GAZAP DANSI (TAMAMLANDI)

By YorgunHayalci

156K 9.9K 4.2K

~Fantastik~ "Öfkenin ve dansın zarafeti, olacak her şeyin sebebi... ~ Yaratıkların kol gezdiği, tehlikenin hü... More

TANITIM
GİRİŞ
1. KISIM - 1. BÖLÜM
1. KISIM - 2. BÖLÜM
1. KISIM - 3. BÖLÜM
1. KISIM - 4. BÖLÜM
1. KISIM - 5. BÖLÜM
1. KISIM - 6. BÖLÜM
1. KISIM - 7. BÖLÜM
1. KISIM - 8. BÖLÜM
1. KISIM - 9. BÖLÜM
1. KISIM - 10. BÖLÜM
1. KISIM - 11. BÖLÜM
1. KISIM - 12. BÖLÜM
1. KISIM - 13. BÖLÜM
1. KISIM - 14. BÖLÜM
2. KISIM - 15. BÖLÜM
2. KISIM - 16. BÖLÜM
2. KISIM - 17. BÖLÜM
2. KISIM - 18. BÖLÜM
2. KISIM - 19. BÖLÜM
2. KISIM - 21. BÖLÜM
2. KISIM - 22. BÖLÜM
2. KISIM - 23. BÖLÜM
2. KISIM - 24. BÖLÜM
2. KISIM - 25. BÖLÜM
2. KISIM - 26. BÖLÜM
2. KISIM - 27. BÖLÜM
2. KISIM - 28. BÖLÜM
3. KISIM - 29. BÖLÜM
3. KISIM - 30. BÖLÜM
3. KISIM - 31. BÖLÜM
3. KISIM - 32. BÖLÜM
3. KISIM - 33. BÖLÜM
3. KISIM - 34. BÖLÜM
3. KISIM - 35. BÖLÜM
3. KISIM - 36. BÖLÜM
3. KISIM - 37. BÖLÜM
3. KISIM - 38. BÖLÜM
3. KISIM - 39. BÖLÜM
3. KISIM - 40. BÖLÜM
3. KISIM - 41. BÖLÜM
3. KISIM - 42. BÖLÜM
3. KISIM - 43. BÖLÜM
3. KISIM - 44. BÖLÜM
3. KISIM - 45. BÖLÜM
KRALLIKLARIN VE KÜÇÜK KITANIN GENEL DURUMU
FİNAL - PART 1
FİNAL - PART 2
"BİR GÜN BİR PRENS VARMIŞ..."
İLK KİTABA DAİR SON SÖZLERİM
Biraz Da Ben...

2. KISIM - 20. BÖLÜM

1.8K 167 43
By YorgunHayalci

Davet

Rüyamda Tangaç'taydım. (Tanrı'ya ibadet edilen yer)

Ellerim, avuç içlerimden bileklerine kadar koyu kırmızı kandı. Gözyaşlarım cildimi yakıyordu ve içimde büyük bir acının varlığı sirayet ediyordu. Ağlayarak ellerimi beyaz mermere koydum, başımı eğerek ağlamaya devam ettim ve ne yaptığımı bilemez bir hâlde kalakaldım.

Ağzımdan her defasında aynı sözcükler dilime bıçak değmişçesine çıkıyordu:

"Tanrım, lütfen beni bağışla. Lütfen beni bağışla. Lütfen beni bağışla. Lütfen beni bağışla..."

Ellerimi artık kan lekesi olmuş mermerden çektim ve omuzlarıma çapraz bir şekilde koydum. Gözlerimi kapadım. Şiddetli bir rüzgar esiyor, tokat gibi çarpıyor, tenimi ezip saçlarımı geriye savuruyordu. Öfkeli yel esmeye devam ettikçe ağzım yine aynı kelimeleri telaffuz ediyordu:

"Tanrım, lütfen beni bağışla."

O esnada arkamdan çan sesi geldi. Rüzgarın uğultusundan da güçlüydü bu. Ardından da birisinin ayak seslerini işittiğimde üşüdüğümü hissettim. Ses gittikçe daha da netleşiyor ve yakınlaşıyor, çanın varlığı ensemde bitiyordu. En sonunda bütün sesler kesildi. Rüzgar aniden kayboldu. Çan sustu ve gelen kişinin adımları durdu. Gözlerimi açtım ve ellerimi serbest bıraktım. Arkamda birisi vardı.

Ayağa kalkıp arkamı döndüğümde bir Uhara'nın (din adamı) bana baktığını gördüm. Uhara'nın elinde bir çan, diğer elinde ise kırmızı bir boya varken gözlerini benden ayırmadan iki adım yaklaşıp boyayı tutan olan elini alnıma koydu. Sonra da bilmediğim kelimelerden birkaç cümle okudu. Bunları yaparken gözlerini de kapattı ve duasını okumaya devam etti.

Açtığında ise elini geriye çekti ve okumasını bitirdi. Kırmızı boyayı yanaklarıma sürmek için kolunu kaldırdığı vakit çan bir kez daha çaldı. Yanaklarıma boyayı sürmeyi bitirdi ve geriye çekildi.

Etrafıma bakındığımda Tangaç'ın sütunlarında da aynı boyadan olduğunu gördüm.

Kurumuş boğazımla "Bu nedir?" diye sordum. Yutkunmak için fazla zorlansam da en sonunda başardım.

"Bir işaret," dedi Uhara. İşaret.

Saklanan rüzgar tekrardan meydana çıktığında Uhara çanı çalmaya devam etti. Her çalışında rüzgar daha da şiddetlendi ve beni de geriye savurup itmeye yetiverdi.

Ona ne işaretinden bahsettiğini sormam gerekiyordu lakin ağzım kenetlenmiş gibi bir türlü açıp da sormaya güç bulamıyordum. Uhara çanı çalmayı bıraktığında rüzgarın uğultusu da, gücü de azaldı. Sesini duyurdu ve;

"Kaderin artık kabul gördü," deyip bu cümleyi üç kez daha söyledi.

Daha sonra da arkasını dönüp yürümeye başladı. Onun peşinden gidip soru sormak istedim. Kimsin, nesin, necisin diye. Arkasından seslendim. Fakat yapamadım. Bir güç bana engel oldu sanki ve yerimden kıpırdamama izin vermedi.

Uhara giderken bile hâlâ aynı cümleyi söylüyordu.

"Kaderin artık kabul gördü."
"Kaderin artık kabul gördü."
"Kaderin artık kabul gördü."
~

Hayatımda ilk defa böyle garip ve bir o kadar da gerçekçi rüya görmüştüm.

Uyandığımda aniden doğruldum ve etrafıma bakındım. Tangaç'ta olduğumu zannetsem de öyle değildi. Odamdaydım.

Yataktan hemen kalkıp aynanın karşısına geçtim. Şaşkın ifadem haricinde yüzümden herhangi bir şey, yani boya yoktu. Veya ağlamıyordum da. Rüyama neden Uhara'nın girdiğine anlam veremedim. Neyi kastediyordu cümlesinde? Kaderimin kabul görmesi de neydi? Rüyaya Uhara'nın girmesi hayatımızdaki gerçekleşecek değişikliklere işaretti genelde.

Yüzümü yıkamak için banyoya doğru ilerledim. Ayrıca bugün akşam o meşhur davet vardı. Bu yüzden de bugün bütün eğitim sadece öğlene kadardı. Benim eğitimim ise yarından sonra başlayacaktı.

Roan benden önce uyanmış olmalıydı ki onu göremedim. Büyük ihtimalle terziye, kıyafetini kontrol etmek için erkenden gitmişti. Benim kıyafetimi de aynı terzi dikmişti ve kahvaltıdan sonra gidecektim.

Aslında hayatımda ilk defa düzgün bir şekilde elbise giyecektim. Küçük yaştaki o utanç verici olayı saymazsak öyleydi ve o gün en rezil günlerimden birisiydi...

Mavi bir elbisenin dikimine karar vermiştik. O yüzden de dün ölçümleri alınmış ve bana bugün, öğleden sonra hazır olacağı söylenmişti.

Sabahtan duşumu alıp dolaptan gömlek ve pantolon aldım. Saçlarımı at kuyruğu yapıp yemekhaneye indim. Neyse ki artık o kadar da karıştırmıyordum. Buraya geleli üç gün olmuştu ve neyin ne olduğunu da yavaştan öğrenmeye başlamıştım.

Örneğin; mavi cüppeli insanlar dediğim gibi öğrenciydi. Mor cüppeli olanlar öğretici, beyaz cüppeli olanlar ise yazışma, haberleşme, kayıt, gezi işleri ile ilgilenen kimselerdi. Kırmızı cüppeliler ise askeriyenin her tür sınıfından olan kimselerdi. Yeşil cüppeliler Yerel Konsey'den olan kimseler iken siyah cüppeliler Selent üyeleriydi. Geri kalan tüm gruplar ise gri cüppeliydi.

Kulelerde asker eğitimi, denizcilik eğitimi verildiğini, küçük evlerdeki kimselerin ise dinle ve ticaretle uğraştığını öğrenmiştim. Onlar da gri cüppeli oluyorlardı.

Yemekhanede yemeğimi tek başıma yedim. Zaten pek kimseler de yoktu, az kişi vardı. Davetin esas sarayın olduğu yerde olduğunu öğrendim. Oraya gidebilmek için izin almamız gerekiyordu ve gerekli olan belgeyi almak için ise ilk gün bize kayıt eden adamın yanına gitmem gerekliydi.

Ayrıca üç gün boyunca Hermes'i hiç görmemiştim. O da benim gibi büyük ihtimalle gelecek hafta eğitime başlayacaktı. Onu görememem de normaldi. Zira burası gerçekten de büyüktü.

Roan ile birlikte ismimi davetlilerin olduğu kısma yazdırmayı başardık. Sonra da bir giriş kağıdını, öğleden sonra da mavi elbisemi aldık ve akşama kadar hazırlanmaya başladık.
~

Roan'ın hazırlanması neredeyse iki saati bulmuştu. Ancak bana ondan sonra sıra gelebilmişti. Roan koyu kahve saçlarını sıkı topuz yapıp biraz sim döktü. Kelebekli tokasını da topuzuna iyice yerleştirdi. Üzerine pembe - beyaz bir elbise giyindi. Elbisenin omuz kenarları zümrüt taşlıydı ve bu taşlar uçlarında da vardı. Bel kısmında yine elbise ile aynı renk olan bir kemer vardı. Etek uçlarına doğru açılıyor ve belli belirsiz beyaz bir tül barındırıyordu. Ayağına beyaz, yüksek topuklu bir ayakkabı giyindi ve boynuna yine tokası gibi kelebekli bir kolye taktı.

Benim kıyafetim ise açık mavi renkteydi ve tıpkı Roan'ınki gibi üzerinde inci işlemeli taşlardan vardı. Eteğimin uçları fırfırlıydı ve beyaz renkteydi. Yine aynı şekilde eteğimin uçları hafifçe açılıyordu. Ellerimde beyaz, tül eldivenler vardı. Bel kısmımda beyaz bir kurdele vardı. Benimkinin kol kısmı Roan'ınkine göre daha kısaydı.

Siyah bir ayakkabı giymeyi tercih ettim. Saçlarımı dalgalı yaptık ve önden bir tutamını arkaya doğru mavi bir fularla bağladık.

Boynuma kolye takmayı teklif etse de reddettim. Bence fazla süslenmiştik. Zaten sıkıcı geçecekti. Her ne kadar heyecan duysam da...
~

Elimizdeki izinlerle birlikte artık odamızdan ayrıldık. Roan yürüyüşümüz boyunca Astor'un kendisini beğenip beğenmeyeceğine dair fikirler üretti. Ona her erkeğin seni bu şekilde beğeneceğini ve dert etmemesi gerektiğini söyledim. Roan teşekkür edip beni kolumdan tuttu ve o şekilde saraya giriş yaptık.

Eğer olur da tekrardan odama dönmek istersem diye döndüğümüz koridorları ezberlemeye çalıştım. Hiç olmadı dışarıya çıkar temiz bir hava alırdım. Büyük kapı ardına kadar açıktı. Askerler ilkin üzerimizi kontrol ettikten sonra saraya girdik. Gözüme ilk çarpan şey yerde beyaz bir halı serili olması ve oradan yürümemiz için rica edilmesiydi. Dedikleri gibi beyaz halıda yürüdük ve sola döndük. İçeriye girmek için ismimizi söyleyip izin belgemizi gösterdik ve nihayetinde davetlilerin olduğu bölüme girebildik.

Burası büyüktü. Gerçekten de büyüktü ve davet alanı gibi özel bir alanın olduğunu da daha yeni öğreniyordum. Kürsü, hanedan içindi ve o da yüksek basamaklıca karşımızdaydı.

Roan beni çekiştirmeye başladığında bizi genç bir oğlanın yanına götürdü. Bu büyük ihtimalle Astor'du, sevgilisiydi. Roan hafifçe ciyaklayıp ona sarılırken bir adım geri attı ve beni de onunla tanıştırmaya çalıştı.

Astor kumral birisiydi. Üzerinde beyaz bir gömlek ve siyahtan bir ceket vardı. Roan'ı biraz geçkin boyu vardı ki zaten Roan'ın boyu da uzundu. Nezaket gereği elimi öpüp tanıştığına memnun olduğunu söylediğinde teşekkür ettim ve Roan'a kulak kesildim.

Roan birazdan geleceğini söyleyerek ikisi birlikte yanımdan ayrıldığında etrafıma bakınmaya devam ettim. Benden yaşça küçük olanlar da, hatta çocuklar bile buradaydı. Çalgıcılar yerlerine geçip de şarkı söylemeye başladığında salondaki büyük uğultu bir nebze olsun azaldı. Sahneye ince ve uzun şapkalı bir adam çıkageldiğinde bir grup alkışlarla ona eşlik etti. Şarkı bittikten sonra da bir alkış sesi yükseldi ve insanlar sohbetlerine geri döndü.

Ben hâlâ etrafıma bakınmaya devam ederken yanıma birisi geldi.

"Vay, vay, vay," dedi bir ses arkamdan. Bu sesin sahibi biliyordum ve neredeyse üç gündür duymuyordum. Arkamı döndüğümde onu gördüm.

Üzerinde Astor'dan farklı olarak siyah bir takım elbise vardı. Sırıtarak bana baktığında beni baştan aşağı süzdü. Sonra da ellerini beline koyup yine boş boş konuşmaya başladı.

"Vay be!" dedi oldukça şaşkın bir ifadeyle. "Seni bu şekilde gördüm ya kesin başımıza bir işler gelecek."

"Ne alakası var..." diye sordum. Artık bunun hakkında sıkılıp usanıncaya dek konuşurdu.

Lunacık elbise giyindi. Lunacık elbise giyindi.

"Sen ve davet? Sen ve elbise? Öyle mi? Yoksa sen benim tanıdığım Luna'ya mı benziyorsun sadece?"

"Saçmalama Hermes," dediğimde biraz daha yakınıma geldi. "Ha sen misin? Pardon tanıyamadım," dedi neşeyle. "Biraz kendi ilkelerinin dışına çıkmışsın. Hadi söyle, nasıl ikna ettiler seni? Yemin filan mı ettirdiler? Canına karşılık."

"Ben kendim hür irademle geldim. Kimse beni ikna filan etmedi." Buna daha da keyiflenerek yanıma iyice yaklaştı.

Ardından da koluma girip kendini biraz eğdi ve "Dans edecek misin?" diye sordu.

"Hayır," diye cevap verdim.

"Pardon. Kesin sen kendine uygun bir eş bulamadın. Biliyor musun? Ben de bulamadım. İstersen-"

"Hayır, teşekkür ederim," dedim kibarca.

"Dans etmeyi de bilmiyorsundur zaten," dedi. "Teklif etmeden önce düşünmeliydim."

Sanki kendisi çok iyi dans ediyordu.

Sanki kabul etsem dans edecekti benimle...

"Söylesene," dedim yüzümü ona çevirip. "Beni onca insan arasından nasıl buldun?"

"Pek de zor olmadı," diye cevap verdi koyu yeşil gözlerini bana çevirerek. "Direkt gördüm seni."

Kolumu kendisinden çektim. Başımı sağa sola salladım. O an yanımıza Roan geldiğinde, yanında Astor yoktu, ilkin Hermes'e sonra da bana gülümseyerek baktı. Gözleriyle kim olduğunu sordu.

"Tanıştırayım," dedim gülümsemesine karşılık vererek. "Hermes, o da benim gibi saraya kabul görerek geldi."

"Ne güzel," dedi Roan. "Tanıştığıma memnun oldum. Ben de Roan. Luna'nın yeni oda arkadaşıyım."

Hermes tanıştığına memnun olduğunu söylediğinde sesindeki o fazla neşenin sebebi merak ettim. Yerinde duramıyor gibiydi... Sebebi balo muydu yoksa başka bir şey miydi pek anlam veremedim.

Artık gitmesi gerektiğini söyledi. Bana bakıp "İyi eğlenceler," dedi ve dansçıların yanına döndü, daha sonra iyice bizden uzaklaşarak kalabalığın içine karıştı. Roan'a döndüğümde güldüğünü gördüm.

"Gerçekten de sadece arkadaş mısınız?" diye sordu. Neden yanlış anlamıştı ki?

"Tabii. Hep arkadaştık. Hatta dostuz biz."

Belki de sondaki yalana hiç gerek yoktu.

"Ah anladım, kusura bakma. Ama seni hiç dışarıya çıkarken görmedim pek. Hiç buluşmadınız mı buraya geldikten sonra?"

"Fırsat olmadı," dedim itiyatla. "Onun işleri benimkinden yoğun. Ama zaten daha yeni oldu geleli."

"Anladım," dedi tekrardan ve konuyu kapattı. O esnada salona Kral ve Kraliçe'nin teşrif edileceği duyurulduğunda beklemeye başladık. Kraliyet ailesi geldiğinde herkes sıraya geçti, sustu ve saygıyla eğildi. Geç de olsa aynısı yaptım ve herkes başını kaldırana kadar bekledim.

Kafamı kaldırdığımda uzak da olsa onları gördüm. Kral, saçları dökülmüş, solgun yüzlü, hafif yapılı birisiydi. Üzerine giydiği jilet gibi simsiyah takım ile, aslında aile hep böyle giyinmişti, belki bu duruşunu baskılıyordu. Kraliçe ise ondan biraz daha genç duruyordu. Siyah, uzun, dalgalı saçlarını her iki yana bırakmışken mavi gözleri bizlere dönmüş, bakıyordu. Kraliçe'nin yanında Prenses Alya Hera oturuyordu. Prenses annesi gibi beyaz tenli, babası gibi koyu renk gözlere sahipti. Yaşı gereği de küçük duruyordu. Yine de üzerindeki elbise ve yüzündeki makyaj sanki onu yirmilerde gibi göstermeye yetmişti. Kral'ın bir diğer tarafında ise Veliaht Prens Saras dedikleri kişi vardı ki bu Prens tıpkı babası gibiydi. Prenses sima olarak ne annesine ne de babasına benziyordu. Fakat Prens tıpkı babasıydı.

Yavaştan müzik çalmaya başladı. Kraliçe, adının Eleni olduğunu öğrenmiştim, Kral'ın kulağına bir şeyler fısıldadı. Kral buna gülerek karşılık verdi.

Diğer yandan Prens davetlilere bakarken prensesin yüzü ondan daha asıktı. Kraliçe bu durumu fark edip onu uyardığında prenses kafasını kaldırıp yüzüne sahte bir gülümseme yerleştirdi.

Müzik tekrardan çalmaya başladığında herkes kendi odağına döndü ve bazıları da hafif ritmik hareketlerle dans etmeye başladılar. Bazıları da ikramlıklardan yerken, bazıları da sohbet konuşmaya, pek azı da benim gibi etrafına bakınmaya devam etti.

Galiba gece hep böyle geçecekti. Yani sıkıcı. Onun yerine yaratık avlamak daha eğlenceli olabilirdi. Ayrıca Roan da yanımdan yine ayrılmıştı ve diğer arkadaş grubuna gidip sohbet etmeye başlamıştı. Kollarımı kavuşturup ayakta beklemeye başladım. Hermes bile gelip benimle uğraşabilirdi. O derece sıkıcıydı.

Yanında kimse olmazsa tabii sıkılırsın, dedi iç sesim.
~

(Bu kısım hâkim bakış açısı ile yazılmıştır.)

Kral Baldair Aedon Bianos gelen misafirlerine seslenmek için ayağa kalktı. Herkes yönünü kendisine çevirdi ve Baldair konuşmaya başladı.

"Değerli Anderia halkı ve davetime gelmekle akşamı özel kılan değerli misafirlerim. Hepiniz hoş geldiniz! Bu özel baloya gelerek taçlandırıp beni de ve sevgili ailemi de mutlu ettiniz! Lütfen keyfinize bakın, danslar edin; şarkılar söyleyin. Beyaz halımıza zevkle basın!"

Baldair kadehini kaldırınca müzik grubu artık yavaştan hareketli şarkılar söylemeye başladı. İlkin halk danslarından başladılar. Kral, Kraliçe Eleni'ye döndü. Eleni kendisinin üçüncü ve en özel eşiydi. Maalesef ki ikinci karısı Veliaht Prens Saras'ın doğumundan sonra yatağa düşmüş ve hastalığına yenik düşmüştü. Kral üçüncü evliliğini yaptıktan sonra evliliklerini taçlandıran Prenses Hera doğmuştu.

"Baksana," dedi Kraliçe. "Yu-Han elçisi bile gelmiş."

"Ancak elçilerini göndermeye götleri yetsin," dedi Kral kabaca. "Her neyse en azından ihtişamımızın bir Yu-Hanlı'nın görmüş olmasına sevindim."

Kral oğlu Saras'a döndü. Dansa kaldıracağı kişi umarım kendilerine yakışan birisi olurdu.

"Onun kimi dansa kaldıracağını biliyor musun?" diye sordu Kral, Eleni'ye.

"Kuzey'in ihtişamlı Prensesi'ni," dedi Eleni. "Bu davet her ne kadar Alya için olsa da Prens de bir şeyler yapmalı. Ayrıca bu gece oğlunun kimi kaldıracağı değil, kızını kimin kaldıracağı önemli," dedi Eleni.

Kral hunharca güldü. "Artık söz hakkı sahibi olduğuna göre evlenme hakkı da doğdu. Onu en asilzade birisi ile evlendirmemiz lazım. Belki de batıdan birisiyle ha? Var mı aklına gelenler?"

"Elbette," dedi Kraliçe. Prenses'in kulağına bunlar gayet net bir şekilde gidiyordu ve evlenmektense canına kıymaya tercih eder gibi de bir hali vardı.

"Lord Nelson, o gayet yakışır. Hem bölgesinde söz sahibi olduğunu da duydum."

Lord Nelson dedikleri kişi otuz yaşındaydı. Prenses kendi hayatına yön veren katı anne ve babasına pardon, katı Kral ve Kraliçe'ye fikirlerini söylemek gibi bir hakka sahip değildi. O sadece bir piyondu ve oynaması gereken zamanı bekleyecekti.

"Eh, biraz büyük ama o da onunla büyür herhalde," dedi Kral Baldair. Kraliçe buna güldü.

"Aman," dedi Eleni. Oldukça anlayışsızdı. "Ben seninle evlendiğimde on dokuz yaşındaydım ve sen de otuz. Yaş önemli değil, önemli olan anlaşabilmek."

Kral cevap vereceği sırada yanına aniden General Yang geldi. General elindeki mektubu Kral'a iletti. Normalde önemli bir mevzu olmadığı takdirde bu şekilde izinsiz gelmesi yasaktı. Fakat Kral şu an bu izin meselesini es geçti ve gelen mektubu açtı. İçinde Anderia'nın güney sınırından gelen bir mektup vardı.

"Ne zaman geldi bu mektup?" diye sordu Kral. Baldair başka bir zamanda başka bir durumda olsa sinirden deliye dönerdi. Fakat bu sorusunu gayet sakince sordu.

"Bu akşam efendim," dedi General. "Hemen size ilettim ben de. Eğlencenizi böldüğüm için kusura bakmayın."

"Bırak eğlenceyi filan şimdi," dedi Kral mektubu geri vererek. "En azından başarısız olmuşlar. Surlardaki asker sayısını çoğaltın ve şehrin güvenliği için asker gönderin. Şimdilik hiçbir yer yapmayacağız."

"Peki Kral'ım," dedi General ve saygıyla yanından ayrıldı. General gittikten sonra Kraliçe neler olduğunu, mektubun içinde neler yazdığını sordu.

"Yu-Han," dedi Kral. Gözü davetliler arasındaki elçiyi aradı. "Kentra sınırına saldırmış. Neyse ki bozguna uğramışlar."

"Bu ne yüzsüzlük!" dedi Kraliçe sinirle. "Bir de elçilerini gönderiyorlar!"

"Belki de boşa göndermediler. Buna nasıl cesaret ettiklerine şaşırdım sadece. O gücü nerelerinden buldular, hiç aklım almıyor. Fazla yüz verdik galiba."

"Gizli bir güçlerinin olduğunu söyleyenler var."

"Hah!" dedi Kral dalga geçerek. "İsterse Kurnaz Prens gibi güçlü olsunlar. Benden asla güçlü olamazlar."

"Bu kadar," dedi Eleni şaşırıp hayran duyarak. "Kendinden emin olman beni hayran bırakıyor hayatım."

Kral bunun üzerine bir şey demedi ve dans eden davetlilere baktı. Kafasında dönen tilkileri kendisinden başka kimse bilemezdi ve bilmeyecekti de. Her şey kendi kontrolündeydi. Yu-Han topraklarına saldırarak büyük bir hata etmişti. Şimdi savaş açması için fırsat eline geçmişti ve Yu-Han bu yaptığına da pişman olacaktı.
~

Continue Reading

You'll Also Like

4.5M 382K 94
1 KIZ, 6 ERKEK, ÖLÜMCÜL BİR EV. Afra'nın diğer tutsaklardan dört farkı vardı: Birincisi, bir kız olmasıydı. İkincisi, tutsak alınan son kişi olmasıyd...
2.1K 326 7
Wattys Büyük Ödül Kazananı "Bir Zamanların Krallığı" serisinin ikinci kitabıdır. Aris, Gharzul'u yenmesinin ardından lanetli olarak görülen çocuktan...
95.5K 3.9K 31
Bir berdel hikayesidir.. Havin sevdiğinden ayrılırken nerden bile bilirdi evleneceği adamın kuzeni olduğunu herşeyden habersiz berdeli kabul etmişti...