Leyle-i Süveyda

By -nera_rosa-

28.5K 3.6K 1.6K

Gündüzleri Psikolog, geceleri manken; madde bağımlısı, kendine aşık bir kadın ve yıllar önce trafik kazasında... More

🦋İTHAF 🦋@-nera_rosa-
🦋PROLOG
1🦋Lal Gece
2🦋Katarsis
3🦋Mimetik Arzular
4🦋Kelebek Etkisi
5🦋 Kader İzi
6🦋 İstanbul'da Son Gece
7🦋Sıfır Noktası
8🦋 Simurg Misali
9🦋 Kan Rengi Gözler
10🦋Aykırı Hisler
11🦋Kalbimdeki Tabanca
12🦋 Stockholm Sendromu
13🦋 Sevginin Simyası
14🦋Backfire Etkisi
15🦋 Hâlâ Öğreniyorum
16🦋 Psikoloji Der ki
17🦋Yengeç Zihniyeti
18🦋 Jamais Vu
19🦋 Mahşer Midillisi
20 🦋 Sen Orada Yoksun
21🦋Güç Zehirlenmesi
22🦋Comfort Zone
23🦋Kabil Kompleksi
24 🦋 Gecenin Senfonisi
25 🦋 Ateşin Anayurdu
26 🦋 Şehri Yaksam
27 🦋 Efsunkar
28 🦋Vernem Nidahen
29 🦋 Butimar
30🦋 Yolun Yar(a)sı
31🦋 Persona
33🦋 Nodus Tollens
34🦋Nazende
35 🦋 Galat-ı Meşhur
36 🦋 Ahde Vefa
37🦋Leon Gibi Sevmek
38 🦋Bir Sigara Sönüşü
Final🦋 1. Kısım
Final 🦋 2. Kısım
Son Söz 🕊️

32🦋Acı Kahve

233 41 8
By -nera_rosa-

🦋

♪Part Songs List♪

Best Part Of Me - Caleb Hearn
♪Bitter Sweet Love - James Arthur
♪No Drama - B Young

🦋

Cenk'in kollarını açması ile arkasından görülen kadın içindeki güzelliğin dışına vurulmuş olduğu insanlar arasındaydı. İçindeki naiflik öylesine yüzünde baskındı ki ona bakarken içimi huzur kapladı: Kahve baş örtüsüne eşlik eden krem feracesi, beyaz tenini oldukça öne çıkarmıştı; Yaşı hâlâ çok fazla olmadığı belli iken yüzündeki gamzesi ve çilleri bir takı gibi duruşunu tamamlamıştı.

Gülerek Asran'ın baş ucuna gelip elinin tersi ile ateşini kontrol ettikten sonra, "Ne oldu sana yavrucağım bu ne hal da?" Diye hayıflandı. Sesi nazik lakin şivesini içine bastırıyor gibi duruyordu.

"Yenge neden geldin?"

"Benim uşak bu halde olacak ben gelmeyeceğim. Sana memleketten kara kovan balı, manda yoğurdu, kaymağı, tereyağı getirdim.  Sen seversin diye pancar dolması da getirdim. Bir haftaya kalmaz iyi olursun."

"Sağ ol Meltem Sultan."

"Ha bu güzelliği unuttuk." Kömür gibi kara gözlerinin içi gülerek bana döndüğünde elini uzatmıştı. "Ben bu iki uşağın birinin annesi diğerinin yengesi Meltem, sen kızım?"

Telaşla elimi ona uzatarak, "Çok memnun oldum, Asran'ın arkadaşı Deva." Dediğimde nefesim de sözümle birlikte bitmiş bir nefes daha almıştım.

"Maşallah çok güzelsin." Üzerime tü tü yaptıktan sonra yanağımı okşadı ve geri çekildi." Hadi sen şimdi dinlen ben sana yemek yapayum."

"Yeni yem-" Asran devamını getirmeden gözleri ile onu susturmasından anladım ki ikisi de Meltem Hanım'dan oldukça korkuyordu. Asran'a bıyık altından gülerek Meltem Hanım'ın peşinden koşturarak mutfağa gittim ve bütün tezgahın kolilerle dolu olduğunu görünce ağzım açık kalıverdim. Bu kadar çok eşyayı getirebileceğini düşünememiştim.

"Vay."

Yerinde durmadan kolilerin içine bakarken bir yandan da bana seslendi: "Durma kız gel yardım et şunları dolaplara yerleştirelim."beklemeden yerimde hareket ettiğimde bir yandan kolilerdeki eşyaları çıkarıyor  bir yandan da öğüt veriyordu. Ona detayını vermemek için sessiz kalarak eşyaları dolaba koymaya devam ettim. Oldukça konuşkan ve hızlı biriydi. Hızına yetişmek için oldukça fazla efor sarf etmiş olsam da kafamı bir şeylerle dağıtmak iyi gelmişti.

Uzun uğraşlar sonunda getirdiği eşyaları dolaplar tıkabasa dolana kadar koyup bıraktığımızda kenara koyduğu pekmezin kapağını açıp çekmeceden bir kaşık alarak yanıma geldi ve Pekmez kabına daldırdığı kaşığı çıkararak, "al bakalım ağzını, " diyerek koca kaşığı boğazıma kadar sokarak pekmezi yedirdi. "şifa, şifa." Diye söylense de tadı yüzümü ekşitmeme yetmişti ama ona yetmemiş olacak ki elinde pekmez ile Asran'ın odasına gidip ona da zorla pekmez yedirmesini gülerek izlemiştim. Bana naz yapsa da yengesine bunu yapması pek de mümkün görünmüyordu.

Meltem Hanım yeniden mutfağa gittiğinde bende kapıyı kapatıp Asran'ın yanına uzandım. Bana gözünün ucu ile baktığını anlasam da anlamamış gibi davranarak omzuna vurduktan sonra, "Naber yorgun savaşçı?" Diye sordum. Yaptığım cilveyi anlamış gibi elleri saçlarıma doğru uzandı ve dokunuşları cansız saçlarımı bile ürpertmeye yetti.

"İyidir matmazel."

"Yengen çok tatlı bir kadın."

"Öyledir ama Karadeniz damarı tutunca geçmiş olsun."

"Siz de o damar ailecek var zaten."

"Öyle mi?" Ona hafif hafif eğilirken nefesini tenimde hissettiğimde durma noktasına geldiğimi anladım. Ben durdum, Asran yaklaştı ve aylar sonra dudaklarım bayramı yaşadı. O öptükçe içine daha çok sokulmak istiyordum. Onun dudaklarında dolanmak, dudaklarının tadını almak panzehirim gibiydi. Tüm acılarım dudaklarında yok oluyordu.

"Kan sonuçları-" kapı aniden açılması ile ben geri giderken Asran dudağının kenarını ısırmıştı. İkimiz de gelen kişiye, Armağan'a, bakarken o dişlerini sıkarak, "Çok pardon. " diye özür diledi.

"Şey ne oldu?"

"Kan sonuçları geldi. " Elindeki telefonu sallarken, "değerlerin iyiye gidiyor ama demir eksikliği anemiye çevriliyor. O yüzden kan takviyesi yapacağız, 10.000 tl'nizi alırım." Tek nefeste bitirdiği söz ile unuttuğu nefesi aldı ve bize göz kırparak, "şaka tabi." Diye düzeltip devam etti.

"Onun dışında enfeksiyon üremesi durmuş ama hala yüksek oranda enfeksiyon var, antibiyotik tedavisine birkaç gün daha devam edeceğiz."

Ben Asran'a o Armağan'a bir umutla baktı ama umutsuzca sordu, "Ayağa ne zaman kalkacağım?"

"Daha fazla kaslar zayıflamasın diye fizik tedaviye başlayalım diyorum, o yüzden annemi çağıracağım." Duraksadıktan sonra, "Annem fizyoterapist." Diye ekledi.

"Çok teşekkürler Armağan."

"Ne demek işim bu."

"Çıkayım şimdilik." O gerisingeriye çıktı ve oda derin bir sükunete boğuldu. Attığımız kulaçlar ise bizi daha çok dibe çekti ve tek bir dokunuş ile bir hıçkırık ile su yüzüne çıktım.

Asran'ın eli tenimde tüy gibi dolaşırken, "Acil ayağa kalkmam lazım." Sesindeki hırıltıdan neyi ima ettiğini anlasam da bilmemezlikten gelerek, "Nedeni ne?" Diye sorarken göz kırpmayı ihmal etmedim.

"Tam olarak 40 gündür sensizim " zihnim tam 40 gün öncesine gittiğinde takılı kaldığım tek sahne onu gerimde bırakıp o ucağa binmek zorunda kaldığımda dayanamayıp yağmurun altında hıçkırıklar içerisinde boğulduğum gün oldu.

Gözlerim fayanstaki derz arasına takılıyken titrek sesim ile sordum:"O gece yağmurun altında beni izleyen silüet sen miydin?" umutsuzca sorduğum soru beni de şaşırtmış gibiydi. O gece o slüetin bir hayal olduğundan emindim lakin o olmasını istiyordum, ne değiştirecek bilmesem de...

Baş parmağı dudağımın kenarına çizgiler çizerken, "Neden yağmurun altında çığlıklar atarak ağladın?" Diye sorması ile bunun cevabının ağırlığı ilk olarak gözlerimi ardından bedenimi ondan çekmemle sonuçlandı.

Gülümsemeye çalışarak, "serumun azalmış, ben Armağan'a sorayım." Diyerek palaspandıras kendimi kapıdan dışarı attım. Onun olmasını istesem de bu soruyu ondan beklemiş hazırlıksız yakalanmıştım.

Ona verebilecek bir cevabım yok!

Ben derin bir nefes ile evde keşif yapma imkanı bulmuş dolanırken diğer evlerine nazaran küçük taş evde Asran'ın kaldığı oda direkt olarak salona açılıyor ve bizleri iki büyük post karşılıyordu. Salon ise ortada tahta masa ve iki çiftli iki tekli sofa ile doldurulmuş duvarlarda birkaç büyük tablo eşlik ediyordu.

Salondan yukarı ise bir merdiven çıkıyor ve merdiven iki farklı odaya açılıyordu. Mutfak ise Asran'ın yanındaki oda idi.

Gözlerim etrafı iyice incelerken bir yandan ise Armağan'ın nerede olabileceğini düşünüyordum ki kapının tıklatılması ile irkilerek geri gittim. Meltem Hanım mutfaktan sesi duymuş olsa gerek eli bulaşıklı salona geldiğinde beni, "kızım baksana kapıya." Diye uyardığında korktuğumu belli etmeden temkinle yürüyerek mercekten gelen kişiye baktım: Armağan ve annesi Feride Hanım idi. Rahat bir nefesle kapıyı açtım.

"Hoş geldiniz."

"Geçmiş olsun, nasılsın?"

"İyiyim, sizle de tanışmamız pek güzel olmadı ama kusura bakmayın."

"Sen iyi ol, gerisi önemli değil." Destek olmak için omuzlarıma giden elleri geri düşerken Asran'ın teyzesi içeri girenleri görerek onlara sevecen bir karşılama sundu. Bir süre ayakta konıştuktan sonra Armağan'a Asran'ın son durumunu anlattığımda annesi de bizimle birlikte gelip kontrol etmek istemişti.

Odaya girdiğimizde Asran yine uyuyordu lakin uykusu derin olmadığı için Feride Hanım'ı görmesi ile yerinde doğrulmaya çalıştı.

Feride hanım ise oldukça şaşkın bir ifadeye bürünmüş görünüyordu ilk olarak Asran'ın girdiği hal yüzünden olduğunu düşünsem de, "Asran oğlum sen misin?" Diye şaşkınca sorması ile önceden tanışık olduklarını anladım.

"Benim Feride Teyze, pek sağlam durmuyorum ama." Yaptığı nüktenin sonunda gözleri sargılı vücuduna kaydı. Kendinden nefret ediyor gibi duruyordu lakin eskiden her zerresine aşık bir adamdı.

"Ah be oğlum, ne hale getirmişsin kendini."

"Oldu bir şeyler, ricamızı kırmadığın için teşekkür ederim."

"Az kurtarmadın bizim haylazın arkasını, sıra biz de."

"Armağan getirdiğim ilacı serum şeklinde yapıp ver, bende bir muayene yapayım." Onları sessizce dinlesem de aklımda tek şey vardı ki Asran'ın ne kadar böyle kalacağı idi. Onu böyle tanınmamıştım, o benim için hep heybetli, yürüdüğünde yerin titrediği bir adamdı. Onu böyle gördüğümde onun da bu adam olmak canını yaktığını görebiliyordum.

"Bebeğim boynu bükük bakma, hadi git biraz dinlen."

"Yanında?"

"Devam, söz dinle."

"Peki siz rahat rahat muayene edin, ben salondayım." Onları orada bırakmış gerisingeriye salona döndüğümde kendimi çiftli koltuğa atarak ayaklarımı uzattım.

Artık ne zaman uyudum hatırlamıyorum!

Kafamı koymam ile bu dünyadan kopmam bir olmuştu. Bedenimin bu uykuya ihtiyacı varmış gibi ben uyanmak istesem de o beni uykuya daha çok çekiyordu.

Bu böyle devam ederken gözlerimi açtığımda salon karanlığa gömülmüş, camdan dolunayın ışığı vuruyordu ve üstüm örtülmüştü.

Koltukta doğrularla ayağımı sarkıttığımda battaniyeyi kenara bırakarak saate bakmak için kafamı kaldırdım lakin görünmüyordu ve telefonum nerede bilmiyordum. Saate bakma düşüncemden önce aklıma Asran'ın gelmesi ile gözlerim karanlığa alıştığında yalpalayarak da olsa Asran'ın odasının önüne gelerek kapıyı yavaşça açarak içeri girdim, arkamı döndüğümde ise karanlık bir slüet görerek korkuyla çığlık atmaya yeltendim lakin ağzımı kapatması ile çığlığım gözlerime kaçmış gibi gözlerim büyüdü.

"Yavru benim, sakin." Beni sakinleştiren sesi duymam ile rahatlayarak ne zaman parmak uçlarıma çıktığımı bilmesem de düz tabana gelerek aldığım nefesi geri verdim ve Asran'ın eli ağzımdan indi.

"Ayakta ne işin var?"

"Seni merak ettim." Sesindeki masumluk ile yumuşayan kalbim ile gülümsedim.

"Ayakta durmaman gerek."

"Yürüyebiliyorum."

"Canın acıyor."

"Canım acıyor diye yatacak biri miyim sence, Deva sen beni güçsüz bir adam olarak mı kafana kodladın?"

"Nasıl bir soru bu?"

"Siktir et." Karnını tutarak, sendeleye sendeleye kapıya giderek kulpunu tuttuğunda kolunun altından girip önüne geçtim.

"Bu bir gövde gösterisi değil Asran! Sen ölebilirdin ve günlerce işkence gördün. Sen benim için dünyanın en güçlü adamısın ama bu seni önemsediğim gerçeğini değil-"

Sözümün, "Çok konuşma." Sesiyle kesilmesi ile Asran'ın bir elini belimde diğerini boynumda hissetmem ile irkilerek hoyratça öpüşüne esir oldum. Her öpüşünde biraz daha bedenim karıncalanmaya başlarken elinin dolandığı her yerim alev yoluna dönüşüyordu.

"Yakıyorsun." Dudaklarımı bıraktığında tek nefesle ettiğinin cümlenin sonunu alt dudağıma geçerek bitirdi. Üst dudağıma geçerken, "bana alev aldırıyorsun." Diye mırıldandı. Ben ise onun dudaklarım ile ettiği dansta kalmış, kendimi ona bırakmıştım.

"Daha ne kadar öpeceksin?"

"Doyana kadar ve biliyorum ki sana asla doymayacağım." Bedenini bedenimle birleşirken kollarım sırtına doğru yol almış görünüyordu. Asran'ın dudakları ise yanağımdan boynuma akmış gerdanıma uzun öpüşler bırakıyordu.

"Beni affetmeyeceksin sandım." Fısıltısı, pişmanlıkla yanmış ve sönmüştü.

"Hayal değilsin, değil mi?" Demem ile sağlanan yarasına dokunmuş ve ettiği acılı ah ile korkarak uyandım.

Gözlerimi açtığımda terin suyun içinde kalmış nefes nefeseydim. Asran rüyamda bile nefesimi kesmiş görünüyordu.

Etrafa baktığımda karanlık odada hiçbir şey görünmüyor lakin gecenin geç saatlerinde olduğumuz oluşan sessizlikten belli idi. Aklıma Asran'ın gelmesi ile pikeyi üzerinden atarak ayaklandığımda mutfak lambasının açık olduğunu anlamış ve kim var diye bakmak için içeri girmiştim. Gözüm ışığı ilk gördüğünde acısa da cam kenarında konuşan iki kuzeni görmem ile, bana bakıyorlar, gülümsedim.

Asran dudaklarını ıslatılmış birkaç damla kahveyi dili ile sildikten sonra badem gözlerinin güzelliği ile usulca beni seyretti, "Günaydın uyuyan güzel."

"Çok güzel bir rüya görüyordum da siz neden ayaklandınız Asran Arslan?"

"Ben kaldırdım, dedim işler duruyor sen yatıyorsun. Biz de yatış bir gün!" Cenk keyifle arkasına yaslanmış anın tadını çıkarırken Asran'ın sesi aniden yükseldi ve kaşları cizgileri belli olacak kadar kasıldı.

"Bir dakika bir dakika o güzel rüyanın içinde ben var mıydım, çünkü aşırı mutlusun!"

"Yuh amına kızın rüyasını bile kıskanıyor!"

Onun beni kıskandığını anlamıştım, bir elimle kapı kenarından destek aldım ve diğer elim ile saçlarını geri savurdum:  "Çok yakışıklı bir adam vardı, üf bir doksan kaslı mı kaslı kıvırcık mı kıvırcık!" Son sözüm ile geçirdiğim iç Asran'ı sinir krizine sokmuş gibiydi.

Duruşu dikleşirken eli ile yanağını suvazlamıştı: "Ağzının suyunu sil yoksa o rüyandaki iti bulur sikerim." Yumruk yaptığı elini takip ediyordum ve masanın üstüne vurmuştu bile. Lakin onu anlamamış gibi yaparak heyecanla,  "Dur anlatıyorum sonra beni kapıyla kendi arasına aldı. Bir öptü, bir öptü vallahi uyanmasam namusum gitmişti." Dedim. Ben bıyık altından gülerken o ise deliye dönmüş, son kalan gücünü de buna harcıyor gibiydi.

"Kim lan o amınakoyduğumun piçi?"

"Ee şey arkadaşlar bana müsaade. Bir ipe un sürme işim varmış."

"Deva kim o dedim!" Onun sinirli haline gülerek arkasında durduğumda arkasından sarılarak boynuna öpücük kondurdum, "Sensin, bebeğim."

"Anlık kan beynine çıktı, hatun yapılır mı öyle şakalar?" Rahatlamış sesi sonlandığında elini yanağıma koyup, kafasını kafama yasladı. Ona sımsıkı sarılmış varlığının yarattığı masalsı hissi içime çektikçe dinleniyordum ki buna reklam arası yaratan Cenk idi.

Bize katıla katıla gülerken, "Sizi izlemek çok iyi ya." Dedi.

"Ben seni sevgilinle izliyor muyum ibne?"

"Biz halka arz etmiyoruz aa. Yengem gelmiş bir adam şap dedi şup dedi diyo, suç benim mi?"

"Evet senin, ikile git uyu."

"Vay be bu da iyice hanımcı oldu, hatta direk hanım oldu." Cenk dokuz kusurlu hareketin dokuzunu da yaparak mutfaktan ayrılırken ben onun kalktığı yere oturmuştum.

Gözlerim bir saniye ondan ayrılmazken yorgun duruşuna sordum,  "İyi misin?" İyi değildi lakin hep biraz yalan duymak istemez miyiz?

"Kahve yaparsan daha iyi olacakmışım." Kaçak cevaplar ise başka seçenekti ve Asran bugün hakkını bundan yana kullandı bana da kanmak düştü.

Artık kutsal görevi de yerine getirmem gerek bunu biliyorum. Asran'a çok yaramı açmış, o yaralara hep pansumanı birlikte yapmıştık. Şimdi ise gizli bir pansuman yapmamızın tam zamanı. Heyecanlıymışım gibi davranarak yüzümdeki gülüş ile ayaklandığımda, "Bende seninle içeceğim bugün!" Dedim.

"Sahi mi?"

"Sahi." Onunla ilk defa türk kahvesi içecek olmam onu onurlandırmış görünüyordu. Çünkü biliyordu ki kimse için türk kahvesi içmem...

Aklımda yine babamın, annem kahveyi köpüksüz yaptı diye üzerine türk kahvesi fincanı fırlatıp annemin ağzından kan gelene kadar dövüşü peydah olsa da bana koltuğun arkasından izleyen küçüklüğüme 'güvendeyiz' der gibi bakışım ile bana gülümsemiş ve ben Asran'a kahve yapmak için ayaklanmıştım. Yine aynı adımları uygulayarak iki kişilik kahve yaptıkran sonra fincanlara koyarak birini Asran'a verip diğerini kendi önüne koyarak oturdum.

"Biraz köpüksüz oldu ama-" deneme kalmadan kahvesini höpürdeterek içmeye başlamış ve yeniden fincanı tabağa koyduktan sonra, "mmmh bol da köpüklü olmuş, mis." Diye mırıldanmıştı.

Aklıma gelen sahnenin tam tersi gerçek olduğunda onun gözlerinin içindeki prıltıya bakarak kahvemden bir yudum aldım ve yaram pansumanlandı. Aslında diğer içtiklerime nazaran oldukça hafif bir kahveydi.

Asran da bunu merak etti: "Nasıl tadı?"

"Güzel, kötü değil."

"Yıllarca çok şey kaçırmışsın değil mi?"

"Telafi ederiz, artık sende 40 yıl hatırım var." Bir kış sabahı bize merhaba derken biz mutfak masasında göz göze kahvemizi yudumluyorduk. İlk defa bu kadar huzurla kahve içmiştim, her şeye rağmen, küçükken hayal ettiğim huzur işte burada idi.

Bir mutfak masası, bir adam, iki kalp bir aşk ve kar!

Evet kar!

Havanın aydınlanması ile gözüm pencereye kaydığında etrafı beyazlığın sardığını ve sarmaya devam ettiğini görmüştüm.

"Kar yağıyor " diye heyecanla mırıldanmam ile Asran'da arkasını dönmüş cama bakıyordu.

Ben içimdeki kıpraşmayı durduramayarak ayaklanıp camın önüne geldiğimde dün hiç fark etmediğim bir gerçeği daha fark ettim: Ev kumsalı görüyor, yağan kar taneleri maviliğin içinde kayboluyordu. Ben hayranlık ile karların etrafına sakinlik bulaştırarak inişini izliyorum.  Arkamdan birinin sarılması ile bozuntuya vermeyerek ona yaslandım.

"Ne kadar masum yağıyor değil mi?"

"Bizim karanlığımızın aksine.."

"Sen en parlak yıldızdan daha parlaksın bebeğim." Boynuma hissettiğim nefesi ile kokumu yeniden esir aldığını anladım ve sessiz kaldım. "Sen benim kar beyazımsın."

"Çok çamur atıldı bize."

"Yıkanırsın geçer, önemli olan bütün kötülükler arasında temiz kalabilmek mesele batalıktaki lotus olabilmek..." Tok sesi, işte o ses bana güvendeymişim gibi hissettiriyor. Bir adamın varlığı, varlığının içinde sesi bile bu kadar huzur verirken onsuz çölün ortasında yahut karla kaplı ormanda vahşi hayatla baş başa kalmış bir prenses gibi hissediyordum. Vahşi kelimesinin anlamını bile bilmezken onlarla savaşmaya çalışıyor gibi. Sanki o yokken tam da vahşetin ortasından gelmemil gibi, ona mahkumdu ruhum.

"Şiir gibi adamsın."

"Sana en güzel şiirleri ezberleteceğim, en aşk dolu romanlar okutup en destansı aşkı yaşatacağım."

"Arada reklam araları olsa da."

"Bunu duymak bile yetti." Ona yüzümü döndüğümde rüyamın gerçeğini yaşıyor gibi hissettim ve dudaklarımı Asran'ın dudaklarının arasında buldum.

"Şu dudakları, dudaklarıma monte edin anasınısatayım doyamıyorum." Haklı isyanı güldürse de dudaklarının benimle dans ediyor oluşu işime geliyordu.

Dudaklarımdan çaldığı nemi yanağımdan boynuma bırakırken gerdanımı uzun öpüşleri tüylerimi üprertiyordu.

"Deva durdur beni yavrum yoksa yaralıyım falan dinlemeyip çok kötü şeyler yapacağım."

"Seni seviyorum pilotçum ama hava şartları sebebi ile uçuşumuz ileri bir tarihe ertelendi." Diye mırıldanarak yavaşça geri çekilirken o da rahat bir nefes alarak birkaç adım geri atmıştı. Uzattığı elini tuttuğunda kendine çekerek beni koltuğunun altına almıştı, daha çok destek için, buna karşı gelmeyerek temkinli adımlarla odasına doğru yürümeye başladık ve her bir adımın tadına vararak yatağa geçmiştik. Onu yatırdıktan sonra çıkardığı serumu takamamış olsam da yatağın diğer ucuna geçmeye hazırlanıyordum ki Asran açık damar yoluna serumu takıvermişti bile. Onunla alay etmek için, "doktorlukta var galiba." Dedim.

"İşimi kendim görmeyi severim." Açtığı kolunun arasına girdiğimde Asran saçlarımı okşuyor bende özlemimi gideriyordum... Sessizlik dışarıdan gelen karın çıtırtılarını bile duyururken Asran sessizlikten sıkılmış gibiydi.

İstifini bozmadan sadece boğazındaki yumruyu temizledi ve, "Ne istiyorsun Devam, seni mutlu etmek için ne yapayım?" Diye sordu. Anlık temkinle gelen sorusu kuşkulandırsa da Böyle bir sorunun aklımın köşesinde bile yer edimemiş olması düşünceye daldırdı. Ben ne ile mutlu olurum kendime hiç sormamıştım. Ben kendimi sevdiğimi söylüyordum lakin ben kendimi hiç tanımamıştım ki. Ben kendime oldukça yabancı, varlığıma düşmandım. Babamın dediği gibi hiç sevilmeyecek biri, dedemin dediği gibi oruspuydum; doktorumun dediği gibi komplesif sevgi bozukluğu yaşayan biri.

Ve hepsine karşı Asran'ın karbeyazı idim...

O sorusu bütün damarlarının çekilme hissini yaşatırken biraz daha göğsüne sokulma ihtiyacı hissettim. "Kar beyazım."

"Dün bir şarkı mırıldanıyordun." İçinden mırıldanarak şarkıyı hatırladığında, " Fakat Müzeyyen bu derin bir tutku, yalnızlık değil ki benim meselem." Diye şarkıyı mırıldanırken onunla devam ettim, "Alışkanlık olsa belki bilirdim, sensizliği ezberlemiş her zerrem." Birlikte tamamladık, "betondan bu takım elbiseyi giy, benimle sahilde buluş bu gece. Eskileri yad ederiz demiştin, öyle olsun."

Şarkıyı bildiğini bilmek yüzümü güldürürken ışıltılı gözlerle kafamı kaldırarak ona gülümsedim. "Seni seviyorum." Fısıltısına karşılık bende ona fısıldadım, "her şeyden çok." Dudağıma bir küçük öpücük kondurduktan sonra geri çekilip yeni bir soru sordu.

"Bu soruma cevap ver." Diye ikaz etmeyi de ihmal etmedi.

"Babanın başkası olduğunu öğreseydin ve karşına çıksaydı ne yapardın?"

Bu soruyu ciddiye almaktan bile kaçınmış olarak alaycı yüzüm ile kafamı kaldırarak ona baktım, "Bu soruları çok mu düşünüyorsun?"

"Hadi cevap ver."

"Bunu küçükken çok düşünmüştüm. Küçük Deva çok mutlu olurdu Asran ama ben büyüdüm ve gerek kalmadı."

"Güzel olmaz mıydı, kızım diye sevseydi seni, hiçbir şey için geç değil bebeğim."

"Ben Mehmet Kılıç'ın kızıyım. Bu gerçek zaten oldukça zor." Ses tonum sertleştiğini sansam da birden çatallaştı ve, "Anne, babalarımızı biz seçemiyoruz Asran." Sözü oldukça acı dolu çıktı.

Benim yerime Asran sakin bir tonda, "Ama eşlerimizi biz seçebiliyoruz." Diye sözümü tamamladı.

"Asran bunu konuşmak istemiyorum." Sözü ile sesimdeki telaşı da alarak odadan kendimi dışarı attım. Kalbim sıkışıyor gibi atışı teklediğinde kalbimi tutarak acılı birkaç nefes almaya çalıştığımda Armağan'ı karşımda gördüm.

"Günaydın güzellik, dışarı çıkacağım bir işim var gelir misin havan değişsin!" Ne dediğini algılamasam bile kendimi onu onaylarken buldum. Hâlâ biraz önce yaşadığım şeyin ne olduğunu düşünsem de Armağan'ın arkasından yürüyordum. Bana montumu uzattığında alarak üzerime giydim ve kapıyı açması ile gelen soğuk hava dalgası işte biraz önce girdiğim şoktan bemi çıkarmış görünüyordu. Her yer karla kaplanmış, bastığımda kırt sesi kulaklarımı dolduruyordu. Sonunda arabasına bindiğimizde Armağan arabanın klimasını sıcağa ayarlamış ve çalıştırmıştı. Ona nereye gittiğimiz sormadım sadece buradan biraz uzaklaşmak istemiştim. Öyle de oldu, sahil yolundan otobana geçtiğimizde silivri'nin arkasından dolanarak direkt olarak Maslağa çıkmış ve oradan Sarıyer'e geçerek bir hastanenin önünde durmuştuk.

"Hemen döneceğim, istersen Hastanenin kantinine geç."

"Peki." Dediğimde anahtarı kontaktan çıkardıktan sonra bana vererek önden çıktı. Bende arkasından arabadan inmiş, arabayı kilitledikten sonra hastaneye doğru yürümeye başlamıştım ki arkamdan gelen ses ile irkilerek döndüm.

"Kızım." O ses babam olan adamdan gelmişti. Pişkin yüz ifadesi yüzünden eksilmezken elleri cebinde beni izliyordu.

"Ne işin var burada?"

"Senin Cihangiroğlular ile ne işin var?" Diye sordu ve bunu gerçekten hakkı var gibi sinirle sorması ona karşı olan öfkenin vücudumda titremeye yol açtığını gördüm.

Ses tonumu dahi kontrol edemezken o kontrolsüzlük ile bağırdım: "Bana hesap mı soruyorsun sen ya?"

"Evet soruyorum, artık babandan öyle kaçmak yok. " Yüzü alaycı bir gülüş ile kırışıklarını belirginleştirirken pantolununu kemerinden tuttuktan sonra yukarı çekerken, "Demek paran gani o zaman kardeşine de sen bakacaksın, sakat çocuğa yıllarca ben baktım, sıra kardeşinde." Dedi. Yıllardır haber alamadığım kardeşim hakkında duyduğum sözler kendimi babamın karşısında kaybetmeme sebep olmuş ve yakasından tutarak defalarca aynı sözü tekrarlamama sebep  olmuştu:

"Umut'a ne oldu?"

"Umut'a ne yaptın doğruyu söyle?"

"Kardeşime ne yaptın baba!"

🦋

Continue Reading

You'll Also Like

308K 16.5K 42
KUMRAN YAYINLARI FARKIYLA KİTAP OLUYOR! KAPAKTA Kİ HASAN DENİZ YARAN! ~ VARLIĞI BENİ GÜNAHA SOKUYOR! ~ Hakan'ın babası Recep Bey, Nazlı'nın...
219K 21.4K 75
•Yetişkin okurlar içindir. •Hikaye, 3 farklı kısım içermektedir. Her kısımda başroller değişmektedir. Kız ve Öfkesi/Kız ve Ruhları/ Kız ve Nefreti şe...
342K 14.1K 37
Kocam, bin adamın bir kurşunuyla öldürüldü. Ben ise, bin kurşunla tek bir kişiyi öldüreceğim. "AKSİYONUN EN ÇARPICI SERİSİ" Kocası, bir suikastte öl...
258K 6.3K 13
İntikam... Yıllarca süren, nice canların katili olan duygu. Dila'nın yaşamasındaki tek amaçtı intikamını almak. Bunun için savaştı yıllarca. Bunun i...