüm belimi tuttuğum elime kayarken onu aniden çektim ve Armağan'ın gözleri beni aşağıdan yukarıya süzdü."Gözünün altı mor, benzin soluk. Büyük ihtimal narkoz etkisi." Elini şıklattıktan sonra, "Bir de gözlerime bakamıyorsun, seni biraz tanıdığıma göre bu da saklaman gereken bir şey olduğunun göstergesi." Dediğinde gözlerimi kapatarak dudağımdaki kurumuş deriyi kopardım.

"Biliyorum galiba bir şeyler ha!"

Gözlerimi açtığımda biraz olsun gücümü toplamış gibiydim, "İlk tanıştığımız gün kadar sıkıcısın!" Diye yaptığım nükteye burun kıvırdı.

"O günde böyle bıcır bıcırdın." Koltuğa yayılmış keyifli keyifli benimle takılıyordu. Ona ne kadar gülmemek istemesem de bir şekilde güldürmeyi başarıyordu.

"Bittiyse naşla." Onunla alaycı ses tonu ile konuştuğum için olmalı oturduğu koltukta doğrulduktan sonra bedenini bana yaklaştırdı. Gün ışığı sarı saçlarını kızıllaştırırken beyaz teninde bütün ışığı etrafına bir mercek gibi yaymaya başladı.

"Deva, inkar etsen de senin verdiğini biliyorum ama eğer kimse bilmesin istemiyorsan söylemem lakin hepimiz adına teşekkür ederim."

"Sizin adınıza sevindim, çünkü benim hayatımda bir şey değişmedi. "

"Yavru hazır mısın çık-" Asran'ın sesi Armağan'ı gördüğünde düşerken Armağan ayağa kalkarak elini uzattı, "sana da teşekkür ederim Asran! Deva anlatmadı, sabah fark ettim burada olduğunu."

Asran teklemişti, elindeki meyve suyunu sıkı sıkı tutarken patlatacağından korkmuştum. Şaşkınlığını, "Kusura bakma beklemiyordum seni. " Diye gizlemeye çalışarak ona baktı.

"Bir şekilde hâlâ birbirimizin hayatını kurtarıyoruz ne dersin?"

"Kan kardeşi olmadık boşuna!" Armağan Asran'dan ellerini çektiğinde elini nereye koyacağını bilemeyerek elini ensesine koymuş Asran da sol elini cebine yerleştirmişti.

"Affetin mi yani kardeşini?"

"Affetmesem ne olacak, sürekli dibimde bitiyorsun." Asran'ın ılımlı sözlerinden sonra Armağan rahat bir nefes alarak gülümsemişti. O gülümseme ile odadan çıktığında Asran yanıma gelerek alnıma bir buse iliştirdi, yanımdaki ayakkabımı alıp ayağıma giydirmeye başladı.

"Armağan ile olayınız ne?"

"Lisede yakın arkadaştık, sonra yollarımız ayrıldı işte." Konuyu açmak istemediğini belli etti, bende ona bir şey diyemedim ve hastaneden çıkış yaparak ağrım olduğu için vakit kaybetmeden eve geçtik ve birkaç gün süren istirahatim başlamış oldu. Nazlı bir insan değilim lakin sonradan gelişen komplike durum sebebi ile bel ağrılarım artmış ve günlerce sancılar içinde yatmak zorunda kalmıştım.

... 3 gün sonra

Yatak civili gibi bütün bedenime batarken elim belimi sıkıyor bir yandan da inliyordum. Kendimi sıktığım için terler alnımdan yastığıma akıyor ve yatağıma bedenimin izinin çıkmış olması muhtemel görünüyordu.

Asran ise iki gün önce uçuşa gitmiş ve hala gelmediği için bu halimden bir haberdi. Büke ve Ozan ise beni sürekli kontrol etse de onlar geldiğinde iyiymiş gibi yapıyor onları endişelendirmek istemiyordum.

Cenk!

O ise şirketle ilgilendiği için doğru dürüst eve gelmiyordu bile.

"Ihhhh." Sızı bütün vücuduma yayılırken karanlık odada iniltilerimi benden başka kimse duymuyor ve ağrılarım artık dayanılmaz bir hal alıyor.

"Deva dayan kızım!" Kendime telkin vermeye çalışırken çarşafı avuçlarım arasına geçirerek sımsıkı sıktım. Sıktım ki belki acımı daha fazla hissetmem. Susuzluktan dilim kurumuşken elimi kaldırmaya bile dermanım yoktu. Bilincim ise yarı açık yarı kapalıydı.

"AAAAHHH!" diye inlemem ile kapının hafifçe aralandığını hissettim lakin gözlerim kapalı olduğu için halüsinasyon görüyor ihtimalim daha yüksekti.

Gelen birkaç adım sesi ve komodinin üzerine bırakılan anahtar sesi!

"A-as-" sözümü bitirmeden gelen yeni bir inilti, "AH!"

Yorgun, "Yavru uyanık mısın sen?" Sesi gerginliğimi almış gibiydi. Çünkü yorgun da olsa o Asran'ın sesiydi.

Baş ucuma oturarak elinin tersini boncuk boncuk yerlerin aktığı alnıma dayadı. "Sen niye bu kadar terlisin, hasta mı oldun?"

"Be-belim!"

"Bal köpüğü aç bakalım gözlerini!" Sakin telkin eden ses tonu ile gözlerimi araladığımda yanıma çökmüş elleri alnımda geziyordu. Gözlerimi açtığımı görünce elleri yanağıma geldi ve yorgun yüzünü gördüm.

Uykusuzluktan göz altları çökmüş, gözlerinin içi kanlanmıştı.

Endişe ile sordu, "İyi misin bir tanem?"

"İyiyim, biraz belim ağrıyor!"

"Ne zaman oldu bu, o operasyon yüzünden mi?"

"Yok, iyiyim. Hadi sen de uyu, çok yorgunsun!"elim yüzünü bulduğunda avuç içleri ile ellerimi öperek kokumu nefes gibi içine çekti.

Elleri ile saçlarımı düzeltirken, "Bu amınakoduklarım nerede, hiç mi görmediler seni?" Diye hararetle sordu fakat ona cevap verebilecek gibi değildim, dudaklarımı araladığımda,"İy-" deneme kalmadan susturdu.

"Değilsin, yüzün bembeyaz olmuş. Hadi gel güzelim hastaneye gidelim." Ona karşı koyacak bile halim yokken gelen sancı ile yeniden kendimi kasarak sızlandım ve Asran'ın kolları bedenimi sararak kucağına aldı. Başımı tam tutamadığım için göğsüne bastırarak öylece aşağı indirdiğinde kapı açılır açılmaz korumalara, "Çabuk araba!" Diye bağırdığınu duydum ve belimin daha çok ağrıması ile Asran'ın kolunu istemsizce sıktım.

"Babanı da sikeyim, sana bir faydası yok şerefsizin yine zararı dokunuyor. Ha bu arkadaşlarını da sikeyim kimse mi görmedi?"

"Sen demirden değilsin, kimse neden bunu anlamıyor?" Bir sürü feryadın eşiğinde beni arabaya yerleştirdiğinde sürücü koltuğuna geçerek kullandı arabayı ve en yakın hastanenin birinde durduk. Artık o kadar acıdan sarhoş olmuş gibiydim ki kafamdaki her ses uğultudan ibaret, başımı bile dik tutamıyorum. Birkaç gün önce çıktığım hastaneye tekrar döndüğümde bu sefer ben yardıma muhtaçtım.

"Neyi var?"

"Birkaç gün önce ilik verdi, evde yoktum iş için gitmiştim. Geldiğimde böyle buldum!"

"Komplike bir durum olmuş olabilir. Derhal tomografi çekin, kan ve ultrasonu unutmayın!" Son duyduğum sözlerin arasında sadece derin karanlığın içinde rahatça uyuma isteği ile doldum.

...

"Seni ayrı sevgilini ayrı hatta o kuyruğunuzu ayrı sikeyim oğlum tamam mı?"

"Lan ben size sevgilimi emanet edemeyecek miyim, görmediniz mi lan?"

"Hiç mi görmediniz, acı çektiğini?"

"Ben gelmesem ne olacaktı, lan kızın belinde ödem oluşmuş! Ya ona..."

"İyi ki karşımda değilsin Cenk, yeminle seni dayak manyağı yapardım!"

"Sakın, sakın bana sevgilini falan getirme canlarını yakarım." Asran'ın kimle konuştuğunu bağrışından anlamak mümkündü ve artık ağrılarım yoktu.

Daha rahat, daha gevşekti bedenim!

Gözlerimi araladığımda, "Asran, " diye seslendim ve telefonu kapatarak eğildi. "Emret gülüm!"

"Ne oldu?"

Titrek elleri yüzüme ılık ılık şekiller bırakırken, "Bir aksilik olmuş ödem toplamış belin. O da omuriliğine baskı yapmış o yüzden ağrın varmış ama şuan iyisin." Dediğinde gülümseyen yüzü ile tebessüm ettim.

"Bi iyilik yapalım dedik, ölüyordum görüyor musun?"

"Şşşt ölüm yok, ölüm sana gelmeye kalksın Azrail ile pazarlık masasına bile otururum."

"Beni çok seviyorsun!"

"Seni çoktan fazla seviyorum."

"Bana ne getirdin Fransa'dan!"

"Hediyeni başucuna koymuştum ama gözünü kollarımda değil hastanede açtın!" Sanki senden başka kimsem yokmuş gibi, sanki ilk ve sonmuşsun gibi. Sanki sevgilim sen gidersen ben bitermişim gibi. Eskiden hiç kimseye nazlanmaz ve kendi işimi kendim görürdüm. Şimdi biraz daha kırılganım çünkü biliyorum ki kanadım incinirse iyileştirir yeniden özgürlüğe kanat çırpmama yardım edersin. Ben seni tanıdığımda gerçek bir kadın gibi hissettim kendimi! Şimdi bana içli içli bakıyorsun ve ben canım yanmasa da canım yanıyor diye şikayet etmek istiyorum!

Senin yanında hem güçlü hem güçsüzüm!

"Öyle bakma, aşıksın sanarlar!" Bana yaptığı nüktenin ardından yanağımdan makas alarak ayağa kalktı ve kapı açılarak içeri doktor girdi. Son kez yaptığı tahlillerin iyi olduğunu, verdiği ilaçları kullanmam gerektiğini ve bir hafta içinde kontrole gelmem gerektiğini bildirerek çıkmıştı. Biz de verdiği reçeteyi alarak hastaneden çıkış yaptık ve eczaneden ilaçları alarak eve geldik. Kapıdan giriş yapmamız ile Ozan ve Büke'nin bahçede merdivenlere çökmüş beklerken gördüm. Asran içinden bir şeyler derken ben yorgun gözlerle elim alnımda başımı dik tutmaya çalışıyordum. Asran arabayı bahçeye park ettiğinde benden önce çıkarak benim ayaklanmamda yardım etti.

Büke bana sarılmak için hamle yaptığında eli ile onu durdurarak elleri belimden indi.

Kibri şefkatinin önüne geçmiş gibiydi, tok sesi ile durdurdu onu, "Bence ablana sarılmaya bile hakkın yok!" Bir buz parçası gibi düştü sözleri.

"Ne diyorsun Asran Abi! Ablam o benim."

"Canının yandığını bile fark etmediğin ablan! " Katı sesi birden yükseldiğinde ben bile yerimden sıçramıştım. "ABLANIZ!"

Büke geri geri giderek Ozan'ın yanında durduğunda Asran'ın bedeni önümde elleri ise cebinde onlara bakıyordu. "Çok merak ediyorum ablanız üç gündür acı içindeyken ne yapıyordunuz?"

Ozan Büke kadar ürkek değildi, ona bakamayacak kadar yorgundum fakat seslerini duyabiliyordum, "Sen kendini ne sanıyorsun ya? Nerdeysek nerdeyiz hastaneye götürdün diye kahraman mı oldun?"

"Bu kız üç gün önce operasyon geçirdi, ya başka bir şey olsaydı lan, buna dayanabilecek miydiniz?"

"Emin ol senden daha çok düşünüyoruz onu! Sen kimsin ya bize hesap soruyorsun?"

"Elimde kalırsın Ozan, bas geriye!"

"Of ne bu ağır abi tavırlar ya. Yeter artık havalı falan değilsin."

"Yeter artık sizin bu kavgalarınızdan sıkıldım. Asran, lütfen." Arkadan bileğini kavradığımda dönerek arkasına baktı, "yavru!" Diye sızlanmasına boynumu büktüm:" Sevgilim."

Bir sözümle onu yumuşatmayı başarmış ve ses tonu düşerek en ılımlı haline dönüştü. "Hadi gel içeri geçelim." Beni yatağa uzandırdığında duşa girmiş ve dakikalar sonra çıkıp yanıma uzanmıştı. Yuvarlanarak dibime geldiğinde gözleri kapalı olsa da yüreğinin gözleri açık, şefkatle karnımı okşuyordu. "Seni çok seviyorum bal köpüğü."

"Seni seviyorum ve bu hiç geçmeyecek." Saçlarımda hissettiğim öpücüklerin ardı arkası gelmeyecek gibi ihtiras doluydu. "Nasıl uykum var bir bilsen ama uyursam kokunu alamam diye uyuyamıyorum."

"Rüyanda beni gör Heykel!"

"Sende beni bal köpüğü."

"Sende beni..."

...

"Burnuma gelen yoğun duman kokusu beni nazikçe uykumdan alarak yeniden dünyaya döndürürken bu duman kokusunun bir sigaradan geldiğini aldığım son soluk ile anladım. Mağrur gözlerimi araladığımda saçlarımın arasında gezinen parmaklar, bedenimi izleyen gözler vardı.

"Günaydın ışıltım!"

"Ne zaman uyandın?"

Karşımızda duran siyah gold yazılı duvar saatine baktıktan sonra, "Oldu bir süre!" Diye mırıldandı. Dalgın gözleri hüzünle beni izlerken konuşmadan bana sunduğu sevgi, onu hak etmediğimi hissettirdi!

Gözleri bir an ayrılmazken dudaklarının arasına girmeye layık olan sigara dönmediği külü düşmek üzereydi, "Düşecek." Diye refleksle söylediğimde gülümseyerek arkasını dönmüş ve komodindeki küllüğe sigarasını bastırmıştı.

"Senin komodinin üzerinde ne var öyle?" Şaşkınlıkla söylenişi ile arkama dönmeye çalıştım lakin başaramadığımda yatakta doğrularla komodinin üzerinde ne olduğuna bakınmaya başladım.

"Ne var?"

"Bilmem kırmızı bir kutu var?" Çatılan kaşları yanlış bir şey yapmışım hissi yaşatırken, gördüğüm kare kırmızı, siyah kurdele bağlanmış kutuya uzanarak elime aldım, üzerinde yine siyah bir not kağıdı gördüğümde fiyonkun kenarına sıkıştırılmış kısmını çekerek okudum, "Zifiri karanlığımı aydınlatan küçük ışıltım..." Uyku mahmurluğu beni kandırıyor olduğunu çok geç idrak ettirirken o sözler kalbimde çarpıntı etkisi yaratmıştı. Kutuyu açmadan önce gözlerim onu buldu, ondan alacağım ilk hediye bende hep hatırlanacak bir anıydı.

Derin bir nefes ile fiyonku çektiğimde kurdele yere düştü, kapağını açtığımda ucunda kutup yıldızı simgesi olan bir kolye vardı. Yıldız simgesi, pırlantadan oluşuyordu. Ben işaret parmağım ile ucundaki simgeyi okşarken, "Sana ilk hediyem anlamlı olsun istedim, sen simsiyah bir kağıttaki o beyaz noktasın, sen gecemdeki yıldızsın, Deva!" Dedi.

"Benim için, çok çok değerli Asran!" Elimde kutu ile boynuna doladığım kollarım ile ona olan teşekkürümü böyle etmek istedim.

O kolye boynumdan hiç çıkmayacak...

Artık benim de hiç çıkarmayacağım bir kolyem var...

🦋
BÖLÜM SONU🤎

Continue Reading

You'll Also Like

2.9M 49.2K 17
Yiğit, elindeki flaşı açık telefonu ışığı asansörün tavanına vuracak şekilde yere bıraktıktan hemen sonra elleri yanaklarımı kavrayarak, "Hadi Eylül...
261K 13.8K 46
Alya özer (asil ) küçük yaştan beri ailesinin intikamı için yanıp tututuşur tam herşey bitmişken gerçek ailesi ortaya çıkar.
1.3K 89 8
Bitti dediğim o an karşıma çıkartmıştı onu hayat. Aslında o bana hiç yabancı değilmiş, hep hayatım da olmuş ama ben onu görmek için kötü rüyadan uyan...
Vefa By Sencak

General Fiction

7.9K 462 48
Geçmişin gölgeleri üstlerinden eksik olmayan Masal ve Giray; aşktan öte görünmez bağlarla bağlı, kendilerinden çok, sevdiklerine ve herkese vefâ göst...