POLİSLE BAŞI DERTTE( TAMAMLAN...

By authormishel

467K 33.3K 16.7K

"Meryem!"diyen güçlü, biraz endişe bulduğuma yemin edebileceğim sesi beynimi zonklattı. "Ölüyorum galiba."ded... More

°prolog°
1.
2.
3.
4.
5.
6.
7.
8.
9.
10.
11.
12.
13.
14.
15.
16.
17.
18
19
21
22
23
20
24
25.
26.
27
28
29
30
32. FİNAL

31.

2.7K 176 10
By authormishel


Elimdeki bebek zıbınını yanımdaki kıyafet yığınına atıp soluklandım. Ellerim yüzüme kapanırken yanı başımda kavgaya tutuşan Efsun ve Selim’i duymamak için ne yapsam boşaydı. “Aynı beşikte büyüdük biz. Tabi ki çocuğun adını ben koyacağım.” Diyerek son bir güçle bağıran Efsun’la birlikte dişlerimi sıktım. Gebelik öyle böyle değil o kadar değişik hormonları başıma bela ediyordu ki, ben dünyanın en tahammülsüz insanı olup çıkmıştım. “Hem dayısı hem amcası sayılırım ben. Sen her şeye bir karışma. Bırak şu biberonu.” Selim Efsun’un sıkıca tuttuğu biberonu kuvvetle kendisine çekerken Efsun da tutuşunu sıkılaştırmış ve bunun sonucunda ikisinin de elinden kopup havada süzülen biberon Kudret’in kafasına inivermişti. 

“Bunu alıp götünüze müshil niyetine sokarım yeminim olsun. Siktirin gidin lan.” Biberonu alıp Selim’in üstüne fırlattığında Selim yere düşmekte olan biberonu zorlukla tutmuş, Efsun’a kötü bir bakış atmıştı. “Amına koyim bugün adam dövmicem. Kendime söz verdim.” Diye söylendi Kudret. Baygın baygın yeri izleyen gözlerimi kaldırdım. Odamın her yerinde renkli renkli bebek kıyafetleri vardı. Asiye teyzesi de zam gelir diye birkaç paket bebek bezi almış, odama istiflemişti. İyiydi hoştu da benim anne babam hamile olduğumu bilmiyordu. 

“Meryem.” Diyen İrem’in kısık sesiyle yatağımda bağdaş kurmuş beni izleyen kıza döndüm. “Beğenmedin mi canım? Bunların hepsini bebiş için aldık.”  Burnumdan derince soludum. İçimden bir ‘hasbinallah’ çekerken sabra bolca ihtiyacım olduğu su katılamaz bir gerçekti. “Yapma ya, ben de bana aldınız sanmıştım. Teşekkürler aydınlanma için.” 

“Kız sana da yaranılmıyor ha. Yemedik yedirelim istedik, giymedik yeğenimiz giysin dedik. Nankör yelloz.” Asiye’nin kart sesiyle yüzümü buruşturdum. Omzum üstünden üstün körü bir bakış attıktan sonra açtım ağzımı yumdum gözümü. E tabi benim ağzım torba değildi ki büzeydim.  “Ben bunları götüme mi sokayım Asiye? Nasıl saklayayım hı? Ayrıca ben doğuracağımı söyledim mi ki siz kendi kendinize bezler alıp kafanızdan isimler koyuyorsunuz ya?”

“Nasıl ya doğurmayacak mısın?” İrem’in şaşkın sesiyle dile getirdiği gerçek odaya bir bomba gibi düştüğünde herkes uzun vadeli bir sessizliğe gömüldü. Yutkundum. “Bilmiyorum. Doğurmak istemiyorum.” Dedim kısık bir sesle. Canım çocuğum, bunun seninle hiçbir ilgi alakası yoktu. Ben anne olacak kadar iyi bir insan olduğumu düşünmüyordum. Ben genel olarak kötü bir insandım. Evet, öyleydim. 

“Yağız buna ne diyecek?” diye soran Kudret’e baygın bir bakış attım. Bu içi geçmiş feministin de ne dediği anlaşılmıyordu ki. Bir dediği bir dediğini tutmuyordu. “Yağız’ın ne dediği umurumda gibi mi görünüyor oradan? Adam bunun ihtimaline bile kuduz köpek gibi hırladı günler önce. Kalbimi un ufak edip paramparça etti beni.” söylediği şeyleri hatırladığımda günün yüzüncü ağlama komasının geldiğini iyi biliyordum. “Tamam da konu Eymen’in hazır olup olmadığıydı. Çocuk bunu duyunca sevinçten delirdi.” Selim’in böbürlene böbürlene söylediği şeylerle acı acı güldüm. 

“Konu Eymen’in hazır olması değildi hiçbir zaman. En azından benim için değildi.” Dudaklarım büzüldü. Burnumdan akmak üzere olan sümüğü bütün gücümle çektikten sonra yutkundum. Kocaman günde boğazımdan geçen tek şeyin bir sümük olması içler acısıydı. 

“Yağız hiçbir zaman beni önceliği olarak tutmayacak. Yıllar sonra bile böyle olacak bu. Eymen bebeği istemeseydi ve bunun için direnseydi Yağız ne yapacaktı sizce?” hepsinin yüzüne teker teker baktım. Gözlerinde derin bir hüzünle beni izleyen arkadaşlarım elbette cevabı biliyordu. “Aldırmanı isteyecekti.” Dedi Kudret. Ne benim ne de diğerlerinin söylemeye dilinin varmadığı gerçek odaya ikinci bir bomba efekti vermişti. Çernobil s400 ne varsa yollayındı. Dertsiz başıma dert silsilesi almıştım. 

“Bundan çok emin miyiz ya? Bence çoktan tekrar baba olma fikrine alıştı.” Selim biberonu ağzından çıkarıp komodinin üstüne koydu. Bunu hiçbirimiz öyle bir garipsemedik ki vallahi bizim nasıl bir kompoziyon olduğumuzun tıpta da bir adı yoktu. “Sen ne biliyosun da ne konuşuyosun ya? Bizi bitirdin be, bizi bitirdin ya.” Dedim acıyla. Yanaklarım sırılsıklam yaş doluydu. Ağlıyordum, çünkü ben hamileydim. “Sanki ben cima eyledim adamla. Benim ne suçum var be?” dediğinde kendimi paketlerinden yeni çıkardığım bebek kıyafetlerinin üstüne attım. 

“Uyaracaktın. Yapma, etme diyecektin. Bu adam önce love bombing yapar sonra ghostlar diyecektin. İyi sevişir ama sorumluluk almaz diyecektin.” Dedim içli içli. Karaydı bu bahtım kara… “Her şeye tamam da iyi sevişip sevişmediğini bilemezdim.” Diyerek kedini aklamaya çalışmasıyla yavrucağımın kıyafetlerinin üstünden kalktım. “Neyse iş işten geçti. Benim iyi düşünüp iyi kararlar almam gerekiyor.” Dedim kararlılıkla. Acımasızca geçip giden zamandan geriye kalan sadece yalnızlıklarımızdı. Ben böyle hayatın anasını avradını pandikleyeydim. 

“Nasıl bir karar alırsan al arkandayız.” Diyen Asiye’ye şaşkınca baktım. Alnıma yükselen kaşlarım ve İbrahim Tatlıses’in doğduğu mağaranın girişi gibi açılan ağzımla şaşkınlığımı belli ettiğimi düşünüyordum. “Kız çocuğu aldırırsam aldığın bezler boşa gider ama he.” Diyerek takıldım şakacıktan. Şakacıktan. “Aman koy göte. Bir iki yıla götüm tutmaz benim zaten. Kendime bağlarım.”  Söyledikleriyle böbreğimi, dalağımı dışarı atana kadar güldüm. Bu karı maldı falan ama, iyi karıydı. “Hak yolu varken bok yoluna gidersen bu kadar tuttuğuna da şükredersin.” Diye cazgır cazgır konuşan ve Asiye’yi kötü kötü izleyen İrem’e de götüm çıkana güldüm maalesef. Bir şaka daha yapılırsaydı kürtaja gerek kalmayacaktı sanıyordum. 

“Ben en azından bir yoldan gidiyorum. Sende o da yok.” Asiye oturduğu yerden İrem’i tutmaya çalışsa da nafileydi. Eline geçirseydi hiç iyi şeyler olmayabilirdi. “Neden yokmuş? Ben insan değil miyim? Senin kaç deliğin varsa benim de o kadar deliğim var.” Diyen hobbit tohumuyla yüzümü buruşturdum. E bu da olmazdı yani. “Bokunu çıkarma yani sen de.” Diye konuştum mırın kırın. Biz de bugüne bugün gebe bir kadındık. Çocuğum duyardı, midesi bulanırdı falan bunlara hiç lüzum yoktu doğrusu. 

“Kaşınıyo ama ya.” İrem’in dolu gözlerine bir sabır çektim. Hamile olan o muydu ben miydim kararsızdım artık. “Ardıma doğru İrem arrdıma doğru.” Diyen Asiye’yle nefesimi tuttum. Yeterdi artık. Bu göt muhabbeti boylarını aşmıştı. Benim dahi terbiyem burada dur diyordu artık. “Senin kaşıntını ben geçiremem sana şöyyyle uzunundan bir zenci lazım.” Oturduğu yerden kalkıp Asiye’nin üstüne atlaması ve saçlarından tutup duvara vurmasını şaşkınca izledim. Bu insanlar kimdi ve evimde ne işleri vardı? “Cücesin kızım sen. Demir’in haşmetlisi bile uzundur senden.” Dedi Asiye. Demir’in haşmetlisi bir an gözümün önüne gelir gibi olduğunda gözlerimi kapatıp başımı hızla sağa sola salladım. İrem de harbi küçücük bir şeydi de inşallah çocuğumuza bir şey olmazdı. “Demir’in haşmetlisinden sana ne be? Bir daha ağzına almayacaksın. Duydun mu şıllık karı?” saçlarını iyice çektirip başını geriye yatırdığında Asiye’nin yüzündeki iğrenç gülümsemeden vereceği cevabı tahmin etmeyen var mıydı…

“Oh keşke alsam keşşşke.” Dediğinde suratına yediği okkalı tokadın sesi odada yankı buldu. Ben hariç diğerleri izlemeyi bırakmış, aralarındaki kavgayı ayırmaya çalışırlarken içimde bir anda ortaya çıkan garip hisle gözlerimi kapatıp açtım. Yer sallanıyorken görüşüm an be an bulanıklaşıyordu. Yataktan zorlukla ayaklandım. Diğerleri kavgayı ayırmak bir yana dursun artık kavganın birer parçası olmuşlarken kulağıma gelen tek şey belirsiz uğultulardı. Yutkundum. Yerden bir türlü kalkmak bilmeyen ayağımı Seyit Onbaşı gibi bir kuvvetle kaldırmama kalmadı ki gözlerim artık tamamen karaya bürünmüştü. Vücudumun zemine sertçe düştüğünü ve bilincimin beni tamamen terk ettiğini hissettim. Sonrası koca bir karanlıktı. Allah Seyit Onbaşı’nın tek başına bomba taşıdığı ülkemizi yabancı ellere teslim etmesindi. Zira tek başına onca yük taşımak, hiç kolay değildi. 

*

Kapalı gözlerime rağmen birkaç dakika öncesinde yerine gelen zihnim ve yanımda fısır fısır konuşan kalabalığa bakılırsa hastanedeydim. Uzandığım rahatsız sedye, kapalı gözlerimin derisinden bile içeriye sızan beyaz ışık ve bedenimdeki üşüme hissiyatı da cabasıydı. 

“Normal mi böyle bayılması?” diye soran pavyon gülüyle gözlerimi devirdim. Ne bileydik biz kardeşim muhtemelen şu an ortamda daha önceden çocuk sahibi olmuş tek insan sendin. Normal miydi değil miydi sana sormak lazımdı.  “Vücudu güçsüz düşmüş. E tabi anne olmak, karnında bir canlıyı beslemek…bunlar zor şeyler.” Diyerek soğuk bir ses tonuyla konuşan Asiye’ye gülmemek için yanaklarımı ısırdım. “Buna kolay diyen yok zaten Asiye. Karşınızda düşman var gibi davranmayı bırakır mısınız?” Yağız’ın sert ses tonuyla odaya atılan bir sessizlik bombası herkesin ağzını kapatmış gibiydi. “Meryem sen de baygın numarası yapmayı bırakır mısın artık. Ayıldığın çok belli oluyor.” Diye konuşup bu sefer de bana dil uzatan adamla birlikte dudaklarımı sıkıca kapatıp gözlerimi açtım. 

Sedyenin yanındaki koltuğa oturmuş, ayırdığı bacaklarına kol dirseklerini yaslamış ve öne doğru eğilmişti. Yüzünden yorgun olduğu anlaşılsa da bunu umursamadım. “Doğru ben senin gibi oyuncu muyum ki belli etmeyeyim?” dedim ağız içinden. Dünyanın en memnuniyetsiz iki insanı birleşmişti de şükür başkalarının başı ağrımamıştı. “Ben mi oyuncuyum? Bana o gün emniyette hamileyim yalanı sıktığını da öğrendim. Dua et gerçekten hamile çıktın yani. Bir şeyler için geri dönüş olmayabilirdi.” 

Hayretle soluklanıp sırtımı yataktan ayırdım. Avuç içlerimi bastırarak oturma pozisyonuna geldiğim sedyenin ortasında bağdaş kurup yüzünü izledim. “Ne gibi bir geri dönüşten bahsediyorsun sen ya? Hayırdır dingiltere kralıyla mı görüşüyorum?” duyduklarıyla alayla kıkırdadı. Önüne düşen başıyla gülüşünü saklamaya çalışsa da ben onun ne kadar toksik olduğunu biliyordum elbette. “Seninle tartışmayacağım.”

“Tartışamazsın ki zaten. Ben senin gözlerinin içine bakıyorum ve makatını görüyorum pavyon gülü. Sen benimle aşık atacak adam değilsin.” Gözlerini devirip yanı başında ayakta bekleyen Selim’e hafif bir tekme salladığında bakışlarımı ondan çekip odada hazır ol da bekleyen kalabalığa baktım. “Kız Meryem kavganın en ateşli yerinde bayılmış bulunduğun için seni kavga bitince ancak getirmiş bulunduk. Kusura bakma.” Asiye’den duyduklarımla yüzümü memnuniyetsiz bir tavırla kırıştırdım. Hamile karıydık öldük mü kaldık mı umursamamışlardı. Pesti doğrusu. 

“Yok canım ne kusuru. Olur öyle şeyler. Aman yanınızda suyum gelir falan sakın keyfinizi bozmayın olur mu canlarım? Vallahi hatrım kalır, ne yapıyorsanız ona devam edin.” Dedikten sonra komodinin üstünde duran meyve suyunu pavyon gülünden kaş gözle istedim. İstediğim şeyi anlayıp kocaman şişenin kapağını açtığı gibi önüme uzattığında allah ne verdiyse deyip bir dalmadım da değildi. Ben meyve suyumu lık lık içerken kapıdan giren doktoru umursamamıştım bile. 

“Uyanmışsınız Meryem Hanım.” Diyen genç, dinç ve yakışıklı doktoru görünce hemen Efsun’a bakıverdim elbette. Efsun her şeyin en iyisini hak ederdi. Evet, öyleydi. “Uyandım doktor. Hastalığım nedir?” dedim ciddi bir tavırla. Aynı zamanda Efsun’a kaş gözle doktoru beğendiğimi ve ikisinin cima etmesini istediğimi anlatıyordum. Doktor serseri serbest bir gülüşle başını sağa sola sallamış ve elindeki dosyayı açmıştı. Yağız’ın da kendinden daha yakışıklı erkek görünce horozlanıp triplenmesi kaç yaşında son bulacaktı bilemiyordum. 

“Buna bir hastalık mı dersiniz bilemiyorum tabii. Hamile olduğunuzu biliyor muydunuz?” keyifli yüzüyle benden bir tepki bekleyen adamın suratına düz düz baktım. “Biliyorduk.” Derken ayaklanmış olan pavyon gülü çok geçmemişti ki sedyede yanıma oturup kolunu belime dolamıştı. “Beş haftalık bir fasulyemiz var artık. Ben sizi kadın doğuma yönlendireyim. Siz orada daha ayrıntılı konuşun, tartışın.”

“Nereden fasulyeniz oluyor bizim fasulyemiz doktor bey?” Yağız’ın asabi sesiyle omzum üstünden şaşkınca yüzüne baktım. Bunda da bir pürüz bulması beni de aşardı. “Ayrıca bebeğimiz fasulye değil.” Diyerek devam ettiğinde dirseğimi sertçe karnına geçirdim. “Yanlış anlaşıldım sanırım.” Diyen doktora mahcup bir edayla başımı salladım. Yağız’a düz bir bakış attıktan sonra bana gülümsemiş ve odadan çıkmıştı. Hızla dönüp Yağız’ın burnunun dibine kadar girdim. 

“Sen gerizekalı mısın? Manyak mısın? Afızan mı senin bozuk? Beynin mi bozuk senin acaba?” desem de oralı olmamış, yüzünü diğer tarafa dönmüştü. “Keşke diş fırçalamak gibi bir alışkanlığın olsa da biz de seni tebrik edebilsek Meryem.” Demesiyle sinirle gülümsedim. Dilim yanaklarıma şiddetli darbelerle çarparken bunca insan içinde beni aşağılamanın cezasını kuytu köşede verecekti. Meydanda söylenen sözün kuytularda karın deşmesi çoktu. 

“Yemek yiyemiyorum. Hamileyim çünkü.” Dedim aldatıcı bir hüzünle. Gözlerim şıp diye dolarken kırgın sesim karşımdaki adamı söylediği şeylerden dolayı çoktan itin götünden çıkmıştan beter etmişti. “Ne yemek istersin bir tanem? Ne alayım sana?” pişman gözleri yüzümde aşkla dolanırken konuştu. Biz senin bu aşık erkek bakışlarına artık inanmazdık koçum. “Eıii iki tane bounty, bi tane sinikırs, bir tane bisqot farauhla, bi tane doritos cubun. Ouuv tenk yu.” Dedim alayla. Yüzümde ne gördü bilmiyordum ama asrın hatasını yaptığını düşündüğünü gözlerinden anlamıştım. İki sosyal medya şakası yapmaya da gelmiyordu. Öff Yağız’la bir ömür mü geçer sen de Meryem.

“Anlıyorum.” Diyerek kısa kesmiş yanımdan ağız kokuma daha fazla dayanamayarak kalkmıştı. Ne yapaydım ha? Ne yapaydım? Yemek yiyemiyordum bu çocuk yemek seçiyordu, hemen kusasım geliyordu. Birdenbire aklıma doluşan gerçekle birlikte kas katı kesildim. Unutmamam, unutturmam gereken bir olay yaşamıştım. Ben emniyette, kırılmış o kalbin hesabını bu adamdan soracaktım. Sormalıydım. Meryem Pınarcık kendine gelmeliydi. 

“Benim bir karar almam gerekiyor.” Dedim kısık sesle. Kızlar ne olduğunu anlamış, Selim ise dolmuş gözleriyle beni izliyordu. Yağız kaşlarını çatmış, sözümün devamını bekliyordu. “Önce şuradan bir çıkayım Allah’ın izniyle.”  Derken oturmaya bir son vermiş, yüksek sedyeden ayaklarımı sarkıtmıştım. “Ne kararı alacaksın?” diyen adamı duymazdan geldim. Efsun orada öylece beklemeye bir son vermiş, ayakkabılarımı ayağıma giydirmeye karar vermiş olacak ki kraliçesinin önünde eğilmişti. Aferin ucubeler biat edin.

“Tek başına karar alamazsın.” Diyen sesini tekrar duyduğumda orada hiç yokmuş gibi kalktım ve kimseyi beklemeden odanın çıkışına yürüdüm. Diğerleri de Hürrem Sultan’ın yaverleri gibi arkamdan gelirlerken sürü halinde hastanenin çıkışına kadar yürüdük. Adımımı dışarıya atar atmaz koluma giren ve benimle birlikte merdivenleri inmeye başlayan adamdan ne yapsam da kolumu çekip alamadım. 

“Sakın kızgınlıkla bir şeylere karar verme. Akıllıca otur, düşün. Bana inat olsun diye, intikam olsun diye sonra pişman olacağın şeyler yapmanı istemiyorum.” Diye söylendi kısık sesiyle. Kaşlarımı çatıp kolumu kendime çekmeye çalıştım. “Kendi bedenim hakkında kararları ben kendim vereceğim Yağız. Sen de kararım neyse ona saygı duymayı bileceksin.” 

Kesik bir nefes aldığı sırada merdivenleri bitirmiş, adımlarımızı yere basmıştık. “Şurada bekleyin. Sığdığımız kadarı benim arabayla gideriz.” Der demez koşar adım bizden uzaklaştığında onun tam tersi yöne yürümeye başladım. Attığım hızlı adımlar beni hastane bahçesinin çıkışına taşıyordu. “Kız amir bekleyin dedi ya.” Diyerek arkamdan ciyaklayan Asiye’ye bir orta parmak kaldırdım. “Bekleyen beklesin. Ben Yağız beyi çok bekledim.”

*

Annemin bıçağa batırıp önüme uzattığı ayvayı gözlerimi devirip aldım. Bendeki sert, şüpheci bakışları akşam boyu üstümdeki ve ben odamın kapısını kilitlemiş, bebeğime ait olan hiçbir şeyi görmemeleri için odama gidemiyordum. “Hayret, sen bu akşam odandan çıkabildin.” Diyerek ağzındaki baklayı sonunda lık diye çıkardığında zorlukla gülümsedim. Çiğnediğim ayva boğazıma bata bata yutulurken en sevdiğim meyve olma yolunda emin adımlarla ilerliyordu. Ölüyormuş gibi hissediyordum, muhteşem bir histi. 

“Çıkmasam bir dert çıksam bir dert. Ben de sizden bir şey anlamadım ki.” Dedim ters bir edayla. Yandan bir bakışla beni süzmüş, bu sefer bıçağına geçirdiği ayvayı babama uzatmıştı. Babam okuduğu gazeteden başını kaldırıp kısa süreliğine bizi izlemiş sonrasındaysa ayvayı tek lokmada ağzına atıp tekrar gazeteye kapanmıştı. “Her akşam odadan saç baş kavgayla çıkarıyorduk seni. Bu akşam gönüllü olunca şaşırttı biraz.” Şiddete meyilli bir anneydi ve bununla övünüyordu maalesef.  “Tamam anneciğim yarın akşam odadan çıkmam. Sen de günün stresini kafamda kalan son beş teli de kopararak çıkarırsın. Artık sus.”

“Yağız beyle nasıl gidiyor? Keyifleri yerinde mi paşamızın?” sorusuyla ayva yemeden boğuluyor gibi hissetsem de bunu belli etmemeye çalıştım. Yağız’ı bugün hastanede bırakmış, yanımda Efsun, Kudret ve İrem ile dolmuşa atlayıp evin yolunu tutmuştum. Ona da kala kala Asiye’yle Cansel’i otele bırakmak kalmıştı. O saatten sonra arasa da açmamıştım. Kendi kendime düşünmem, sağlıklı bir karar almam gerekirken sürekli baskının altında hissediyor olmam canımı çok fena sıkıyordu. 

“Yerinde anne.” Demekle yetindim. Sonunda bir saattir açık olan sayfadaki son cümleyi bitirebilmiş, kağıdı çevirip bir saate okuyacağım yeni sayfaya gözlerimi dikmiştim. Düşünecektim güya fakat düşünmemek için her şeyi yapıyordum. “Düğün sözü almaya gelmeyecek mi? Ölene kadar nişanlı mı kalacaksınız?” babamın da pür dikkat soruyu ve cevabını beklediğini anladığımda kurumuş dudaklarımı ıslattım. “Siz de ne meraklıymışsınız kız vermeye. Hayırdır yediğim lokmalar batmaya mı başladı?” amacım sadece konuyu dağıtmaktı. Şu an, böyle bir haberin üstüne asla evlilik konuşmak istemiyordum. Hem hamile hem nişanlı. Büyük olaydı. Bunu başkası yapmış olsaydı Nezaket teyzeyle on ton lafını yapardın ah Meryem ah. Sen de mi düşecektin dillere? Elim karnıma giderken fasulyeme tutundum. Dillere düşeceğiz bebem seninle ille de biz düşecek…

“Yok batmadı da senin batsa iyi olur. Malum dün yediğin hurmalar bugün yavrum tırmalar.” Dedi imalı imalı. Gözlüğünün üstünden attığı o uyarıcı bakışla yutkundum. Kızgın bir soluk aldı. “Ne boklar yediğini biliyorum.” Diyerek sessizce konuşması, benim dudaklarını okumam ve kulağı bizde olsa da gözleri gazetede olan babamın her şeyden habersiz olması…

Mala yatmaya devamdı. Sonuna kadar inkardı. 

“Anlamıyorum seni.” Dedim onun gibi sessizce konuşarak. Başını ‘aynen kanzi’ der gibi sallayıp babamın önüne bir ayva daha uzattıktan sonra tekrar bana odaklandı. “O test çubuğu inşallah senin değildir Meryem.” Dediğini okuduğum dudakları keşke bir daha açılmasaydı. Sıçmaya ne sıçmıştım. Ben bitmiştim. “Ne testi anne? Üniversitede test sorusu yok.” Salağa yatarken inşallah uyuyakalır ve bir daha uyanmazdım. Annem hamile olduğumu biliyordu, selamı kemal dedem okusundu. 

“Düğün işlerini konuşma zamanı gelmedi mi bey? Bıraksak bunlara ohho bekler bekler dururlar. Yağız’a söyleyiver. Bir ay içinde o düğünü istiyorum.” Babamın gazeteyi katlayıp ayva göbeğinin üstüne koyması, gözlüğünü gözünden alıp yanındaki boşluğa fırlatması ve göbeğini hobbitik şişiren nefes alışını nefessiz izledim. Gözleri bir müddet yüzümü izledikten sonra kısa bir süre karnıma düşer gibi olduğunda yutkundum. “Çocuklara müdahale etmeyelim. Artık bir adı var zaten, istedikleri zaman düğünleri olur.” Verdiği cevapla bir filin dışkıladıktan sonraki rahatlığına eriştim. Evlilik işi aceleye geliyor gibiydi. Bu çocuk ne olacaktı? Doğacak mıydı? Doğmalı mıydı? Doğmazsa pişman olur muydum? Yağız’la artık tamamen biter miydik?

Korkarım ki dostlar bu soruların cevapları elbette evetti. 

“Benim acelem var. Tatile gideceğim, İzlanda da girilmedik yer bırakmayacağım. Uzun süre buralarda değilim. Artık evlensinler.” Soy adı Sabancı falandı da bizim mi haberimiz yoktu anlamış değildik. Hangi parayla İzlanda’ya gidecekti bu kadın? Dolmuşa bindiğimiz sabahın akşamı yürüyerek aşıyorduk o kadar yolu. Ağam bizimle eyleniyi olsa gerekti. “Neyle gidiyosun oralara?” diye alayla konuşan babamın kıkırtısına karışan müzik sesiyle yüzüm kırıştı. Açık pencereden son ses gelen bu iğrenç şarkıyı kim açmıştı bilmiyordum ama yakın zamanda kapatmazsa sonu hiç iyi olmayacaktı. 

“Ay sokağın çocuğunun sesi biter veledi son ses müzik açar. Hindistan’a döndük.” Diyen annemle birlikte gülümseyip okumadığım kitabın kapağını kapattım. Bacaklarımı kolçağından sarkıttığım tekli berjerden kalkmaya yeltendiğim sırada Yağız’ın adımı seslenişiyle bir duraksadım maalesef. 

“BEN SENDEN VAZGEÇMEM YOLUNA KÖLEYİM.” Diyerek bağır çağır şarkı söyleyen bu adam evet, maalesef pavyon gülüydü. Bu edebiyatı da pavyonda öğrenmiş olsa gerekti. “Kız bu damat mı?” diyen annem kucağına koyduğu meyve dolu kabı kenarına fırlatmış uyuşmuş ayaklarıyla paytak paytak yürüyerek cama varmıştı. “SÖZÜNDEN HİÇ ÇIKMAM. EMREEET ÖLEYİM.”

“Kız vallahi de. Meryem gel hele.” Annem arka fonda çalan müziğe kendini kaptırmış dansözvari bir dans ve el kol oynatmayla camın önünde kıvırtıyordu. “Camın önünde yapılacak şey mi yaptığın hanım? Çekil oradan.” Babamın azarlayan sesiyle omuz silkse de dans etmeyi kesebildiği kadar kesmiş, avuçlarını cam mermerine yaslayıp kafasını camdan dışarıya bırakmıştı. “Kıs evladım şunu kıs. Bu nedir akşam akşam.” Diyerek sesini duyurmaya çalıştığında kendimi berjere iyice sakladım. Gerginlik beni ortadan ikiye cart diye yırtacaktı da bebeğim için sakin olmaya çalışıyordum. 

Yağız söyleneni yapmış teyyibi kapatmıştı. Darısı dünyadaki bütün teyiplerin başınaydı artık. Kafam kaldırmıyordu çünkü. “Megafon da getirmiş kereta.” Diyerek kahkaha atan kadının benim annem olup olmadığı hususunda derin bir şüphem vardı. Yağız onu dinlesin de düğünü erkenden yapsın diye yapmayacağı yalakalık yoktu. “Meryem bir dakika cama çıkabilir mi?” diye megafona bağırıp konuşan adamla birlikte gözlerimi kapattım. “Çıkar tabi evladım.” Diye bağırdı annem. “Nişanlısı gelmiş, çıkmaz mı?” diyerek devam ettiğinde sokaktaki kaşmerlerin ağzına laf vermemek adına nişanlı olduğumu bastıra bastıra söylüyordu. Çok geçmeden koşar adım yanımda bitmiş kolumdan tutar tutmaz beni öyle bir çekiştirmişti ki çıkan kolumla birlikte annemin peşinden adeta bir paspas gibi yerleri silerek cama sürüklenmiştim. Cama varmış kollarını belime sararak beni son nefesimi vermek üzere olduğum zeminden koparıp vücudumun neredeyse yarısını camın dışına çıkarmıştı. 

Dönen başımla gözlerimi bir süre boyunca sıkı sıkı kapattım. Boynumda hissettiğim soğuk terler, kanımdaki o kaynarlık annem belimden tutmuyor olsaydı beni camdan aşağı düşürecek kadar elimi kolumu bağlıyordu. 

“Sana bir sürprizim var Meryem.” Dedi Yağız neşeli bir sesle. Göğsüme sığmayan nefesimi kontrol etmeye çalışırken yer ayağımın altından çekiliyordu. “Kız azıcık gülsene.” Diye fısır fısır kulağıma konuşan kadınla birlikte gülümsemeye zorladım. Yağız benden bir tepki beklese de iyi ya da kötü bir tepki verebilecek kadar güçlü hissetmiyordum. Sonunda beni beklemeye bir son vermiş, cebinden çıkardığı çakmağı yerde bir şeye tuttuktan sonra kollarını iki yana açıp kocaman bir gülümsemeyle beni izlemişti. Yola benzinle “SENİ SEVİYORUM ÇOCUĞUMUN ANASI” yazma fikrini aklına kim sokmuştu bilinmez daha fazla direnemeyen bünyem kapanıp giderken saldığım bedenim ve annemin çığlığı hissedebildiğim son şeydi. 

Continue Reading

You'll Also Like

12.6K 874 33
'Ben etrafındakilere Feza'yım ama onun için Cânfezâ'yım.' Aile baskısı gören içe kapanık ve kalabalık ortamlarda bulunmak istemeyen kız Ve bunların...
811 121 10
22 yaşında olan genç bir kadının en sevdiği tarafından uğradığı ihanet, aşağılanma ve en önemlisi bunların hepsinin bir gün unutulup hayata kalındığ...
19K 133 43
En beğendiğim kitapları sizlerle de paylaşmak istedim... Beğeni ve yorumlarınızı eksik etmeyin lütfen
6.8K 824 4
Sıradan bir hayat yaşayan Bellur için her şey bir masal kitabıyla başladı. Hayır, sıradan bir masal kitabı değildi! Bilindik ve bilinmedik tüm efsan...