GAZAP DANSI (TAMAMLANDI)

By YorgunHayalci

161K 10.3K 4.2K

~Fantastik~ "Öfkenin ve dansın zarafeti, olacak her şeyin sebebi... ~ Yaratıkların kol gezdiği, tehlikenin hü... More

TANITIM
GİRİŞ
1. KISIM - 1. BÖLÜM
1. KISIM - 2. BÖLÜM
1. KISIM - 3. BÖLÜM
1. KISIM - 4. BÖLÜM
1. KISIM - 5. BÖLÜM
1. KISIM - 7. BÖLÜM
1. KISIM - 8. BÖLÜM
1. KISIM - 9. BÖLÜM
1. KISIM - 10. BÖLÜM
1. KISIM - 11. BÖLÜM
1. KISIM - 12. BÖLÜM
1. KISIM - 13. BÖLÜM
1. KISIM - 14. BÖLÜM
2. KISIM - 15. BÖLÜM
2. KISIM - 16. BÖLÜM
2. KISIM - 17. BÖLÜM
2. KISIM - 18. BÖLÜM
2. KISIM - 19. BÖLÜM
2. KISIM - 20. BÖLÜM
2. KISIM - 21. BÖLÜM
2. KISIM - 22. BÖLÜM
2. KISIM - 23. BÖLÜM
2. KISIM - 24. BÖLÜM
2. KISIM - 25. BÖLÜM
2. KISIM - 26. BÖLÜM
2. KISIM - 27. BÖLÜM
2. KISIM - 28. BÖLÜM
3. KISIM - 29. BÖLÜM
3. KISIM - 30. BÖLÜM
3. KISIM - 31. BÖLÜM
3. KISIM - 32. BÖLÜM
3. KISIM - 33. BÖLÜM
3. KISIM - 34. BÖLÜM
3. KISIM - 35. BÖLÜM
3. KISIM - 36. BÖLÜM
3. KISIM - 37. BÖLÜM
3. KISIM - 38. BÖLÜM
3. KISIM - 39. BÖLÜM
3. KISIM - 40. BÖLÜM
3. KISIM - 41. BÖLÜM
3. KISIM - 42. BÖLÜM
3. KISIM - 43. BÖLÜM
3. KISIM - 44. BÖLÜM
3. KISIM - 45. BÖLÜM
KRALLIKLARIN VE KÜÇÜK KITANIN GENEL DURUMU
FİNAL - PART 1
FİNAL - PART 2
"BİR GÜN BİR PRENS VARMIŞ..."
İLK KİTABA DAİR SON SÖZLERİM
Biraz Da Ben...

1. KISIM - 6. BÖLÜM

3.4K 249 216
By YorgunHayalci

Vedasız Ayrılık

Hayat garipti.

Bazen hiç beklemediğimiz şeyler gerçekleşir, dünyamız tepetaklak olur, asla yapmam dediğimiz şeyleri yapar, sevmem dediğimiz şeyleri sevebilirdik. Kaderin sonu aynıydı. Lakin seçtiğimiz yollar farklıydı ve biz o yollarda yaşadıklarımız ile kaderimizi şekillendirirdik.

Hayatın bir oyun olduğunu düşünüyorum günlük. Lakin kuralların dışına çıkıldığında oyun dışı edilmeyiz. Kurallara uyduğumuz vakit de kimse bizi takdir etmez. Kendi kurallarımızı oluşturduğumuz oyundayız.

İki gün sonra bir yolculuğa çıkıyorum. Yolculuk hayatımda yeni şeyler getirecek, hissediyorum. Lakin buradan ayrı kalmak benim için çok zor olacak. Usta'nın cezalarını bile özleyeceğim günlük. Yıllardır yanında yetişmiş birisi olarak onu özleyeceğim. Fiona öğretmenin tuhaf takıntılarını da. Mesela her sabah derse girmeden önce dans etmesini özleyeceğim. Öldürdüğü yaratık ile beraber aynı masada yemek yemesini bile özleyeceğim.

Kendi yolumda sürekli savrulup durdum. Bir yaprak misali günlük. Kendi ağacımı bulamadan belki de solup gideceğim.

Doğduğum vakit beni bir o kadının kucağına verdiklerinde belki de kaderimin yedi yıl sonrası içindi tüm bunlar. Eğer ben o gün kaçma kararı almasaydım belki de Usta ile yolumuz kesişmezdi. Belki de bambaşka bir şekilde hayat sürecektim.

Ve şimdi eğer Usta'nın dediği gibi Uzak kıtaya gidersem belki de on üç yıl boyunca kaderim bunu beklemiş olacak. Dilerim ki hayatıma kötünün girdiği kadar güzel şeyler de girer. Dilerim ki uzun sürecek olan o gemi yolculuğunda deniz beni tutmaz ve ben de Hermes'in üzerine kusmam. Dimitri'yi sinir etmem.
~

İki gün çabucak geçmişti bile.

Sabah olduğu vakit içimde bir burukluk vardı. Evimden ayrılacak olmam her şeye rağmen beni üzüyordu. Burada pek çok anım olmuştu. Pek çok kez ağlamış, istememiş ve yine de kalmaya devam etmiştim. Çünkü gidecek başka yerim yoktu. Lakin şimdi bambaşka bir yere, hiç görmediğim o diyara gidecektim.

Son hazırlıklarımı da yapıp odamdan dışarı son adımımı da attım ve bir daha buraya ayak basamayacağımın bilinciyle baktım.
~

Bahçede bizi bekleyen atlı araba vardı. Usta'yla son bir kez olsun konuşabilmeyi istiyordum. Bu yüzden de çantamı arabanın içine koyup odasına son kez gitmek için binaya girdim.

Lakin odasında yoktu. Her şey için teşekkür edebilirdim ona. Verdiği cezalar da dahil her şey için teşekkür edip gidebilirdim. Beni resmen sürgün ettiği için ona kızgın da olabilirdim. Ya da kıtayı görebilmemi sağlayacağı için teşekkür de edebilirdim. Bir şeyler diyebilirdim ama odasında yoktu. Büyük ihtimalle dışarı çıkmıştı ve akşama kadar da geri gelmeyecekti.

Arabanın yanına vardığımda Dimitri'nin çoktan gelmiş olduğunu gördüm. Çocuk bana kısa bir bakış attıktan sonra atlı arabayı kullanacak olan kişiye dönüp bir iki soru sordu. Ondan özür dilemeli miydim? Peki ya o benden dilemeli miydi? Yoksa habersiz olduğum bir konu yüzünden sadece ufak bir vicdan çekişmesi mi yapıyordum? Konuyu uzatmanın pek bir manası yoktu. Önceleri de sinirimi oldukça bozan birisiydi. Hâlâ da öyleydi.

Arabaya binip pencereden dışarıya baktığımda buradaki eğitim günlerimi hatırladım. Bahçede yağmurlu bir günde titreye titreye yaptığım pratikler, hasta olsam da kovaladığım yaratıklar, karlı bir gecede ceza olarak beklediğim sabah...

Hepsi de bir anı olarak kalacaktı.

Ego yığınının da gelmesiyle birlikte atlı araba harekete geçti ve ben bu bahçeye, şehre, hatta koca ağaca son kez baktım. Biliyorum, şu an oldukça duygusaldım.

Çantama pek bir şey koymamıştım. Birkaç kitap, kıyafet, özel eşya ve botlar haricinde yanıma alabileceğim özel bir şey yoktu. Hermes'in bu durumdan pek de mutsuz olmadığını görebiliyordum. Daha çok keyifli gibiydi. Onunla kitap hakkında bir daha hiç konuşamamıştık ve Usta bu konunun kapanmasını istemişti. Belki de beni ilgilendirmiyordu. Bu yüzden de bazı şeyleri kurcalamamalıydım. Bunu kendime birçok kez söylemiştim, biliyorum. Lakin merak ediyordum ve bu yüzden de sorular sormak istiyordum. Melin örneğin. Onun hakkında bir şeyler öğrenebilme hakkına sahip olmam lazımdı. Fakat Usta bana neredeyse hiçbir şey söylememişti. Ayrıca Hermes bana yalan söylemişti. Bu durumda sır yasasını ihlal etmişti.
~

Yolculuk boyunca üçümüz de birbirimize tek kelime dahi etmedik. Eğer etseydik yine aramızda bir münakaşa çıkacak ve ortam gerilecekti. Onlarla uğraşmak yerine kendi sessizliğime gömülüp pencereden dışarıyı seyrettim.

Uzak kıta dilini çok küçük yaşlarda öğrenmeye başlamıştık. Orbunların kendi dilleri hakkında da az bir bilgiye sahiptim. Yine de hiç sıkıntı çekmeden konuşabilecektik. Tıpkı kendi ana dilimiz gibi.

Yol boyunca sokak çocuklarına, satıcılara, pazarda pazarlık yapan annelere baktım. Demirci Hans'ın yine dükkanını sabahın ilk ışıklarında açtığından emindim. Ya da balıkçı Haren'in de öyle. Yine de ayakkabı ustası Malin'den emin değildim. Çünkü o çok uykucu bir adamdı.
~

Araba durduğu vakit bir han yerine geldiğimizi anladım. Burada biraz konaklayacak, ardından da tekrardan limana varmak için devam edecektik.

Han içerisi öyle bir kokuyordu ki... Kesinlikle eski dil hocamızın çorap kokusu daha iyiydi.

Abartmış olabilirim. Çünkü hiçbir şey onun kadar kötü kokamazdı. Yani o kokuyu almamak için dersine bile girmek istemezdim. Bir keresinde fareler ile birlikte uyuduğunu duyduğumda neden böyle koktuğunu daha iyi anlayabiliyordum. Hocalarımız gerçekten de garipti.

Kendimce bunun konuşmasını yaparken ego yığınının dibime kadar gelip bana seslendiğini duydum.

"Sana diyor. Kulağın sağır mı senin?"

Dikkatimi hancı çocuğa verdiğimde bana bakıp ne isteyip istemediğimi sordu. Bir kase çorba yeterli olacaktı.

Çünkü çok nadir de olsa iştahım olmazdı ve şimdi de iştahım yoktu.
~

Çorbaları içerken Dimitri araya girdi.

"Denizi geçmek o kadar da kolay olmayacak," dedi. "Pek çok farklı yaratık da denizlerde."

"Bizimle birlikte gelecek onca insan var. Bir sorun olacağını düşünmüyorum," dedi ego yığını.

"Yine de orası bir deniz Hermes. Yani su üzerinde küçük bir alanda onlarla baş etmek daha zor olacaktır."

"Dediğim gibi bir sıkıntı çıkmaz. Çıkarsa da en fazla birkaç kişi ölür o kadar."

Birkaç kişi mi? Galiba o birkaç kişi içinde kendisi yoktu ki böyle rahat konuşuyordu.

"Oradaki sistem daha farklıymış. Yani katı kurallar olduğu söyleniyor. Özellikle kuzey kısım için."

"Tabii farklı," dedi Hermes. Ardından da devam etti. "Ne sanıyordun ki? Küçük şehrimiz Ahrin gibi olacağını mı?"

"Hadi ama dostum. Eğer oradaki sistemden ötürü ceza alırsak pek de iyi şeyler olmaz."

"Almayız," dedi ego yığını. "Ayrıca saraya herkes alınmıyor. Yani bir ayrıcalığımız olacağı kesin."

"Saray konusu sandığımızdan daha farklı Hermes."

"Ne fark eder ki? En iyi şekilde eğitim alacağız."

Onlar kendi aralarında konuşurken çoktan çorbamı bitirmiştim. Han içerisi fazla sıcaktı ve bunaldığımı hissediyordum. Umarım burada daha fazla kalmazdık.

Han oldukça küçük ama işlek bir yerdeydi. Daha çok bizim binamızdaki eğitimciler veya öğrenciler uğrardı. Bu yüzden de han sahibi hemen hemen hepimizi tanırdı. Buraya pek gelmek istemezdim. En son iki yıl önce gelmiştim ve kesinlikle bu şekilde kokmuyordu.

Duvarlardaki tablolar çağ savaşlarını anlatan çizimlerdi. Savaş Çağı olarak adlandırılan zamanın büyük komutanları yer alıyordu. Ve evet, en büyük komutan Altın Gözlü Prens olsa dahi onun portresi hiçbir yerde olmazdı. Hiçbir şair onun için şiirler okumaz, hiçbir ressam onun resmini çizmezdi. Çağın en büyük komutanını ağıza almak uğursuzluktu. Onun yerine ülkesini doğru düzgün savunmayı becerememiş komutan Basel'in (ileride ismi sıkça geçecek bir komutan) portresi yer alır, onun hakkında efsaneler anlatılırdı.
~

Sonunda handan ayrılabilmiştik. Ve ben bu kokuyu istesem de unutamazdım. Resmen iliklerime kadar işlemişti.

Akşam olduğu vakit kuru topraklardan tamamen ayrılmıştık. Yani herhangi bir yaratık çıksa bile nadir olurdu. O yüzden de içim rahat bir şekilde uykuya dalabilecektim. Ya da istisna bizi bulup uykumdan edecekti.

Erkenden varmak için gece boyunca yolculuk edecektik. Fakat arabanın sallanıp durması uykumu bölüyor, kafamı pencereye çarpmama neden oluyordu. Ve ayrıca bu şekilde rüyamda bir Voltna görmem mümkün değildi.

Onun yerine rüyamda belli belirsiz bazı şekiller ve kişiler gördüm. Bunlardan birisi ego yığını ile birlikte bilmediğim bir yerde olmamdı. Oradakiler bize bunlar işte, diye hitap ediyordu. Bir başka rüyamda ise bir çift mavi göz görmüştüm. Yüzünü hiç hatırlamıyordum. Hatta kimi gördüğümü de. Nerede olduğumu da. Bu saçma rüyalarımın devamı yoktu zaten ve en azından Voltna görmekten daha iyiydi.
~

Sabah olduğunda ise limana nihayet varabilmiştik.

Limandaki hareketlilik; sabahın ilk ışıklarıyla birlikte sıcak yataklarından kalkan satıcılardan, onların çıraklarından, küçük çocukların yer yer çağırışlarından, limana uğrayan tekne ve gemilerden, o gemilerden indirilen yüklerden, yeni yeni kurulan tezgahlardan ve en sonda da bizim ayak seslerimizden ibaretti. En sonuncusu diğerlerinin yanında oldukça önemsiz olsa da adımlarımı tahta zeminin gıcırtısında çok net duyabiliyordum. Ve ben her adımımda biraz daha geriliyordum.

Bizimle birlikte gelen adam, bizi yolcu etmek için gelmişti, belki de gördüğüm en uzun bıyığa sahip olan adamın yanına götürdü. Adam kaşları çatık, geniş alnıyla, büyük burnuyla ve sert çehresi ile bize bakarken aslında normal görüntüsünün bu olduğunu da anlamıştım. Yüzü güneş altında kalmaktan kızarmıştı. Ağzı yara içindeydi ve bir kolu da sargılıydı.

Adam ilkin bizimle birlikte gelen kişiyle izin hakkında konuştuktan sonra kafasını olumlu anlamda salladı. Ardından da bize dönüp "Gelin benimle," dedi ve bizi buraya kadar getiren adamı arkamızda bırakarak peşinden gittik.

Kuru, gıcırdayan tahta üzerindeki botlarımız sesi bu kez bir hayli gürültülü çıkmaya başlamıştı. En azından bir insanın kulağını tırmalamaya yeterdi.

Geminin yanına vardığımız vakit adam bize dönüp "İşte bu," dedi. Ardından da izin kağıtlarımıza birer mühür bastı. Bize bakıp "Hermes Voren, Luna Aleda Sien ve Dimitri Blav," diyerek isimlerimizi okudu, ardından da "İyi yolculuklar. Gerisi sizin halledeceğiniz bir iş," dedi ve yanımızdan, topal ayağının üzerinde durmakta zorlanarak yürüyordu, ayrıldı. Adamın arkasından kısa bir süre baktıktan sonra önde ego yığını ve Dimitri'yi, onlar önde olmak üzere takip ettim.

Sien benim soyadımdı. Bayan Sien, yani öğretmen Fiona Sien'in evlatlık çocuğuydum. Usta beni yanına aldıktan sonra okula ve devlete kayıt ettirmek amacıyla birisinin himayesine girmek zorunda olduğumu söylemişti. Öğretmen Fiona ile Usta sıkı sıkıya dost oldukları için, beni himayesi altına alabileceğini, istersem de on altı yaşından sonra hür olabileceğimi teklif etmişti. Usta bu teklifi kabul edip beni öğretmen Fiona'nın himayesi altına almak için evlatlık olarak vermişti. Her ne kadar yaşım on altıyı çoktan geçse de hâlâ soyadım Sien'di. Çünkü Fiona, her ne kadar da garip bir kadın olsa da, küçükken benim neredeyse her şeyim ile ilgilenmiş birisiydi. Bana resmen annelik eden kadındı. Evli değildi, bu yüzden de beni çocuğu gibi gördüğünü söylerdi her daim.
~

Omzumdan düşen çantanın kolunu tutarak izin kağıdını da gemideki giriş çıkışı kontrol eden kişiye verdiğimde resmen gemiye de binmiş olduk. Gemi birazdan kalkacak ve bizi bir daha hiç uğrayamayacağımız topraklarımızdan ayıracaktı.

Dünden beri oldukça az konuşmuştum. Hatta neredeyse hiç konuşmamıştım desem yeriydi. Bunu fark eden Hermes bir anda bana dönüp sırıtarak "Bazılarımız ayrıldığı için üzülüyor. Hatta eminim ki ağlamışsındır bile," dedi.

"Seninle birlikte seyahat etmek beni yeterince üzüyor zaten," dedim. Dediğim şeye daha da gülerek "Bir kere de bir şeyden memnun olduğunu göremedik hiç," diye cevap verdi.

Dimitri'nin benimle konuşmak istemediğini anlayabilmiştim. Usta'nın değerli öğrencilerinden birisi de Dimitri'ydi. Büyü konusunda gerçekten de yetenekliydi. Ve bu yüzden tabii ki de o da eğitim için seçilmişti.

Üç genç insan, dedi iç sesim. Üçü de yetenekli. Hünerlerini göstermek için beraber bir yolculuk yapıyorsunuz. Bence yalnız gitmediğine şükret.

"Hayır," dedim kendi kendime. Bunu yanlışlıkla dıştan demiştim ve ego yığınının bana tekrardan bakmasına sebep olmuştum. Yanıma gelerek "Kesin öyledir," dediğinde neyden bahsettiğini anlamamıştım bile.
~

Yavaş yavaş yolcular gemiye binmeye devam ederken arkamda bırakacağım şehrime tekrar tekrar baktım. Kesinlikle özleyecektim ve içimdeki yalnızlık duygusu bir an baskın geldi sonra da etrafımı bir sis gibi kuşattı. Orada da kendimi yalnız hissedecek miydim? Belki de hayırdı. Öyle umuyordum. Ama umduğum şeyler pek de gerçekleşmezdi.

Usta nasıl olur da ego yığınına bu kadar güvenebilirdi? Sonuçta saraya götürmesi gereken başka kişiler de vardı. Hermes'i görevlendirmesi ona güvendiği için miydi ki acaba?

Belki de ego yığınını da bu işten uzaklaştırmak istedi diye cevap verdim kendi kendime.

Belki de çok daha farklı nedenlerden dolayıdır, dedi iç sesim.

Hep bir belki, belki, belki diyordum sürekli. Bir işin altından başka nedenler arıyordum sürekli. Ve bu düşünceler bazen beni yoruyordu.
~

"Son kez sesleniyorum. Gemi birazdan limandan ayrılacak. Siz değerli Küçük kıta halkı lütfen sevdikleriniz ile vedalaşıp gemiye binin."

Seslenişin ardından gemi limandan ayrılmak için harekete geçtiğinde son kez limana baktım. Bitmek bilmeyen çalgıcılara, onları dinleyen insanlara, yeni evlenmiş çifte, pazardan limon çalan küçük kız çocuğuna, bağıran satıcıya, küflü olduğuna emin olduğum evin bacasına... Hepsine son kez baktım ve ufalıp da karınca gibi görünemeyecek hâle gelene kadar da gözümü ayırmadım. Ne var ki gözlerim sadece denizin maviliğinden başka bir şey göremedi, o zaman durduğum yerden ayrılıp Tanrı'ya midem bulanmadığı için dua ettim.

Yolculuk ne kadar sürecekti bilmiyordum. Ama yolculuk boyunca neler yaşayacağımı biliyordum. Bolca kitap okuyacak, ego yığınına laf atacak ve bize saldıran yaratıkları öldürecektim. Dilerim içimizden birisi zarar görmeden sağ salim gideceğimiz yere varırdık.

Büyüler hakkında kitap okumak istiyordum. Okumuştum aslında. Ama ne kadar çok okursam benim için o kadar iyiydi. Tarihte benim gibi gücüne geç kavuşan insanlar vardı elbette. Ama benimki kadar da geç değildi. Usta, elbette gücümün açığa çıkacağını söylüyor ve moralimi biraz olsun yerine getiriyordu. Neredeyse on üç yıldır böyleydi. Lakin şimdi hepten tektim. Fakat gittiğim yerde gücüme bir şekilde kavuşabilirdim belki.
~

Diarus, Violes, Elines ve Arinus. Tanrı ilk insanları yarattığı vakit bu dört insanı da büyü soyu için yarattı. Onlara çeşitli büyüler öğretildi, güçler verildi. Bu sayede bu dört atadan büyücüler doğdu.

Diarus, adaleti temsil ettiği vakit, Tanrı insanlar adına, tıpkı Orbunlar gibi, adaleti de yarattı. Denge terazisini onlar için de biçtiğinde adalete uyulmasını istedi. Diarus soyundan gelenler alim oldular, şifacı oldular. Öğretici olarak nicelerin bilmediği sırları keşfettiler.

Violes, bereketi temsil ettiği vakit, Tanrı dünyaya, tıpkı Orbunlar gibi, insanlar için toprağa, havaya, suya, ateşe şekil verdi. İsraf terazisini onlar için de biçtiğinde bereket için Tanrı'ya şükredilmesini istedi. Violes soyundan gelenler kadim dilleri, büyüleri öğrendi. Denizlerin engin sularında kendilerini buldular ve görülemeyenleri gördüler.

Elines, düzeni temsil ettiği vakit, Tanrı dünyaya, tıpkı Orbunlar gibi, insanlar için iyiliği ve kötülüğü, yeniyi ve eskiyi, güzeli ve çirkini, geceyi ve gündüzü de yarattı. Düzen terazisini onlar için de biçtiğinde düzene uyulmasını istedi. Elines soyundan gelenler zihinleri okudu, geleceği gördü. Aydınlığın ve karanlığın içinde gizli sırlarını korudular.

Arinus, değişimi temsil ettiği vakit, Tanrı dünyaya, tıpkı Orbunlar gibi, insanlar için de aşkı, gençliği, ölümü yarattı. Ağırlık terazisini onlar için de biçtiğinde her şeyin bir sonu olacağını da bilmelerini istedi. Arinus soyundan gelenler hisleri bildi, güçleri korudu, gece yükselen yıldızların beyazını aldılar.

Ortak büyüler ise iyileştirme büyüsü, ateş büyüsü, su büyüsü, hız büyüsü ve daha niceleri oldu. Nesiller boyu büyüler insana aktarıldı.

Büyücü ile bir başka büyücü evlendiği vakit kader doğacak çocuğun büyü soyunu belirledi. Büyücü ile insan evlendiği vakit ise yine kader doğacak çocuğun soyunu kendisi belirledi. Ya var insan olacaktı ya da bir büyücü. Lakin kader olmamasından yanaydı. Eğer ki bir orbun ile insan evlendiği vakit Tanrı, soydaki en ulu güç kendisini dinlemediği için, o soyu lanetledi ve lanetliler ortaya çıktı.

Tarih pek çok kez bir orbun ve büyücü soyunun birleşmesine izin verdi. Lakin doğan çocuklar ne yaşama tutunabildi ne de Tanrı'ya. Doğan varlıkların yaşamasına izin verilmedi. Hepsi yakıldı. Kurtulanlar pek azdır ki onlar da güçlerine güç kattılar.

Lanetlilerin soyu araştırıldığında lanetin esas sebebinin Tanrı'dan geldiğine inanılsa da gerçek pek de öyle değildir. Lalin'in hikayesi pek çok kitapta yer alır ve lanetlilerin başlangıcını simgeler. Tanrı lanetlediği günden beri orbun ve insan soyundan gelenler hep lanetli olarak kaldı.
~

Kitap okumayı bitirdiğim vakit akşam olduğunu yeni fark ediyordum. Kitabın kapağını kapatıp çantama koydum. Belki biraz yemek yemek aç olan midemin isyanını bastırabilirdi.

Biraz mı? dedi iç sesim. Yine bütün ekmekleri yiyeceksin ve ardından da yediğin için kendine kızıp yine yiyeceksin.

En azından aldığım kiloları rahatça verebiliyordum. Kilo sorunum bu yüzden de neyse ki olmamıştı. Ama yine de o kadar çok yemiyordum.

Hayır, dedi iç sesim. Bu aralar hep yiyorsun. Kandırma kendini.

İç sesimi susturarak erzak bölümüne gittiğimde iki üç insanın da var olduğunu gördüm. İki kız, belki de benden dört beş yaş büyüklerdi, bana kısa bir an bakıp geri yemek yemeye döndüler. Onların arkasına geçerek masaya oturdum ve aldıklarımı yavaş bir şekilde yemeye başladım. Ama gerçekten de yavaş yiyordum. Sonuçta insan içindeydim ve kibar olmam gerektiğini düşünüyordum. Ayrıca utanıyordum.

"Hayır," dedi uzun siyah saçlı kız. Kız tam karşımdaydı ve aralarında hararetli bir konuşma olduğu da belliydi. Kızın sesi biraz yüksek çıkınca arkası bana dönük olan kız "Şşt," dedi. "Sessiz ol seni ahmak."

"Ahmak? Sensin o ahmak."

"Eğer bu şekilde konuşursan bir yere varamayız." Ekmeğimden bir ısırık daha aldıktan sonra onları dinlemek istemesem de net bir şekilde duyuyordum.

"Bence de kabul edelim," dedi arkası dönük olan kız. "Yoksa-"

"Yoksa?" diye lafını kesti diğer kız.

"Yoksa bir daha ailemizi göremeyiz." Bana dönük olan kız bakışlarını bana çevirdiği vakit gözlerimi tabağıma çektim. Onları izlemek istememiştim. Sadece merak etmiştim. Kızın bana hâlâ baktığını hissedebiliyordum.

"Peki," dedi kız. "Kabul edelim."

Ne hakkında konuştuklarına dair en ufak bir fikir oluşmamıştı. Zaten ikisi de yemeklerini daha tamamen bitirmeden masadan kalkıp gitmişlerdi. Ve ben de rahatça yemeğimi yemeye başlamıştım.

Derken yanıma Hermes geliverdi.

"Ee," dedi yanıma gelen Hermes. Bugünkü beni sinir etme görevini tamamlamadan gitmeyecekti. Sanki ikisinin gitmesini bekliyormuş gibi anında yanımda belirivermesi beni şüpheye düşürse de iç sesim: "Her defasında şu çocuktan şüphe edip durma," diye seslendiğinde haklı olup olmadığı hakkında bir karara varamadım.

"Ne ee?" diye sordum gayet normal bir ses tonumla.

"Yolculuk nasıl gidiyor?" diye sordu göz kırparak.

"Normal Hermes."

İsmiyle hitap etmem onu şaşırtmış olacak ki kısa bir an bana kaşları yukarıda bir şekilde baktı. "İsmimi," dedi ego yığını. "Bilmene çok sevindim."

"Bir şeyler söylemeye mi geldin?" diye sordum.

"Ah, hayır, sadece nasıl olduğuna bakmaya geldim. Bilirsin bu gemide tek tanıdığın biz olunca -"

"Normalim. İyiyim. Teşekkür ederim. Beni gıcık etmek için geldin, biliyorum. Ama..." Lafımı uzatmadan önce bir an düşündüm. "Bir şeyler sormam gerek," dedim hızlıca.

"Ne gibi?" diye sordu ve ekmeğimden yemeye başladı.

"Neden sır yasasında yalan söyledin?"

"Ne yapsaydım?" diye sordu ekmeği yemeye devam ederek. "Her şeyi pat diye anlatsa mıydım?"

"Peki ya Melin'in ölümünü biliyor musun?" Bu soruyu sorarken dedim kısık çıkmıştı. Ego yığını kafasını olumlu anlamda sallayarak onay verdi.

"Kendine itaat ettirme konusunda," dedi ve bir parça daha ekmekten aldı. Hadi ama, hepsini bitirecekti.

"Ne?" diye sordum.

"Doğru, Usta böyle düşünüyor."

"Bu şekilde düşündüren sebep de ne?"

Ağzına bir parça daha aldığında ekmeği önünden çekip aldım.

"Yani," dedi arkasına yaslanarak. "Usta o yaratıklardan yüzlercesini görmüş. O yüzden de o şey birisine zarar verdiğinde etkilerini biliyor."

"Peki ya hâlâ o kitabı orada aramaya devam etmeyecek mi? Belki de çoktan bizde olduğunu öğrenmiştir."

"Sanmıyorum," dedi ve yandaki kıza bir göz kırptı. Sonra da bana geri döndü. "Usta onunla ilgilenecektir zaten. Ayrıca bunları düşünme artık. Yeni o güzel olacak hayatını düşün. Kim bilir belki bir kısmet çıkar da seni evlendiririz."

"Ha ha ha."

"Neyse," diyerek ayağa kalktı. Nasıl bu kadar rahat olabiliyordu ki? Sonuçta bizi bulabilirlerdi.

"Git de biraz büyü gücünü açığa çıkarmaya bak. Onlara çalış biraz. Bu tarz olaylar senin boyunu aşar," dedi ekmekten bir parça daha almaya çalışarak.

"Senin de-"

"Hadi ama Luna," dedi gülerek. "Ayrıca sır yasası hâlâ geçerli. Belki ileride senden bir şeyler öğrenirim."

Ona cevap vermemi beklemeden çekip gitti. Hem yalan söyleyen kendisiydi hem de sır vermemi isteyen yine kendisiydi. Çoktan yarısını yemiş olan ekmeğimi aldım ve çorbayla birlikte yemeye başladım.

~

İlk geceyi herhangi bir saldırı vakası olmadan atlatabildiğimiz için kendimizi şanslı sayıyordum. Lakin kıtaya yaklaştıkça tehlikelinin bizi sarmalayacağını da hissedebiliyordum.

~

Geçen altı gün boyunca ufak bir yaratığın saldırması dışında herhangi bir şey olmamıştı. Onun dışında kendi kendime kitap okumuş, büyü gücümü açığa çıkarmaya çalışmış, günlüğümü yazmış, değişik yemekler yapmayı öğrenmiştim. Yaşlı ve oldukça gizemli bir kadından hikayeler dinlemiş ve kadını da sevmiştim. Etrafına topladığı insanlar kümelenmiş bir vaziyette onu dinlerken ben de onların arasındaydım.

"Eski inanışlara göre kaderimizdeki kişiyle tanışmadan önce mutlaka ruhlarımız birbiri için buluşur. Bu buluşma fark etmediğimiz küçük bir hisle, rüyayla, sesle de olur. Ruhlar birbirini gördüğü vakit sıra bedenlere gelir. İki ruh eşinin bedeni de karşılaştığı vakit birleşme tamamlanır."

"Kaderimde kimsenin olduğunu sanmıyorum," diye fısıldadı yanımdaki oğlan arkadaşına. "Yoksa şimdiye gelirdi."

İkisi birlikte güldükleri vakit yaşlı kadın onlara dönerek "Ruh eşinle tanışamıyorsan eğer kutsal bir ruh bağı da yoktur demektir," dedi.

Bu gibi şeylere pek inanmazdım. Ruh eşi veya aşk gibi duygular ben de merak ve heyecan uyandırmıyordu.

"Peki ya daha yeni ki anlattığın destandaki oğlana ne oldu?" diye içimizden birisi sorduğunda yaşlı kadın gülümseyerek "Ya öldüğüne inanırlar ya da yıldız olduğuna," diyerek cevap verdi. "Çoban aşkı için yıldız olmuştur artık."

"Yıldız mı?" diye sordu küçük çocuk. Yaşlı kadın başını olumlu anlamda salladı.

Denizin üstünde bu şekilde, sakince ilerlemeye devam ederken bir anda sanki dev bir buz parçasına çarpmış gibi büyük bir şeye çarptık ve büyük bir uğultu sesi geldi.

Hepimiz bu ani duraklamadan sonra korkudan susup bekledik. Çocuklar korkudan oraya ve buraya koşuşturuyor, büyücüler ise yerlerini alarak insanlara sakin kalmalarını söylüyordu. Lakin birazdan ortalık hiç de sakin kalmayacaktı.

Hepimizin de emin olduğu tek şey vardı: O da bu yaratıkların Uzak kıtada daha fazla olmaları ve hüküm sürmeleriydi. Usta'nın da dediği gibiydi. Orası bir cehennemdi.

Yedi gün süren sessizlik sona ermiş, herkesin yolculuk boyunca beklediği o an gelmişti. Denizden uğultular yükselmeye devam ederken rüzgar sert bir şekilde yüzüme doğru esmeye başlamıştı. İşte işaretli bölgelerden birisine denk gelmiştik.
~

Uzak kıta bir cehennem. Burası ise cennet, demişti Usta.

Ve Usta beni cehenneme göndermişti.

Continue Reading

You'll Also Like

396K 20.7K 39
Wattys 2020 FANTASY kategorisi kazananı! WattpadScifiTr okuma listesinde! HİKÂYE İÇİN YAPILAN YORUMLAR: "Hollywood filmlerini çekse var ya Türkiye ka...
15.2K 1.4K 50
"Hatırlamıyor musun bizi rahatsız etti, önce bizi davet etti sonra ise biz kadim ruhları esarete mahkûm bıraktı. Biz Ela'nın ruhunun esaretiyiz."
31.1K 17.4K 60
Myra her zaman olduğu gibi yıllardır çalıştığı laboratuvar olan Deatiex'ten eve gelmişti. Ama o gece daha farklıydı. O gece ne güzelce yenilen bir ai...
60.7K 9.2K 126
~~ Sivri Kulak Günceleri serisinin ikinci kitabıdır. Kurgu bütünlüğü açısından öncelikle 'İçimdeki Sihir' adlı kitabın okunması önerilir. ~~ Gerçek i...