GAZAP DANSI (TAMAMLANDI)

By YorgunHayalci

156K 9.9K 4.2K

~Fantastik~ "Öfkenin ve dansın zarafeti, olacak her şeyin sebebi... ~ Yaratıkların kol gezdiği, tehlikenin hü... More

TANITIM
GİRİŞ
1. KISIM - 1. BÖLÜM
1. KISIM - 2. BÖLÜM
1. KISIM - 3. BÖLÜM
1. KISIM - 4. BÖLÜM
1. KISIM - 5. BÖLÜM
1. KISIM - 6. BÖLÜM
1. KISIM - 7. BÖLÜM
1. KISIM - 8. BÖLÜM
1. KISIM - 9. BÖLÜM
1. KISIM - 10. BÖLÜM
1. KISIM - 11. BÖLÜM
1. KISIM - 12. BÖLÜM
1. KISIM - 13. BÖLÜM
1. KISIM - 14. BÖLÜM
2. KISIM - 15. BÖLÜM
2. KISIM - 16. BÖLÜM
2. KISIM - 17. BÖLÜM
2. KISIM - 18. BÖLÜM
2. KISIM - 19. BÖLÜM
2. KISIM - 20. BÖLÜM
2. KISIM - 21. BÖLÜM
2. KISIM - 22. BÖLÜM
2. KISIM - 23. BÖLÜM
2. KISIM - 24. BÖLÜM
2. KISIM - 25. BÖLÜM
2. KISIM - 27. BÖLÜM
2. KISIM - 28. BÖLÜM
3. KISIM - 29. BÖLÜM
3. KISIM - 30. BÖLÜM
3. KISIM - 31. BÖLÜM
3. KISIM - 32. BÖLÜM
3. KISIM - 33. BÖLÜM
3. KISIM - 34. BÖLÜM
3. KISIM - 35. BÖLÜM
3. KISIM - 36. BÖLÜM
3. KISIM - 37. BÖLÜM
3. KISIM - 38. BÖLÜM
3. KISIM - 39. BÖLÜM
3. KISIM - 40. BÖLÜM
3. KISIM - 41. BÖLÜM
3. KISIM - 42. BÖLÜM
3. KISIM - 43. BÖLÜM
3. KISIM - 44. BÖLÜM
3. KISIM - 45. BÖLÜM
KRALLIKLARIN VE KÜÇÜK KITANIN GENEL DURUMU
FİNAL - PART 1
FİNAL - PART 2
"BİR GÜN BİR PRENS VARMIŞ..."
İLK KİTABA DAİR SON SÖZLERİM
Biraz Da Ben...

2. KISIM - 26. BÖLÜM

1.7K 153 18
By YorgunHayalci

Tehdit

Roan önündeki tabağı bitiremediğinde o şeyi nasıl da yiyor olabileceğini düşündüm. Resmen çiğ bir hayvan eti yiyordu. Yine de düşüncelerimi kendime sakladım ve kendi tabağıma odaklandım.

Bu arada tabii ki de boynumdaki yarayı da sormuştu. Ona olanları anlattıktan sonra yemeğine odaklanmak yerine bana odaklandı.

"Ne yani seni lanetli o prens mi kurtardı?" diye sordu inanamamış gibi. Başımı evet anlamında salladım.

"Onun orada ne işi varmış peki?"

İşte bu sorunun cevabını bilmiyordum. Belki de tek başına gezintiye çıkmıştı. Belki de özel bir işi vardı.

"Bilmiyorum," diye cevap verdim. "Onu soramadım."

"Her neyse o nasıl birisi?" diye başka bir soru sordu. Onun dış görünüşünü, kişiliği hakkındaki fikirlerimi söyledim. Roan mendil ile ağzını silip suyundan bir yudum aldı.

"Yine de o bir lanetli. Her an bir şeyler yapabilir, saldırabilir." Roan'ın fikrine katılmıyordum. Evet, onlara karşı ben de soğuktum ama en azından prens öyle değildir diye düşünüyordum. Ama elbette ki dış görünüş aldatıcıydı. Belki de Roan'ın dediği kadar vardı. Lakin şu anlık sorun yoktu ve bir daha ne zaman görürdüm, bilmiyordum.

"Durumunu rapor ettin mi?" diye sordu bu kez. Kime rapor edecektim? Canımı hiçe sayan mükemmel, muhteşem Selent üyelerine mi? Yoksa tek dertleri öğrencilerinin notları olan öğreticilere mi?

"Nereye rapor etmem gerekiyor?" diye sordum. Üyelere nasıl ulaşabileceğim hakkında pek bir fikrim yoktu. Bildiğim şey onların zor görünür olmasıydı.

"Tabii ki de Yüksek Kurula," dedi Roan. "Onlar ilgilenecektir."

Kurul denilen yer öğrencilerin şikayetlerini, Selent üyelerine gelen mektupları ve dilekçeleri kontrol eden, ilgilenen gruptu. Ona tamam anlamında başımı sallayıp onay verdim ve yemekhaneden de ayrıldım. Kısa bir mektup yazıp derdimi anlattıktan sonra kurula teslim ettim. Ardından da derse geçip ata büyülerini ezberledim.
~

Aslında günler, şimdilik, böyle geçiyordu. Sabah erken uyanıyor ardından da derslerime yoğunlaşıyor, akşam da erkenden yatıyordum. Belki de uyum sağlamakta zorluk çekiyordum ki aslında biraz öyleydi. Burası büyük bir yerdi ve ben tek başıma eğitim aldığım için daha henüz farklı kişilerle de tanışma fırsatım olamamıştı.
~

Bir akşam Roan dışarı çıkma teklifinde bulundu. Ben de kabul ettim. En azından saray dışarısına çıkıp şehri görebilirdim. Bana çarşıya gideceğimizi söyledi. Havanın da soğuk olduğunu da ekledi. Bu yüzden de üzerimize daha kalın kıyafetler giyinerek dışarıya çıktık.

Buraya geleli üç haftayı geçmişti. O günden sonra bir daha saldırıya uğramamıştım. Veya herhangi bir ters durum da olmamıştı. Her şey gayet normal ilerliyordu. O günden sonra bir daha Prens Ares'i de görememiştim. Mektupla yaşadığım olayı bildirsem de şimdilik beni çağıran birileri de olmamıştı.
~

Çarşıya geldiğimizde akşam olmasına rağmen burasının hâlâ insanlarla dolu olduğunu gördüm. Etraf sarı ışıklar ile donatılmışken az ileride bir grup şarkı çalıyor ve içlerinden iki kişi ise oynuyordu. Gruptakiler alkışlar ile eşlik ediyor, şarkıyı hep bir ağızdan söylüyordu. Şekerlemeler satan, tiyatro izleyen, kayıkta gezinen, meyve yiyen, bir şeyler içen insanlar vardı. Çarşı canlı ve cıvıl cıvıldı.

Ayrıca çarşının sadece insanların bulunmadığını, orbunların da burada rahatça dolaşabildiklerini öğrenmiştim. O orbun olayından sonra da artık bir daha merak etmiyordum onları.

Roan ilkin beni bir şekerlemecinin yanına götürdü. Sonra da oradan tatlılar alıp ayaküstü yemeye başladık. Ardından bizi oyunbaz bir adamın yanına götürdü ve yaşlı büyücünün dediği illüzyon gösterisinden yaptı. Adamın başında garip bir şapka vardı ki şapka içinden bir kurbağa çıktı. Kurbağa zıplayarak üzerime geldiğinde bana bir çiçek uzattı. Çiçek elimde bir kelebeğe dönüştü. Ardından da uçup gitti. Her ne kadar işin içinde biraz büyü olsa da yine de güzel bir gösteriydi. Bu kez ben Roan'ı kolundan çekiştirip hayalbazın yanına getirdim. Kukla gösterisi yapıyordu ve ben en son kukla gösterisini on beş yaşımdayken izlemiştim.

Dans edilen alana geldiğimizde çalan şarkının etrafında, galiba bir halk efsanesine aitti, insanlar belli hareketlerle dans etmeye başladı. Roan'a her ne kadar bilmediğimi söylesem de beni de dansın içine dahil etti ve oynamaya başladık.

Bir gün bir prens,
Dağları aşıp da geldiğinde.
Kahramanca savaştığında,
Herkes ona hürmet etmiş.

Krallara ait odaları,
Efsanelerde anlatılan nice şehirleri.
Yılanlarla dolu kafesleri.
Hepsini prens bilirmiş.

Kutsal, kutsal prens.
Sen çok yaşa!
Böbürlendiğin şey eğer.
İyiliğin olursa!

Kutsal, kutsal prens.
Sen çok yaşa!
Böbürlendiğin şey eğer,
İyiliğin olursa!
~

Dans bitti, vakit gece yarısını çoktan geçti. İnsanlar yavaş yavaş dağılmaya başlarken Roan son kez kostüm satan çadıra girmek istediğini söyledi. Dediğini kabul ederek çadıra girdik. Kışın gerçekleşecek olan geleneksel kostüm festivalinden bahsetti. Sonra da kıyafetlerle ilgilenmeye başladı. Giyinecek, deneyecek kadar enerjim yoktu. Bu yüzden de Roan çok fazla vakit kaybetmemek için sadece birkaç tanesini denedi ve sadece bir şapka almaya karar verdi. Şapka içinden tavşan çıkıyor, selam verip tekrar şapka içine giriyordu. Elbette bu gerçek değildi. Bu sadece bir yanılsamaydı.

Dışarı çıkıp artık gitmeye hazırlanırken Roan içeride cüzdanını unuttuğunu fark etti. Burada beklememi ve hemen alıp geleceğini söyledi. O koşarak tekrardan giderken soğuyan havaya karışık ceketime daha da sarıldım ve etrafa bakınmaya başladım. Etrafta sadece birkaç kişi kalmıştı.

Roan'ın gelmesini beklerken bir elin arkamdan ağzımı kapadığını hissettim. Her ihtimale karşılık nefesimi tuttum ve direnmeye çalıştım. Nefesimi biraz tutmaya çalışıp elinden kurtulmayı becerebileceğimi düşündüm. Fakat hayır, öyle olmamıştı. Ağzımı kapadıktan çok kısa bir süre sonra vücudumu hareket ettiremedim. Kendimi savunamayıp beni çadırın arkasına sürüklemesine izin verdim. Büyükçe çadırın arkasına zorla getirdiğinde bayılacak gibiydim. Yine de kurtulmaya çalıştım. Fakat ellerim, ellerim ve vücudum uyuşmuştu.

Yanı başımızda atlı arabanın olduğunu gördüm. Beni bindirmeye çalışırken ayakkabılarım tozlu yolda sürtündü. Ona direnmeye devam ettim. Çığlık atıp yardım istemeye çalışsam da nefesim buna yetemedi. Kolumdan kolaylıkla çekiştirmeye devam ederken elimi kurtarmayı başardım. Fakat karşımdaki adam, yüzü peçeliydi, bende daha hızlı davrandı. Saçımdan tutup beni daha sert çekiştirmeye başladığında, arabanın kapısını tutup da direnmeye devam ettiğimde şiddetli bir tokat atıp yere yığılmama sebep oldu. Zaten ondan sonra da neler olduğunu, ne gördüğümü tam anlayamadan gözlerim kapandı.
~

Gözlerimi yavaşça araladığımda boynumda bir ağrının girdiğini hissettim. Hâlâ arabanın içinde olduğumuzu da anladım. Yanımdaki iki peçeli kollarımı tutuyordu. Gözlerimi tamamen araladığımda kollarımı kurtarmaya denedim. Fakat öyle bir sıkıyorlardı ki iki elimi bir araya getiremedim. Karşımda bir peçeli daha vardı. Çığlık atıp bağırdığımda karşımdaki güldü.

"Kimse seni duyamaz merak etme," dedi peçenin altından. Ayağımla bacak arasına tekme atmaya çalıştım. Yaptığım harekete sinirlenip yüzüme sertçe tokat attığında küfür etmeye başladım. Neredeydim ben? Bunlar da kimdi? Tanrım, huzuru gerçekten de bulacak mıydım?

"Düzgün durduğun an neden burada olduğunu da anlarsın!" dedi bağırarak. Sonra da geri yerine oturdu ve bana baktı. Hiçbir şey yapmadan bekledim. Nerede olduğumu anlamaya çalıştım. Belli ki ıssız bir yerdeydik. Bu yüzden de bağırmama izin vermişti. Ya da araba büyü ile korunuyordu.

Adamın gözlerine dikkatlice baktım. Küçük, koyu gözleri vardı. Boyu belki orta veya ortadan biraz daha uzundu. Ayağında kirli botlar vardı. Üzerinde siyahtan bir gömlek ve kemer bulunuyordu. Ellerini her iki dizinin üzerine koymuş, beni izliyordu. Arabanın içine baktığımda ise farklı bir detay göremedim. Yanımdakilere de baktığımda onların da aynı olduğu gördüm.

"Şöyle yola gel biraz," dedi karşımdaki. "Şimdi ben anlatacağım sen de dinleyeceksin."

Oldu, başka emrin var mı acaba?

Hiçbir şey demedim ve konuşmasını dinledim sadece.

"Kitap hakkında ne biliyorsun?" diye sorduğunda bıkkınlıkla nefes verdim. "Olur da doğruları söylemezsen zihnine kolaylıkla girerim, merak etme."

"Ne kitapmış..." dedim hafif sinirle. Başıma binbir türlü bela açmıştı, açmaya devam ediyordu.

"Anlatsana," dedi sesini bastırarak.

"Neden direkt zihnime girip öğrenmiyorsun? Macera mı arıyorsun kendine?" Adam bu dediğime güldü.

"Oysa ben konuşarak anlaşmayı istiyordum," dedi. "Seni zorlamadan."

Susup olabilecek her türlü ihtimali kafamdan hızlıca geçirdim. Mutlaka ama mutlaka zihin kontrolü yapacaklardı. Peki ya zihnimde kitapla ilgili ne gibi bilgiler vardı? Önemli herhangi bir şey var mıydı? Pekâlâ ben bile bilmiyordum ki.

Ama hayır. Zihnime bir anda şimşek çaktı. Yeminim vardı ve eğer herhangi birine karşı bir şey anlatırsam, gösterirsem bu benim için hiç de iyi olmazdı.

"Yaşamamı istiyor musunuz?" diye sordum. "İşinize yarayacak mıyım ileride?"

"O sana bağlı," diye cevap verdi adam. "Eğer bize bağlı kalırsan neden olmasın. Hatta ödül bile alabilirsin."

Güzeldi. En azından beni bir bilgi kaynağı olarak göreceklerdi.

"Ama size hiçbir anlatamam. Gösteremem. Çünkü bildiğim bilgiler için canıma karşılık yemin ettim. Ayrıca emin olun kitap hakkında neredeyse hiçbir şey bilmiyorum. Zihnimi kontrol ettikten sonra bunu anlarsınız ama iş işten geçmiş olur."

Zihnimin de tıpkı dilimin gibi korunup korunmadığını merak ettim. Sonuçta birisi zihnime girip yaşadıklarımı öğrenebilirdi. Bunda benim suçum olamazdı elbette. Ama ben sanki zihnim de korunuyormuş gibi davranacaktım. Bu sayede, eğer beni canlı istiyorlarsa tabii, zihnime girmelerine engel olabilirdim.

"Doğruları söylediğini de nereden bilelim? Belki de çok şey biliyorsun. Ama saklamak için yalan söylüyorsun."

"Biraz aklın olsaydı eğer bu konuda yalan söyleyip söylemediğimi büyü ile anlardın," diye konuştum. Sustu ve kafasını eğdi. Ellerini dizlerinden ayırdı, birbirine bağladı.

"Bize bağlı kalacak mısın?" diye sordu. Uzun süreli bir anlaşma yapmak istiyordu anlaşılan. Hemen kabul etmeli miydim? Yoksa kabul etmeden önce biraz daha vakit mi kazanmalıydım?

"Asıl ben size nasıl güveneceğim?" diye sordum. "Kim olduğunuzu bile bilmiyorum."

"Senin bizi bilmene gerek yok."

"Nedenmiş o?"

"Geri zekalı ölmek mi istiyorsun?"

Bu kelime bu aralar bana çok yakındı. Yine de fazla direnmek istemedim. Kabul etmiş gibi yapabilirdim.

"Benim de kendime göre şartlarım var. Önce ne istediğinizi açıkça söyleyin. Sonra da kabul edersem isteğimi anlatırım." Cümlemi bitirdiğimde kaşlarını çattı. Hemen cevap vermedi. Büyük ihtimalle bana güvenip güvenemeyeceğini düşünüyordu.

Kaçırıyorsan biz zahmet güven.

"Eğer bize bağlı olursan, isteklerimizi yerine getirirsen canından olmazsın. O sondaki isteğini de elde edersin. Artık ne istiyorsan."

"Para," dedim direkt. İsteğim, yaptığım davranışa göre gayet uygundu. Ancak kendisini bu şekilde satanlar para karşılığı kabul ederlerdi bir şeyleri. Adam peçe altından sırıttı. Ona gülerek karşılık verdim. "Ama öyle üç beş kraş istemem. Sonuçta vereceğiniz görev kolay olmayacak değil mi?"

"Peki ya bize bağlı kalacağını da nereden bilelim? Belki şu an yalan konuşuyorsun? Belki sadece buradan kurtulmak için oyun oynuyorsun kendince?"

Galiba hemen bana inanmayacaktı. Ama bana inanmaktan da başka şansı yoktu. Bu yüzden de biraz daha diretip büyük ihtimalle kabul edecekti. Buna karşılık da hiç bozuntuya vermedim. Sakince konuşmama devam ettim.

"Şansınızı deneyin en azından. Benimle uzun süre çalışacaksınız eğer denemek zorundasınız."

Umarım bir şekilde bana inanıp sağ salim şu arabanın içinden çıkabilirdim.

"Neden bizimle çalışmak isteyesin ki?" diye sordu. Benim onlara neden çalışmak istediğime dair mantıklı bir açıklama duymak istiyordu. Çünkü başta inat edip kabul etmeyeceğimi düşünmüştü.

"Çünkü bu kitap yüzünden başıma bir sürü bela açıldı. Birde sizinle uğraşmak istemem. Ama eğer uğraşmak da istersem bunu kendi aleyhime çevirebilirim."

Lütfen artık soru sormayı bırak ve bana inan. Lütfen.

Yüzüme bakıp söylediklerimin doğruluğunu ölçmeye çalıştı. Sonra da yanındaki iki adama baktı. Ardından da iki adam kollarımı sonunda serbest bıraktı. O kadar çok sıkmışlardı ki beyaz tenim kızarmıştı.

"Bu kadar zayıf halkalı olduğunu bilseydik daha önceden uğrardık yanına."

Daha önce? Orbun tarafından saldırıya uğramıştım. Peki ya o neydi? İlkin beni öldürmeye çalışıp sonra da benden bilgi almaya çalışıyorlardı.

"Yemin büyün var," dedi konuşmasına devam ederek. "Onun bozulması gerek."

Evet, ancak bu şekilde zihnime girebilirlerdi. Eğer yemin büyüsünden kurtulursam canımı da kurtarmış olurdum. Ama yemin nasıl bozulacaktı, hiç bilmiyordum.

"Nasıl olacak peki ya o iş?" diye sordum. Adam buna cevap vermedi. Daha doğrusu sorduğum soruya cevap vermeyip başka bir konu açtı.

"O aşamaya gelmeden önce seni tanımamız gerek," dedi.

"Madem benden bilgi alacaksınız. O zaman ne diye yarım saattir bana güvenmeye çalışıyorsunuz? Beni buraya getiren sizdiniz. Ölümle de tehdit eden sizdiniz. Kabul ettiğim halde ne diye inanmıyorsunuz da hâlâ beni test etmeye çalışıyorsunuz? Amacınız filan mı farklı?"

Peçeli adam kaşlarını yukarıya kaldırdı. Sonra da büyük bir kahkaha attı. Kafasını sağa sola salladı ve oturduğu yerden yarım kalkarak iyice bana yaklaştı. Sıcak nefesini hissettiğimde kalbim hızlıca atmaya başladı. Yine saçımdan tuttuğunda başım geriye doğru gitti.

"Bizi kandırabileceğini mi sanıyorsun ha? O küçük zihninden neler geçtiğini biliyorum seni sıçan!"

İşte bu dediği hiç de iyi olmamıştı.

Belki kurtulurum diye düşünmüştüm. Ama meğerse baştan niyetimi anlamıştı.

Elines soyundan gelenleri bu yüzden hiç sevmezdim. Zihnimin kuytu köşelerine kadar inemezlerdi. Ama o an aklımdan geçen ne varsa hepsini bilebilirlerdi.

Ama kollarım hâlâ serbestti. En azından büyü yapabilme şansım vardı. Lakin kontrol etmekte biraz zorlanıyor ve hepsini de yapamıyordum. Yine de denemekten başka şansım yoktu. Hızlı düşünüp hızlı hareket etmem gerekiyordu.

Ben de bu yüzden ellerimi hemen birleştirip ateş büyüsü yapmaya çalıştım. Çünkü en hızlı yapılan büyülerden bir tanesi de oydu. Parmaklarımın her birinden alev yanarken ellerimi adamın kollarına geçirdim. Adam bağırarak beni kendinden uzak tutmaya çalışırken diğer ikisi de beni çekmeye çalıştı. Fakat ellerimden birisini adamın üzerinden çekip sırtımdan tutan adamın ellerine doğrulttum. Galiba bu iki adam da büyücü değildi.

İkinci adam çığlık atarken diğeri ise arabadan kaçıp gitmeye çalıştı. Ona da ateş doğrultacakken çoktan arabanın kapısını kapatmayı başardı ve ben de peşinden gitmeye çalıştım. Peçeli büyücü yine saçımdan tutup beni kendine çekti. Sırtım göğsüne dediği için şimdi de benim canım acıyordu.

Lanet olasıca adam canı yandığı halde beni bırakmıyordu. Ellerimi tekrardan birleştirmeye çalıştım. Fakat ellerim de acıyordu ve büyü yapmama engel oluyordu. Adam en sonunda beni kendinden uzaklaştırdı. Arabanın içinden zor bela çıktığımda hızlıca koşmaya başladım. Yere takılıp düşerken ellerimin ne kadar da kızarmış olduğunu gördüm.

Çoktan yanmış olan sırtımın yanında bir hiçti!

Ayrıca etrafıma bakacak zamanım da yoktu. Hızlıca ayağa kalkıp koşmaya başladım. O an boş bir arazide olduğumuzu anladım. Her şeye rağmen koşup uzaklaştım.

Gecenin karanlığında gökte ne var aydı ne de yıldızlar. Etraf zifiriydi ve bu, benden büyük, benim içimdeki korkuyu ortaya çıkarıyordu. Şu an herhangi bir yaratık ile karşı karşıya gelebilme ihtimalim bile vardı.

Sanki kabuslarımda gördüğüm o karanlık odadan, kilitli kapıyı sonunda açmayı başararak kaçmıştım. Sanki bu koşuşum kabusumun devamıydı ve ben karanlık içinde karanlıktan kaçıyordum.
~

En sonunda durduğumda nereye geldiğime baktım. Ayaklarım uzaktan ışığı görür görmez beni bir Tangaç'a getirmişti. Tangaç her şeye rağmen renk renk ışıklar ile aydınlatılmıştı ve üç Uhara da beyaz mermere oturmuş gözleri kapalı bir şekilde dua ediyordu. Bu yer benim rüyamda gördüğüm Tangaç'a benziyordu ve oturarak bağdaş kurmuş Uhara'nın birisi de tıpkı bana seslenen Uhara gibiydi.

Onların dua edişine nefes nefese kalmış bir vaziyette bakmaya devam ederken daha fazla dayanamadım. Çok hızlı koşmuştum ve sırtım ile ellerim de hâlâ yanıyordu. Bu yüzden de dizlerim daha fazla beni ayakta tutmaya dayanamadı ve yere yığıldım. Gözlerim yavaşça kapanmaya başlarken onlar ise hâlâ dua etmeye devam ediyordu ve dedikleri şeyler kulağımda yankılanıyordu.

"Tanrım duy bizi, Tanrım merhamet et bize. Bizler senden başka yardımcı bilmeyiz."

Continue Reading

You'll Also Like

22.2K 274 20
Şahsıma kurulan şeytani bir kumpas sebebiyle ayak kölesi oldum. Bu durumdan nasıl kurtulacağım (Şantaj Kölesi hikayesinin 2.sezonudur. 35 bölümden de...
203K 677 3
Yangında ailesini ve derisini kaybeden Gülzade'nin yaşamasına yine de izin verilmedi. Kitapta geçen olaylar, karakterler ve kurumlar tamamiyle hayal...
4.5M 382K 94
1 KIZ, 6 ERKEK, ÖLÜMCÜL BİR EV. Afra'nın diğer tutsaklardan dört farkı vardı: Birincisi, bir kız olmasıydı. İkincisi, tutsak alınan son kişi olmasıyd...