GAZAP DANSI (TAMAMLANDI)

By YorgunHayalci

161K 10.2K 4.2K

~Fantastik~ "Öfkenin ve dansın zarafeti, olacak her şeyin sebebi... ~ Yaratıkların kol gezdiği, tehlikenin hü... More

TANITIM
GİRİŞ
1. KISIM - 1. BÖLÜM
1. KISIM - 3. BÖLÜM
1. KISIM - 4. BÖLÜM
1. KISIM - 5. BÖLÜM
1. KISIM - 6. BÖLÜM
1. KISIM - 7. BÖLÜM
1. KISIM - 8. BÖLÜM
1. KISIM - 9. BÖLÜM
1. KISIM - 10. BÖLÜM
1. KISIM - 11. BÖLÜM
1. KISIM - 12. BÖLÜM
1. KISIM - 13. BÖLÜM
1. KISIM - 14. BÖLÜM
2. KISIM - 15. BÖLÜM
2. KISIM - 16. BÖLÜM
2. KISIM - 17. BÖLÜM
2. KISIM - 18. BÖLÜM
2. KISIM - 19. BÖLÜM
2. KISIM - 20. BÖLÜM
2. KISIM - 21. BÖLÜM
2. KISIM - 22. BÖLÜM
2. KISIM - 23. BÖLÜM
2. KISIM - 24. BÖLÜM
2. KISIM - 25. BÖLÜM
2. KISIM - 26. BÖLÜM
2. KISIM - 27. BÖLÜM
2. KISIM - 28. BÖLÜM
3. KISIM - 29. BÖLÜM
3. KISIM - 30. BÖLÜM
3. KISIM - 31. BÖLÜM
3. KISIM - 32. BÖLÜM
3. KISIM - 33. BÖLÜM
3. KISIM - 34. BÖLÜM
3. KISIM - 35. BÖLÜM
3. KISIM - 36. BÖLÜM
3. KISIM - 37. BÖLÜM
3. KISIM - 38. BÖLÜM
3. KISIM - 39. BÖLÜM
3. KISIM - 40. BÖLÜM
3. KISIM - 41. BÖLÜM
3. KISIM - 42. BÖLÜM
3. KISIM - 43. BÖLÜM
3. KISIM - 44. BÖLÜM
3. KISIM - 45. BÖLÜM
KRALLIKLARIN VE KÜÇÜK KITANIN GENEL DURUMU
FİNAL - PART 1
FİNAL - PART 2
"BİR GÜN BİR PRENS VARMIŞ..."
İLK KİTABA DAİR SON SÖZLERİM
Biraz Da Ben...

1. KISIM - 2. BÖLÜM

7.2K 357 288
By YorgunHayalci

Yalnız Çocuk

*Herkese merhabalar! Bu bölüm biraz uzun oldu. Aslında her bölümün ortalama kelime sayısı 2000-2500. Eğer uzunluğundan dolayı rahatsızlık duyarsanız bunu yorumlara yazabilirsiniz.

İyi okumalar dilerim ✨*

Bütün gece kütüphaneyi baştan aşağı temizlemekle uğraştığım için sabaha yakın bir vakitte uykuma yenik düşmüştüm. Rüyamda beni kovalayan bir Grazob vardı ve ben tür rüyalara alışkın birisiydim. Grazob; dört ayağı, iki iri elleri ve yılanı derisini andıran kuyruğu ile hızlıca koşarak üstüme atlarken son anda kendimi kenara çektim.

"Hadi," diyordu Grazob. "Kalk."

Rüyam yarıda kesilirken bana seslenenin Grazob değil de Usta'nın olduğunu o kalın sesinden anlamıştım. Gözlerimi zar zor açarken vaktin kaç olduğunu da bilmiyordum.

Tıraş olmuş ve saçlarını kestirmişti Usta. Gri, yumuşak saçları önceki derste yanmıştı ve şimdi göründüğünden açıkçası on yıl daha genç görünüyordu. O bu durumdan, her ne kadar çaktırmasa da, hoşnut duyuyordu. Çünkü onu çok iyi tanıyordum. Usta dıştan sert birisiydi. Fakat içten o kadar da öyle değildi.

"Günaydın Usta," dedim. Sesim hırıltılı çıkmıştı. Şiş gözlerim ile ona baktım.

"Günaydın çırak. Derse geç kaldın."

"Bunun için buraya gelmiş olamazsın," dedim. Haklıydım da. Hangi Usta gelirdi ki öğrencisinin ayağına?

"Kalk hadi," dedi bana. "O yaratığı nasıl öldürdüğünü anlatacaksın."

"Ha, bu muydu?" dedim şaşırırcasına gözlerimi ovalarken. "Ceza vermenin birer ödülü filan mı?"

"Ödülünü dün aldın zaten," dedi Usta. "Hadi Luna."

Yalpalayarak ayağa kalktığımda Usta başını olumsuz anlamda sağa sola salladı. "Bütün gece mi uğraştın?" diye sordu.

"Yapsak suç, yapmasak suç," diye cevap verdim.

"Çırak," dedi bana bakmadan. "Odama bekliyorum. Kendine gel. Kahvaltını yap. Direkt odama gel. Anladın mı?"

Cevabımı beklemeden anında arkasını döndü ve kütüphaneden ayrıldı. Açıkçası önemli bir şey konuşacağını biliyordum. Yoksa zahmet edip de beni on yaşımdaki gibi sabah uyandırmazdı. Aslında sadece on yaşımdayken uyanık olduğum halde sırf beni uyandırsın diye uyuyormuş numarası yapıyordum.

"Kimse kimseye acımaz," demişti Usta bana. "Kendine yetebilmeyi öğren."

"Neden?" diye sormuştum Usta'ya.

"Öğreneceksin," demişti. "Dilerim kaderin iyi olur saf çocuk."
~

Odasına geldiğim vakit yanında Fiona öğretmenin olduğunu gördüm. Bugün üzerindeki uzun, mavi elbise ile gayet hoş gözükürken beyaz, uzun saçlarını nadir de olsa topladığını gördüm. Fiona öğretmen ilkin bana baktı. Önemli bir şey konuşacağımızı anlamış gibiydi. Ardından da ayağa kalkıp iyi günler diledi ve odadan ayrıldı. Bu kadını hep tuhaf buluyordum ve bulmaya da devam edecektim. Yine de yedi yaşımdan beri benimle ilgilenmiş ve sıkıntılarımı gidermeye çalışmıştı. Ona ömrüm boyunca bu sebepten dolayı minnettar kalacaktım.

"Otur," dedi Usta. Oturduğum vakit masada duran limonlu kekten bir dilim almayı da asla ihmal etmedim. Güzel bir tadı vardı. Ama kakaolu kadar da değildi.

Açıkçası çok zayıf bir insan değildim. Çok kilolu da değildim. İdeal bir kilodaydım. Çünkü eğitim için kilolarımız bile önemliydi. Lakin Usta yediğim keklerin hesabını yapmayı çoktan bırakmıştı.

"Anlat bakalım," dedi elindeki çayı doldurarak. "Onu nasıl öldürdün?"

Ardından da diğer elindeki kalemi, mürekkebi hep akmıştı ve eline de bulaşmıştı, masaya bıraktı. Sonra da çekmeceden bir şişe çıkardı ve önündeki yazılı kağıdı şişe içine büküp koydu.

"Çok kolay oldu," dedim. Aslında pek de öyle olmamıştı. Hatta korktuğumu bile itiraf etmem gerekliydi. Ama Usta'ya karşı gıcıklık yapmayı seviyordum. Usta bana kısa bir bakış attı ve ben bu bakışın ne anlama geldiğini biliyordum.

Gülerek, "Tamam tamam," dedim. Sabah sabah sinirleri ile oynamamak benim için daha iyi olacaktı.

"İlkin ellerim bir titredi," diye başladım. Kalbimin nasıl hızlı çarptığını hatırlıyordum. Bu çarpmanın nedeni korkudan daha çok heyecandandı.

"Ama görmen gerekirdi Usta. Orbun kadar hızlıydım."

"Ağzına almaman gereken şeyler var," dedi Usta. Sanki Orbun kelimesi yasakmış gibi konuşmuştu. Sanki lanetlilerin birer sözcüklerini fısıldamışım gibiydi.

"Ağzımdan kaçtı. İlk olarak gölün derinliğine inanamadım. Galiba sığınak yapmış. Ama onu suyun yüzeyine çıkarmak zordu. Bekledim. Sıkıntıdan patladım. Hatta bulutlarla konuşmaya bile başladım. Birisi garip bir yaratığa benziyordu. Onun adını "ağyakan" koydum. Çünkü yaratık, daha doğrusu bulut, bir örümceğin ağına benziyordu. Ne garip değil mi ama? Neyse, ama bilirsin. Her düşmanın bir zaafı vardır. Ateş yaktım ben de. Yine bilirsin ki ateşten çok korkarlar ve sadece ateş ile bedenleri ölür. Ruhlarını Tanrı yaksın. Onlar bizler için tehlike, biliyorsun. Azaplı olarak kalacaklar hep. Dilerim sevmediğim insanların rüyasına çöker ruhu.

Kanatlarını havaya kaldırdı ve o an kalbine alevi doğrulttum. İşe yaramadı. Dikkati dağıldı. Daha da hırçınlaşmasına sebep oldu. Ben de bıçaklarımdan birisini gözüne isabet ettirdim. Nasıl da ilkte yaptım ama? Her neyse. Can çekişmeye başladı. Ama daha çok öfkelendi. Kanatlarını yaktığımda daha da yaklaştım ve en sonunda hançeri kalbine isabet ettirdim ve evet yine bilirsin ki kalpleri küçüktür. Neyse ki sen bana nasıl öldürmem gerektiğini öğrettin Usta. Böylece ben de öldürdüm."

Sözümü bitirdikten sonra Usta tek kaşını kaldırarak bana baktı. Bu bakışı anlayamamıştım. Sinirli değildi. Şaşkın da değildi. Öfkeli de değildi. Mutlu da.

"İlk denemende mi?" dedi bana oldukça sakin bir ses tonuyla. Çayından bir yudum aldı. Kafamı olumlu anlamda salladım.

"Biliyorsun değil mi? Sen gerçekten de yeteneklisin." Gülümseyerek ona baktım. Ondan övgü almak hoşuma gidiyordu. Her ne kadar övgüyü pek sevmesem de.

"Bunu sadece sen söylüyorsun ve ben-"

"Sözünün kesilmesinden hoşlanmıyorsun, biliyorum. Ama yaratık öldürmek herkesin işi değil. Biliyorsun değil mi?"

Aslında doğruydu. Her büyücü yaratık öldürmek istemezdi veya yaratık öldürecek fiziksel becerilere de sahip olmazdı. Fakat Usta beni küçük yaşımdan beri bu şekilde yetiştirmeseydi belki ben de bu kadar azim edip başaramayacaktım.

"Hepsini öldüremiyorum," deyiverdim. Voltna benim için kesinlikle bir istisnaydı.

"Büyü gücün olmadığı için tabii ki de yapamazsın Luna," dedi ve duraksadı. Ardından da o çok istediğim ama hâlâ elde edemediğim durumumu ağzına aldı. "Olsaydı eğer..." dedi ve tekrardan durdu. Cümlesi yarım, ağzı ise hafif açık kaldı. Ardından da yarım kalmış cümlesine devam etti.

"Öğretici olmanı istiyorum Luna," dedi bir an.

Ona şaşkınlık ile baktım. Bu zamana kadar bana bu konudan hiç bahsetmemişti bile. Çevremden birkaç kişi bana bunu derdi ama aldırış etmezdim. Fakat Usta'nın demesi beni şaşırtmıştı.

"Ne? Hayır," deyiverdim anında. Böyle bir şeyi pek istemiyordum. Ayrıca büyü gücüm de yoktu, açığa çıkmamıştı. Nasıl öğretici olacaktım ki?

"Ömrünün sonuna kadar yaratık kovalayarak ecelini mi çağıracaksın?" diye sordu. Canımı tehlikeye attığımı biliyordum. Bir daha yapmayacağıma dair söz verebilirdim. Söz verirsem de yapmazdım. Ne var ki Usta bu konuda oldukça kararlı görünüyordu. Onun kararından vazgeçirmek zor bir işti.

"Ben istemiyorum, gerçekten. Zaten büyü gücüm de yok," dedim.

"Kendini sürekli geri çekemezsin. Büyü gücün elbette olacak biliyorsun değil mi?" Haklıydı. Kendimi sürekli bir şeylerden geri çekiyordum.

"Yirmi yaşındayım ve bir yirmi yıl daha beklemem gerekiyor galiba," dedim. Usta bana onay vermeyen ifadeyle, benim kahve gözlerimden de koyu olan gözleriyle baktı.

"Hayır Luna," dedi. Direnip reddetmem pek de bir şeyi değiştirmeyecekti. "Sen yeteneklisin. Ve ben yetenekli öğrencilerimi kaybetmek istemem."

"Ego yığını gibi mi?" diye atıldığımda pişman oldum. Bazen gerçekten de çenemin ayarını tutturamıyordum.

"Luna," dediğinde beni uyardığını anladım.

"Pardon," dedim. Usta oflayarak oturduğu sandalyeden geriye yaslandı ve derin bir nefes aldı.

"Neden?" dedi Usta. "Sen benim elimde büyüdün Luna. Bunu lütfen ciddi bir şekilde düşün."

İnsanlarla ne kadar az iletişime geçersem o kadar iyiydi benim için.

"Ama bir anda nereden çıktı bu?"

"Uzunca bir süredir düşündüğüm şeydi Luna."

Sustum. Yerdeki desenli halıya gözlerimi diktim ve düşünmeye başladım. Yerdeki halı ben geldiğim vakit de vardı. Tek fark bu odada değildi, çatı katındaydı. Yine de eski bir halıyı neden yıllardır kullandığını bir ara sormak isterdim. Ama ondan önce, daha önemli bir soruyu, bana sorduğu gibi ben de ona sordum.

"Neden?" dedim. Aslında bu sorunun cevabını ikimiz de gayet iyi biliyorduk ve bu sorum sadece konuşmayı uzatmaktan başka bir yere götürmüyordu bizi.

"Çünkü artık kendine gelmen gerekiyor anlıyor musun? Haftalardır kendinde değilsin yine. Bilerek canını tehlikeye atıyorsun. Sanki hiç önemi yokmuş gibi. Hayat senin için umurunda değil mi? Benim için önemlisin. Çünkü sen benim öğrencimsin ve ben öğrencilerimi kaybetmek istemem. Kötü bir yaratığın senin ölümünün sebebi olmasını istemiyorum."

Bir cevap vermek, daha doğrusu doğru bir cevap vermek konusunda kararsız kaldım. Aslında o kadar çok haklıydı ki... Ben sadece kaçıyordum, kaçmaya çalışıyordum. En azından bu durumumu fark etmişti. Şimdi de bu durumdan çekip kurtarmaya çalışıyordu. Her ne kadar ona engel olmaya çalışsam da. Galiba, hatta kesin bir şekilde, hatayı ben yapıyordum.

Yaratıklar yüzünden sonum acı verici olabilirdi. Bu şekilde düşündüğümde bir yaratık tarafından hayatıma son vermek ne kadar doğruydu, bilmiyordum. Zaten bunun bilincinde olan Usta beni küçük ya da daha az zararlı yaratıkların öldürülmesi için görevlendirirdi. Tabii istisnalar olmuyordu değildi. O zaman da yanıma ya birisini gönderir ya da tozlarından verirdi. Bu yaşıma kadar bir şekilde hayatta kalmıştım. Lakin bir gün bu kadar talihli olmayabilirdim.

Aslında her şey kıta ayrımı yüzünden olmuştu. Savaş Çağı'nın bitimine sebep olmuş olan kıta ayrımından sonra en büyük kıtadan bir parça ayrılmıştı. Ayrılırken de yer büyük bir şekilde çatlamış ve sebebini bilmediğimiz tuhaf varlıklar ortaya çıkmıştı. Yaratıklar çatlaklar sebebiyle doğuyordu. Büyük kıtanın ayrımından sonra bizim yaşadığımız kara parçasına Küçük kıta ismi verilirken geri kalmış büyük kıtanın diğer kısmına ise Uzak kıta ismi verilmişti. Çatlaklar hem Uzak kıtada hem burada da vardı. Çatlaklara "kuru topraklar" adı verilirdi ve Savaş Çagı'ndan bu yana geçen yaklaşık üç yüz kırk beş yıldır da yaratıkların doğuşuna sebep olurlardı. Çatlaklar maalesef ki kapatılamıyordu. Sebebini ve kaynağını bilmiyorduk. Çatlaklardan doğan yaratıklar bizim birer imtihanımız olmuştu. Büyücüler dahil orbunlar da nasıl kapatılması gerektiğine dair bir çözüm bulamıyordu. Neden ve nasıllar ile geçen onca yıldan sonra artık alışmıştık ve yaptığımız tek şey halkı onlara karşı korumak olmuştu. Bunun için büyücüler yetiştirilmişti. Uzun yıllardır yaratıkların çeşidi, özellikleri araştırılmış ve onlara karşı önlem alınmaya çalışılmıştı. Hatta Usta'nın yaratıklara ait parçaları ile bir koleksiyonu bile vardı.
~

Odanın kapısı aniden tıklatıldığında konuşmamız bölünmüştü. Gelen kişi büyülerini daha yeni yeni öğrenmeye başlayan birisiydi. Uzunca bir boyu ve çokça gür saçları vardı. Geçen gün görmüştüm onu. Büyü gücü bir anda yemekhanede oturduğunda zihnindeki fısıltılar yüzünden acı çekerek yere yığıldığı vakit ortaya çıkmıştı. O Ata Elines'in soyundan geliyordu. Büyü gücünün açığa çıkması bir anda da olabilirdi. Veya günler de sürebilirdi ki büyücüler zaten bu durumu anlardı.
~

Açıkçası artık büyüsü var olan insanların birçoğu, en azından bizim kıtadakilerin birçoğu, yaratıkları avlamak için eğitiliyordu. Onlar gün geçtikçe daha da fazla tehlikeli oluyordu. Uzak kıta ise daha da tehlikeliydi. Çünkü esas kaynağı orasıydı. Her şeyin başladığı yerdi.

Öğrencisi birkaç şey dedikten sonra odadan ayrıldı. Usta ise tekrardan bana dönerek lafa devam etti. "Son kez," dedi Usta. "Diyorum, düşün."

Bir şey demedim ve onun yerine odadan sessizce çıkmak zorunda kaldım. Çünkü öğretici olma fikri bana hep uzak geliyordu. Lakin Usta bir yerde haklıydı.

Hayatının hiçbir önemi yokmuş gibi davranmam konusunda haklıydı.

Hayatım ne zaman önemli olmuştu peki? Bir yaratık avcısı olduğum vakit mi? Usta beni yedi yaşımdayken sokağın tehlikeli kollarından çekip kurtardığı vakit mi? Ne zaman?
~

Güneş yüksek tepeden batıp akşam olduğu vakit yemekhanenin merdivenlerinden hızlıca indim. Az daha düşecektim ki bu sık sık olurdu. En sonunda dengemi sağladım.

Elimdeki şeyi, gerçekten de leş gibi kokuyordu, görenler ne olduğunu anlamaya çalışıyor gibiydi.

Her zamanki yerinde tıka basa yemek yediğini gördüğüm o çocuğun masasına doğru ilerledim. Sakin bir şekilde ve büyük bir mutlulukla masasına oturduğum da kısık gözlerini bana doğru çevirdi. Sırıtarak ona baktım.

"Sana bir sürprizim var," dedim. Elimdeki kanla kaplı, leş kokulu kemik parçasını masasına koyarak. Ardından da arkama yaslandım. Kollarımı kavuşturarak, "Beğendin mi?" diye sordum. O ise bana cevap vermek yerine ağzı açık bir şekilde parçaya baktı.

"Bu ne!" dedi cırtlak ses ile bağırıp ağzındaki yemeği zar zor yutarak.

"Tahmin et bakalım ne? Bir düşünelim... Yoksa o bir Voltna kanadı mı?" dedim parmağımı şıklatıp.

Herkes bize bakarken çocuk baygınlık geçirecekmiş gibi duruyordu. Kandan korkuyordu. Bu yüzden de asla bir yaratık öldüremezdi.

Çocuk ayağa kalkarak titrek bir şekilde yürümeye başladı. Elleri durmaksızın titriyor ve şakaklarından aşağıya doğru boynuna terler akıyordu. Arkadaşlarından birisi onu omzundan tutarak dışarı çıkardığında bir başkası yanıma geldi.

"Sen ne yapıyorsun?" dedi hesap sorarcasına.

"Ona herkesle dalga geçmemesi ve haddini bilmesi gerektiğini gösterdim," dedim. Haklıydım da. Benimle hem ailem hakkımda hem de durumun hakkında dalga geçmişti. Hem bu bir kez de olmamıştı.

"Zayıf noktasından vurarak mı?" dedi ve kolumdan sertçe tuttu.

"Sen en iyisi git ve arkadaşının yaşlı gözlerini sil," dedim ve kolumu çektim. Karşımdaki daha da hiddetlenmiş bir şekilde bana bir adım daha yaklaştı. "İğrençsin," dedi. İğrenç.

"Korkaksınız," diye cevap verdim. Bana yanıt vermek yerine hızlıca yanımdan ayrıldı ve herkesin bana baktığını bildiğim için de oldukça gerilmeye başladım. Sinirden burada daha fazla durmak istemedim ve ben de hızlıca yemekhaneden ayrıldım.

Ne yazık ki çocuk daha yatağının içindeki o diğer parçayı da görememişti.

Bana Voltna'yı andırdığımı, asla iyi bir öğrenci olamayacağımı söylemişti. Bu durum tekrarlanınca artık ona iyi bir ders vermem gerektiğini düşünmüştüm.
~

Odamda uyumak yerine kütüphanede durmaya karar verdim. Bu yüzden de kalemimi ve defterimi alıp büyük odada, tek başıma, pencerenin yanına oturdum. Titrek mumu yanıma koydum ve arkama yaslanarak günlüğümü yazmaya başladım.

Günlük, Sevgili Günlük, Benden Asla Bıkmayan Günlük, Yaza Yaza Bitiremediğim Günlük, Sıradan Hayatım İçin Oldukça Çok Şey Yazdığım Günlük, Başını Çok Uzattığım Sevgili Günlük,

Galiba insanlarla alıp veremediğim var. Bilmiyorum neden bilmiyorum. Onlar için yaratık öldürüyorum. Onlar için canımı tehlikeye atıyorum. Ama onlardan uzak durmak istiyorum. Yoksa gerçek canavar onlar mı? Onlardan bu yüzden mi kaçıyorum?

Yıllardır pek de öyle arkadaşım olmadı, biliyorsun. Usta yanımdaydı ve ben ondan öğrendim her şeyi. Öğrendiğim şeylerin doğruluğu tartışılır ama konu bu değil. Ailem de olmadı günlük. Onları hiç bilmiyorum biliyorsun. Yani annem ve babam kim? Neden ben doğduğum ailemin elinden alındım? Neden beni yaşlı ve çenesi bol bir kadının eline para karşılığında verdiler? Veren kişiler de kimdi? Ailem kimdi? Neredeydi? Yaşıyorlar mıydı? Veya kardeşlerim var mıydı? Hiçbirini maalesef ki bilmiyordum.

Bu konular derin, biliyorum. Yıllar içinde kendimi yetiştirmeye çalıştım hep. Ama biliyorum. Hep bir şeyler eksik ya da ters gidiyordu. Büyünün içimde biriktiğini hissediyorum. Ama onu dışa vuramıyorum. On beş yaşındayken hırçınlığımın sebebi de buymuş. Usta öyle dedi. Büyü içimde birikiyor, patlamak istiyorum. Usta beni çok sert yetiştirdi biliyorsun. Ah ne de çok biliyorsun yazıyorum. Ama bilmeni istiyorum günlük. Çokça cezalar verdi, çokça ağladım. Ağlarsam daha da ceza vereceğini söyledi. Sustum. Biliyorum günlük. O bana iyi ama sert davrandı. Benim iyiliğim için.

Beni yetiştirirken bir şeylerin ters gittiğini anlıyordu. Ben de anlamıştım. Büyü yapamıyordum. Atamın büyüsünü yapamıyordum.

Sıkıntı değildi bu. Çünkü istersem eğitim almayabilirdim. Ama Usta bunu reddetti. Yanında kalmam gerektiğini söyledi. Bir kız olarak yaratık avlama işini de ben üstlendim. İlk yaratığı on üç yaşında avladım. O zamana kadar bana bilim ve ilim öğreten Usta, o günden sonra yaratıklar hakkında konuşmaya başladı. Anladım ki benim işim onlarlaydı.

Gruplarımız ile birlikte köylere saldıran, şehirlere çıkan yaratıkları öldürmek zorundaydık. Kaynağını bilmiyorduk. Üç yüz yılı geçkin zamandır böyleydi. Nedenini kimse bilmiyordu. Kurnaz Prens'in, Altın Gözlü Prens'in, yaptıklarının sonucuydu bu. O önemli günden sonra kıta ikiye ayrılmış ve denizleri aşan bir yarık oluşmuştu. O yarık içinden doğan yaratıklar bizlerin en büyük sorunu hâline gelmişti.
~

Aslında eğer o gün bir yaratık öldürmeseydim bir element öğreticisi olabilirdim. Taşlar hakkında bilgi sahibi olur ve telekinezi becerisi elde edebilirdim. Altın arayışına girer zengin olma yolunda ilerleyebilirdim.

Ama neden ben de istedim bilmiyorum. Galiba bir işe yaramak istedim. Usta'ya olan borcumu ödemek istedim. Bu yüzden de bu yolu seçtim. Şimdi de bana öğretici olmam gerektiğini söylüyor. Büyü gücü olmadan nasıl olacak bilmiyorum.

Galiba fazla da diretmek istemiyorum günlük. Kabul edip en azından telekinezi öğretmenin zamanı geldi. Ya da yaratıkların hangi kemikleri sağlık açısından yararlı olduğunu öğretmenin zamanı geldi. Veyahut elementlerin gücünü de anlatmanın vakti geldi. Belki de bir şeylerin vakti geldi ve ben erteleyip duruyordum aslında.

Biliyorsun bana yabani diyorlar bazen. İğrenç diyorlar. Çünkü ben insanların eğlence anlayışına ters düşüyorum günlük. Panayırlar bana göre değil. Sevgililik bana göre değil. Hiç kimseye güvenemeyen birisiyim. Yalnız yetişmiş ve bu yüzden de yalnız kalmak isteyen birisiyim. Ben biraz yalnız büyüdüm. Yedi yaşıma kadar bir cadı kadının evinde bir böcekten farksız bir şekilde yetiştim. Sevgiden yoksundum. Verdiği kuru ekmek için ona teşekkür ederken bulurdum kendimi.

Lakin en sonunda evden kaçtım. Ve yolum Usta ile kesişti. 'Sen,' dedi bana. 'Kadim ataların soyundansın.' Biliyorsun günlük. Büyü gücü içimizde var olduğunda ve kanımız aktığında onu anlayan yine bir büyücü olur.
~

Sekiz yaşındayken pek de anlam veremediğim bir olay oldu. Eğer Usta o gün beni tam vaktinde kurtarmasaydı belki de yine kaçacaktım. Bana ne dediğini biliyorsun günlük. 'Hadi çırak,' dedi bana. 'Ağlamayı kes ve aciz insanlara bak. Sana güçlü durmayı öğreteceğim.'

Gözyaşlarımı sildim. Ardından da ona sarılmak istesem de bunu yapamadım. Acaba kabul eder miydi ki? Keşke sarılabilseydim. Çocuk olduğum için izin verir miydi? Ama yapamadım. İzin vermezdi, biliyordum.

'Mahkeme kararı verecek o adam için,' dedi. 'Merak etme. Onun cezasını ben vereceğim.' Ardından da bir baba şefkati gibi elini kahve saçlarımda gezdirdi ve okşadı. O an ne kadar güvende hissettiğimi anlatamam sana günlük.

'Hadi uyu artık Luna Aleda. Uyku vakti,' dedi.

'Ama canavarlar var,' dediğim vakit 'Esas canavar içimizde Luna,' diye cevap verdi.

'Dizginleyemediğimiz kendimizdir,' diye de ekledi. Bunun manasını o an pek anlayamamıştım. Ama şimdi gayet net bir şekilde anlayabiliyordum.

Bana Luna Aleda ismini de veren kendisiydi günlük. İlk kez ismimi sorduğunda ona bilmediğimi söylemiştim. Sonra da bana hangi ismi sevdiğimi söylediğinde ismimin Luna olmasını istemiştim. Aleda'yı ise kendisi vermişti ve benim o günden sonra ismim hep Luna Aleda olmuştu.

Uykum ağırlaştıkça daha fazla dayanamadım ve uyudum. Sabah olduğu vakit hiçbir şey olmamış gibi Usta ile şakalaşmaya, dedikodu yapmaya devam ettik. Ve bu olay geçmişte gömülü kaldı.

On bir yaşındayken hızlıca koştuğum için dizlerimin üstüne düştüm. Ağlamamak için kendimi zor tutsam da göz yaşlarım benden izinsiz bir şekilde akıyordu. Odama zar zor yürüdüğüm vakit kendi dizimdeki yaraya kendim baktım. Kimse gelip bana neden ayağımın burkulduğunu sormadı. Veya neden ağladığı mı da.

Büyüdükçe anlıyordum ki aslında çevremde kimseyi istemiyordum. Kendimi iyice içine kapanık birisine dönüştürmüş ve asabileşmiştim. Oysa ki hemen her şeye ağlamaya başlayan, titreyen bir kızım. Lakin Usta'nın da dediği gibi, düşmanın senin zayıf noktandan beslenirdi ve asla o noktaları göstermemen gerekiyordu. Kimseye güvenmemem gerektiği konusunda hep uyarırdı. Özellikle de dış görünüşün aldatıcı olduğunu söyler dururdu.

Küçükken birkaç arkadaşım vardı. Oyunlar oynadığım, yemek yediğim, birlikte uyuduğum. Fakat o arkadaşlarım gittiği günden beri ben yine yalnız kalmıştım. O günden sonra da kimseyle arkadaş olmak istemedim. Çünkü bir tanesi beni satmıştı ve ben ona sadece hüzün duyuyordum. Neyse ki diğeriyle gerçekten arkadaştım. Bu sayede gerçekten eğlenebileceğim birisi vardı. Eğer ölmeseydi...

Arkadaştan da yana şansım olmamıştı.

Şimdilerde ise yine yalnız başımayım. En azından kafam rahat.

Aslında içimde büyük bir hüzün ve boşluk hissi var günlük. Belki de yaşadıklarım yüzünden ben bu hâldeyim. Ama benim kalbimin yarasını benden başka kimse iyileştiremez günlük.
~

Galiba ben de sorun var. Usta buna 'ruhsal şeyler' diyor. İlaçların bünyeme ağır geldiğini ama yaşamam da gerektiğini anlatmıştı. Veya yaratıkların saldırıları sonucunda oluşan hasarlar da bunun sebebiydi. Ya da geçmiş bir kötü olay da. Bahtsız olduğumu düşünüyordum.

En azından hâlâ gülebiliyorum günlük. Bence de bu da büyük bir şey. Her ne kadar üç demir kraş bir mutluluk etmese de. Belki de beş demir kraş bir mutluluk ediyordur. Ha, ne dersin?
~

Ertesi gün ders bitimi mutfak bölümüne gidip bir şeyler yemem gerektiğini ders boyu beni rezil eden midemden anlamıştım. Hatta başım bile dönüyor ve gözüm kararıyordu. Çünkü yemek benim için her şeydi. Mutfakta yine yaşlı nine vardı ve sürekli elindeki dal parçası ile insanlara emir verip duruyordu.

"Hadi sizi hantallar hadi!" diyordu. Nine yine en köşeye geçmiş bir vaziyetteydi. Kırışmış yüzü, kambur olan sırtı onun ne kadar da yaşlı olduğunu göstermeye yetiyordu. Gerçekten de ince bir sesi vardı ve bağırdığı vakit iyice katlanılmaz oluyordu.

Bir parça ekmek ve bir kase de çorba alıp masaya geçtim. Hızlıca yemek yiyip koleksiyon odasına geçmem gerekliydi. Lakin sanki yaşlı nine benim içimden konuştuğumu duymuş gibi hemen bana döndü ve uzunca bir müddet kısık gözleri ile baktı.

"Kim bu kız yahu?" dedi. Arada bir kafası gidip gelirdi ve bu çok zevkli olurdu.

"Nasıl yani? Sen benim annemsin. Kızını nasıl hatırlamazsın," dedim. O ise beni baştan aşağı süzdü ve "Benim kızım yok ki," dedi. Gülümseyerek ona baktım.

"Unutkansın," dedim. "O yüzden sürekli burada oturup duruyorsun." Hâlâ bana bakmaya devam etti. Sonra da "Sen gerçekten de benim kızım mısın?" diye sordu. Başımı olumlu anlamda salladım lokmayı yutarken.

"Neden evlenmedin o halde?" diye alakasız bir soru sordu. Bunun beklemediğim için anlık yutkunamadım ve yemek boğazımda kalıp öksürmeye başladım. Bardaktaki suyu içip de öksürük krizim bittikten sonra "Ne!" diyebildim sadece.

"Sana diyorum sana. En son evlenecektin ya hani," dedi. Çorbamı hızlı hızlı içmeye başladım. Galiba kafası hepten gitmişti ve olur olmadık senaryolar düşünüyordu. Zaten buradan neredeyse hiç çıkmazdı da. Arada bir görürdüm onu. Çünkü toplam üç tane mutfak vardı ve ben buraya nadir gelirdim.

"Evlenmek istemiyorum," diye cevap verdim ağzıma koca ekmek parçasını atarak. Dal parçasını bana doğru uzattı. "Haaa," dedi. "Seni biliyorum. Kızım filan değilsin."

Son ekmek parçasını da mideye indirdikten sonra masadan kalktım. Hâlâ bana bakmaya devam etse de ona bakmak istemedim.

"Hadi, görüşürüz," dedi ve bakmak zorunda kalıp gülümseyerek iyi günler diledim. Birisinin söylediğine göre de kendisini Usta'nın karısı sanmıştı ve ben bununla çokça dalga geçtiğim için Usta bana güzel bir ceza vermişti. Aklıma geldiği için yine gülerken karşıdan gelen Fiona'nın da bana gülümsediği gördüm.

Neyse ki sadece birbirimize gülümseyip geçtik. Koleksiyon odasına binanın en üst katındaydı. Dört kat merdivene çıkmak gerçekten de yorucuydu. Odaya geldiğim vakit toz içinde olduğunu gördüm. En son ne zaman geldiğimi ben bile hatırlamıyordum.

Perdeleri çekip pencereyi açtım ve güneşin içeriye girmesine izin verdim. Ardından da güzel bir temizlik yapmaya için temiz bir bez ve sabunu bir kova suyun içine koydum. Masaların üzerini temizleyip dikkatlice parçalara dokundum. Bunlar yaratıklara ait kalıntılardı.
~

"Her şeyi halletmişsin neredeyse," dedi arkamdan bir ses. Bu kişi oda arkadaşım Elore'den başkası değildi.

"Gerisini ben yaparım," dedi. Bezi ona vererek kalan dolapları kendisi silmeye başladı. Ben ise indirdiğim cam tüpleri dolaba yerleştirip sıvı içindeki parçalara baktım.

Bugün bu odayı düzenleme görevi ikimize verilmişti ve ben erkenden gelerek işin çoğunu bitirmiştim. Elore yeri silmeye başladığında bana seslendi. "Geçen ki olay da neydi öyle?" diye sordu. Bir şekilde açılacağını biliyordum.

"Pek büyük bir şey değil. Kendileri büyüttü," dedim umursamazca.

"Hâlâ iyi olmadığını söylüyorlar," dedi Elore.

"Bence sadece abartıyorlar."

"Luna," dedi mendilli elini beline koyarak. "Çocuk sadece laf attı. Bu kadar önemsenecek ne vardı?"

"Bir kez değil Elore. Birkaç kez. Birilerinin onların hadlerini bildirmesi gerekiyordu."

"Galiba onun yaşadığı olayı bilmiyorsun," dediğinde kaşlarımı çattım.

"Neyi?" dedim daha sonra. Elore, ben ve Melin oda arkadaşıydık. Her ne kadar Melin'le anlaşamasam da Elore ona göre daha uysal ve sıcakkanlı bir kızdı. Fakat ikisinin de arkamdan konuştuğuna bizzat şahit olmuştum.

"Galiba," dedi. "Annesini yaratıklar öldürmüş. Kendi gözünün önünde." Şaşkınlıkla kaşlarımı daha da çattım ve elimdeki cam tüpü de dolaba koydum.

"Haberim yoktu," dedim. Sesim anında ince çıkmıştı.

Gerçekten de yoktu. Olsaydı asla böyle bir şey yapmazdım. Çünkü bu hassas nokta değil, derin bir nokta olurdu.

"Olsaydı yapmazdın biliyorum," dedi Elore beni anlayarak. "Ama bu durum Usta'nın kulağına gitti Luna."

Usta'nın bir gün zaten bu durumdan haberi olacağını biliyordum. Bu kez neler söyleyeceğini kafamda düşündüm bir an. Neler diyecekti?

'Hayır Luna. Düşmanlarının zaaflarını bil. Kendinden daha aşağıda olan insanları da kendine düşman kesme.'

"Peki ya hiç mi sormayacaksın yaratığı nasıl avladığı mı?" diye sordum. Konuyu değiştirip daha fazla konuşmamak daha iyiydi sanırsam. Ama utandığımı yüzüme basan sıcaklıktan hissetmiştim.

Gülümseyerek işine geri döndü ve "İçimizdeki iyilerdensin," dedi.

"Ve geçen seferki gibi beraber avladığımız bir Grazob'u öldürmekten daha iyi bir iş çıkardığına eminim," diye de ekledi.

"Demek böyle düşünüyorsun?" diye sorduğumda başını sallamakla yetindi. Ardından da ikimiz de işlerimize geri döndük ve bitene dek çok konuşmadık.

Akşam olduğunda odadan çıkabilmiştik. Kütüphane işinden sonra bu temizlik işi pek de iyi gelmemişti. Öyle ki belimin feci bir şekilde ağrıdığını hissediyordum.
~

"Kütüphanede kalacağım," dedim. Bu kez günlüğe bir şeyler yazmak için değildi. Sadece biraz olsun kafa rahatlatmak içindi. Raflardan herhangi bir kitap alıp okuyacaktım. Sonra da uykuma yenik düşecek ve boynumun ağrımasına neden olacak şekilde yatıp ertesi gün Usta'ya şikayet edecektim.

Başını olumlu anlamda salladı ve o odaya girerken ben de üst kata çıktım.

Kütüphaneye vardığımda yine hiç kimsenin olmayacağını düşünüyordum. Fakat yanılmıştım. Yine o çocuk, Usta onun hakkında hep iyi şeyler konuşur dururdu, buradaydı ve gerçekten de kitap okuyordu. Bir an kafasını kaldırıp bana baktı, sonra yine kitabını okumaya devam etti. Ben de sessiz adımlarım ile birlikte kitap aramaya başladım. Ne okusam bilmiyordum. Şövalye'nin Aşkı? Dram ve romantik sevmezdim pek.

Kanlı Bacaklar Üzerine Deneme Yanılma.

Gece gece okuyup da rüyama girmesinden pek hoşnut duymayacağım kesindi.

Tin Çağı Adına.

Belki olabilirdi.

Kadim Ataların Büyüsü Adına.

Okumuştum.

Rüzgar Adına.

Şiir okuyabilirdim. Bu yüzden de elime kitabı tam alacakken yandaki raftan bir kitap düştü. Öyle ki tok bir ses çıkardığı için bir an irkilmeme sebep oldu.

Kitabı yerden alıp da çevirdiğim vakit kapakta Kadim Ruhlar'ın Büyüsüzlüğü yazıyordu. Açıkçası kütüphanede bazı kitaplar büyülü olurdu. Ya kendi kendine yer değişikliği yapar ya da sizin okumanızı isteyebilirlerdi. Veya çantanızda aniden beliriverirlerdi. Bu yüzden de şiir kitabından önce bu kitabı okumaya karar verdim. Çünkü bir anda öylesine düşmemişti.

Bir mum alıp masaya geçtim ve kitabın kapağını yavaşça kaldırdım. İlk sayfası boştu. Diğer sayfayı çevirdiğim vakit ise; "Yüce isimler adına yazılmış bir el kitabıdır. Lütfen büyüleriniz eşliğinde okuyunuz," yazıyordu.

Kitabın ismi ve açıklaması her ne kadar birbirine ters düşse de belki de içinde kendime fayda bulabileceğim bir şeyler olabilirdi. Bu yüzden de birkaç sayfa daha okumaya başladım.

Derken vakit çok da geçmemişti ki pencereden aniden açılıp kırılma sesi geldi, sayfalar da kendi kendine açıldı ve içeriye bir rüzgar uğultusu ile birlikte girdi. Bu rüzgar önceki rüzgardan daha hiddetliydi.

Pencereye bakmak için ayağa kalktım. Umarım rüzgar masada duran kağıtları dağıtmamıştı.

Tahmin ettiğim gibi pencerenin camı kırılmıştı ve kağıtlar da hep yerdeydi. Rüzgar hâlâ içeride geziniyordu. Yerdeki kağıtları toplamak için eğileceğim sırada arkadan bir el beni tutup kendine çekti ve eliyle de ağzımı kapadı. Ufak bir çığlık attım ve beni sürüklemeye başladığın da ona karşı koruma hissiyatı oluştu.

"Hayır Luna!" dedi bana tam o an. Afallayarak durdum ve o da elini ağzımdan çekti. Bu ego yığınıydı. Beni arka raflara çekip eliyle susmam gerektiğini söyledi.

Rüzgar öyle bir şiddetle esmişti ki bütün yanan mumlar sönmüştü. Kütüphaneyi aydınlatan tek şey gökteki ay ışığıydı. Rüzgar bir müddet estikten sonra kırık pencereden süzülerek dışarıya, yine karanlığa karıştı.

Ego yığını yanımdan hızlıca ayrılarak masadaki sönmüş mumu aldı ve büyüsü ile yaktı. Diğer mumların hepsini yaktıktan sonra masaya geçip oturdu. Tedirgin gözüküyordu. Yeşil gözleri kızarmış bir vaziyetteydi ve koyu kahve saçları da dağılmış hâldeydi. Bugün onu neredeyse hiç görmemiştim. Bütün gün kütüphane miydi? Rüzgar onun işi miydi? Belki de evet.

Masada duran ve rüzgar ortaya çıkmadan önce okuduğu kitaba baktım. Bu geçen gelip de sorduğu Altın Çağ kitabıydı.

"Sorun ne?" diye sordum. "Bu rüzgar da neydi böyle?" Ego yığını bu sorundan rahatsız olmuş gibiydi ki bir an gerildi.

Aniden esen rüzgar varsa sebebi ya birisi Kadim Ruhlar'ın ritüelini uyguluyordu ya da güç aşımı ortaya çıkıyordu. Bu seferkinin sebebini anlayamamıştım. Çünkü esen ani rüzgarların hiçbirini bu şekilde görmemiştim.

"Bilmiyorum," dedi. Ama yalan söylediğini biliyordum.

"Yalan söylüyorsun," dedim ve gözüm pencereye kaydı. Cam hep parçalanmıştı. Sonra kafamı ona doğru çevirdim ve sorumu sordum.

"Bu rüzgarın seninle bir ilgisi var mı?" Kitabı pür dikkat bir şekilde inceliyordu, inceliyordum. "Evet," dedi daha sonra.

"Sadece eski dilden metinler okuyordum."

Ona her ne kadar inanmak istesem de yalan söylediğini hissediyordum. Ama belki de gerçekten de öyleydi. Lakin fazlasıyla gergin olduğunu görebiliyordum.

"Neden okudun ki?" diye sorduğumda bu kez bana bakıp "Tabii ki de eski dilleri de çözmem ve büyüleri öğrenmem," gerek dedi. Altın Çağ kitabından mı büyü yapmıştı yani? Bu garipti.

Ama dediği şey de haklıydı. Ne de olsa o bir Violes'in soyundan geliyordu. Ego yığını kitabın kapağını kapadıktan sonra bu kez o bana "Sen neden her gece geliyorsun?" diye sordu. Evet, bu aralar sıkça kütüphaneye geliyordum.

"Kafam dağılıyor," deyiverdim.

"Kütüphane de mi?" diye sordu. Başımı salladım. "Başka nereden olabilir ki?"

"Orası beni ilgilendirmez," dediğinde ayağa kalktı. Altın Çağ kitabını sıkıca tuttu. Pencerelere sonra da yerdeki kağıtlara bir an göz gezdirdi. "Eseri sensin," dedim kollarımı kavuşturarak.

Açıkçası ikinci kütüphaneden çıkan sesler diğerlerini pek rahatsız etmemiş olacak ki kimse de uğramamıştı. Sınav zamanı dışında ikinci kütüphaneye pek kimse gelmezdi zaten. Çıkan uğultunun kaynağı da ya kimsenin umurunda olmamıştı ya da hiç kimse duymamıştı. Bu bana saçma gelse de ego yığınının işine gelmişti.

"Yardım ederim," dedim. Kafamda soru işareti vardı ama yine de sık boğaz etmek istemiyordum.

"Yardımını istediğimi hatırlamıyorum," diye cevap verdi. Sanki kibarca reddedip teşekkür etse bir yerlerine bir şey olurdu.

"Kendin bilirsin o zaman sana kolay gelsin," dedim ve ben de ayağa kalkarak elime bir adet mum aldım. Arkamı dönüp de bir iki adım attığımda "Bekle," dedi.

"Kimseye söyleme."

"Bir şeyler olduğunu biliyorum ama söylemiyorsun. Ama merak etme ego yığını kimseye ispiyonlamayacağım."

Ona son kez bakıp kütüphaneden ayrıldım ve sessiz adımlarım ile birlikte odama girdim. Kızlar çoktan uyumuştu. Mumu masaya koydum ve perdeyi çekerek pencereden gökteki o güzel aya baktım.

Luna. Kadim dillerin birinde ay demekti ve ben de ayı çok severdim.

Yatağıma girip bugün Elore'nin dedikleri aklıma geldiğinde somurttum. Vicdan azabı mı çekiyordum? Galiba öyleydi. Çünkü vicdan azabı bizlere hep geceleri uğrardı. En savunmasız belki de en korkak olduğumuz zamanlar da...


Continue Reading

You'll Also Like

396K 20.7K 39
Wattys 2020 FANTASY kategorisi kazananı! WattpadScifiTr okuma listesinde! HİKÂYE İÇİN YAPILAN YORUMLAR: "Hollywood filmlerini çekse var ya Türkiye ka...
859K 19.8K 56
"Madem çok ısrar ettiniz, o zaman artık bey diyebilirim." deyip gülümsedim, bandı yapıştırdıktan sonra yutkundu. "Boşver beyi." deyip dudaklarıma yap...
5.7K 989 30
"Wattys 2022 Gizem/Gerilim Kazananı" "...Arkası dönük olan bedenin piyanoda gezinen parmaklarına baktım tekrar. O ruhu da, kendisi ve davranışları gi...
60.7K 9.2K 126
~~ Sivri Kulak Günceleri serisinin ikinci kitabıdır. Kurgu bütünlüğü açısından öncelikle 'İçimdeki Sihir' adlı kitabın okunması önerilir. ~~ Gerçek i...