GAZAP DANSI (TAMAMLANDI)

By YorgunHayalci

160K 10.2K 4.2K

~Fantastik~ "Öfkenin ve dansın zarafeti, olacak her şeyin sebebi... ~ Yaratıkların kol gezdiği, tehlikenin hü... More

TANITIM
GİRİŞ
1. KISIM - 1. BÖLÜM
1. KISIM - 2. BÖLÜM
1. KISIM - 3. BÖLÜM
1. KISIM - 4. BÖLÜM
1. KISIM - 5. BÖLÜM
1. KISIM - 6. BÖLÜM
1. KISIM - 7. BÖLÜM
1. KISIM - 8. BÖLÜM
1. KISIM - 9. BÖLÜM
1. KISIM - 10. BÖLÜM
1. KISIM - 11. BÖLÜM
1. KISIM - 12. BÖLÜM
1. KISIM - 13. BÖLÜM
1. KISIM - 14. BÖLÜM
2. KISIM - 15. BÖLÜM
2. KISIM - 16. BÖLÜM
2. KISIM - 17. BÖLÜM
2. KISIM - 18. BÖLÜM
2. KISIM - 19. BÖLÜM
2. KISIM - 20. BÖLÜM
2. KISIM - 21. BÖLÜM
2. KISIM - 22. BÖLÜM
2. KISIM - 23. BÖLÜM
2. KISIM - 24. BÖLÜM
2. KISIM - 25. BÖLÜM
2. KISIM - 26. BÖLÜM
2. KISIM - 27. BÖLÜM
2. KISIM - 28. BÖLÜM
3. KISIM - 29. BÖLÜM
3. KISIM - 30. BÖLÜM
3. KISIM - 31. BÖLÜM
3. KISIM - 32. BÖLÜM
3. KISIM - 33. BÖLÜM
3. KISIM - 34. BÖLÜM
3. KISIM - 35. BÖLÜM
3. KISIM - 36. BÖLÜM
3. KISIM - 37. BÖLÜM
3. KISIM - 38. BÖLÜM
3. KISIM - 39. BÖLÜM
3. KISIM - 40. BÖLÜM
3. KISIM - 41. BÖLÜM
3. KISIM - 42. BÖLÜM
3. KISIM - 44. BÖLÜM
3. KISIM - 45. BÖLÜM
KRALLIKLARIN VE KÜÇÜK KITANIN GENEL DURUMU
FİNAL - PART 1
FİNAL - PART 2
"BİR GÜN BİR PRENS VARMIŞ..."
İLK KİTABA DAİR SON SÖZLERİM
Biraz Da Ben...

3. KISIM - 43. BÖLÜM

1.4K 138 23
By YorgunHayalci

Hastalığın Yayılışı ve Hermann'dan İttifak Teklifi

Büyücü kadının evine geldikten sonra bana yüzümün kireç gibi olduğunu, puttan da bir farkım olmadığını söyledi. Ona aldırış etmedim. Hatta anlattığı hiçbir şeyi anlamamıştım da zaten. Bu nedenle de bir ton kızdı bana. Sonra hâlimin ne kadar berbat olduğunu görünce azarlamayı kesti ve yanıma oturdu.

"Yine birisini mi kaybettin?" diye sordu. "Bir ölü gibisin de aynı."

Yok, sadece bir ölüyü diriltmiştim. O kadar.

Buna da cevap vermedim. Bu kez sinirlenmeye başladı.

"Neyin var senin ha! Sana diyorum sana! Duymuyor musun beni?"

"Moralim bozuk," dedim.

"Yok senin kafan bozuk!"

Çenemi kapalı tuttum. Sonra da malum sorulardan birisini sordum.

"Bana Işık Aşıkları'nın tarihini anlatır mısın lütfen?" dedim. Hatta ısrar ettim. Yaşlı büyücü bunu ilkin reddetse de anlatmayı kabul etti.

Aslında ben de bir şeyler biliyordum. Yine de o iyi bir öğreticiydi. Benim kaçırmış olduğum detayları o biliyor olabilirdi.

Ayrıca söylemem gereken bir şey daha vardı. Buraya gelmeden önce zihnimin kapılarını yaşlı büyücüye karşı korumuştum. Bu yüzden bana o kadar sinirlenmişti. Zaten sürekli zihnimi okuması hakkı da değildi.

"Orbunlardan sonra dünya alemine yaratıldılar," diye başladı anlatmaya.

"Ama orbunlar en çok insanların yaratılışından rahatsızlık duydu. Çünkü insanlar sleyler gibi değildi. Sleyler genelde kendi topraklarında yaşayan canlılardı. Kimse kimseye karışmazdı. Elbette arada savaşlar ve kargaşalar olmuyor değildi. Yine de sleyler barış yanlısı varlıklardı. Bu nedenle de dağlarda yaşayan orbunlara dokunmak da istemediler. Lakin bir gün Kraliçe Anna öte diyardan bir çiçek getirdi. Ölümsüzlüğü temsil ediyordu ve Anna orbunlardan üstün olduğunu düşünüyordu. Bu nedenle de çiçeği toprağa ekti. Ona su ve sevgi verdi. Lakin çiçekteki hastalık soylarına, topraklarına karıştı ve yavaş yavaş tükendiler. O esnada ise ilk insanlar yaratılmaya başlanmıştı. Onları görebilen insanlar azdı bu nedenle.

Işık Aşıkları'nın güzel bir özelliği vardı. Etraflarına kendi ışıklarını saçarak barışı temsil ederlerdi. Beyaz ve sarı ışık onları tanımlayacak en doğru renktir. İyileştirici özellikleri bulunur. Sleylerin muhteşem bir ikna etme kabiliyeti ve akıl çeldirici özellikleri vardı. Onun dışında da dış görünüş olarak bizlerden veya orbunlardan farklı bir özelliği yoktu. Yine de Işık Aşıkları güçlü ve bir o kadar da narin yaratılmışlardı. Orbunlar gibi daha güçlü, kuvvetli, kaba değillerdi yani. Zariftiler.

Başka da anlatılacak bir şey yok. Hepsi bu kadar. Ama eğer tarih öğrenmek istiyorsan kütüphaneye veya başka bir hocaya gitsen iyi olur. Zira hem dersimi hem de vaktimi çalıyorsun. Bunu bir daha yapmam. Bilmiş ol."

Bunları zaten ben de biliyordum. Yine de lafımı dinleyip anlatması bir mucizeydi.

"Peki gidebilir miyim artık?" diye sordum.

"Defol git," diye karşılık verdi. O esnada kulübenin kapısı vuruldu ve yaşlı büyücünün yerine kapıyı ben açtığımda kapıda bir askerin gelmiş olduğunu gördüm. Bize daha doğrusu yaşlı büyücünün saraya gelmesi gerektiğini söyledi. Büyücü kadın ilkin sebebini sorsa da asker açık bir şekilde geliş nedenini anlatmadı. O yüzden de büyücü birazdan geleceğini, kendisini beklemesi gerektiğini söyledi ve askılıkta duran cüppeyi üzerine geçirip şapkasını da kafasına taktı. Ardında da Keri'yi evde yalnız bırakarak dışarı çıktık.

"Neden çağırdılar sence?" diye sordum. Umarım terslemeden cevap verebilirdi.

"Olağanüstü bir durum olduğu belli," dediğinde o olağanüstü durumun ne olduğunu anında anladım.

"Ne gibi bir şey mesela?"

"Kızım nereden anlayayım? Kahin miyim ben?"

Susup ilerlemeye devam ettim. Etrafta hâlâ kar vardı. Erken gelen kış bir türlü bizi terk edememişti. Yine de eskisi daha şiddetli yağışlar olmuyordu. En fazla bir aya kalmadan baharın geleceğini düşünüyordum.

Sonunda saraya vardığımızda yollarımız ayrıldı. Yani en azından saray girişinde ayrıldık. Lakin etrafta bir gariplik sezinliyordum. Tuhaf şeyler vardı galiba. Koridorlar oldukça kalabalıktı ve askerlerin sayısı da bir hayli fazlaydı. İnsanlar hızlı hızlı, bir acele varmış gibi yürüyordu.

Odaya doğru ilerlerken etrafıma bakınmaya devam ettim. Sonra Roan'ı tam da arkamda gördüm. O da beni fark ettiğinde sadece baktı ve bir şey demedi. Hoş, demesini de istemiyordum zaten. Lakin onu daha da zayıflamış bir şekilde, yüzü çökmüş bir vaziyette gördüm. Astor yüzünden bu hâle gelmesi üzücüydü. Ona karşı içimde sinirden daha çok üzüntü vardı. Yine bir daha eskisi gibi olamayacaktık, istemiyordum.

Hiçbir şey demeden yanımdan ayrıldı. Ben de ilerlemeye devam ettim. O esnada Nina'nın arkadaşı olan Yuarin'le karşılaştım. O diğerlerine göre daha sakindi, yine de hafif bir telaş, ifadesini ele geçirmiş gibi gözüküyordu.

Durdurup neler olduğunu sordum. Sabahın en erken saatlerinde büyücü kadının yanına gittiğim için hiçbir şeyden de haberim yoktu.

"Bilmiyor musun?" dedi ilkin. "Yu-Han'dan gelen bir hastalık Anderia'ya hatta okula bile yayılmış. İçimizden bazıları bu hastalığı taşıyor şu an ve kurtulması da imkansız bir salgınla mücadele ediyor. Daha fazla yayılmadan ülkede olağanüstü durum ilan edilecek."

Demek handa konuşulanlar doğruydu. Hastalık topraklara yayılmıştı ve insanın hayatını kaybetmesine neden oluyordu.

"Peki Yu-Han'da nasıl yayılmış? Sebebi de neymiş?"

"Tamamen bilmiyoruz. Fakat öte diyardan gelen bir hastalığın olduğunu ileri sürenler var. Eğer öyleyse kurtulması zor olabilir."

Öte diyar... Hastalığın ve lanetin bol olduğu yer. Boldu. Çünkü alemlerimiz uyuşmuyordu. Denge ve düzen kurulu değildi. Onların bünyesi bazı şeyleri kaldırabilirdi. Fakat bizimkisi onlardan daha hassastı ve bu da başka bir sebepti.

"Peki şu an neler yapılıyor?" diye sordum. Bir yandan da koridorun ortasında durmak yerine onunla birlikte büyük salona doğru yürümeye başladım.

"Büyük ihtimalle sarayın bütün çevresi karantina altına alınacak," diye cevap verdi. Bu durumda eğitim de aksayabilirdi. Dahası odalarımızdan bile çıkamayabilirdik.

"Peki hastalığın kimde olduğunu bulmuşlar mı?" diye bir başka soru sordum bu kez.

"Sadece birisini. Lakin o kişi, Tanrı bilir ya, kaç kişi ile iletişime geçti, aynı odada, ortamda kaldı, işte bunu bilmiyoruz."

Sonra salona geldik. Salon önceki çağırışlardan daha da kalabalıktı. Kürsüye çıkan öğreticiyi bile zar zor görmüştüm. Fakat sesini çok net bir şekilde duyabiliyordum.

Bize bütün saraydaki giriş çıkışların kapalı ve yasak olduğunu, dışarıdan herhangi birisinin gelemeyeceğini, derslerin yedi gün boyunca erteleneceğini, hepimizin en az üç gün boyunca odalarımızdan çıkamayacağını, üç günün sonunda ise eğer herhangi bir terslik olmazsa da okulda hareket edebileceğimizi, lakin sarayın dışına çıkamayacağımızı ve hanedan bölümüne asla uğrayamayacağımızı anlattı.

Resmen mahsur kalmıştık.

Alt tarafı bir saraya kitap götürmek istedim diye başıma gelmeyen kalmamıştı. Şimdi de bu bela ortaya çıkmıştı ve bu sefer herkesi ilgilendiren bir şeydi. Ayrıca başımdaki dert daha büyüktü ki bu da herkesi ilgilendiriyordu aslında.
~

Bütün gün onu düşündüm.

Neler yapabileceğini, planlarını, zihniyetini düşündüm. Resmen artık o beni, ben de onu ilgilendiriyordum. Odada bu şekilde saatlerce kalmak, hareket etmemek beni daha da çıldırtıyordu. Dört dönüyor, volta atıyordum. Nina neyimin olduğunu sorup dursa da ona düzgünce bir cevap veremedim. Dahası onun sorular beni daha da bunalttı. Evet, haklıydı. Lakin ne diyecektim ki? Prens dirildi, geliyor. Hazırlıklı olun mu diyecektim? Hem bu durumum üyelerin kulağına giderse de kötü olabilirdi. Onlara zaten hiç güvenmiyordum. Olası bir tehlikede canımı hiçe sayarlardı.
~

Birinci gün, ikinci gün, üçüncü gün. Hepsi de gelip geçti. Üç gece, üst üste hep onun gözlerini gördüm. Altın, parlak gözlerini... Yüzünü tam net hatırlamıyordum. Zaten onunla karşılaştığım ilk anda da yüz hatlarına değil, gözlerine takılı kalmıştım. Yine de gözleri bu dünyaya felaketti.

Sonra oda mahkumluğumuz nihayetinde son erdi. En azından sarayın okul kısmında rahatça hareket edebilecektik. Lakin yine de dışarıya çıkmamız yasaktı.

Derken sabahın ilk saatlerinde, dışarıya kar atıştırırken en genç Selent üyesi beni yanına çağırdı. Özel konuşmamız gerektiğini söyledi ve karşısına oturmamı istedi.

"Seninle bizzat yüz yüze konuşmak istedim," dedi. "Sana birkaç şeyi anlatmak için."

Üyeye baktım. Acaba yemini bozduğumu mu öğrenmişti?

"Hermes babası için kendisini feda etti. Bakalım sen de feda edecek misin?"

Şaşırıp ne demeye çalıştığını anlamlandırmaya çalıştım. Bu üye büyük ihtimalle gizli kişiydi. En gencin olmasını beklemezdim. Üyelere güven sağlayacak ne yapmış olabilirdi ki?

Ayrıca babası derken? Usta zaten ölmüştü.

"Nasıl yani?" diye sordum. "Babası derken? Usta için ne yapmaya çalışsın ki?"

"Babası elimizde, yaşıyor. Sence öyle bir adamı hemen öldürmek ister miydik?"

Beynim anlık olarak allak bullak olduğunda dediği şey zihnimde yankılandı. O yaşıyor muydu yani? Usta ölmemiş miydi? Hermes bunu biliyor muydu? O halde neden dememişti?

Yüz ifadem nasıl bir hâl aldıysa artık "Fazla şaşırdın," dedi bana.

"Neden öldü şeklinde gösterdiniz o zaman?" diye sordum.

"Öyle göstermedik. Öyle anlaşıldı," diye cevap verdi. "Yine de oğlu bile bu kadar şoka girmedi."

Demek ki Hermes'in anlaşmayı kabul etmesinin nedeni Usta'nın yaşıyor olmasıydı. Canına karşılık iş yapması istenmişti.

"Eğer kitabı bulabilseydik... O zaman işimize yaracaktı. Yine de babası hâlâ elimize tutulur bilgileri vermek için yaşıyor."

"Ona neler yapacaksınız?" diye sordum.

"İstediklerimizi," dediğinde dehşete düştüm.

"Hemen öyle bakma. Durumu şimdilik de olsa iyi. Ama çok fazla inatçı ve ketum birisi. Cidden zorluyor insanı."

"Neden bu kitabı arıyorsunuz?" diye çıkıştım. "Önceden dağılıp da neden sonradan birleştiniz? Başınızdaki kişi de kim?"

"Bir gün prensin geri geleceğini biliyorduk. Hâl böyle olunca ona karşı gelenlerle birlikte kitabı aramaya başladık. Kitap sayesinde dirileceğini düşünüyorduk. Lakin sonra bazı olaylar nedeniyle grubumuz parçalandı. Şimdi de tekrardan kurulduk. Bizleri bir araya getiren kişi Kırıkbacakların yeni temsilcisi Hermann'dan başkası değil."

Hah! Yeni bir isim daha ortaya çıktı. Yeni bir sorun daha baş gösterdi. Bu kitabın hayranı ne de çokmuş.

Öncelikle kitabı bu grup arayıp bir şekilde bulmuştu. Sonra da üyeler istemiş ve başımızdan geçen onca olaydan sonra getirip teslim etmiştik. Ardından da Prens Ares kitabı Kurnaz Prens istediği için çalmıştı. İlk yarı kadın sley olduğumu öğrenmiştim ve prens de dirilmek için kanımı akıtmıştı. Hepsinden sonra okula da yayılan bir salgın hastalık ortaya çıkmıştı ve şimdi de bu üye Usta'nın yaşıyor olduğunu söylemişti.

Pekâlâ, yaşadıklarımın genel özeti buydu. Hangi birisine şaşıracaktım, bilmiyordum. Ayrıca beni kaçıranlar, benden bilgi almak isteyenler de kimdi?

Hermann denen adamın kim olduğunu sormak bile istemedim. Zira kesin kendisi de saçma sapan birisiydi.

"Benden ne istiyorsunuz?" diye sordum. Asıl konuya şimdi giriş yapıyorduk.

"Senin kim olduğunu biliyoruz. Soyunu da kehanetini de."

Bunu hâlbuki prensten ve Hermes'ten başkası bilmiyordu. Nereden öğrenmişlerdi? Hermes'in söylemiş olduğunu asla düşünmüyordum. Yine de babası yüzünden anlık bir gaflete düşmüş olabilir miydi? Yapmış olabilir miydi?

"Ne? Nereden çıkardınız böyle bir şeyi?"

"Bilmiyormuş gibi davranma," dedi üye. "Bunu peşine takılan varlık sayesinde öğrendik. Ayrıca sana kendimi gösterdiysem bir sebebi var. Bütün bunları boşa anlatmadım."

Ne kadar savunmasız olduğumu anladım o an. Birisi gelir zihnimi okur, bir diğeri gelir peşime varlık takar, kaçırır, öldürmeye çalışır... Güçsüz ve savunmasızdım kısacası.

Bu benim gerçeğimdi. Kendimi çok kötü hissetsem de öyleydi. Lakin artık güçlü olmak zorundaydım. Mecburdum.

"Ona değil, bize katılmanı istiyoruz. Kurnaz Prens'in tarafında olmak istemediğini biliyoruz. Bu nedenle ona karşı gelirken mecbur bir güce ihtiyacın olacak. O gücü sana biz verebiliriz. Ona karşı gelmek için bizimle anlaşma yapmanı istiyoruz. Seni koruyacağız. Atalarını da saygıyla anacağız. Çünkü biz de onu istemiyoruz."

"Ya sizi de kabul etmezsem?"

"Ortada kalamazsın. Öyle bir şansın yok. Sen kim olduğunu bilmiyor musun hâlâ? Asırlar sonrasında bir soyun devamını getirecek kişisin. Kendine ittifak kurmadan nasıl koruyacaksın?"

"Size güveneceğimi de nereden çıkardınız?"

"O halde yalnız kalacaksın ve seni kullanmasına da izin vereceksin. Bir savaşın ortasında zırhın ve silahın olmadan adım dahi atamazsın."

Savaş. Bir savaşın ortasına çoktan düşmüştüm bile.

"Yani onun kazanmasını, soyunu devam ettirmesini istemediğiniz için beni yanınızda istiyorsunuz?"

Adam başını salladı. "Ayrıca sen de bu sayede bir ittifak kurmuş olursun."

"Artık her an her şey olabilir Luna. Üyeler eğer seni öğrenirse sen bir tehdit unsuru olarak algılanırsın ve seni ortadan kaldırmaktan da hiç çekinmezler. Ayrıca üyeler Kral'ın isteğine göre hareket edecekler. Kral kitabın gücünden yararlanmak istiyor."

Ah, bir de o mu vardı? Bu adamların da derdi neydi acaba?

"Kitap kadar hepinizin başına taş düşsün. Bıktım gerçekten. Önce beni öldürmek istediniz. Sonra da gelmiş ittifak teklif ediyorsunuz. Size güvenmemi istiyorsunuz. Söyleyin bana, nasıl güvenebilirim bu durumda?"

Dediğim şeyde haklıydım.

"Doğrusun," dedi onay verip. "Ama şartlar değişti Luna. Ama bizim amacımız ise hâlâ değişmedi. Düşün Luna. Sana bir hafta müddet. Kaderin için bir adım atmanın vakti geldi artık. Hermann direkt seni öldürüp ortadan da kaldırabilirdi. Lakin sen hariç herkes gücünün ve soyunun farkında olduğu için böyle bir şeyi yapmadı, yapmayacak da."

Konuştuktan sonra ayağa kalktı ve cüppesinin önünü düzeltip şapkasını geri taktı. Bana son kez bakıp iyi günler diledi ve odadan da ayrıldı. Beni tek bıraktıktan sonra sevinmiş olduğum tek şey Usta'nın yaşıyor olmasıydı. Evet, o hâlâ hayattaydı ve onu görebilme şansım vardı. Bunca derdin içinde bana iyi gelen tek şey o olmuştu.

Dediği şeyler de haklıydı. Yani ittifak konusunda oldukça doğru konuşmuştu. Savaşa maruz kalacaksam eğer kendimi savunmam gerekiyordu. Gerek yoldaşlarla, zırhlarla, kılıçlarla gerekse gücümle. Hepsi için de vaktim dardı belki de. Yine de yapmak zorundaydım. Ona karşı gelmek için kendime taraf oluşturmalıydım. Yine de Hermann denen adamın yanında yer almayı da istemiyordum.

Şu bir gerçekti ki artık savunmasız da kalamazdım. Hermes'in de dediği gibi, artık faaliyete geçmenin vaktiydi.

Continue Reading

You'll Also Like

124K 15.1K 33
"Çok yakınımdasın kedicik. Dikkat et, ısırabilirim." "O halde sana yeni bir bilgi daha çıngıraklı." Öfkesi birden çekilmişti. "Bir Aslanın dişleri de...
1.5M 95.1K 35
"İzliyoruz " derken sesinde garip bir dalgınlık oluşmuştu. Dudaklarıma bir gülümseme yerleştirirken kemerimi çıkardım ve son kez ona baktım. "Gidiyo...
855K 19.7K 56
"Madem çok ısrar ettiniz, o zaman artık bey diyebilirim." deyip gülümsedim, bandı yapıştırdıktan sonra yutkundu. "Boşver beyi." deyip dudaklarıma yap...
15.2K 1.4K 50
"Hatırlamıyor musun bizi rahatsız etti, önce bizi davet etti sonra ise biz kadim ruhları esarete mahkûm bıraktı. Biz Ela'nın ruhunun esaretiyiz."