GAZAP DANSI (TAMAMLANDI)

By YorgunHayalci

163K 10.4K 4.3K

~Fantastik~ "Öfkenin ve dansın zarafeti, olacak her şeyin sebebi... ~ Yaratıkların kol gezdiği, tehlikenin hü... More

TANITIM
GİRİŞ
1. KISIM - 1. BÖLÜM
1. KISIM - 2. BÖLÜM
1. KISIM - 3. BÖLÜM
1. KISIM - 4. BÖLÜM
1. KISIM - 5. BÖLÜM
1. KISIM - 6. BÖLÜM
1. KISIM - 7. BÖLÜM
1. KISIM - 8. BÖLÜM
1. KISIM - 9. BÖLÜM
1. KISIM - 10. BÖLÜM
1. KISIM - 11. BÖLÜM
1. KISIM - 12. BÖLÜM
1. KISIM - 13. BÖLÜM
1. KISIM - 14. BÖLÜM
2. KISIM - 15. BÖLÜM
2. KISIM - 16. BÖLÜM
2. KISIM - 17. BÖLÜM
2. KISIM - 18. BÖLÜM
2. KISIM - 19. BÖLÜM
2. KISIM - 20. BÖLÜM
2. KISIM - 21. BÖLÜM
2. KISIM - 22. BÖLÜM
2. KISIM - 23. BÖLÜM
2. KISIM - 25. BÖLÜM
2. KISIM - 26. BÖLÜM
2. KISIM - 27. BÖLÜM
2. KISIM - 28. BÖLÜM
3. KISIM - 29. BÖLÜM
3. KISIM - 30. BÖLÜM
3. KISIM - 31. BÖLÜM
3. KISIM - 32. BÖLÜM
3. KISIM - 33. BÖLÜM
3. KISIM - 34. BÖLÜM
3. KISIM - 35. BÖLÜM
3. KISIM - 36. BÖLÜM
3. KISIM - 37. BÖLÜM
3. KISIM - 38. BÖLÜM
3. KISIM - 39. BÖLÜM
3. KISIM - 40. BÖLÜM
3. KISIM - 41. BÖLÜM
3. KISIM - 42. BÖLÜM
3. KISIM - 43. BÖLÜM
3. KISIM - 44. BÖLÜM
3. KISIM - 45. BÖLÜM
KRALLIKLARIN VE KÜÇÜK KITANIN GENEL DURUMU
FİNAL - PART 1
FİNAL - PART 2
"BİR GÜN BİR PRENS VARMIŞ..."
İLK KİTABA DAİR SON SÖZLERİM
Biraz Da Ben...

2. KISIM - 24. BÖLÜM

2K 165 32
By YorgunHayalci

İlk Ders

Kaderi anlamak her şeyi anlamak demekti. Peki ya kader nasıl anlaşılırdı ki? Kader neydi? Kaderi belirleyen şeyler de neydi? Kaderi anlamak için neyi bilmek gerekiyordu? Ya da neyi fark etmek gerekiyordu? Tanrı'nın yarattığı bir düzende her şeyin bir başı ve sonu varsa ve bu da belliyse bizler birer kaderin planına göre mi hareket ediyorduk? Kader mi bizi yönlendirir, yoksa biz mi kaderi yönlendiririz? Eğer her şey çoktan yazılıysa kaderin değişikliği de yazılı olmaz mı? O halde yine yazılı bir yazgı içinde ilerlemez miyiz? Dönüp dolaşacağımız yer, kaderin sonu belliyse eğer önemli olan şey kadere gidilen yol muydu? Kadere giden yollar da birer kader değil miydi? Neydi bu kader tam olarak? Kesin ve net bir açıklaması var mıydı?

Pek de net konuşamazdım açıkçası. Kader tam olarak neydi, onu bile tam anlatamıyorduk. Kaderin planlarında bizler için neler olduğunu da bilmiyorduk. Çünkü herkes dün geceyi konuşuyordu ve olanların sanki birer kabus olduğuna inanmak istiyorlardı. Eğitime üç gün ara verilmişti. Çünkü bütün öğreticiler ve gruplar olağanüstü bir toplantıya girmişti. Bu iyiydi. En azından ego yığını ayılana kadar yanında durabilirdim.

Sabah olduğundan ilk işim odaya çıkıp üstümü değiştirmek ve duşa girmek oldu. Sonra da Usta için dualar etmeye başlamak ve kendimce küçük bir tören düzenlemek... Odaya giren Roan beni mumlar etrafında görünce küçük çapta bir şok geçirmişti.

Ona durumu anlattım. Olayın ne kadar da vahim olduğunu söyledim ve beni birazcık yalnız bırakmasını istedim. Sarılıp bana beni anladığını söyledi ve kısa bir süreliğine de olsa odadan ayrıldı. En azından akşama kadar burada dua edebilir ve gözyaşı dökebilirdim.

Öyle de oldu zaten. Hermes akşama kadar bir ayılıp bir bayıldı. Arada sırada onun yanına uğradım ve beni duymamasına rağmen ona nutuklar çektim. Yaptığı şeyin yanlış olduğunu anlattım. Çünkü acıdan kaçmak acı hissini güçlendirmekten öteye gitmezdi. Sorunları halının altına süpürmek çözüm değildi. Kaçmak çözüm değildi. Uyandığında bundan pişman olacağını biliyordum. Çünkü ben de pişman olurdum.

Akşama doğru uyandı tekrardan. Sonra uyudu. Belli ki çok içmişti. Tek sebep babasının vefatı mıydı? Yoksa bazı şeyler de var mıydı? Sonuçta araları pek de samimi değildi ve yıldızları da barışmıyordu. Kendisine gelen mektupta yazan şeyler daha da mı fazlasıydı?

Durumu rapor edildi. Yoğun ilaç kullanımı yüzünden uyarı almadı fakat ikincisinin tekrarlanması hâlinde uyarı alacağı söylendi. Yanında var olduğum için de raporda benim de ismim geçti fakat bana herhangi bir şey söylenmedi.

Zihnini bulandıran şeyler görüyordu rüyasında. En azından şifacı böyle anlatmıştı. Bu yüzden de onu rahatlatmak için büyüler okuyup durdu. Bana dönüp iyi olup olmadığımı sordu. İdare ettiğimi söyledim ve odadan da ayrıldım. İlk gün bu şekilde durağan geçmişti. Bütün gece de uyuyamamıştım. Usta'yı düşündüm. Küçükken onu sinirlendirmek için yaptığım yaramazlıkları, nasıl da çileden çıkarmaya çalıştığımı, nasihatlerini, verdiği cezaları ve ödülleri... Usta'ya dair hatırladığım her anısında ya sakin olur ya da sinirli olurdu. Hiçbir zaman tamamen güldüğünü ya da mutlu olduğunu görmezdim. Sebebini bilmesem de neredeyse hiç değinmediği gençliğinde ya da çocukluğunda bir şeyler yaşamış olabileceğini düşünürdüm.

Ertesi gün Hermes tamamen uyandı. En azından yaşanılan şeyleri hatırlıyordu. Kendisinin yalnız kalmak istediğini, burada artık durmamam gerektiğini söyledi. Arada da teşekkür etmeyi ihmal etmedi. Yalnız kalıp acısıyla yüzleşmesi daha iyiydi.

Yarından sonra eğitim devam edecekti. Bu demek oluyordu ki benim de eğitimim başlayacaktı. Genel bir sınıfım maalesef ki olmayacaktı. Bu yüzden de bana belirtilen bir yerde, boş bir laboratuvar galiba, orada ders alacaktım. Aslından nerede ders alacağım söylenmemişti.

O geceden sonra güvenlik artırıldı. Başka da bir şey yapılmadı. Kral hâlâ saçma bir şekilde bunun başkasının yaptığını söyleyip duruyormuş. Bazıları çoktan halka duyurmuş, halk endişe ile çoktan Tanrı'ya dualar etmeye başlarken şimdiden kötü günlerin affı için adak anmaya başlamış...

Öğrenciler sarayın gizli bir planı olduğunu söylüyordu. En azından toplanan olağanüstü toplantı da pek çok karara varılmıştı. Fakat neler haliyle olduğunu bilmiyorduk.
~

Peki ya prens neden o akşamı seçmişti? Büyük ihtimalle geniş çaptaki davetin geleni çok olduğu için. Peki ya dans edenlerin bir anlamı var mıydı? Çalan müzik? Ah yine kafamda bir ton sorular dönüp duruyordu. Sanki eskileri yetmiyormuş gibi.
~

İşte bir gün daha sorunsuz ve sakin geçmişti. Sonunda yarın olabilmiş ve o öncesinde heyecanla beklediğim gün gelmişti. Lakin içimde ölen birisinin hüznü vardı ve bu şekilde hiç de heyecanlı filan değildim. Sadece olmaya çalışıyordum.

Yine de mavi, uzun ceketimi giyindim ve askerin beni alması için bekledim. Sabah Roan'ın bana nasıl olduğuma dair sorularından sonra o da sınıfına geçmek için giyinip çıktı. O bir şifacı grubundandı, yani Diarus soyundandı.

Gelen askerle birlikte sonunda ilk dersim için öğreticinin yanına doğru yürümeye başladık. Ben sarayın içinde bir yerlerde ders alacağımı umuyordum. Fakat onun yerine saraydan dışarıya çıktık ve arka kısmına doğru, geniş bahçeye, yürümeye devam ettik. Renk renk çiçekler hâlâ sonbahara rağmen vardı. Işıldayan inci tohumları etrafına ışık saçıyor, toz kümelerini dağıtıyordu. Yürümeye devam ettikçe bahçenin yol kısmından biraz ileride bir kulübenin önünden geçtik.

Yol sık sık ağaçlarla çevrilmeye devam ederken saraydan daha da uzaklaşmaya başladık. Daha nezih ve sakin yerler karşıladı bizi. Sonunda ağaçlık yolu bırakıp taşlık alanlara geçtik. Hatta dış çevresi yapraklarla, sarmaşıklar ile tamamen örtünmüş, başta hiç de belli olmayan, bir kulübenin önünde durduk. İlkin sarmaşıklar yüzünden göremediğim için neden durduğumuzu anlamadım. Sonra kırmızı ceketli asker birkaç sözcük okudu. Sarmaşıklar kendi kendine geri çekildi ve bir kapı, ardından da küçük bir kulübe karşımızda beliriverdi. Asker kapıyı tıklattı ve geriye çekildi. Kapı açıldığında beyaz saçlı, yaşlı, küçük boylu, kambur bir büyücü bize baktı. Elinde ise bir baston vardı.

"Ona gerekenleri ben söylerim. Sen öğle yemeğinden sonra geri gel," dedi yaşlı kadın. Sesi bozuk bir mızıka gibi çıkmıştı. Asker tamam anlamında kafasını sallayıp hızlıca yanımdan ayrılıp gitti. O sırada yaşlı kadın, onun arkasından bakmama izin vermeyerek içeriye gelmem için bastonunu hafifçe salladı. Küçük ama sıcak kulübesine girdim, ben girdikten sonra da sarmaşıklar tekrardan evi sarmaya başladığında da kapı tamamen kapanmış oldu.

Aslında kulübe büyük bir ağaç kavuğundan yapılmış yerdi. Bu yüzden de görememiştim. Kulübenin içine baktığımda küçük bir penceresinin olduğunu gördüm. Pencere önünde bir saksı, saksının içinde ise bir mavi çiçek vardı. Karşımda, yani kapının karşı tarafında, kitaplıklar ve düzinelerce kitaplar bulunuyordu. Yerde küçük ama tozlanmış bir kilim ve az daha görmesem ezecek olduğum, mayışık siyah bir kedinin varlığı varken ürkmeden edemedim. Yerler tozluydu, halıdan da tozluydu. Tahta ve büyük, odanın her iki ucuna dokunacak kadar uzun bir masa vardı ki üzerinde karmaşa hakimdi. Birkaç tüp, şişe, makas, kağıtlar, peçete, yemek artıkları, havlu ve insan dışkısına benzer bir şey vardı. Eğer Fiona burayı görse kesinlikle fenalık geçirirdi... Küçük bir mutfak bölümü, pencerenin hemen yanı başındaydı, yatmak için yatak ve yanında bir askılık bulunuyordu. Askılıkta mor bir cüppe ve siyah bir şapka vardı. Odanın içini aydınlatan üç beş mum, her bir köşeye sanki itinayla konulmuştu, yakılıydı. Sonra da üst kata çıkmak için bir merdiven yer alıyordu ki merdiven basamakları kırık döküktü.

Ayrıca bunca detaydan sonra fark ettiğim şey ise odanın tuhaf bir kokusunun olmasıydı. Tam çözememiştim. Pis değildi ama mide bulandırıcıydı, yoğundu. Burnumun direği belki kırılabilidi, eğer öğreticimin çorap kokusu kadar olsaydı...

Ayrıca koku o masanın üzerindeki şeyden bile geliyor olabilirdi ki ona bakmayı kessem iyi olacaktı.

"Bakma öyle," dedi hırıltıyla gülerek. Ya da ben öyle sanmıştım. "Dağınık, yaşlı bir büyücüyüm."

Bastonuyla yürümeye devam ederken bir yandan da diğer eliyle belini tutuyordu. Yatağına inleyerek oturdu ve bana anlam veremediğim bir şekilde bakmaya başladı.

"Geç karşıma. Ne duruyorsun?"

Sesi bir taş kadar sert ama önce çıktığında karşısına geçtim ve beklemeye başladım. Ne yapabilirdim ki başka? Ona bakmak ve etrafı merak etmek dışında... Bana tekrardan bakmaya devam etti. Ve bu kez o sert bakışlarını yüzünden geri çekti.

"Adın neydi senin?" diye sordu. Simsiyah, tüylerinden de koyu renkte gözleri olan kedisi uyanıp yanına geldiğinde başını okşamaya başladı. Kedi hırıltıyla ses çıkarıp kapkara gözlerini bana dikti. Bundan rahatsızlık duysam da gözlerimi hemen çekemedim.

Kediyle olan bakışmamız devam ederken yaşlı kadın araya girdi.

"Aynı soruyu sormaktan hoşlanmam. Şimdiden asabımı bozma."

Ah doğru, adımı söylemeliydim.

"Adım Luna," dedim. "Luna Aleda Sien."

"Bana gereksiz bilgi verme. Sadece adını sordum," diye tersledi.

Galiba öğreticim fazla huysuzdu.

"Huysuz filan değilim ben. Keri, çabuk bana asamı getir. Ah belim, Tanrım ben yaşlı bir kadınım. Bana verdikleri göreve bak."

Zihnimi okumuştu. Zihin okunmasından nefret ederdim.

"İstediğin kadar nefret et. Zihnini koruyamazsan böyle saf saf bakarsın. Nerede bu kedi? Hadi be!"

Bu kez içimden hiçbir şey geçirmedim. Onun yerine asayı getiren kediye baktım. Ağzından tuttuğu gibi kadının önüne uzattı, itekledi ve geri çekildi. Yaşlı kadın asayı eline aldı ve birkaç sözcük mırıldanmaya başladı. Asayı elinde tutmaya devam ederken diğer eliyle hâlâ belini tutuyordu. Fakat bu eğik, büzüşük hali son buldu. Ayağa kalktı ve esnemeye başladı.

"Yaşlıyım ama o kadar da eski değilim," dedi belini doğrulturken. Artık kambur durmuyordu. Artık belini tutmuyordu. Ayrıca yüzündeki kırışıklıklar da bir hayli azalmıştı. Belki on yıl gençleşmişti. Ama yine de yaşlıydı.

"Neden böyle bir şey yaptınız?" diye sordum merak edip.

"Sana ne," diye yine terslediği vakit sesi daha da huysuz çıktı. "İşime karışılmasını sevmem."

"Karışmadım ki. Sadece sordum."

"İkisi de aynı şey," dedi ve hızlı bir hareket ile yanıma gelip asanın ucunu alnıma tuttu, gözlerini kapadı ve hırıltı çıkardı. "Bakalım," dedi diğer elin parmağını şıklatıp. "Zihnin nasıl bir şeymiş."

Cümlesinden sonra içim ürperti ile doldu. Zihin okunmasını hiç kimse istemezdi.

"İçinden konuşup durma," diye azarladı. Sonra da asayı alnımdan çekti ve gözlerini de açtı.

"Kendini zorluyor muydun yoksa zihninin kapıları kalenin surlarından mı yapıldı?" Dediği şeyi tam anlamayarak baktım.

"Otur şuraya da kolunu aç."

Asayı sertçe masaya bıraktı ve oturdu. Karşısına geçtim, oturdum ve kolumu açtım. Bu, beni Usta'yla birlikte olan anıma götürmüştü. İçimin cız etmesine sebep oldu bu durum. Tekrardan Usta'yı hatırlamam bir şeylere odaklanmamı zorlaştırıyordu. Ama dikkatimi de dağıtmamam gerekiyordu.

Kadın asayı kolumda gezdirdi. Ardından da ucuyla bir kesik attı. Bileğim hızlıca kanamaya başlarken asanın ucunu bileğimin kesilen yerinde gezdirdi ve yaranın üzerine bastırdı. Bu canımı yakarken yaşlı kadın gözlerini bana odakladı. Yüzümü buruşturduğumda diğer eliyle kafama vurdu.

"Acıya dayanmazsan hayatta kalamazsın," dedi ve geri çekildi. Asasını sonunda kolumdan kurtarırken ayağa kalkıp kırık dökük merdivenlerden ağır ağır çıkmaya başladı. Geri, elinde küçük bir kazan ile geldi. Bir ateş yaktı ve kazanı da üzerine koydu. Sonra da asanın ucundan akan kanımın bir damlasını içine damlattı. Yanıma gelip saçımı çekerek bir saç aldı ve onun da kazanın içine süzülmesine izin verdi.

Ne dengesiz bir öğreticiydi. Tabii bu dediğimi çoktan işitmiş olabilirdi. Ama yine de bir şey demedi ve kazan başında beklemeye başladı. Çok geçmemişti ki içinden bir alev yükseldi, sonra da havada geri söndü. Kazanın yanından ayrılıp yanıma geldiğinde oturdu ve asayı önemsizce fırlatıp attı.

"Kızım senin kanın bozuk," dedi direkt. "Zihnin de bozuk."

"Nasıl yani?" diye sordum ona bakarak. Kolum hâlâ kanıyordu ve acıyordu. Asası yaramı derinleştirmişken bakışları kolumda gezindi.

"Zihnin ve kanın bulanık. Kanın da uyuşmazlık seziyorum. Bu yüzden de hangi ataya ait olduğun belli değil. Sorun kendiliğinden hallolur, merak etme."

Başka şeyler de demesini bekledim. Fakat demedi. Sadece bu kadar mıydı? Uyuşmazlık derken ne demek istemişti? Dayanamayıp sordum.

"Uyuşmazlık derken?" dedim. "Ne anlama geliyor bu?"

"Çocukken ağır bir hastalık geçirdin mi?" Sorusundan emindi. Ama yine de cevap vermemi istedi. Başımı evet anlamında salladım.

"Büyü bünyene ağır gelmiş. Kanın bu yüzden de hâlâ hastalık taşıyor. Bulanıklık var. Ayrıca yıllarca açığa da çıkmamış. Normal yani. Selent üyeleri gibi dram yapma bana." Kadın ayağa kalkıp tekrardan asayı aramaya başladı. Bulamayınca da asabileşip kedide suç aradı.

"Hey Tanrı cezası kedi, neredesin? Nerede bu asa? Sen mi aldın ha? Getir onu çabuk buraya. Pis kedi! Hadi!"

Kedi ortalığa çıkmadı. Kadın başını sağa sola sallayarak tekrardan yanıma geldi. Azarlayıp şikayetlenmeye başlayınca kaşlarımı çatarak ona şaşkınca ve hafif bir sinirle baktım. Bu kadının neyi vardı hiç anlayamamıştım.

"Ah be kızım. Kıçını sandalyeye mi bağladın? Az kalk ve gücünü göster bana."

İtiraz etmeyip ayağa kalktım. Yatağına tekrardan oturdu ve karşısına geçmemi istedi. Sonra da bana birkaç şey yapmamı istedi. Ona en fazla yapabildiklerimi gösterdim. Düzensiz yapıyordum zaten. Daha tam nasıl kontrol edebileceğimi öğrenememiştim. Ateş büyüsü ya da hareket büyüsü yaptıktan sonra kadın kahkaha atmaya başladı.

"Bunları şu ahmak kedi de yapar," dedi. "Yapabildiklerin sadece bu mu?"

"Daha yeni öğrendim. Sadece bunları yapabiliyorum," diye cevap verdim.

"Yapamıyorsun," dedi alayla. "Bu ne böyle. Böyle ateş büyüsü daha önce hiç görmedim. Ah be kızım, seni nasıl aldılar buraya?"

Moralimi o kadar çok bozmuştu ki... Ona bütün yıl nasıl katlanacaktım? Kavga etmeden dayanabilecek miydim? Ayrıca başımda birisi yokken nasıl düzen sağlayıp yapacaktım ki? Ters bir şekilde baktım ve ceketimin kolunu indirdim. Bileğim hâlâ kanamaya devam ediyordu ve mecbur bastırmak zorunda kalıyordum.

"Sinirlenme hemen," dedi sakince. "Durumunu biliyorum ve ne kadar da beter olduğunu gördüm."

"Öyleyse azarlamak yerine öğretseniz daha iyi olur," dedim kendimi tutmayıp. Kadın kahkaha attı tekrardan.

"Sabırlı olursan öğreteceğim. Hatta ilk sabırlı ve saygılı olmayı öğreteceğim. Ama söyle bana. Kimin ölümü bu kadar üzüyor seni? Zihnin Virda'nın etinden yaptığım çorba gibi aynı. Ayrıca ne kadar karışık bir zihnin var. İlk defa karşılaşıyorum böyle zihinle."

Yüzümün ifadesi silindi. Yerine asık suratlı bir ifade yerleşti. Dik omuzlarım düştü. Kalbimin çatlak duvarından bir sızı daha aktı. Zihnim bir kez daha bulanıklaştı. Kadın bu kez geç cevap verdiğim için sinirlenmedi. Usulca konuştu.

"Bu kadar üzülme," dedi. "Fazla hüzün iyi değildir."

"Elimde değil." Değildi. "Daha yeni ölüm haberini aldım."

"Pek çok kişinin ölümünü göreceksin. Ta ki kendi ölümünü görene dek. Ama bu kadar hüzünlenirsen erkenden ölürsün."

"Bana büyü öğretecek misiniz?"

Konuyu değiştirmek istiyordum. Kadın da bunu anlamıştı ki başını salladı. "Bunun için yanıma gönderildin zaten. Sarayın en iyi büyücüsü benim. Kıymetini bil."

"Peki ya ne öğreteceksiniz? Ne zaman geleceğim?"

"Ben ne istersem onu öğreneceksin. Ben ne zaman istersem o zaman geleceksin."

Belli ki bir düzeni de yoktu öğreticimin... Mecbur kabul ettim.

Birkaç saat benden genel bilgiler aldı, kediye bağırıp çağırdı, saçımı yoldu, büyülerim ile dalga geçti. Sonra da öğle yemeği vakti geldiğinde asker geldi. Kapı ağzında beklemeye başlarken bana bir daha ne zaman geleceğimi söyledi.

"Sabahları geleceksin çoğunlukla. Üç gün sonra yanıma gel. Ama tek başına. Yolu karıştırırsan da umurumda değil. Horozlar ötmeden yanımda ol. Hele bir geç kal, bak sana ne cezalar veriyorum."

Bu resmen Usta'nın aynısının tıpkısıydı. Ayrıca cezasız bir hayatım da olamayacaktı galiba.
~

Şafak sökmeden beni yanına çağırmıştı. Erkenden kalkmaya alışıktım. Bu yüzden de sorgusuz, sualsiz kabul ettim. Kabul etmezsem sıkıntı çıkaracaktı. Zaten laf yarışına da girmek istemiyordum. Bu yüzden de kulübesinden beni kovarcasına çıkardıktan sonra askerle birlikte tekrardan yürümeye başladık. Doğrusunu söylemek gerekirse öğreticinin kaldığı yer gayet güzeldi. Etrafıma bakmaktan düzgünce yoluma bakamamıştım.

"Öğle yemeğinden sonra bir öğretici daha var. Bu kez saraydan. Onun yanına gideceğiz. Sonra da sana bir program verecek ve ona göre hareket edeceksin." Askerin verdiği bilgiden sonra nihayetinde saraya gelebilmiştik. Öğle yemeği için yemekhaneye inmem gerektiğini söylerken canımın istemediğini söyledim. Ayrıldıktan sonra direkt odama gitmek yerine şifacının yanına gitmeye karar verdim. Hem Hermes'e bakıp hem de koluma baktırabilirdim.

Odaya girdiğimde iki kişinin daha olduğunu gördüm. Birisi benden küçük, diğeri ise belki de benimle yaşıttı. Şifacı ilkin ikisiyle ilgilendi. Büyük olanın bacağı kanıyordu ve muhtemelen yaratıktan yara almıştı. İşleri biraz uzun sürse de bitmişti. Kadına Hermes'in nerede olduğunu sordum. Gittiğini, daha fazla kalmak istemediğini söyledi. Her ne kadar ısrar etse de Hermes onu dinlememişti. Ben de kolumu gösterdim ve iyileştirmesini istedim. Yaram şifacıyı birkaç dakika oyalarken içeriye bir başka kişiler daha girdi. Şifacı bileğimdeki kesiği iyileştirdikten sonra oradan ayrıldım ve odama doğru yol aldım.

Sonra beklemeye başladım. Bir sonraki öğreticim ile tanıştım. Bu kez erkekti ve orta yaşlıydı. Bana neler yapıp yapamadığımı sordu. Teker teker hepsini de rapor etti. Sonra da düzenden bahsetti. Kurallardan bahsetti. Hakimiyetin kurallarından bahsetti. Birkaç alıştırma yaptık. Sonra bana bir program verdi. Neredeyse her gün birlikte çalışacaktık ve bu durum iki ay sürecekti. İki ay sonra Selent üyeleri durumumu kontrol edecekti. Eğer hâlâ soy gücüm belli olmazsa da başka alternatifler düşünüp çözüm arayacaklardı.

Sonunda akşam olmuştu. Yorucu bir gündü açıkçası. Yine de kendime birkaç şey katabildiğim için de içim rahattı.

Roan gelmeden kendime yeni bir defter çıkardım ve ilk sayfasından başlayarak bugünü yazmaya başladım. Yeni bir başlangıcın vaktiydi. Bu yüzden de işe temiz bir sayfaya eskiden de olduğu gibi yazmaya koyuldum. Bu kez kendim için umut doluydum. Cümlelerim kırık hayaller ile dolu değildi. Daha candandı. Yeniydi, tazeydi. Özellikle de geçmiş ile ilgili değil de gelecekle ilgiliydi.

Bir gün daha böyle bitmişti. Umarım durumum iyi olurdu. Umarım yaşlı büyücü saçımı sürekli çekip durmazdı. Umarım başarılı bir dönem geçirirdim.

Bir zamanlar Usta'nın da burada eğitim aldığını biliyordum. Çok bahsetmezdi. Ama laf arasında birkaç kez söyler, geçiştirirdi. Burada onu tanıyan insanların olup olmadığını merak ettim. Acaba nasıl bir öğrenciydi? Eğer erkenden çağrıldıysa mutlaka iyi bir öğrenci olduğu kesindi.

Dilerim ben de iyi bir öğrenci olabilirdim. Dilerim hayatım artık yolan girer ve ben de mutlu olabilirdim. Geçmişi geçmişte bırakabilirdim.

Umarım.
~

*Herkese merhabalar! Öncelikle ufak bir detay paylaşmak istiyorum. Öncelikle kitabı tamamen düzenlemek için yayından kaldırmıştım. Önceki bölümlerde bazı, ufak tefek düzenlemeler yaptım. Fakat bunlar kitabın gidişatını değiştiren şeyler değil. Lakin kitabı önceden okumaya başlamış olanlar için ufak bir detay vermem gerekiyor. Çünkü düzenlerken bu detayı ilk bölümlere ekledim.

Luna'nın soyadı Sien. Yani Aleda onun ikinci ismi ve Sien soy ismi ise Fiona'ya ait. Küçükken okula yazdırabilmek ve devlete kayıt ettirebilmek için birisinin himayesine girmesi gerekiyordu. Usta da Fiona ile anlaşıp Fiona'nın evlatlık edinmesini sağladı. Aslından bu durum nadir olurdu. Fakat bazı gelişen sebepler yüzünden Usta buna mecbur kaldı ve öğretmen Fiona da kabul etti. Yani Luna, Fiona'nın evlatlık çocuğu.

Bu detayı da verdikten sonra sizi diğer bir bölüme davet ediyorum. Umarım kitabım anlaşılır bir haldedir. Umarım sıkıcı ilerlemiyordur. Her neyse bunları, yani düşüncelerimi finalde sonra uzun uzadıya yazacağım. Şimdiden kendinize iyi bakın 💜*

Continue Reading

You'll Also Like

3.7K 170 5
Romantizm profili hakkında yön verecek bir rehber.
1.2K 78 4
Selamlar! Yararlı olduğunu düşündüğüm Kitap Tasarım İpuçları kitabımı seri hale getirmeyi planlıyordum ve sonunda ikinci kitabım! Hoşgeldiniz efendim...
29.4K 2.4K 22
2048, Haziran'ında Dünya'nın daha iyi bir yer olacağını söyleyen tüm bilim adamları sözleri altında ezilip ölmüşlerdi. Başta Türkiye olamak üzere büt...
530K 55K 54
"Bitiş noktasındayız belki lakin bu nokta bizim başka yoldaki başlangıcımız." | Seri 3 kitaptan oluşmaktadır. Serinin son kitabıdır. |