GAZAP DANSI (TAMAMLANDI)

By YorgunHayalci

163K 10.4K 4.3K

~Fantastik~ "Öfkenin ve dansın zarafeti, olacak her şeyin sebebi... ~ Yaratıkların kol gezdiği, tehlikenin hü... More

TANITIM
GİRİŞ
1. KISIM - 1. BÖLÜM
1. KISIM - 2. BÖLÜM
1. KISIM - 3. BÖLÜM
1. KISIM - 4. BÖLÜM
1. KISIM - 5. BÖLÜM
1. KISIM - 6. BÖLÜM
1. KISIM - 7. BÖLÜM
1. KISIM - 8. BÖLÜM
1. KISIM - 9. BÖLÜM
1. KISIM - 11. BÖLÜM
1. KISIM - 12. BÖLÜM
1. KISIM - 13. BÖLÜM
1. KISIM - 14. BÖLÜM
2. KISIM - 15. BÖLÜM
2. KISIM - 16. BÖLÜM
2. KISIM - 17. BÖLÜM
2. KISIM - 18. BÖLÜM
2. KISIM - 19. BÖLÜM
2. KISIM - 20. BÖLÜM
2. KISIM - 21. BÖLÜM
2. KISIM - 22. BÖLÜM
2. KISIM - 23. BÖLÜM
2. KISIM - 24. BÖLÜM
2. KISIM - 25. BÖLÜM
2. KISIM - 26. BÖLÜM
2. KISIM - 27. BÖLÜM
2. KISIM - 28. BÖLÜM
3. KISIM - 29. BÖLÜM
3. KISIM - 30. BÖLÜM
3. KISIM - 31. BÖLÜM
3. KISIM - 32. BÖLÜM
3. KISIM - 33. BÖLÜM
3. KISIM - 34. BÖLÜM
3. KISIM - 35. BÖLÜM
3. KISIM - 36. BÖLÜM
3. KISIM - 37. BÖLÜM
3. KISIM - 38. BÖLÜM
3. KISIM - 39. BÖLÜM
3. KISIM - 40. BÖLÜM
3. KISIM - 41. BÖLÜM
3. KISIM - 42. BÖLÜM
3. KISIM - 43. BÖLÜM
3. KISIM - 44. BÖLÜM
3. KISIM - 45. BÖLÜM
KRALLIKLARIN VE KÜÇÜK KITANIN GENEL DURUMU
FİNAL - PART 1
FİNAL - PART 2
"BİR GÜN BİR PRENS VARMIŞ..."
İLK KİTABA DAİR SON SÖZLERİM
Biraz Da Ben...

1. KISIM - 10. BÖLÜM

2.8K 221 80
By YorgunHayalci

Uzlaşma

Bir şeyi çok merak ediyordum.

"Neden baştan her şeyi anlatmak yerine yalan söylemeyi tercih ettiniz?" diye sorduğumda ego yığını bıkkınlık ile nefes verdi.

"Yeterince başımızda bela varken bir de sen eklenme istedik tamam mı? İçin rahatladı mı?"

"Ee şimdi ne oldu?" dedim sitem edercesine. "Başımız belaya girmedi mi?"

"Zaten girecekti. En azından bu olaylara hiç dahil olmazdın."

"Ama benim sayemde kurtuldun?"

Haklıydım. Büyü gücüm açığa çıkmasaydı çoktan ölmüş olacaktık. Ve bu da biraz şansa olmuştu.

Ayrıca büyü gücüm açığa çıktığı için de çok mutluydum! Artık ben de büyülerimi kullanabilecektim. Acaba hangi atanın soyundan geliyordum? Violes? Diarus? Elines? Arinus? Hangisiydi?

"Ama senin yüzünden de kitabın bir kısmı yandı."

Çığlık at diyen de kendisiydi.

"Her neyse," dedim lafı uzatmak istemeyerek. Oturduğum yerden doğruldum ve o an ne kadar da terlediğimi fark ettim. Ayrıca içerisi de ayrı bir sıcaktı. Kesinlikle uzun süren bir duş almam gerekliydi.

Hermes de zaten ayağa kalktı ve getirdiği bez parçasını da çekmecenin üzerine koydu. Muhtemelen onu ateşimi düşürmek için getirmişti.

Gemide kaç insan sağ kalmıştı? Kaç kişi kurtulabilmişti? Masum insanlar ölmüştü ve sağ kalanlardan da hiç hiç haberim yoktu. Hem öte yandan aklımı kurcalayan bir şeye daha vardı: Hermes neden babasını saklanmıştı? Daha doğrusu babası neden oğlunu saklanmıştı? Veya kitap neden kütüphanedeydi? Silüet nereden gelmişti? Aklımdaki soruların cevapları için Hermes'i yine bunaltmam gerekiyordu.
~

Akşam olduğu vakit duştan çıktım. Sıcak su en azından beni kendime getirmişti. Rahatlamıştım ve ayrıca uzun zamandır düzgün uyuyamadığım günler hatırına şu dört gün kesinlikle bedenimi daha iyi hissettirmişti.

Keşke ruhen de o şekilde hissetseydim.

Onun için belli bir zamanın olduğunu biliyordum. Dört gün değil, belki de dört yıl sürerdi, bilmiyordum. Belki de ruhum hiç dinlenemeyecekti. Yine de onun için mücadele edecektim.
~

Mutfak bölümüne indiğimde ki, Tanrım sen bana sabır ver, ben nasıl onca zaman aç kaldım hiç bilmiyorum. Midem açlıktan artık ulu ozanların uluması gibi gurulduyordu. Bir ara Hermes'in yan odadan midemin sesini duyduğundan şüphe edip elimi karnıma götürsem de nafileydi.

Hem uyuduğum vakitler de kilo vermiş gibiydim. Evet, evet. Baya vermiştim. Buna mutlu olacaktım neredeyse! Onca derdin içinde! Mantıklı düşünemiyordum galiba.

Gemiden bahsedecek olursam da pek çok kişi öldürülmüştü. Duştan sonra Dimitri'nin de onlardan birisi olduğunu öğrendiğimde kendime gelmem için en az yarım saat gerekmişti. Her şeye rağmen onun için dua etmiş, onun adına af dilemiş ve aramızdaki saçma meseleyi de unutmuştum. Bu benim içimi gerçekten de acıtıyordu. Onca masum insan... Çocuklar... Melin. Hepsi kahrolası bir kitap yüzündendi. Hiçbiri de böyle bir şeyi hak etmemişti.

Bu düşünceyle mideme kramp girdiğinde açlık hissimi önemsemedim, onun yerine yönümü değiştirerek odama ilerledim. Hiçbir şey olmamış gibi yemek yemek istemiyordum, yiyemezdim.

Gemide kalan kişiler ise ağır yaralar almıştı. Bu şekilde Uzak kıtaya gitmeleri çok zor olacaktı. Yolculuk ise zaten beş gün daha sürecekti ve ne kadar dayanabilirlerdi bilemiyorduk.
~

"Luna," diye seslendi Hermes arkamdan. Onu görmemiştim. Yanıma gelirken elinde yine o malum kitabı gördüm. Onu takip etmemi söyleyip beraber odaya geçtiğimizde kapıyı kilitledi ve odadaki mumların sönmüş olduğunu gördüğünde ise onları tekrardan yaktı. Hava çoktan kararmaya başlamıştı. Muhtemelen daha yavaş ilerleyecektik.


Hermes'e baktığımda, eh yorgun gözüküyordu yine ve bu da gözlerinin altından bariz bir şekilde belli oluyordu, gömleğinin kol kısmının kan olduğunu gördüm. Elleri ise hâlâ, biraz da olsa, kızarıktı ve dudağındaki yara ise çoktan kapanmıştı. Lakin izinden de belliydi. Bu haliyle bir yaratık öldürmüş gibiydi. Fakat aslında kendisi ölümden dönmüştü.

Masaya karşılıklı oturduğumuzda kitabı da masanın üzerine bıraktı. Bir an şu lanet olasıca kitabı denize fırlatıp derinliklerinde kaybolmasını istedim. Sorun da kökten çözülmüş olurdu. Ama yapsam büyük ihtimalle çok daha büyük belalar başımıza açılacak ve bu kez kurtulamayacaktık.

"Sen," diye başladı sözüne. "Benden daha çok okudun. Teorik bilgilere benden daha fazla sahipsin. Umarım kütüphanede uyukladığın günlerin hakkını verirsin de yardımcı olabilirsin."

"Ne, ne?" dedim dudaklarıma bir gülümseme takarak. "Sen mi benden yardım istiyorsun?"

"Hadi ama," dedi Hermes bıkkınlıkla. "Sus ve beni dinle."

Kollarımı öğrencilik yıllarımdan kalan akışkanlıkla kavuşturup arkaya yaslandım ve dinlemeye başladım.

"Hiç araftan birisiyle iletişime geçmeye çalışmış mıydın Usta'yla?" diye sordu. Açıkçası böyle bir şeyi hiç denememiştik. Zaten büyü gücüm bile yoktu. Yapsak ne elde edebilirdik ki?

"Hayır," diye cevap verdim o yüzden de.

"Peki ya iletişime geçme yollarını araştırdın mı?" Bununla ilgili konuyu kütüphanedeki birkaç kitaptan bir şeyler okumuştum. Aklımda bazı bilgi kalmıştı. Aslında araf ve öte diyar hakkında sadece temel bilgilere sahip olmamız öğütlenirdi bize. Bu nedenle çağırma işini herkes yapamazdı.

Genelde ritüel yapılarak çağrılırlardı. Yine de bizlere hemen, doğrusunu yapamazsak, bağlanmazlardı. Hatta hiç de bağlanmayabilirlerdi. Her ne kadar iradesiz birer varlıklar olsalar da bizleri öldürebilecek güçlere de sahipti olurlardı.

"Yani bir keresinde kütüphanede bir kitapta okumuştum. Genelde ritüel sayesinde çağrılıyorlar." Ritüel konusunu kendisi de biliyordu. Onun bu konu hakkında ne kadar bilgi sahibi olduğunu merak ettim. Eğer bilseydi benden yardım istemezdi.

"Nasıl bir ritüel?" diye sordu. Çağırıp çağırmayacağımızı ciddi manada merak ettim.

"Çağıracak mıyız?" diye sordum.

"Şimdilik hayır," diye cevap verdi.

Şimdilik.

"Değişiklik gösterildiği yazıyordu hatırladığım kadarıyla. Farklı farklı çeşitlerle çağrılabilirlermiş. Ama okuduğum bir ritüel de mumlar sayesinde daha kolay çağrılabildiklerini yazıyordu."

Aslında mumlarla, rüzgarla, ıslıkla, el çırpmayla; karanlık bir ortam sayesinde, kısacası pek çok yöntemle çağrılabilirlerdi.

"Güzel," dedi Hermes. "Ama güç aşımı ortaya çıktığı için rüzgar açığa çıkar ve bu yüzden de mumların çoğu söner. Bu durumda nasıl çağrılırlar?"

"Mumların dizilişi ve sayısı onlar için birer sembol ifade ettiğinde mumlar korunur. Ateş dolayısıyla sönmez."

"Peki ya hangi büyüleri okumamız gerekiyor biliyor musun?"

"Evet. Ama çağırmayacağız değil mi?"

"Ne o korkuyor musun?" diye sırıttı. Korkmuyordum gibi. Ama yine de o silüet vakasından sonra da istemiyordum.

Korkuyordum.

"Silüet olayından sonra," dedim kızarmış gözlerine bakarak. "Pek de iç açıcı bir fikir değil."

"Her neyse," diyerek devam etti.

"Silüetin araftan geldiğini düşünüyoruz. Yani Usta ile ben düşünüyorum. Zaten başka kimse bilmiyor. Bu varlığı ya öte diyardan ya da bu dünyadan birisi çağırdı. Ölüm diyarı ile bağlantısı olan tek yer öte diyar. Ölüm diyarından birisi ile anlaşarak kitabın yerini bu sayede öğrenmiş olabilirler. Yani ölüm diyarındaki birisi, kitabın yerini geçmişte bilen bir kişi, tarafından nereden olduğunu öğrenilmiştir. Araf'tan birisini de kendisine bağlayıp kitabı bulması için okula göndermiştir. Ayrıca araftaki varlığı da de Melin'e bağlayıp işi kontrole aldılar. Tek sorun bu işin içinde dünyadan birisinin olup olmaması. Ama öyle olsa bile öte diyardan birisi ile nasıl bir iletişime geçilir bilmiyorum. Geçitler kapalı. Ölüm diyarının anahtarı Tanrı'nın, yani koruyucularının, elinde. Öte diyardan birisi onu almış olmalı."

"Araf'taki varlıklar ölüm diyarına ait olamadıkları için orası ile iletişimleri yok. Öte diyardan da birileri ölüm diyarı ile anlaştı. Pekâlâ anahtar Tanrı'nın elindeyse nasıl olur da anlaşabilirler ki?"

"Ben de bu sorunun cevabını bulmaya çalışıyorum," dedi. "Bizimkisi gibi keskin bir çizgi yok. Ama yine de anahtar olmadan o diyara gidilmez."

"Belki de gitmeden yaptılar?" Kesinlikle çok ihtimal vardı. "O şekilde iletişime geçtiler? Sonuçta onlar hakkında pek az bilgiye sahibiz. Belki de bu işi bilen ve yaşayan kişi var. Bu sayede her şey onun yüzünden oldu."

Bu dediğim de bir ihtimaldi. Hermes ilkin biraz düşünüp bir şey demedi. Sonra da çenesini sıvazladığı elini indirdi ve kitabı üzerine koydu.

"Usta buna ihtimal vermiyor. Saraydan da başkası bilmiyormuş."

"Ya bilen varsa?" Usta her ne kadar ihtimal vermese de böyle bir kitabın varlığından haberdar olan insanlar olabilirdi. Veya insan olmayıp orbunlar bile bu işin içinde bulunabilirdi.

"Hepsi de bir ihtimal," dedi düşündüğümü düşünüp. Ardından da aynı sakinlikle devam etti. "Ama bir başka sorun şu ki öte diyar bu kitabı bilmiyor. Nasıl öğrenebilirler ki? Yıllardır insanlar arasında saklandı."

Bu da benim dediğim ihtimali kuvvetlendirse de benim baktığım bakış açısından baktığımızda; öte diyardan da belki bilenler var olabilirdi.

"Bu kitap neden bu kadar önemli ki?" diye sordum. Kitaba baktığımda dış kapağın bir kısmının kömür gibi siyah olduğunu gördüm. İçi de yanmış mıydı ki? Oysa kitap mühür ile korunmuyor muydu? Eğer bu şekilde yandıysa neden yok edilemiyordu?

"Kitap kim tarafından, ne zaman yazıldı tam bilinmiyor. Işık Aşıkları'nın zamanında yazıldığı düşünülüyor. En azından kitabın bir kısmını çözebilen kişi, yani o şahsiyet, onlardan da bahsedildiğini söylemiş yaverlerine. Kitap kendi mührü ile korundu yüzyıllar boyunca. Ta ki Kurnaz Prens onu bulup mührü kırana dek."

Gizli bir kitaptı. Mühürlüydü ve kadim çağlardan kalmaydı. Birileri ne için istiyorsa konu belki de prens ile alakalıydı.

"Mühür kırıldıktan sonra onu kullandı. Bu sayede kıtalar ayrımı oluştu. Yani öyle düşünüyoruz. Çünkü bu denli bir güç ancak kitap sayesinde olabilir. Ardından da kendi mührü ile kitabı kilitledi. Fakat yaverlerine verdiği vakit kitabın saklanılmasını istedi. Zaten durumu gittikçe kötüye giden Altın Gözlü Prens öldükten sonra da yaverleri kitabı önce yok etmeye çalıştı. Ardından da yapamadıkları vakit saklamaya karar verdiler. Pekâlâ, Kurnaz Prens de yok edebilirdi. Ama yapmadı. Bunun yerine saklamayı tercih etti. Kitap bizim okula yani kendi inşa ettiği okula konuldu ve korunması için de yeminler verildi. Usta da bu yemini verenler arasındaydı. Lakin bir gün silüetin bu kitabı aramaya başladığını öğrendiğimiz de kitabı kütüphaneden almak zorunda kaldık. Onu ilk gördüğümde ne yapmaya çalıştığını anlamasam da birkaç gün boyunca görmeye devam ettiğimde bir şeyleri aradığını anladım. En sonunda da kitabı aramak için geldiğini anladık. Çünkü Melin'i de kullanmaya başladığını öğrendik. Melin uyurgezerdi ve onu geceleri görüyordum. Gündüzleri ise her seferinde gizli odalara girmeye çalışıyor, kütüphanedeki kilitli dolabı açmaya çalışıyordu. Usta kitabı aradığını anladığında kitabı da kütüphaneden aldı.

Lakin bu şeyin nasıl bir güçte olduğunu bilmiyorduk. Bu yüzden de birkaç kez kitapla birlikte kütüphaneye geldiğimde o şeyin beni fark edip etmemesini merak ettim. Onu göremediğimi düşünüyordu. Tıpkı senin geceleri onu göremediğin gibi. Lakin silüet oldukça zayıf birisiydi. Yani insanların duyumları hakkında yeterli güce sahip değildi. Kitabı ancak verilen emirler doğrultusunda arıyordu.

Usta kitabı saraya götürmem gerektiğini söyledi. Bunun içinse hemen acilen bir mektup yazdı, durumlar daha ileriye gitmeden. Fakat Melin'in ölümü zamansız oldu. Melin belki de itaat etmek istemedi. Ya da artık silüeti kontrol eden şey Melin'le olan işini bırakmak istedi, bilmiyorum. Ama Melin'in ölmeden önce söylediği sözler birer şifre niteliğindeydi. Ne anlama geldiğini hâlâ çözmüş değiliz.

İşin bir başka garip yanı ise kitabın bir kısmındaki mührün kırılması. Mühür büyük ihtimalle ancak Kurnaz Prens sayesinde kırılabilir. Lakin kitabın bir kısmında mühür bozulmuştu. Bazı kısımları okuyabilsek de çoğunluğunu okuyamadık. Kitabı kütüphaneden aldığımızda mührün kırılmış olduğunu gördük. Belki de mühür çok önceden kırılmıştı ve biz fark etmemiştik. Nasıl kırıldığı önemli. Belki de kendi kendine kırıldı."

Hermes nihayetinde sustuğunda kitaba dokunma dürtüsü oluştu. Bu dürtüye izin verdim. Kendime doğru çevirip elime aldığımda parmaklarımı hafifçe gezdirdim. Bu bir anda içimin titremesine sebep oldu. Sebebinin kitabın büyüsünden mi yoksa olayın verdiği gerilimden mi bilemedim. Kitabın kapağında altın kabartmalı harflerle galiba Altın Çağ yazıyordu. Galiba diyorum çünkü başka bir alfabe ile yazılmıştı. Tıpkı normal kitap gibiydi. Fark edilmesini sağlayan tek şey ışığıydı. Bu kitabı rafların arasında görsem eski bir nüsha olduğunu sanıp geri yerine koyardım.

Kapağını büyük bir heyecanla açtım ve ilk sayfasına baktım. Işık bir anda yüzüme çarptığında kalbimin atışları hızlandı. Yutkundum. Kadim bir büyünün varlığını sezinleyemesem de böyle olduğunu düşündüm. Çünkü kalbimin hızlıca atmasının tek sebebi bu olabilirdi.

İlk sayfada sadece semboller yer alıyordu. Yukarıdan aşağıya, belirli aralıklarla dizilmiş doğru düzgünce yazılmış olan semboller... Büyük ihtimalle bir dilin harflerini karşılıyordu. Bu alfabe sley alfabesi bile olabilirdi... İkinci sayfasına geçmem de değişen bir şey yoktu. Siyah bir kalemle yazılmış, sayfanın kenarları yaldızlarla kaplanmış, harf içlerinden ışıklar yükselmiş bir kitaptı. Değişik herhangi bir şey söz konusu değildi ama önemli olan da buydu. Kitap mühürlü olduğu için tamamen açılmamıştı.

Üçüncü yaprağı çevirmeye çalışsam da yapamadım. Mühür buna izin vermedi.

Kısacası sadece dört sayfası açıktı ve sadece sık aralıklarla yazılmış yazılar vardı, başka bir şeyi yoktu. Koskoca kitapta, ki kaç sayfa olduğunu bilmesem de belki de beş yüz sayfası vardı, sadece dört sayfası açıktı.


Neden dört sayfa olduğunu, neden o sayfaların açıldığı başka bir konuydu. Bir anlamı varsa bile onu şu an çözemezdik. Koskoca mühürle korunan kitabın sayfaları rastgele bir anda açılamazdı. Ayrıca mührü kendiliğinden de kırıldıysa bir anlamı olmalıydı. Hem bir başka düşüncem de, eğer kitap yandıysa bunun sebebi mühür kırılması olabilirdi.

"Bu yazıları okuyabiliyor musun?" diye sordum uzun sessizlikten sonra.

"Hayır, ilk defa bir dili çözemedim. Gerçekten de garip bir kitap."

Bunu söyledikten sonra ayağa kalkıp yaktığı mumlardan birisini aldı ve kitabın ilk sayfasına tuttu. Harflerin üzerinde gezdirmeye başladı. "Bak," dedi daha sonra. İyice yaklaştığımda bir şey göremedim.

"Hayır, o şekilde değil," dedi ve yanına gelmemi söyledi. Dediğini yapıp da baktığı yönden baktığımda harflerin gölgesinin masaya düştüğünü, beyaz sarı bir ışıkla da yandığını gördüm. Ateş iyice yaklaşınca harfler netleşti ve keskinleşti. Masa üzerindeki semboller ise öncekinden daha parlak bir hâl aldı.

Hermes elini sayfada ağırca gezdirdi. Mumu kitabın üzerinden geri çektiğinde ise harflerin parıltısı da gidiverdi.

Geri sandalyeye oturduğumda mumu da masaya koydu ve kitabın kapağını kapadı.

"Bunu nasıl buldun?" diye sordum.

"Bu gibi önemli bir kitabın daha nice özelliği vardır," diye cevap verdi. Ve devam etti.

"Geceleri bunun gizemi çözmeye çalışmak heyecan vericiydi. Tesadüfen, bir şekilde buldum. Ama neden bu şekilde, doğru açıyla, parıldadıklarını anlamadım. Ateşe doğru değil, ateşi ona doğru doğrulttuğumda gözüküyor."

"Belki de mesele sadece ateş değil. Oturduğum yerden göremedim ama senin yanına geldiğimde yansımayı gördüm."

"Evet," dedi. "Belki de bu onun ilk gizemi."

Hermes sustu. Kitabın kapağını kapadı ve içim yine kuşkuyla doluştu. Biz tamamen kurtulamamıştık. Geri gelme ihtimalleri yüksekti. Sonuçta kitap hâlâ bizdeydi.

"Ya geri gelirlerse Hermes?" diye sordum. "O zaman ne olacak?" Bu düşünce beni korkutmaya başladı.

"Bilmiyorum." Tedirgindi. "Eğer gelirlerse yine alt etmek zor olacak."

Plansız hareket etmek güvenliğimiz için hiç de iyi değildi.

"Peki ya Kurnaz Prens nasıl oldu da bunun tamamını çözebildi?"

"O bizden daha güçlüydü. Ama yine de kitabı nasıl buldu da mührünü kırdı bilmiyoruz. Usta onun tekrardan geleceğini düşünüyor. Çünkü mührü kendi kendine kırıldı."

"Ne yani o da mı herkes gibi düşünüyor?" Bu beni şaşırtsa da artık her şey mümkündü.

"Maalesef, evet," diye cevap verdiğinde kitaba tekrardan baktım. Usta onun geleceğine pek de inanmazdı. "Şeytanın oğlu!" diye bahseder, sonra da bir sürü lanet ederdi arkasından.

"Peki ya," dedim, sesim kısık çıkmıştı. Boğazımdaki ağrı da gitmişti çoktan. Yine de boynum ağrıyordu. Bu nedenle sağa ve sola çevirdim sonra da duruşumu düzeltip daha dik oturdum.

"Neden böyle bir kitap saklanıp yerine sahte bir kitap yazıldı hiç düşündünüz mü? Neden gerek duyuldu buna?"

"Eğer yazıldıysa muhakkak bir nedeni olmalı. Belki de tarihin kıyameti ile ilgili bir durum bu. Bilemiyoruz."

"Belki de tam tersi bu kitabın Altın Çağ kitabı ile bir ilgisi yok?"

"O hâlde neden adı Altın Çağ olsun ki?" diye sordu.

"Altın Çağ kitabını kim yazdı? Uzun Dede, öyle değil mi? Peki ne zaman yazıldı? Işık Aşıkları'ndan daha sonraki bir vakitler de. Peki bu kitap daha önceden yazıldıysa neden daha sonra aynı adla başka bir kitap yazılsın? Neden buna ihtiyaç duyulsun? Kitabı bilen pek az insan varken neden?"

"Tesadüf mü diyorsun?"

"Hayır, ama belki de alakaları yok. Hem de Kurnaz Prens bunu neden saklama ihtiyacı duydu ki? Kitabı tek başına okuması imkansız. Yardım almış olabilir. Belki de yazıldığı dönemdeki kişiler ile iletişime geçti bir şekilde. Zaman kırılması yaptı veya ölüm diyarına gitti."

"Bilmiyorum Luna. Ama..." Duraksayarak kitaba baktı. Derin bir iç çekti. "Umarım saray bu işi çözebilir. Yine de bir şeyler denemeyi istiyorum."

Bana bakıp ne istediğini anlayabilmiştim. Beni bu yüzden buraya çağırmıştı.

"Neden istiyorsun bunu?" diye sordum. "Çağırıp ne yapacaksın? Ya itaat etmezse?"

"O şeyin araftan geldiğine inanmam lazım Luna. Belki de öte diyarın varlığı. Eğer oradan geldiyse geçitlerden birisi açıldı demektir."

"İyi de herhangi bir varlık gelebilir. O silüete benzer bir varlığın geleceğini de nereden düşünüyorsun?"

"İtaat ettirirsem eğer -"

"Hayır Hermes," dedim lafını keserek. Sesim hafif yüksek çıkmıştı. Bu kez macera aramak filan istemiyordum. Riske girmek istemiyordum. Onca gördüğüm silüetlerin varlığı beni oldukça rahatsız etmişti zaten.

"Bana sadece büyüleri söylemen yeter," dedi. Sesi benimkinin aksine usulca çıkmıştı. "Yanımda olmana gerek yok."

"Ya sana bir zarar gelirse?" diye sordum. Pekâlâ sevmiyor olabilirdim. Ama yine de ona bile isteye zarar gelmesini de istemezdim. Sırıtarak bana baktı.

"Benim için mi endişeleniyorsun?" diye sordu keyiflenerek.

"Yine de tehlikeli Hermes..."

Ama bu onun umurunda değildi.

"Ee," dedi kollarını bu kez o kavuşturarak. İşin dalgasına çoktan başlamıştı bile. "Söyleyecek misin söylemeyecek misin?"

Ona gözlerimi kısarak baktım. Ardından da derin bir nefes alarak  ofladım. Ama eğer gelirse ve kendine itaat ettirirse o zaman herhangi bir oluşacak tehlikeye karşı da bizi koruyabilirdi.

"Tamam söylerim," diye mırıldandım gönülsüzce. Kabul etmeme keyiflenerek ayağa kalktığında, birazdan döneceğini; mümkünse de buradan ayrılmamam gerektiği konusunda da tembih edip söyledi. Kitabı alıp da odadan ayrılırken gözlerim her bir köşeye bakınarak bekledi.

Etraftaki sessizlik bir süre sonra içimi bir tuhaf etti. Sanki her an geri gelecekler, benim tek başıma olduğumu görüp beni helak edeceklerdi. Korkmuştum, itiraf etmeliydim. Zaten oldum olası öyle şeyleri ürkütücü bulurdum.

Yaratıklardan bile bu kadar korkmuyordum ve bu durum benim için tuhaftı. Sonuçta ölümden birçok kez onlar yüzünden dönmüştüm. Şimdi ise birkaç silüetten korkuyordum. Ki asıl sebebi o kadındı... Bana geceleri öyle hikâyeler anlatırdı ki asla uyuyamaz, sürekli gözlerimi açarak karanlığı kontrol eder, o şekilde sabahı zor ederdim.
~

Yemek yerken aklıma yaşlı kadın geldi, Dimitri geldi, küçük çocuk geldi, fısıldaşarak konuşan iki kız geldi. Gözümden birkaç damla gözyaşı döküldüğünde hızlıca sildim. Evet, belki yaratık öldüren bir kızdım. Belki insan içine çıkmayı sevmeyen birisiydim. Yine de bu toplu katliam gibi bir şeydi ve her ne olursa olsun çok kötüydü.

Eğer yolun başı böyleyse, dedi iç sesim.
Sonunda neler olacak hiç tahmin edemiyorum.

Continue Reading

You'll Also Like

60.7K 9.2K 127
~~ Sivri Kulak Günceleri serisinin ikinci kitabıdır. Kurgu bütünlüğü açısından öncelikle 'İçimdeki Sihir' adlı kitabın okunması önerilir. ~~ Gerçek i...
1M 62.6K 18
"Dahası sen bir rüyasın," dedi çocuk, "neden kendine yardım etmeyi denemiyorsun?" Emily herkes kadar sıradan biri olduğunu düşünüyordu. Herkes kadar...
1.2K 78 4
Selamlar! Yararlı olduğunu düşündüğüm Kitap Tasarım İpuçları kitabımı seri hale getirmeyi planlıyordum ve sonunda ikinci kitabım! Hoşgeldiniz efendim...
29.4K 2.4K 22
2048, Haziran'ında Dünya'nın daha iyi bir yer olacağını söyleyen tüm bilim adamları sözleri altında ezilip ölmüşlerdi. Başta Türkiye olamak üzere büt...