GAZAP DANSI (TAMAMLANDI)

By YorgunHayalci

161K 10.2K 4.2K

~Fantastik~ "Öfkenin ve dansın zarafeti, olacak her şeyin sebebi... ~ Yaratıkların kol gezdiği, tehlikenin hü... More

TANITIM
GİRİŞ
1. KISIM - 1. BÖLÜM
1. KISIM - 2. BÖLÜM
1. KISIM - 3. BÖLÜM
1. KISIM - 4. BÖLÜM
1. KISIM - 5. BÖLÜM
1. KISIM - 6. BÖLÜM
1. KISIM - 7. BÖLÜM
1. KISIM - 8. BÖLÜM
1. KISIM - 9. BÖLÜM
1. KISIM - 10. BÖLÜM
1. KISIM - 11. BÖLÜM
1. KISIM - 12. BÖLÜM
1. KISIM - 13. BÖLÜM
2. KISIM - 15. BÖLÜM
2. KISIM - 16. BÖLÜM
2. KISIM - 17. BÖLÜM
2. KISIM - 18. BÖLÜM
2. KISIM - 19. BÖLÜM
2. KISIM - 20. BÖLÜM
2. KISIM - 21. BÖLÜM
2. KISIM - 22. BÖLÜM
2. KISIM - 23. BÖLÜM
2. KISIM - 24. BÖLÜM
2. KISIM - 25. BÖLÜM
2. KISIM - 26. BÖLÜM
2. KISIM - 27. BÖLÜM
2. KISIM - 28. BÖLÜM
3. KISIM - 29. BÖLÜM
3. KISIM - 30. BÖLÜM
3. KISIM - 31. BÖLÜM
3. KISIM - 32. BÖLÜM
3. KISIM - 33. BÖLÜM
3. KISIM - 34. BÖLÜM
3. KISIM - 35. BÖLÜM
3. KISIM - 36. BÖLÜM
3. KISIM - 37. BÖLÜM
3. KISIM - 38. BÖLÜM
3. KISIM - 39. BÖLÜM
3. KISIM - 40. BÖLÜM
3. KISIM - 41. BÖLÜM
3. KISIM - 42. BÖLÜM
3. KISIM - 43. BÖLÜM
3. KISIM - 44. BÖLÜM
3. KISIM - 45. BÖLÜM
KRALLIKLARIN VE KÜÇÜK KITANIN GENEL DURUMU
FİNAL - PART 1
FİNAL - PART 2
"BİR GÜN BİR PRENS VARMIŞ..."
İLK KİTABA DAİR SON SÖZLERİM
Biraz Da Ben...

1. KISIM - 14. BÖLÜM

2.4K 199 101
By YorgunHayalci

Uzak Kıta

Dediğim şeyi uygulamak biraz zor olsa da başarabildiğimi düşünüyordum. En azından kafamdaki soruları susturmak için resim bile çizmeye denedim.

Tabii sonuç hüsrandı. Çünkü hiç de yeteneğim yoktu. Neyse ki sesim güzeldi en azından.

Hem de muhteşem, mükemmel, olağanüstüydü.

Gemiden indikten sonraki adımlar biraz karmaşık olsa da halledildi. Saldırıya uğradığımız ve kaptanın da yaralı olduğu bildirildi. Tek tek isimlerimiz alındı, sayım yapıldı, ifadeler verildi. Bu baya vaktimizi aldı. Eninde sonunda da serbest bırakıldık. Daha doğrusu bizden bağımsız seyahat eden insanlar serbest bırakıldı. Çünkü bizi bekleyen bir rehber vardı ve onunla saraya gidecektik. Ayrıca saraya gitmek de yine bir ton yol sürecekti. Yine de gemiden iyiydi. Çünkü ayaklarım toprağa bastığında bir özlemle yanıp tutuştuğunu anladım.

Kağıtlarımızı okuyan adam bizi pazar yerinden geçirip bir han yakınlarında bekletmeye başladı. Rehberin gelmesini beklerken etrafıma bakındım. Limandaki bağlı gemiler, sandık sandık taşınan mallar, kalabalık ve gürültücü pazar yeri, oradaki indirimi bekleyen insanlar, bağıran ve orada burada koşuşturan yaramaz çocuklar, malları yerleştiren tezgahtarlar, yere dökülmüş ve zemine yapışarak suyu çıkmış meyveler, etrafta dolanan birtakım değişik kıyafetli insanlar ve en sonunda onlar.

Yani lanetliler.

Gözüm arka tarafa kaydığında elma ağacının altında üç oğlanın bir lanetliyi ellerinden tutup bağladıklarını, ardından da hunharca tekme atıp dövdüklerini gördüm. Hayatımda ilk defa bir lanetli görüyordum. Oldukça solgun beyazlı ve lekeli yüzleri, vücutları olurdu. Uzun, gri saçlara ve masmavi gözlere sahiptiler. Boyları bizlere göre daha uzundu.

Bu şekilde yaratılma sebepleri ise daha doğrusu bu şekilde lanetlenme sebepleri ise Lalin'di. Lalin bütün soya lanet etmiş ve lanetin etkisiyle de doğan yarı orbun ve yarı insanlar bu hâle gelmişti. Laneti kininden ve kıskançlığından yapmıştı. Yaparken de neler kullandığını hiç kimse tam net bilmiyordu. Misal neden lekeleri ve gri saçları vardı? Neden güçlerini kontrol etmekte zorlanıyorlardı? Hepsi de lanetin sebebiydi. Peki lanetin kaynağı neydi?

Lanetliler genelde güçlerini kontrol etmekte zorluk çekerlerdi. Bu yüzden de saldırgan olurlar ve güçlerini de kötüye kullanma gibi eğilim gösterirlerdi.

Sonuçta onlar yarı insan ve yarı orbundu. Bu yüzden de orbunlar tarafından korunmaya çalışılsalar da insanlar tarafından yakılıp öldürülmeye çalışılırlardı.
~

Lanetli onlara karşılık vermek yerine yüzünü koruyacak şekilde yere çöktü ve oğlanların ona karşı bağırarak ettikleri küfürlere karşılık hiçbir şey yapmadı. Etraftan gelip geçenler ise sadece bakmakla yetindi.

"Şuna da bakın! Nasıl da korkuyor bizden. Mallarımızı yağmalamadan önce düşünecekti!"

"İğrenç mahluklar sizi!"

İçlerinden birkaçı lanetliye vurmaya çalıştı. Daha yeni gelmişken bu görüntüler ile karşılamak pek de iç açıcı değildi.

"Luna," dedi Hermes kolumdan dürtükleyerek. Ona dönüp baktığımda yanımıza gelen birisini daha gördüm. Bu galiba bizi almak için gelecek olan rehberdi.

"Gidiyoruz."

Onları takip etmeye başladım. Bir at arabasının yanına vardığımızda rehber ikimize de bakıp kağıtlarımızı sordu. Çıkarıp gösterdikten sonra arabaya bindik.

At arabacısı arabayı sürmeye başladıktan sonra pazar yerinden uzaklaştık ve dışarıdan gelen bağırış sesleri de yol uzadıkça azaldı. Rehber karşımıza geçip oturdu ve siyah perdeyi çekip dışarıyı seyretmeye başladı.

Rehberin kırklı yaşlarında olduğunu düşünüyordum. Fazla kiloluydu. Bu yüzden de büyük bir göbeğe sahipti. Beyaz bir gömlek ve üzerine de siyah bir palto giyinmişti. Uzun, siyah bir şapkası vardı ki onun çıkardıktan sonra tamamen kel olduğunu görmüştüm. Tombul, beyaz yüzü güneş altında kalmaktan kızarmış ve şakaklarından da terler akmaya başlamıştı. İki siyah kaşının ortasında ince bir iz vardı. Koyu kahve gözleri hafiften kızarık, ince dudakları ise kupkuruydu.

Terini mendiliyle sildi ve şapkasını tekrardan taktı.
~

Yol boyunca hiç kimseden çıt çıkmadı. En azından dinlenmek için durana kadar kimse ağzını açmadı. Dinlenmek için at arabasını, engebeli yolun kenarına çekip biraz olsun temiz hava almak için arabadan indik. Daha sonra bu yabancı yerde güneşin tıpkı bizim orada da olduğu gibi kızıl rengini alıp yüksek tepelerin ardına yavaşça saklandığını, yerine hasret giderici geceye bıraktığını gördüm. Hava yine de Ahrin kadar sıcak değildi.

Yolculuğun tahminen dört gün süreceğini öğrendim. Tabii bu herhangi bir yaratık saldırısını araya katmadan varılacak süreydi. Öyle bir şeyi her ihtimale karşı bekliyordum. Belki de bambaşka yaratıklar da vardı. Tıpkı denizdeki yaratıkların olduğu gibi.

Ayrıca buraya gelerek artık o meşhur orbunları da kanlı canlı bir şekilde görebilecektim. Açıkçası hep merak ediyordum ve tasvir edilenler ile anlatılanlar arasında ne kadar doğruluk payının olduğunu da artık anlayacaktım. Belki de bazıları abartarak anlatıyordu.

Yine de her şeye rağmen erkeklerinin yakışıklı olmasını isterdim.
~

Dinlenme süresi bitince arabaya tekrardan bindik. Arabacı garipti. Yani neredeyse bizimle hiç konuşmak istemiyordu. Bize yansıttığı siması da değişikti. Soğuk ve katıydı. Ya da huyu böyleydi de sadece işini yapan kendi hâlinde birisiydi.

Rehber bu kez sol koluna çapraz olarak taktığı siyah büyük çantasından bir defter çıkardı ve kafasını hafifçe eğerek bir şeyler yazmaya başladı. Tamamen ne yazdığını göremedim. İçimden sorma isteği geçse de bunu yapmadım. Yine de dikkatimi bir süre deftere verdim.

Tıpkı Usta'nın el yazısı gibi kötü bir el yazısı vardı. Sanki harfler yazmak yerine bildiğin rastgele bir karalama yapıyordu. Rehber başını bir anda kaldırıp benimle göz göze geldi ve gülümsedi.

"Bu sadece yolculuğumuzu anlatan rapor niteliğinde bir defter," dedi. "Ve evet el yazım gerçekten de berbattır. Düzenlemesi için birini muhakkak ki görevlendireceğim."

Tebessüm ederek baktım. Rehberin bizim geliş sebebini bilip bilmediğini de merak ettim. Acaba kitap hakkındaki olayları biliyor muydu? Biliyor olsa bile ne değişirdi ki? Ama bilmiyordu bence.

Aradan çok da uzun zaman geçmemişti ki ikimiz hakkında sorular sormaya başladı.

"Siz ikiniz öğrencilik için geldiniz öyle değil mi? Küçük kıtadan. Peki ya üçüncü kişi nerede?"

"Maalesef gemideki tatsız olayda onu kaybettik," diye cevap verdi Hermes. Sonra da kısa bir an gözlerini bana çevirip baktı.

"Ah, tabii," dedi rehber. "Üzgünüm onun için. Galiba bu ilk gelişiniz olduğu için yaratıkların saldırısında da pek tecrübeli olamadınız."

Kaşlarımı hafifçe çatıp rehbere baktığımda bir şey bilmediğini anladım. Hermes de bozuntuya vermemek için "Evet, tabii," dedi sakince. "İlk gelişimizdi zaten."

"Anlıyorum... Acınız taze. Keşke bunların hiçbiri olmasaydı," dediğinde başını eğip kafasını sağa sola salladı. "Tanrı onu lanetiyle taçlandırsın."

O dediği kişi Altın Gözlü Prens'ti. Belki de rehber de bir yakınını bu yüzden kaybetmişti. Adam kafasını bir müddet kaldırmadı. Yüzünün düştüğünü, suratının asılıp da moralinin bozulduğunu görebilmiştim. Belki de onun da bu olay yüzünden bir anısı vardı ve o yüzden aniden bu olayı hatırlayıp durgunlaşmıştı.

Rehber başka soru da sormadı. Zaten Hermes'le de konuşmuyorduk, bu yüzden sessizdik. Yolculuk şimdilik sakin geçiyordu.
~

Kafamı pencereye yaslayıp uyumaya çalıştım. Ama onu düşünmeye başladım. O büyük adamı, büyük bilgini, büyük savaşçıyı, büyük yıkımı, büyük talihsizliği düşündüm. O anlatılanlara göre Elines soyundan geliyordu. Gözlerinin can alıcı bir şekilde parlak ve altın gibi bir renkte olduğu söyleniyordu. Onun gözlerinden etkilenen kadın ve erkekler onun için şiirler yazar, portrelerini çizerdi. Güzel gözleri için Altın Göz lakabını takanlar olmuştu ve bu sayede halk arasında Altın Gözlü Prens olarak anılmaya başlanmıştı. Halkın sevdiği ve saydığı, kadın ve erkeklerin sevgilisi... Pek çok kişi ve kaynak onun dünya üzerinde eşi benzeri olmayan bir zekaya sahip olduğunu söylerdi. Tabii bu övgü dolu sözler ardına ona lanet edici sözler de söylenir, dile alındığı için de yere tükürürlerdi. Anlatılan ne şiirler ne de portreler günümüze kalmıştı Ya hepsi saklandı ya da hepsi yakılmıştı.

Hem yakışıklı olsa ne anlamı kaldı ki? Dünyayı büyük bir felakete sürüklemişken. Tipi batsın o mahlukun! Umarım Tanrı katında en ağır cezaları çekiyordu.

Ölümün üzerine takvimler ve tarihler sıfırlandı. Yepyeni bir çağ onun ölümü üzerine başladı. Öldükten sonra bedeninin küle dönüştüğü ve dünyanın her yerine yayıldığı gibi efsaneler anlatılırdı. Hâlâ onun dirilip intikam alacağına inananlar da vardı. Tıpkı artık buna inanan Usta gibi.

Herkes onun Tanrı'nın gücünden bir parça aldığını söyler bu yüzden de ondan korkardı. Güçlü olmasının sebebini bununla açıklarlardı. Ama o gizli bir kitabı bulmuş ve onun gücünden yararlanmıştı. Ardından da onu kendi mührü ile mühürleyip saklanmasını istemişti. Ama bütün gücünü bir kitaptan alan birisi olduğunu düşünmüyordum. Onu ayrı yapan özelliği vardı. Ve bu efsanelerde anlatılan Tanrı gücü gibi şeyler de değildi. Daha farklı bir şeydi.

Birçok bölgeyi fethetmişti. Birçok krallığı kendine bağlamış gücüne güç katmıştı. Herkesi kendine itaat ettirmiş ve "sonsuzluk" anlamına gelen Sonrea İmparatorluğu'nu kurmuştu. Tabii Kurnaz Prens öldükten ve kıta ikiye ayrıldıktan sonra imparatorluğu da parçalanmış, yerine yeni devletler kurulmuştu.

Yer çatladı, gök inledi. Denizdeki sular göğe yükseldi. Kılıç bir kez toprağa değince toprak o yüce güce karşı gelemedi ve kılıçla birlikte parçalandı. Parça olan toprak su üstünde kaldı. Dünya hiçbir zaman böyle bir zalimliği göremedi.

Bir kitap da böyle anlatıyordu. Denilene göre kılıcını çekip toprağa değdirdiğinde yer çatlamış ve kara parçası da ayrılmıştı. Ardından da kılıç toprağa karışmış yerle bir olmuştu.

Nasıl bu kadar güçlü olabilirdi ki? Böylesi bir gücü ya kontrol altına alamamış ya da tamamen hırsına yenik düşmüştü. Çünkü savaşını kaybetmişti. Ve ondan geriye de hiçbir şey kalmamıştı.

Ölmek için yaşadığımız şu dünyada değer miydi peki bunca olay? Değmezdi. O halde bu kötülük de niyeydi? İnsanoğlu anlaşılmaz bir varlıktı. Hiçbir zaman öleceğini aklının bir köşesinde bulundurmaz, onun yerine nasıl daha uzun yaşayacağına dair hesaplar kurardı. Oysa asıl amaç iyi gelip iyi gitmekti. Bizler maalesef bir türlü beceremezdik.
~

Rüyamda dans ettiğimi gördüm. Üzerimde uzun, beyaz bir elbise ve boynumda ise safirden yapılmış bir kolye vardı. Balodaydım. Çünkü insanlar da tıpkı benim gibi şık giyinmişti. Ama buranın neresi olduğunu bilmiyordum. O kadar kısaydı ki rüyam bana arkamdan seslenen kişiye dönüp bakmadan bitivermişti.

Zaten hep en heyecanlı yerde biterdi.

Gözlerimi yavaşça araladığımda karşımdaki rehberin kafasını geriye yatırıp çoktan uyuduğunu gördüm. Sabah olmuş muydu ki? Hayır. Daha hava kararmıştı ve araba fazla yavaş ilerliyordu. Yanımdaki Hermes'e baktığımda uyanık olduğunu gördüm. Elinde bir kitap vardı ve açık pencere ışığından onu okuyordu.

Açıkçası sürekli kitap okuması beni şaşırtıyordu.

"Bu arabada nasıl uyudun hiç anlamıyorum," dedi sessizce bana dönüp. "Ama sen zaten orada burada uyumaya alışıksındır."

Ağzımı kapayıp esnedim ve kafamı tekrardan yasladım. Ona ne okuduğunu sordum.

"Bir tür ilim kitabı," diye cevap verdi. "Altın üretme çabalarını anlatıyor."

"Peki ya üretebilmişler mi?" diye sordum.

"Bilmiyorum. Gereksiz olduğunu savunan çok kişi var. Veya hâlâ bu arayışı sürdürenler de var. Ama yine de biraz fazla uçuk bir hayal."

"Belki de çoktan üretmeyi başardılar. Ama bulan kişilere fırsat verilmedi."

"Yani zenginlerin zengin, fakirlerin fakir kalması için izin verilmedi. Veya insanların büyüklere zorunlu olarak bağlı kalması istendi diyorsun?"

"Evet, olamaz mı?" diye sordum.

"Belki olabilir," yanıtını verdi kitabın kapağını kapatıp. "Yine de nasıl yapıldığına dair hâlâ elimizde birkaç deneme yanılma var."

"Peki ya insanlar neden denemiyor?"

"Çünkü inanmıyorlar," diye cevap verdi. "İnanmadıkları bir şeyin üstüne gitmek istemezler. Ama dediğim gibi hâlâ bu arayışı sürdürenler var."

Hermes esneyerek arkasına yaslandı ve dışarıya baktı. Bu bakış birkaç dakika sürdükten sonra tekrardan kafasını içeriye çevirdi.

Tekrardan gözlerimi kapatıp uyumak istiyordum çünkü gözlerimde uykunun vermiş olduğu bir ağırlık vardı. Tam gözlerimi yavaşça kapatıp kendimi uykunun kollarına teslim etmek için hazırlanmışken araba aniden durdu.

İlkin bu duraklamayı önemsemedim. Belki de yola koca bir ağaç devrilmiş ve yolu kapatmıştı. Belki de yolu denetleyen o tuhaf giyinen kişiler vardı ki onları bu şekilde de, yolları denetleyenleri de, görmüştüm. Belki de arabayla ilgili sıkıntı vardı. Lakin bu durmanın ardından bir dakika geçti ya da geçmedi bir uğultu sesi geldi. Olduğum yerde sıçrayıp gözlerimi açtığımda dışarıdan bir kez daha ses geldi.

Ses sanki... Bir Asgraid sesi gibiydi.

Rehber hâlâ uyuyordu. Bu şekilde nasıl uyuyabiliyordu anlam veremedim. Hermes onu dürtükleyerek uyandırdığında şapkasını da kafasına takarak ne olduğunu sordu.

"Galiba yaratıklar çevremizi sardı."

Rehber arabaya vurduğunda at arabasını süren kişiden ses çıkmadı. At kişnemeye başladığında at arabasının yukarı kısmından bir ses geldi.

"Kuru toprakların olduğu bölgeye geldik," dedi rehber garipseyerek. "Ama daha az tehlikeli ve daha uzun yoldan ilerlememiz lazımdı!"

Yukarıdan, arabanın üzerinden, bir çatırdama sesi geldi. Arabaya kuvvet uygulanmaya başladığında ve şiddetlice sallandığında zor bela çıkabildik. Asgraid tahmin ettiğim gibi arabanın tepesindeydi. Hermes alev topunu üzerine fırlattığında kaçmayı başarmıştı ama araba yanmaya başlarken karanlık yüzünden nereye kaçtığını tam net görememiştik.

"Normalde," dedi rehber. Oldukça korku dolu ve telaşlı görünüyordu. Nefes nefese kalmıştı. "Yarın bize korumalar eşlik edecekti!" Rehber bağırıp kenara kaçtığında etrafımda o varlığın sesini duydum. Yakından geliyordu. Çok yakından. Her an enseme sıçrayarakmış gibiydi.

"Dur!" diye bağırdı Hermes. "Bir de seni kaybetmeyelim. Burada ne varsa bir yaratıktan daha fazlası var."

Arabayı çepeçevre saran alevin gerisinde dururken ses bu kez tepemizden geldi. Hermes bu kez koruma kalkanı oluşturacakken havadaki yaratık, bu galiba bir Tayrır'dı, üzerine gelerek engel oldu. Hermes elini geri savurduğunda yara aldığını anladım.

"Sen Luna," dedi yanıma yaklaşarak.  "Dediğim şeyleri tekrar et çabuk."

Tam kelimeleri söyleyeceği sırada Asgraid arabanın kenarından geçerek yavaşça bize yaklaşmaya başladı. Alev çıkarıp ona fırlattığımda yine kaçmayı başarmıştı. Çok hızlı hareket ediyorlardı!

Hadi ama! Büyü olmadan alt edebiliyorken şimdi nasıl olur da alt edemiyordum ki?

Ayak tabanları, demişti Usta. En hassas noktaları. Bir şeyler yap Luna. Bir şeyler.

Rehber bir kez daha çığlık attığında büyü gücünün olmadığını anladım. Kendisini koruyabilmesi mucize olacaktı. Onun yanına gideceğim sırada Hermes yanıma geldi. Eli kanıyordu ve bu basit bir kanama da değildi.

Bir anda diğer eliyle beni kendine yaklaştırıp kalkan oluşturmaya başladı.

"Hayır, Hermes," dedim itiraz edip. "Onlardan kaç tane olduğunu bilmiyoruz."

"Bu yüzden koruyorum ikimizi," diye cevap verdi.

"Peki ya o," diye bağırdığımda, "Sen daha önemlisin," dedi ve beni kendine çekti. Çantanın içinde tozlardan vardı. Fakat arabanın içinden çıkarken yere düşmüştü ve almakla da vakit kaybetmek istememiştim. Bu yüzden de arabayla birlikte çantam da yanmıştı.

Peki ya kitap? O ne alemdeydi?

"Kitap?" diye sordum telaşla. Fakat Hermes cevap vermedi ve çoktan bir kalkan oluşturdu. Asgraid kalkanın yanına geldiğinde onu kırmaya çalıştı lakin başaramadı.

O esnada rehbere yaklaşan başka bir varlığı gördüğümde çığlık attım. Rehber geriye doğru adım atarken  taşa takılıp düştü. Çığlık atmaya başladığı sırada gözlerimi kapadım.

"Bu kadarı bencilce!" dedim Hermes'e. "Onu da almalıydık!"

Bir can daha gitmemeliydi. Bu kadarı da fazlaydı artık. Tek suçu bizi saraya götürmekti ve o da yaratık yüzünden ölecekti.

"Sus artık!" diye bağırdı Hermes. Ardından da onu iterek kendimden çektim. Asgraid kalkanı çatlatmayı becerdiğinde Hermes büyüler fısıldamaya başladı. Bu Asgraid'in canını yakıyor olmalıydı ki geriye çekildi ve tiz bir ses çıkardı.
~

O esnada mavi bir ışık bütün etrafı aydınlattı. Işık rehberin olduğu taraftan geliyordu ve yanan alevi de söndürmeye yetiyordu. Işık çevreyi sarıp sarmalamaya başladığında kalkanı da etrafına aldı ve kalkan kırıldı. Asgraid denen varlık da mavi ışığın gücüyle parçalanmaya başladığında uğultular giderek bir anda çoğaldı ve ardından da sesler gittikçe bizden uzaklaşmaya başladı.

Işık yavaş yavaş etraftan çekilirken rehberin yanına koştum. Hiçbir yarası yoktu ama yerde hareketsiz yatıyordu. Büyük ihtimalle bayılmıştı.

Yanımıza birisi daha geldiğinde bunun Hermes olduğunu sandım. Tam kafamı kaldırıp kızmaya başlayacaktım ki gördüğüm şeyin Hermes'le benzerliğinin olmadığını fark ettim. Ayağa kalkmasıyla birlikte ben de ayağa kalktım ve ona dikkatlice baktım.

Göğsünün ortasında dörtgen şeklinde bir kolye vardı ve mavi ışık oradan geliyordu. Ona bakmak için kafamı biraz fazla yukarıya kaldırmam gerekti. Çünkü boyu fazlaca uzundu.

Siyah botları, eldiveni, gömleği, pantolonu ve yüzünü örten siyah bir peçesiyle karanlığa karışmış, ona hükmetmiş gibiydi. Tabii masmavi gözleri hariç... Ayın beyazından da parlaktı gözleri. Kulakları uzun ve büyüktü. Vücudu iri yarıydı ve boyu neredeyse iki metre vardı.

Peçesini o kalın parmakları ile indirdiğinde yüzünün diğer kısmını da görmüş oldum. Tıpkı bizimki gibi ağız ve dudak yapısına sahipti. İnce bir dudağı ve büyük bir burnu vardı. Ay ışığında parlayan uzun, siyah saçlara sahipti ve arkadan da toplayarak bağlanmıştı.

Bizlerden bir farkı daha vardı ki bu en belirgin özelliğiydi. O da sırt kısmındaki belirgin çıkıntıydı. Söylenene göre bu çıkıntı şekil değiştirebilme özelliği içindi.

Evet, o bir orbundu. Anlatılanlara göre ne fazla yakışıklıydı ne de fazla korkunçtu. Ama yine de bu kadar kalıplı ve uzun olması dış görünüş itibariyle ürkütücü duruyordu.

Göğsündeki o şey, bu bir hümrüydü, söndüğünde etrafa bakındı. Hermes yanımıza geldiğinde benim baktığımdan daha kısa bir süre baktı orbuna.

Gür sesi ile konuşmaya başladığı sırada ne dediğini anlayamamıştım. Uzak kıtaya ait dillerden birisine ait değildi sözcükleri. Büyük ihtimalle kendi dilinde konuşuyordu.

Hermes söylediği şeyi anladığında aynı dilden karşılık verdi. Orbun kafasını sallayıp ıslık çaldığında siyah, kocaman, iri yapılı bir köpek koşarak yanımıza geldi. Ağzı genişti ve dişleri de bir o kadar büyüktü. Baygın yatan rehberi kokladığında orbun ona kısa bir bakış attı. Açıkçası bu hayvanın görünüşü ondan bile korkutucu duruyordu.

Orbun odağını bana çevirdi. Benim telaşlı bakışlarıma karşılık o kadar rahat, sakin ve somurtkandı ki bu işe alışık olduğu belliydi.

Yerde, baygın hâlde yatan rehberi kolayca sırtına alıp bir torba taşır gibi taşımaya başladı. Hermes de onu takip ettiği vakit yanlarına hızlı adımlarla gittim ve nereye gittiğimizi sordum.

"Yardım ediyor," diye cevap verdi. "En azından geceyi güvenli bir yerde geçireceğiz."

"Ona güvenebilir miyiz?" diye sordum.

"Güvenmekten başka çaremiz mi var?" diye soruyla karşılık verdi. İlerlemeye devam ederken açıkçası yeni bir şeylerin çıkacağından da şüpheliydim.

Ayrıca aklıma kitap gelmişti yine. Umarım yanıp kül olmamıştı.

"Kitap?" diye sordum tekrardan. Umarım cevap verirdi. "O nerede? Sende mi?"

"Evet," dedi kısık sesle. "Az daha yüksek sesle konuş da yaratıklar da duysun."

"O kadar yüksek konuşmamıştım," dedim. Ayrıca konuşsam bile orbunun duyabileceği de ayrı bir meçhuldu. Çünkü baya ilerimizdeydi. "Hem nereye gidiyoruz?"

"Bilmiyorum. Ama bildiğim bir şey varsa o da bu şeyin planlı olması."

"Peşimizdeler!" dedim sesimi bastırmaya çalışarak.

"Evet, takip ediliyoruz."

"Ama nasıl?"

"Başarısız olduklarından bir şekilde haberleri oldular demek ki. Ayrıca bu işin içinde dünyadan birileri de var. Bunu öğrenmiş olduk."

Bıkkınlık ile nefesimi verdim. Önüme bakıp ilerlemeye devam ederken orbunun kendi omzunda baygın duran rehberi taşımakta hiç de zorlanmadığını gördüm. Bu kadar güçlü ve kuvvetli yaratılmaları onları insanlardan ayıran bir başka özellikti.

Ayrıca bir şeyi yeni fark etmiştim. Arabacı neredeydi? Rehberin dediğine göre buraya girmememiz gerekiyor ve yarın da korumalar gelecekti. Demek ki arabacının garip olması huyundan değildi. Bilerek böyleydi. İsteyerek bizi bu bölgeye getirmişti ve kendisi de ortadan kaybolmuştu.

"Bence bu kitabı usulca bir taşın altına bırakalım ve kaçıp gidelim. Nasıl fikir?" diye sordum. Her ne kadar ona kızgın olsam da ona olan tavrımı değiştirmek hiçbir işe yaramayacaktı.

"Sonra da bizi bulup ölüm diyarına yollasınlar değil mi?" dedi sitemle.

"Eninde sonunda ölecekmişiz gibime geliyor ego yığını."

Hermes bir şey demedi ve yürümeye ağır aksak bir hâlde devam ettik.

Kulübenin önüne geldiğimizde içeriye girdik. Orbun gaz lambasını yaktığında içerisinin bomboş olduğunu gördüm. Ziyadesiyle soğuktu ve Kuzey'in delisi buraya esip de gelmiş gibiydi.

Orbun rehberi yere yatırdı. Bunu öyle kabaca yapmıştı ki sanırsın patates çuvalı koymuştu. Yine de rehber uyanmadı. Bunun üzerine de orbun ikimize bakmaksızın dışarıya çıkıp gitti.

"Peki yarın ne olacak?" diye sordum. Kat kat giyinen Hermes ceketini çıkarıp bir ileri bir geri gitmeye başladı.

"Muhtemelen yarın da babama içimden güzel şeyler söyleyeceğim," dediğinde dolanmayı bıraktı.

"Onu anlayamıyorum," dedim. Hem de hiç anlamıyordum. Bu gibi bir görevi neden bize vermişti ki? Ne kadar tehlikeli olduğunu kestirememiş miydi?

Belki de kestirmişti.

Konuşmama devam edecekken kısa süreliğine ayrılan orbun içeriye girdi. Bekleyip ona baktığım sırada yanındaki o ürkütücü köpeği de gördüm. Hırladığında orbun ona susması için emir verdi. Daha çok "voooo" gibi bir ses çıkarmıştı.

Köpek usulca çöktüğünde orbun bize döndü. Bu kez benim de anlayabileceğim dilden konuştu.

"O sizinle kalır," dedi hafif şiveyle. Bu şiveyi tam çıkaramadım. Bizdeki kelimeyi aynen biraz daha gırtlaktan, bastırarak konuşmuştu.

"Benim işlerim var. Yarın sabaha görüşürüz," dedi ve ardından kulübenin kapısını da kilitleyip gitti. Köpekle baş başa kaldığımızda onunla aynı yerde kalma fikrinin pek de iyi olduğunu düşünmüyordum.

"Herife bak," dedi Hermes rehbere dönüp. Sonra da ofladı. "Sanki ölüm uykusuna yattı."

Ona bakmayı kesip çıkardığı paltosunu tozlu tahta zemine serdi ve üzerine oturdu. Açık pencereden serin rüzgar eserken içime anlık bir titreme geldi.

Ben de köpekten biraz daha uzak bir yere rehberin yakınına geçtim ve yanan lambaya düşüncelerime boğulacak şekilde bakmaya başladım. Peşimizdekiler de kimdi? Nereden bulmuşlardı? Ayrıca neden direkt saldırıya geçmemişlerdi? Rehber yarın geleceğimizi söylemişti. Ama orbun yasaklı bölge demişti. Ayrıca arabayı süren kişi de kimdi?

Neden bu kadar çok soru vardı?

Beynim yine yanmaya başlamıştı. Ne zaman kafam rahat olacaktı? Resmen eski hayatımı özlüyordum.

"Yarın konuşuruz," dedi Hermes ben bir şey demeden. "Yarın daha yorucu geçecek. Uyumaya çalış o yüzden."

Uyumaya çalışmak pek de kolay olmayacaktı. Ayrıca gecenin yarısı çoktan bitmişti. Uyusam ne fayda edecekti ki? Lakin isyan eden bedenim uyku için yalvarıyordu. Yine de gözlerim yavaşça kapanmaya başladığında kuru tahtaya uzandım. O an sert zeminin ne kadar da sıcak olduğunu hissettim.

Yarın ne olacaktı bilmiyordum. Ama en azından Hermes'in de dediği gibi biraz uyumaya çalışsam iyi olacaktı. Bu şekilde uyumak zor olacaktı ama yine Hermes'in de dediği gibi ben orada burada uyumaya alışıktım.

Continue Reading

You'll Also Like

396K 20.7K 39
Wattys 2020 FANTASY kategorisi kazananı! WattpadScifiTr okuma listesinde! HİKÂYE İÇİN YAPILAN YORUMLAR: "Hollywood filmlerini çekse var ya Türkiye ka...
860K 19.8K 56
"Madem çok ısrar ettiniz, o zaman artık bey diyebilirim." deyip gülümsedim, bandı yapıştırdıktan sonra yutkundu. "Boşver beyi." deyip dudaklarıma yap...
145K 18K 58
Bütün dengeler değişti, Yeniden Doğuş'un dünyasında hayat sona erdi... Savaştan sağ çıkmayı başaranlar, Eski Dünya'ya yolculuk edip yaşamlarına kaldı...
5.7K 989 30
"Wattys 2022 Gizem/Gerilim Kazananı" "...Arkası dönük olan bedenin piyanoda gezinen parmaklarına baktım tekrar. O ruhu da, kendisi ve davranışları gi...