GAZAP DANSI (TAMAMLANDI)

By YorgunHayalci

161K 10.2K 4.2K

~Fantastik~ "Öfkenin ve dansın zarafeti, olacak her şeyin sebebi... ~ Yaratıkların kol gezdiği, tehlikenin hü... More

TANITIM
GİRİŞ
1. KISIM - 1. BÖLÜM
1. KISIM - 2. BÖLÜM
1. KISIM - 3. BÖLÜM
1. KISIM - 5. BÖLÜM
1. KISIM - 6. BÖLÜM
1. KISIM - 7. BÖLÜM
1. KISIM - 8. BÖLÜM
1. KISIM - 9. BÖLÜM
1. KISIM - 10. BÖLÜM
1. KISIM - 11. BÖLÜM
1. KISIM - 12. BÖLÜM
1. KISIM - 13. BÖLÜM
1. KISIM - 14. BÖLÜM
2. KISIM - 15. BÖLÜM
2. KISIM - 16. BÖLÜM
2. KISIM - 17. BÖLÜM
2. KISIM - 18. BÖLÜM
2. KISIM - 19. BÖLÜM
2. KISIM - 20. BÖLÜM
2. KISIM - 21. BÖLÜM
2. KISIM - 22. BÖLÜM
2. KISIM - 23. BÖLÜM
2. KISIM - 24. BÖLÜM
2. KISIM - 25. BÖLÜM
2. KISIM - 26. BÖLÜM
2. KISIM - 27. BÖLÜM
2. KISIM - 28. BÖLÜM
3. KISIM - 29. BÖLÜM
3. KISIM - 30. BÖLÜM
3. KISIM - 31. BÖLÜM
3. KISIM - 32. BÖLÜM
3. KISIM - 33. BÖLÜM
3. KISIM - 34. BÖLÜM
3. KISIM - 35. BÖLÜM
3. KISIM - 36. BÖLÜM
3. KISIM - 37. BÖLÜM
3. KISIM - 38. BÖLÜM
3. KISIM - 39. BÖLÜM
3. KISIM - 40. BÖLÜM
3. KISIM - 41. BÖLÜM
3. KISIM - 42. BÖLÜM
3. KISIM - 43. BÖLÜM
3. KISIM - 44. BÖLÜM
3. KISIM - 45. BÖLÜM
KRALLIKLARIN VE KÜÇÜK KITANIN GENEL DURUMU
FİNAL - PART 1
FİNAL - PART 2
"BİR GÜN BİR PRENS VARMIŞ..."
İLK KİTABA DAİR SON SÖZLERİM
Biraz Da Ben...

1. KISIM - 4. BÖLÜM

4K 270 177
By YorgunHayalci

Yaratık ve Çocuk

Sabahına doğan güneş ışıkları yüzüme vuruyordu. "Hadi." diyordu iç sesim. "Kalk."

Yatağa yapışmış gibi hissediyor, asla ama asla kalkmak istemiyordum. Uykum o kadar ağır basıyordu ki gözlerimi aralamakta zorluk çektim. Ama kulaklarım duyuyordu. Hatta alt kattan gelen tahtanın gıcırdatılma sesini bile duyuyordum. Muhtemelen öğretici olan Flab, odasında yine volta atıyor ve öğrencilerine ne tür cezalar vereceğini düşünüyordu.

"Uyan."

"Kalk." diyordu bana iç sesim. Yine.

En sonunda yavaş yavaş açık kahve gözlerimi araladım. Ne kadar vakit uyuduğumu bilmiyordum. Dünkü olaydan sonra yatağa yattığımda olayları bile düşünemeyecek kadar yorgun olduğum için direkt uyumuştum. Yine bir ton saçma sapan rüyalar da görmüştüm tabii. Ama tam net hatırlamıyordum.

Yataktan kalktıktan sonra perdeyi aralayarak güneşin odama sızmasına; ağzımı kapatıp esneyerek pencereyi açarken de temiz havayı içime çekip sabah rüzgarının yüzüme esmesine izin verdim. Ey Tanrım! Yarattığın bu doğa ne de güzeldi. Işıldayan güneş, çağlayan su, öten kuş... Doğa hepsini bir ana merhameti ile bağrına basıyor ve büyük şefkatle yaşam vermesine olanak sağlıyordu. Oysa insanlar bu güzel merhamet karşısında pek de vicdansızca davranıyor, düzene karşı geliyordu.
~

Pencerenin kenarından ayrıldım. Bir an aklıma dünden beri düşündüğüm mühim şey takıldı. O şeyi düşünürken anında zihnimde şimşekler çaktı. Tabii ya, ben neden burada durmuş güneşi selamlıyordum ki? Önemli bir işim vardı.

Bugün benim ilk günümdü!

Onu hatırlamanın verdiği dehşetle birlikte hızlıca yürümeye başladım. Kuş türü gibi uçabilen, yarasa kanatlı ve mavi kanlı olan Tayrır ile yarışır vaziyetteydim hatta. Saçım başım birbirine girmişti, üstüm başım perişan bir vaziyetteydi. Çünkü dün gece kıyafetlerimi çıkartıp da pijamalarımı giymeye zahmet etmemiş, o şekilde yatağa girmiştim.

Öyle ki saçlarım bir kız kavgasından çıkmış gibiydi. Kahve saçlarımın ne ara böyle, yattığım yerden karman çorman olduğuna hiçbir zaman anlam veremesem de bir an önce onları düzgünce taramam gerekliydi.

Dengemi anlık kaybedip sağa yalpalandım ve ayağım halıya takıldı, düştüm. İnleyerek dizimi ovalarken odada birilerinin olmadığına da sevindim. Hemen ayağa kalkıp elimi yüzümü yıkamak için bir çırpı da banyoya ilerledim. Ardından da üstümü, en sevdiğim renk olan morlu gömleğimi giyerek, değiştirdim. Uzun saçlarımı hemen at kuyruğu yaptıktan sonra ayna karşısına geçtim. Taşımı boynuma taktıktan sonra şiş gözlerime masaj yaparak inmesini bekledim. Hadi ama! Şimdi onun sırası mıydı Luna?

Şaşkın ördekler gibi odada koşturup duruyordum. En sonunda hazır olduğuma kanaat getirdikten sonra odadan ayrıldım ve ilk sınıfların olduğu bölüme gittim. İlk günümü böyle hayal etmemiştim. Bu benim, kendi sorumsuzluğumdu.

Sınıfa girdiğim vakit büyük bir kaos vardı. Bazıları kısa bir an bana baksa da birçoğu kendi alemindeydi. Birisi diğerine kağıt atıyor diğeri ise onun kafasına vuruyor, bir başkası ise büyü yapmaya çalışıyordu. Hatta birisi arkadaşının arkasına fare kuyruğu bile yapmaya çalışıyor, yüksek kahkaha sesleri geliyordu. Hepsi de toydu, deneyimsizdi. Büyülerini bu denli amaçsızca ve savurganca kullanmaları tehlikeliydi.

Hadi ama Luna, sanki sen küçükken hiç kullanmayı denemedin.

Sınıf ortasında durup onlara baktım. Lakin hiçbirinin umurunda değildim. Onlara seslensem de bu seslenişi sadece duvarlar duydu.

O esnada Tanrı sanki benim sesimi duymuş gibiydi. Çünkü kapıdan Fiona öğretmen çıkageldi. Çocukların hepsi de yerine geçip sessiz bir şekilde Fiona öğretmene baktılar.

"Yeni hocanıza," dedi Fiona. "Saygılı olun lütfen çocuklar." Hepsi de susup merakla beni izledikleri vakit onlara gülümsedim. Neden en küçük sınıf bana verilmişti ki? Usta'nın dediği yetenek kesinlikle bu değildi. Ama başka şekilde de öğretici olamazdım. Çünkü büyü gücüm yoktu.

Fiona öğretmen gittikten sonra hepsi hâlâ bana bakıyordu. Geriliyordum açıkçası. Çünkü bütün küçük, parlak gözler bana sabitlenmişti. En sonunda ağzımı açıp konuşabildim. O an dilimin de ne kadar kuruduğunu hissettim.

"Merhaba."

Mükemmel bir giriş yapıyordum.

Öğrencilerden birisi sanırım yedi yaşlarındaydı merhaba diyerek cevap verdi.

"Pekâlâ... Sizinle kısa bir tanışma yapalım mı? Sonra da bana neler öğrendiğinizi anlatın olur mu?" diye sordum hâlâ gülümsemeye devam ederek.

"Aslında hepimiz seni tanıyoruz," dedi önde oturan kıvırcık saçlı çocuk.

"Evet, evet sen o ablasın," dedi arkadaki birisi ayağa kalkarak.

"Hangi abla?" diye sordum.

"Cins diyorlar sana."

"Hatta kaçık." Ağzımı hafifçe aralayıp onlara baktım.

İnsanlar dedikodu yapmayı severler. Özellikle kendilerine aykırı olan konularda daha çok severler. Eh, ben de onlara aykırıydım ki benim hakkımda bu gibi lafları ortaya atıyorlardı.

İçlerinden birkaç kişi gülmeye başladığında gözlerimi kısıp "Hadi ama benim dedikodumu yapmaya gelmedik değil mi? Şimdi sizleri tanımama izin verin," dedim.

Aklıma kendi küçüklüğüm gelmişti. Belki bu çocuklardan bir iki yaş daha küçüktüm ama az biraz da olsa hatırlayabiliyordum. O lanet kadının attığı tokatları da, karnıma yediğim tekmeleri de... Bu mideme aniden kramp girmesine neden oldu. Lakin şimdiki konu ben değildim. Bu yüzden de saniyeler içinde düşüncelerimi değiştirdim.

Tanışma olayı bittikten sonra onlara neler öğrendiklerini sordum. Bu sene ilk seneleriydi ve genelde element adları, sosyal ilişkiler, büyü tarihi gibi konular üzerine değinmişlerdi.

"Bakın size anımı anlatayım," dedim. En azından beni yakın görmelerini istiyorum. Bu yüzden de derste ufak bir ara vermenin herhangi bir sakıncası da yoktu.

"Ben de sizin yaşınızdayken Usta'dan bizzat ders alıyordum. Hatta onun yaptığı özel karışımlarını biliyordum hep. Bir gün yine karışımlar elde ederken olaya ben de dahil olmak istedim. Dökmek istediğim toz yerine yanlışlıkla başka bir tozu döktüğümde artık her şey için çok geçti. Odadan büyük bir patlama sesi geldi ve etraf darmaduman oldu. Ayrıca Usta'nın da kaşları dökülmüştü. Çünkü tozu yanlışlıkla yüzüne fırlattığım vakit geri dönülmez bir olay gerçekleşti. Neyse ki sonradan kaşları çıktı. Yoksa onu kaşsız olarak görecektiniz."

"Yanlışlıkla nasıl yüzüne fırlattın?" diye sordu içlerinden birisi. Bunu nasıl becerdiğimi ben bile tam bilmiyordum.

"O anki endişe ile elimdekileri havaya attım. Maalesef yüzüne denk geldi."

Bu olayı hatırlamam ile birlikte güldüğüm sırada öğle yemeği vakti de çoktan gelmişti. Vakit ne ara geçmişti anlam veremesem de buna sevinmiştim.

Neyse ki haftada sadece üç gün çocuklara ders verecektim. Şükür.

Sınıftan çıktıktan sonra yemekhaneye inip sıraya geçtim ve yemek yemeye başladım. Geçen gördüğüm çocuğa baktığımda normal bir şekilde yemeğini yiyordu. Elore yeni sevgilisi ile otururken Melin ise ortalarda yoktu.

Sakince yemeğimi yedikten sonra üst kata çıktım ve derse tekrar girmeyecek olduğumu hatırlayarak mutlulukla sırıttım. Ayrıca dünkü olaydan sonra ego yığınını da sabahtan beri görmemiştim. Belki de silüet onu alıp kaçırmıştı. Memnun da olurdum. Fakat o kadar da gaddar değildim. Ama her şeye rağmen bu olayı içten içe çok merak ediyordum. Usta bile bu durumdan haberdardı. Demek ki gerçek sandığımız Altın Çağ kitabı gerçek değildi. İyi de neden? Neden aranıyordu o kitap? Neden gerçeği ile değiştirilmişti? Nasıl olurdu ki bu? Kim yapmıştı? Veya kimler? Ayrıca o kitabın bizim binamızda, kütüphanemizde ne işi vardı? O silüet de neyin nesiydi? Usta bu duruma ne diyecekti? Benim öğrendiğimi öğrendiği vakit ne tür planlar yapacaktı? Acaba o şey yine kitabı arayacak mıydı? Ayrıca o şey neden başta, nasıl bizim kütüphanemize gelmişti? Ya ego yığını almasaydı kitabı? O hâlde başkası almış olacaktı. Ya da silüet bulacaktı. Kütüphanedeki gizem de neydi? Tanrım, bu düşünceler o kadar heyecan vericiydi ki! Riskli dahi olsa öğrenmeyi çok istiyordum. Ama yine de bu duruma karışmamam gerekiyordu. Sonuçta beni doğrudan doğruya ilgilendiren bir durum değildi ve başıma da bela açmak istemezdim. Merak ediyordum evet, ama dediğim gibi bu olay doğrudan beni ilgilendirmiyordu ve ben dertsiz başıma dert açamazdım.

Ayrıca Usta bu gibi işlerle uğraştığımı öğrenirse bana kızabilirdi.

Hadi ama, dedi iç sesim. O zaten hep bir şeylere kızar.

Doğru, kızar hep.
~

Duştan çıktıktan sonra bu aralar neden herhangi bir olay olmadığını düşündüm. Garipti bu oldukça. Belki de artık üremek, türemek istememişlerdi. Bunun olasılığı yoktu ama yine de bir gün bu yaratıkların sonu gelecekti. En azından öyle umuyordum.

"Luna," dedi odaya gelen Melin. Onu bitkin görüyordum. Hastalanmıştı galiba. "Usta seni çağırıyor."

"Sen iyi misin?" diye sordum. Gözleri kızarıktı ve elleri de morarmıştı. Eğer tutunacak yeri olmasa yere pat diye düşüverirdi.

"Evet. Sadece biraz hâlsiz hissediyorum. İyiyim ben." Onu odada yalnız bırakmak, her ne olursa olsun, sevmesem de, içimden gelmiyordu. Ama Usta dediğim gibi bekletilmeyi sevmezdi. Kendisi de ısrar edince odadan ayrılmak durumunda kaldım.

Odadan çıktıktan sonra acaba ne diyeceğini düşünmeye başladım. Yine nerede hata yapmış olabilirdim? Sabah geç kalktığım için miydi? Yoksa başka bir sebep mi vardı? Yaşlılık mıydı tamamen? Yine kızacak mıydı? Yoksa dünkü olayla ilgili miydi? Acaba o olayla ilgili ne diyecekti? Belki de ona sorular sorma fırsatı elde edebilirdim.

Odasına girdiğimde bir başka öğrencisini azarlarken gördüm onu.

Bazen sadece işi bu olabiliyordu. Ona göre disiplin son derece önemliydi ve bu da azarlamaktan geçiyordu.
~

Çocuk gittikten sonra da sıra bana gelmişti. Meraklı gözlerim ile kendisine baktım.

"Öğreticilik nasıl gidiyor?" diye sordu elindeki kalemi masaya koyarak. Ardından da çayından bir yudum aldı. Sürekli çay içiyordu ve ben de çay içmeyi pek sevmezdim.

"Güzel," diye cevap verdim. Ama kesin olan şey ise yorucu olmasıydı. Daha ilk günden hem de. Belki de sadece ilk gün olduğu için yorucuydu.

Usta'ya o silüet olayını sormak istesem de ego yığınının canına şimdilik okumak istemedim ve bu düşünceyi silip attım. Ayrıca sır yasamız da vardı.

"Hadi ama," dedim içimden. Sen aç da bazı şeyleri öğrenebileyim.

Ama öyle olmadı.

"Bütün yıl derslerine haftada üç gün sen girmeye devam edeceksin," dedi.

"Peki ya benim eğitimim? Yani sonuçta benim de derslerim var. Onları kaçırmış oluyorum. Ayrıca neden bana alt sınıfları verdin ki?" diye sorarken çayında gelen höpürdetme sesi sinirimi yine biraz bozmuştu.

Biraz.

"Çünkü bu aralar bir garipsin Luna. Öğrencilerimin hepsini de iyi tanırım. Sen bu aralar maalesef iyi değilsin," diye cevap verdi bana.

"Ben iyiyim. Sadece biraz yorgunum bu aralar."

"Sabah sınıfa geç gittin. Geçen Dimitri'nin önüne yaratığın kanadını vermişsin. İki gece üst üste kustu Luna. Haberin var mı? Ayrıca yorgunluğunun sebebi düzgünce uyuyamaman olabilir mi?"

"Herkes zor dönemlerden geçer," dedim.

"Ama herkes toparlanamaz Luna Aleda. Haberin olsun."

"Toparlanacağım Usta. Gerçekten."

"Umarım. Yoksa başka alternatifler düşünmek zorunda kalacağım."

"Başka mı?" Başka derken neyi kastetmişti ki?

"Evet," dedi Usta ve bir kez daha çayından yudum aldı. Sonra da cümlesine devam etti.

"Ve şimdi gidip dersine gir. Diğer derslerin için de endişe etme. Haftanın bir gününü onlara ayırırsın," dedi.

"Ama o..."

"İşin bitti. Şimdi gidebilirsin," dediğinde cümlemi yarıda kesmişti. Demek ki sadece konuşmak için çağırmıştı, dinlemek için değil.

Bir şey demedim ve odadan ayrıldım. Sinirden dişlerimi birbirine bastırıyordum. Ayak tabanlarıma vura vura yürüdüğüm için koridor boyunca ses çıkararak derstekileri de rahatsız etmiş oldum. Beni bunun için mi çağırmıştı yani? Aman ne güzel.

Zor dönemlerden herkes geçer, dedi iç sesim. Evet, herkes geçerdi.

Belki de haklıydı. Belki de kendimi çokça köşeye çekmiştim. Bu yüzden de bu aralar yorgun ve mutsuzdum. Belki de çocuklar bana iyi gelecekti. Odaya girdiğimde Melin'e bakındım. Ama yoktu. Neredeydi? Daha az önce buradaydı. Belki de şifacının yanına gitmek durumunda kalmıştı.
~

Akşam olduğu vakit dışarısı rahatsız edecek kadar sessizdi. Zifiri bir karanlık vardı ve ay bu gece gökte maalesef ki değildi. Bu gece dışarıdaki nöbet sırası bendeydi. Hem de tek başıma.

Herkes evlerinde belki yemek yiyor, belki oyun oynuyor, belki kitap okuyor, belki ağlıyor, gülüyor, kavga ediyordu. Evlerin önünden geçerken asla kendime ait bir evim olmadığı aklıma geldi.

Hayır, dedi iç sesim. Senin evin orası.

Haklıydı. Benim evim on üç yıldır orasıydı. Ve büyük ihtimalle hayatımın geri kalanı da benim evim orası olmaya devam edecekti.

Karanlıktan korkuyordum. Aslında karanlıktan değil, karanlıktaki bilinmezlikten korkuyordum. Attığım adımın güvenirliliği kestiremiyor ve kendimi savunmasız hissediyordum. Yine de karanlıktan kaçamazdım. Korktuğum için güneş batmaktan vazgeçmiyordu sonuçta. O yüzden korkumu az da olsa bastırmak için şarkı mırıldanmaya başladım. Hep bunu yapardım. Küçükken yalnız başıma odada uyumaya çalışırken de yapardım. Veya sokaklarda kaldığım vakitlerde de.

Mükemmel, belki de olağanüstü, hatta hiç kimsede olmayan bir sesim vardı. Sesim sayesinde yaratıkları bile kaçırabilirdim. Onları korkutabilir, bu sayede küçük şehrimin kahramanı ben olabilirdim.
~

Bulunduğum şehir küçüktü. Genelde ticaret yolu üzerinde olduğu için konaklama yerleri ve hanlar birçok bölgede vardı. Bu şehre ilk geldiğim zamanı hatırlıyorum. Usta beni buraya getirdiği vakit yeni yerler görmenin tedirginliği ve bir o kadar da heyecanı vardı. Yıllar içinde buraya o kadar çok alışmıştım ki, buradan asla gitmeyeceğimi, gidemeyeceğimi düşünüyordum.
~

Şehri özel yapan ve şehrin olmazsa olmazı iki şey vardı: Birisi yaratıklar iken diğeri ise muhteşem okulumuzdu. Uzak kıtadan başlayıp denizleri aşarak gelen o ayrım bizim bölgemizde dediğim gibi son buluyordu. Kuru toprak olarak adlandırdığımız o dev çatlaklar bitiyordu. Lakin bitmeyen bir şey varsa o da yaratıklardı. Bu yüzden de eğitimimiz önemliydi ve bu civarda yaşayıp da büyü gücüne sahip olan hemen hemen herkes yaratık avcısı oluyordu. Tıpkı benim gibi. Tek fark ben nedenini bilmediğim bir şekilde büyümü dışa vuramıyordum.

Usta bununla yıllarca ilgilense de o da sebebini anlayamamıştı. "Bekle," demişti bana. Ama belli ki bazen beklemek çare değildi. Ama içimde vardı, biliyordum. Bazen içimde bir enerji hissediyor ve onu dışa vurmak istiyordum. Vurduğum vakit sanki binayı yıkacakmış kadar büyük olacaktı. Sanki herkesten daha etkileyici olacaktım. Daha güçlü olacaktım.

Ya da ben öyle sanıyordum. Öyle hayaller kuruyordum.

İlerlemeye devam ettim. Ettikçe baykuşların huşu içindeki sesi de geliyordu. Artık yavaştan boğucu olan sessizlik koyu karanlığın içine hapsoluyordu. Gece kendini göstermek için çırpınırken, karanlık göğe ve bana hükmederken korkum daha ağır basmaya başladı ve ben de çantamı daha sıkı tuttum.

Dünyam küçüktü. "Dünya hiçbirimiz etrafında dönmez," derdi Usta. "Adım attığın kadardır dünyan," derdi. O yüzden de burasının sakin havasını, güzel insanlarını, misafirperver esnafını severdim. Ama merak ederdim. Mesela orbunları merak ederdim, Uzak kıtayı merak ederdim. Cehennem, derdi Usta oraya. Orası bir cehennem, burası bir cennet, diye söylenir, sonra da yarım işini de bitirirdi.

Uzak kıta... Herkesin diline pelesenk olmuş o diyar... Asla göremeyeceğim o topraklar. Bir zamanlar onun da yaşadığı o topraklar.

Çağının belki de gelmiş geçmiş en güçlü, en zalim, en çılgını, en iyisi olan o adam. İnsanların rivayetlerine göre ruhu hâlâ diyar topraklarında dolaşır, rüzgarıyla birlikte tozu dumanı birbirine katar; ayrıca evlerin içlerine de girerek mutlu ailelerden, hüzünlü çocuklardan ve kendisi hakkında konuşanlardan ağır bir intikam alırmış.

Kurnaz Prens...
Altın Gözlü Prens.

Onun hâlâ var olduğuna, bir gün dirilip tekrardan geleceğine inanan insanlar vardı. Eğer olsaydı çoktan birçok insanın işi de bitmiş olurdu. O artık efsanelerde kalmış bir kişiydi.

Uzak kıta hakkında pek çok kitap okumuştum. Denilenlere göre Voltnalardan daha kötü yaratıklar, insanlar kol geziyordu. Ya da orbunlar ve insanlar bir arada yaşıyordu. Usta'nın anlattığına göre orbunlar kendi bölgelerine çekildiklerinden sonra insanlar bölgelere saldırdığı için kendi aralarında büyük bir savaş ortaya çıkmıştı. Savaştan sonra da bazı bölgeler kullanılamaz bir hâle geldiği için insanlarla birlikte yaşamaya başlamışlardı.

Dünya yaratıldığı vakitten bu yana yeryüzündeki ilk canlılar hayvanlar ve bitkiler iken daha sonra da orbunlar yaratılmıştı. İnsanlar ise daha sonraları dünyada var olmaya başlamışlardı. İki ırk koca dünyayı maalesef ki paylaşamadığı için katliamlar olmuş, savaşlar çıkmıştı. Şimdilik herhangi bir sorun yoktu. Yaşadığım bölgede, ülkede herhangi bir orbun yoktu. Orbunlar her zaman Uzak kıtada yaşamış canlılardı.

Onları merak ediyordum. Dış görünüş olarak betimlediklerine göre insanların boylarından biraz daha uzun ve insanlardan daha kalıplıydılar. Genellikle mavi veya ela göz rengine sahip olurken saçları ise siyah ve kızıl renkteydi. Kendi dillerini kendi aralarında konuşurken insanlarla birlikte uyum sağlayabilmek adına bizim dillerimizi de bilirlerdi. Bazı kızlar erkek orbunlarının çok yakışıklı olduğundan gülerek bahsederken, bazıları da ürkütücü, hayaletleri aratmayan bir tipleri olduğunu söylerdi.

Onlar da bazı insanlar gibi büyü özelliği olamasa da kendine ait ırksal özellikleri mevcuttu. Mesela şekil değiştirebildiklerini, çeşitli ilaçlar konusunda uzman olduklarını, çok hızlı koşabildiklerini, ve daha çeşit çeşit özellikleri olduğunu öğrenmiştim. Ya da Hümrü denilen şey ile kendilerini koruyabildiklerini, onlar sayesinde bu özellikleri kullanabildiklerini öğrenmiştim. Büyü gücü onlarda yoktu. Lakin onlardaki özellik efsunlarla yarışır vaziyetteydi.

Büyü her insana ait olamazdı. Eğer ki dört ulu soydan gelmezsek büyü bizim için bir hiçti. O yüzden de büyü insanlar arasında da kargaşaya sebep olmuştu. Lakin insanlar artık alışmış, kabullenmişti bu duruma. Büyü kötülük için kullanılmadığı sürece hiçbir sorun yoktu. Ve insanlar da genellikle kötülük için kullanmışlardı.

Kafamdaki bir yığın düşünceleri bir kenara koyarak etrafıma dikkatlice baktım. En güzel ihtimalle bu geceyi sakin geçirecektim. Güneş uzaktaki o minik tepelerden doğacak ve ben evime gidecektim. Öyle olmasını umuyordum.

Lakin umduğumuz birçok şey gerçekleşmezdi.

Gelen bir ses ile elimdeki kılıcı daha da sıkı tuttum. Bu bir Grazob ya da Tayrır olabilirdi. Fakat ses pek de yakınlardan gelmemişti. O yüzden de biraz daha ilerlemeye devam ettim. İkinci gelen ses ile birlikte durup ürkütücü karanlığın gecesinde onu aramaya başladım.

"Buraya gel sevimli yaratık. Neredeysen çık ortaya," dedim mırıldanarak.

Ormanlık alanlara veya ıssız bölgelere gitmem kesinlikle yasaktı. Çünkü benim büyü gücüm açığa çıkmadığı için hem kendimi koruyamaz hem de koruyucu büyüler uygulayamazdım. Bu yüzden de genelde şehir içinde kalır, gelen Tayrır ya da Grazob'u öldürürdüm. Fakat nadir de olsa bazı çeşit yaratıklar da şehre inebiliyordu.

Çatıdaki karartıyı görmemle birlikte cebimdeki özel kokuyu da çıkardım. Bu yaratık ne Tayrır ne de Grazob'du. Bu bir Asgraid'di.

Muhteşem bir koku özellikleri vardı. Çatıdan buraya kadar yere döktüğüm sıvının kokusunu anında alabilirdi. Görünüşleri ve hızları bir tilkiyi andırsa da onlardan daha iri yapılı ve kuyruksuzlardı.

Asgraid en sonunda benim yönüme döndüğünde evin yanına geçtim. Çoktan evlerdeki çocuklar korkuyla annesine sarılmış ve benim onu öldürmemi bekliyorlardı, biliyordum. Şimdi annelerinin eteklerinin altına sığınmış, o yaratığın ölümü için Tanrı'ya dua ediyorlardı.

Yaratık en sonunda çatıdan aşağıya atladı. İlkin duraksayarak kokunun kesin kaynağını bulmak için bekledi. Öncesinde Asgraid öldürmüştüm. Ama her seferinde sanki onunla ilk kez karşılaşıyormuşum gibi hissediyordum. Çünkü fazlasıyla hızlı ve hırçınlardı. Bu da benim daha da aksiyon yaşamama neden oluyordu. Yaratık hızlıca benim tarafıma doğru koştu. Ardından da sıvıyı döktüğüm yerde durup onu yalamaya başladı.

Şimdi değil, dedi iç sesim. Birazdan.

Kalan sıvıyı da yere döktükten sonra beni takip etmesini sağladım. Biraz daha açık alana, güvenli yere ihtiyacım vardı. Yaratık sıvıyı döktüğüm yoldan beni takip ederken en sonunda geniş bir bahçeye vardık.

Şimdi, dedi iç sesim.

Arkasından yavaş, sessiz adımlarımla yaklaşmaya başlarken bir anda arkasını dönüp beni gördü ve hırladı. Sivri dişlerini benim tenime geçirmek için sabırsızlandığını biliyordum. Bu yüzden de aceleyle koşmaya başladım. Ayrıca koşarken de yerlere dikenli bitkiler bırakıyordum. Bu onu yavaşlatacaktı. Canı yanacak ve daha da hiddetlenecekti.

Bahçenin sonuna kadar koşup çitin üstünden zor da olsa atladıktan sonra, boyum pek de uzun değildir, onun arkamdan da geldiğini biliyordum. Yaratık dikenlere bastıkça daha da hırlıyordu. Ayak tabanları, demişti Usta. En hassas noktaları.

Geriye çekildim ve okumu hazırladım. Voltna'nın kalbine nasıl isabet ettirdiysem ona da isabet ettirebilirdim. Bir iki adım daha geriye çekildim, yayı gerdim derin bir nefes alıp verdim. Yaratık çitlerin üzerinden atladıktan sonra bacağına isabet eden ok ile birlikte yavaşladı.
~

Hâlâ üzerime gelmeye devam ediyordu. İkinci oku da attıktan sonra isabet edemediğim için koşmaya başladım. Karanlık görüş alanımı zorlaştırıyordu. Ayrıca kendimde olan ve etrafı az da olsa görmemi sağlayan ışıklar da bitiyordu.

Ağaca tırmanamazdım. Çünkü o da kolaylıkla tırmanacaktı. Kaçamazdım. Çünkü o benden daha da hızlıydı.

Ben de bu yüzden cebimdeki hançeri çıkardım ve yaratığa fırlattım. Bu sefer omzuna denk getirmiştim.

Biraz olsun yavaşlatmayı başarabilmiştim. Şimdi ise son hamlemi yapacaktım. Kılıcımı ona geçirecek ve onu öldürecektim. Yere çömeldim ve çitlerin ardından geçip üzerime atlamasına izin verdim. Yaratık benim üzerime tam atlamadan kılıç çektim ve sol kaburgasını parçalayarak, kendimi de geriye doğru doğrulttum çünkü kollarını hâlâ ileriye doğru tutuyordu, üstüme doğru akan kanla birlikte yığıldı. Eğer çok az farkla kılıcı doğrultsaydım çoktan üstüme çullanmış olup beni paramparça etmekten de zevk alacaktı. Lakin dizimden keskin bir yara almıştım. Çünkü bacaklarımı hırpalamasından kurtulamamıştım.

Kılıcı ondan geri çektim ve tekrar soktum. Kesin ölmesi gerekiyordu. Yaratık artık hareket etmeyi, kollarını benim boynuma dolamaktan vazgeçtikten sonra derin bir nefes aldım ve kılıcı son kez ondan çektim. Yüzüme akan ağız sıvısı ve kanı boynuma doğru yavaşça inmeye başladı. Bundan iğrensem de temizlemeye vakit ayırmadım. Şimdi daha önemli bir işim vardı.

Artık yapmam gereken şey sabah çocukların, demirci Hans'ın, bakıcı Deti'nin, öğretmen Valf'ın görmemesi için onu yakmaktı. Eğer başka bir olay olmazsa tabii. Umarım olmazdı.

Yaratığı açık alana taşıdım ve alevler içinde onun yanmasını izledim. Gece bitip şafak sökerken başka hiçbir şey olmaması için de Tanrı'ya içimden dua ettim ve çantamdan yine güzel, kırmızı bir elma çıkarıp yedim. Geceyi sorunsuz halletmiştim.
~

Binaya vardığımda herkes yeni yeni uyanmaya başlamıştı. Bugünkü görüntüm asla geçenki gibi değildi. En azından üstüm başım fazla kirli, dağınık değildi. Veya kötü de kokmuyordum. Sadece üzerimde biraz kan lekesi vardı o kadar.

Binaya gireceğim vakit bir çocuğun ağlama sesini işittim. Çocuk kapının oradaydı ve hava da biraz serindi. Çocuğun neden burada olduğunu merak ederek onun yanına gittim. Bu benim öğrencimdi. Küçük, tatlı bir yüzü vardı. Kıvırcık saçları yine kabarmış ve dağılmıştı. Bu hâli ona daha da şirinlik katıyordu.

"Sorun da nedir?" diye sordum yanına oturup. Oturduğu zemin daha soğuktu. Burada kalıp hasta olabilirdi.

Sorduğum soruya cevap vermedi, onun yerine ağlamaya devam etti.

"Sana bir şeker verirsem bana ne olduğunu anlatır mısın?" dedim. Çocuk bu kez başını kaldırdı ve bana baktı. Beni hatırlamış olacak ki konuşmaya başladı.

"Şeker istemiyorum," dedi boğuk sesle. "Annemi istiyorum." Ardından da tekrar başını kollarının arasına gömdü. Saçlarını okşayarak "Annen nerede peki?" diye sordum. Bu soruyu korkarak sormuştum.

"Evde," dediğinde ise içim rahatlamıştı.

"Onu çok özlüyorum."

"Onu istediğin zaman görebilirsin ama," diye cevap verdim.

"Ama her gün istiyorum," dedi sarı saçlı çocuk. "Her gün."

"Onu çok mu özlüyorsun ufaklık? Ama düşün, eğer annen seni bu hâlde görse üzülmez mi? Ayrıca okula gitmen ve senin burada olman onu çok mutlu ediyordur. Sonuçta seni buraya o getirdi. Burada öğrendiğin büyüler ile ona sürprizler yapabilirsin. Hatta... Büyü öğrendiğin de onunla her gün iletişime geçebilirsin."

"Bana ne."

"Ama bu okul senin gibi muhteşem çocuklar için. Burada çok eğleniyor olmalısın. Hatta bugün annene mektup yazabilirsin. Hatta her gün."

"Her gün mü? Ama ben onu görmek istiyorum."

"Tabii ki de her gün! Ayrıca onu görmek istiyorsan kadim küreyi kullanabilirsin."

"Ama izin verilmiyor."

"Sen de mektubuna bazı büyüler ekleyerek görebilirsin onu."

"Nasıl?" diye sordu. Sorarken de gözyaşlarını sildi.

"Mektubuna belirlediğin büyülü sözcüğü fısılda, ardından da Komentus apendrum diye söylersen mektubu açıldığında onun görüntüsünü görebilirsin. Ama bunu sürekli uygulama. Çünkü senin için tehlikeli olabilir." Aslında bu büyülü sözcükleri ona söylemekle iyi mi etmiştim kötü mü etmiştim bilmiyordum. Pek bir zararının olacağını düşünmüyordum.

"Görür mü ki?" diye heyecanla sordu ve küçük koyu kahve gözleri parlayarak bana baktı.

"Tabii görür ufaklık. Ama burada daha fazla kalırsan hasta olabilirsin. O zaman mektup yazacak hâlin de olmaz."

Çocuk göz yaşlarını silip ayağa kalktığı vakit benim ayağa kalkmam o kadar da kolay olmamıştı. Zira yorgundum ve dizimdeki yara da acıyordu.

Çocuğu sınıfa götürdükten sonra kendi odama da çıktım. Elore ve Melin çoktan uyanmıştı. Duş alıp kahvaltıya inmeye, sonra da biraz uyumaya karar verdim.

Ardından da öğleden sonra da şehre inmem ve gerekli okul malzemelerini alıp öğretici Flab'a teslim etmem gerekiyordu.

İşte günlerimin hep böyle sıradan, aynı geçeceğini düşünüyordum. Okuldan şehre, şehirden de okula.

Fakat bu düşüncemde yanılmıştım. Hem de çok büyük bir şekilde. Kaderin bana sunduğu sürprizler olacaktı. Belalı sürprizler.

Continue Reading

You'll Also Like

3.6K 169 5
Romantizm profili hakkında yön verecek bir rehber.
29.3K 2.4K 22
2048, Haziran'ında Dünya'nın daha iyi bir yer olacağını söyleyen tüm bilim adamları sözleri altında ezilip ölmüşlerdi. Başta Türkiye olamak üzere büt...
859K 19.8K 56
"Madem çok ısrar ettiniz, o zaman artık bey diyebilirim." deyip gülümsedim, bandı yapıştırdıktan sonra yutkundu. "Boşver beyi." deyip dudaklarıma yap...
5.7K 989 30
"Wattys 2022 Gizem/Gerilim Kazananı" "...Arkası dönük olan bedenin piyanoda gezinen parmaklarına baktım tekrar. O ruhu da, kendisi ve davranışları gi...