NAZLI SEVDA

Von biromanokuyucu

679K 39.7K 5.9K

Hayatın gerçekleri ile küçük yaşta tanışmış olmasına rağmen hayattan ümidini hiç kesmemiş bir kadın ile, hay... Mehr

TANITIM
1.BÖLÜM
2. Bölüm
3.Bölüm
4.Bölüm
5.Bölüm
6.Bölüm
7.Bölüm
8. Bölüm
9. Bölüm
10. BÖLÜM
11. BÖLÜM
12. Bölüm
13.BÖLÜM
14.BÖLÜM
15. BÖLÜM
16. Bölüm
17.Bölüm
18. BÖLÜM
19.BÖLÜM
20. BÖLÜM
YASEMİN ALOĞLU- ÖZEL BÖLÜM
21. BÖLÜM
22. BÖLÜM
23. BÖLÜM
24. BÖLÜM
25. Bölüm
26.Bölüm
27. Bölüm
28. Bölüm
30. BÖLÜM
31. BÖLÜM
32. BÖLÜM
33. Bölüm
FİNAL

29. BÖLÜM

9.9K 886 111
Von biromanokuyucu


KEYİFLE OKUYUN.

OY VE YORUMLARINIZI BEKLİYORUM.

MEDYA: Cem Adrian-Kül

İçimde bir şey kanıyor
Keskin bir vedanın yarası sızlıyor
Yüzümde bir şey soluyor
Aynı değil, umudun rengi kayboluyor

Kalbimde bir yerde bir orman yanıyor
Bıraktığın şarkılar sahipsiz susuyor
Şiirler hep dargın, dualar şifasız
Ömrüme mıhlanmış bir cümle

Kül olur kalbindeki zamanla
Yana yana, yana yana
Yana yana, yana yana

29. BÖLÜM





Hoş gelmek. Bir şiir dizesinde en çok beğendiğim kelime. Hoş geldin..

Nazım Hikmet'in dediği gibi;

Hoş geldin.

Yerin hazır.

Hoş geldin...

Hoş geldin kelimesi sık sık kullandığımız ama içsel anlamı büyük olan bir kelimedir benim için her zaman. Hoş geldin demek basit anlamıyla selamlaşmak için kullanılırken işin aslı öyle değildi bana göre. Hoş geldin demek kabullenmekti. Kabullenişti hoş gelmek gelen kişi içinde. Hoş geldin öyle basit bir kelime değildi için aslı.

Şimdi ben hoş geldin kelimesinin tüm anlamını, felsefesini derince hissederken böylesine bir huzurla gözyaşlarımın süzüleceğini bilmiyordum.

Karşımdaki Fatma teyzeydi. Gerçekti. O bana gerçekten hoş geldin demişti. Beni hatırlamıştı, varlığımın doğuş sebebini hatırlamıştı. Yanağımı okşayıp tüm sıcaklığı ile beni yüreğine kabul etmişti Fatma teyze.

Titrek bir soluk aldım. Hoş geldinin bir cevabı vardı. Benim de dudaklarımdan o döküldü. "Hoş buldum,Fatma teyzem."

Dolu gözlerinde bir ışıltı belirdi. Elime uzandı titreyen elleri. Parmaklarıma tutundu soğuk parmakları. Başını omzuna eğdi. "Gelmeni bekledim uzun zamandır. Gel..."

Bir şey söylememi beklemeden elimden tutarak benimle beraber yürümeye başladı. Bende şaşkın adımlarla ona eşlik ettim. Nereye gittiğimizi bilmiyordum. Ne yapacağımızı bilmiyordum. Ama tuttuğum elin varlığı yüreğime bir ferahlık bahşetmişti. Sanki tamamlanıyor gibiydim ben. Tamamlanmışlık hissi böyle bir şeydi demek ki.

Adımlarımız Fatma teyzenin odasınaydı. Bunu girdiğimiz koridordan anlamıştım. Yusuf'un bizi birkaç adım geride takip ettiğini biliyordum. En az benim kadar o da şaşkındı. Ama işte benim şaşkınlığım hissettiklerim ondan çok farklıydı. Ben hoş gelmiştim. Bunun Fatma teyze tarafından dile getirildikten sonra, benim neler hissettiğimi sayfalarca yazsam yine de ifade edemezdim.

Fatma teyze odasına girdi yavaşça benimle. Yatağının önünde durdu. Birkaç saniye etrafa boş bakışlarla baktı. Aynı şekilde bana da öyle baktı. Unutmuştu neden buraya geldiğimizi. Elimden eli boşluğa düşer gibi uzaklaştı. Pencerenin önüne gitti. Oradaki sehpada bulunan çerçeveyi aldı eline. Fotoğrafı parmak uçları ile okşadı. Gözleri bana döndü sonra.

Bahçede baktığı gibi bakmıyordu bana. Unutmuştu beni, varlığımı. Ağırca yutkundum. Gözlerim doldu. Fatma teyzenin kaybolmuş bir çocuk gibi bana bakmasında takılı kaldı yüreğim. "Ben çok yorgunum. Beni uyutur musun?"

Fatma teyze dakikalar sonra benimle konuşunca hızlı hızlı başımı sallayıp ona yaklaştım. Çok yorgun gözüküyordu gerçekten de. Uyuturdum ben onu. Koynumda yatırırdım o istese. Çocuğum gibi sarardım onu.

Dişlerimi sıktım ağlamamak için. Güçsüz olmak istemiyordum. Ama işte dayanamıyordum da. "Tamam, önce saçlarını tarayayım. Öyle daha güzel uyursun olur mu Fatma teyzem."

Elindeki çerçeveye boş bir bakış atıp başını salladı Fatma teyze. Hatta gülümsedi sanki. Çerçeveyi bana uzattı. Titreyen ellerimle çerçeveyi aldım. Fatma teyze ve ona gülümseyerek sarılmış Yiğit'e baktım uzun uzun. Bir gözyaşım çerçeveye düştü. Derin nefesler alıp çerçeveyi yerine bıraktım.

Fatma teyze de orada bulunan koltuğa oturmuştu uslu bir çocuk gibi. Gözlerim odanın kapısına çevrildi. Yusuf dolu gözlerle bana bakıyordu. Gülümsedi burukça. "Ben dışarıda beklerim." Dedi. Bşımı salladım onaylamak için. O da dolu gözleri ile yavaşça kapıyı kapatıp bizi Fatma teyze ile baş başa bıraktı.

Çantamı koltuğa bırakıp komodinin çekmecesini açtım. Tarağı oradaydı Fatma teyzenin. Tarağı alıp Fatma teyzeye yaklaştım. Gözleri boşluktan bana çevrildi.

"Tarayayım saçlarını. Sonra uyuturum seni olur mu?"

Başını salladı sadece. Bende güçlü bir nefes alıp saçlarını taramaya başladım. Aklar düşmüş saçları yumuşacıktı. Ve tıpkı annem gibi kokuyordu Fatma teyze. Anne kokusu sinmişti onunda tüm bedenine.

Usul usul omuzlarına kadar olan saçlarını taradım. Ben taradıkça esnedi. Rahatladı. Saçlarını ördüm sonra. Dayanamayıp birkaç buse bıraktım mis gibi kokan saçlarına. Bana baktı saçını öpünce. Gülümsedi tatlı bir edayla. Gözlerinden de öpmek istedim. Sıkıca sarılmak istedim Fatma teyzeye. Sarıldım da. O bir tepki vermedi ama kocaman sarıldım. ayrıldıktan sonra konuştum.

"Gel Fatma teyze. Önce üzerini değiştirelim." dizlerimin üzerine çöküp ayakkabılarını çıkardım Fatma teyzenin. Yatağın üzerindeki katlı duran pijamalarını giydirmek için dikkatlice üzerini çıkardım. Ben bunları yaparken hiç ses çıkarmadı. Huzurlu bir dinginlikle beni izledi durdu.

Yastığını kabarttım. Battaniyesini açtım. Sakince Fatma teyzeye döndüm. "Gel Fatma teyze."

Aheste adımlar ile yatağa yaklaştı. Hastalıktan, dertten küçücük kalmış bedenini sakince yatağa bıraktı. Yan döndü. Ellerini başının altına gizledi. Tebessümle üzerini örttüm. Bir sandalye çektim yatağın yanına. Usul usul saçlarını okşamaya başladım. Gözleri kapanmaya başladı. Tam uyuyacağı sırada hafif aralık gözlerle baktı gözlerime.

" Nazlı kızım..." dedi. Hatırladı beni yeniden. Ama gözleri usulca uykuya yenik düştü. Dudaklarında belli belirsiz bir tebessüm var oldu. Nazlı kızım dedi ve huzurlu bir uykuya daldı...

***

Gündüz yaşadıklarımızdan sonra Yusuf ve bana bir sessizlik çökmüştü. Fatma teyze uyuduktan sonra baş ucuna aldığımız fesleğeni bırakıp yanından gitmiştik. Biz giderken çok huzurlu uyuduğu içinde uyandırmaya kıyamamıştık.

Sessiz bir iç çektim. Mental bir yorgunluk vardı üzerimde. Güç almak istercesine Yusuf'un omzuna başımı yasladım. O da yavaşça başını bana çevirip saçlarıma bir öpücük bıraktı. Onların bahçesinde oturuyorduk Yusuf ile. Bu gece Serhat baba ve Yonca çok ısrar ettiği burada kalacaktım. Evime yarın uğrardım. Gerçi yarın oldukça önemli bir gündü. Yarın üniversite tercihleri açıklanacaktı. Yonca sonucunu öğrenirken yanında olmamı istemişti. Bende onu asla kıramayacağım için kabul etmiştim.

"Nazlı çiçeğim."

Sessizliği bozan Yusuf oldu. Çenemi omzuna yaslayıp gözlerine bakmak için başımı kaldırdım. "Efendim." Sağ elini kaldırıp perçemlerimi sevdi iç çekerek. "Sessizsin bugün. Fazla bir şeyde yemedin."

Omuz silktim. "Yedim aslında. Asıl sen yemedin. Açsan bir şeyler hazırlayayım."

Dudakları kıvrıldı." Yerim acıkırsam. "İç çekti. "Seninle evlenmişiz gibi hissettim." Benimde dudaklarım kıvrıldı. "Çok yakında gerçekten evleneceğiz değil mi?"

Ara sıra bu gerçeği kavramak için yüzüğüme bakıyordum. Gerçekten hala hayal gibi geliyordu Yusuf ile nişanlı olmam ve evlenecek olmam. Başını bana yaklaştırdı. Burnumun ucuna minik bir buse bıraktı.

"Çok yakında Nazlı çiçeğim, evimin çiçeği olacak." Kıkırdadım." Evimin direği gibi oldu bu. "gülüşümden öptü bu sefer. " Evimin direği ol, çocuklarımın anası..." Gülüşüm büyüdü.

" Helalim de diyeceksin şimdi sanki. "

Benim gibi büyüdü gülüşleri. Gamzesine baktım hayran hayran. " Derim tabi. Helalimsin Nazlı çiçek." Sonlara doğru sesini iyice kalınlaştırmıştı. Şen bir kahkaha döküldü ikimizin de dudaklarından. Gülüşlerimi öptü kahkahalarının arasında. Mest olmuş gibi iç çekerek alnını alnıma yasladı. "Hadi yarın evlenelim. Hemen ol eşim."

Yanaklarım ısınırken mırıldandım aşk ile. "Olur ama babam bayılır söyleyeyim." Gamzesine bir buse bıraktım. "Sidikliye bak kaçırdı kızımı nikah salonuna der bir de." Kahkaha attı yeniden.

"Bana sidikli denilmesinden hoşlanacağım aklıma gelmezdi. Ama hoşuma gidiyor."

Gerçekten hoşuna mı gidiyordu bu durum. Biraz şaşırarak sordum. "Rahatsız olmuyor musun?" Cıkladı.

"Hayır Nazlı çiçek. Sonuçta o evin sidikli damadı sadece ve hep benim. Ya başkası olsaydı. Olamaz gerçi ama olsun. Sen benim Nazlı çiçeğimsin. Başkası sidikli olamaz." Gözlerim kısıldı. Beni olmayan sidikliden aman ne diyorum olmayan başka erkekten kıskanıyordu.

"Sen bu yüzden mi? Beni kıskandın yani."

"Evet ben seni herkesten kıskanıyorum." Alnımı alnından ayırdım. Saçımı savurdum şöyle bir. Beni kıskanması pek bir hoşuma gitmişti. "Evet memlekette isteyen çoktu beni. Sende haklısın bir yerde. Talibim çok benim."

Şaka yapıyorum sanmış olmalı ki ilk başta güldü. Ama ciddi bir şaka yaptığım için oturuşu dikleşti. Tek kaşı havalandı. "Kim onlar Nazlı çiçek?Hayırdır kim onlar? Söyle bir sen?"

Gülmemek için kendimi zor tutarken safça omuz silktim. "Bilmem ki epey vardı. Hatırlayamadım isimlerini şimdi."

Yavaşça ayağa kalkıp boş çay bardakları aldım. Bunu yaparken de ses soluk çıkmıyordu Yusuf'tan. "Ne oldu?"

Kaşları çatılmıştı. Sinirlenmişti. Gözleri şahin gibi kısıldı. "Birkaç kişiye takılmıştı gözlerim zaten Muğla'dayken. İstiyorlarsa da avuçlarını yalar onlar. Tipine tükürdüklerim. Kimi istediklerine dikkat edecek onlar. "

Birkaç kişiye gözleri mi takılmıştı? Beni istemeye kimse gelmemişti ki şimdiye kadar. Gerçekten şakamı ciddiye alıp geçmişe beni isteyenler kim olabilir diye astral yolculuğa çıkmıştı Yusuf.

Kahkaha attım. Baya Yusuf bana neden gülüyorsun diye agresif bir bakış atana kadar sürdürdüm kahkahalarımı. Dudağımı ısırdım. Yavaşça başımı ona eğdim. Gayet ciddi bir ifadeyle bana bakıyordu.

"Şey Yusuf ben şaka yaptım."

Hala bana ciddi ciddi bakmaya devam edince telaşla konuştum. "Şaka yaptım yok öyle birileri." gözlerinde bir ışıltı belirdi. Bu sefer bana şaka yapan oydu anlaşılan. Kızma numarası yapıyordu. Oyununu bozmadım. Yanağına bir öpücük bırakıp doğruldum.

" Hem diyelim ki öyle birileri ya da birisi oldu. Beni isteyen yani. Sonuçta gencim güzelim talibim olabilir."

Kaşları sanki olacak gibi yine hafiften çatıldı. Tatlı bir edayla gülümsedim. Arkamı dönüp gitmeden önce bir sır verir gibi fısıldadım. "Öyle biri olsa onlara derim ki." Ne dersin dercesine oturduğu yerde kıpırdandı. Gözlerinde haylaz pırıltılar belirdi. İç çektim.

" Benim gönlüm Yusuf'umda derim."

***

Telefonumdan yükselen alarm sesi ile yavaşça gözlerimi araladım. Ama sımsıkı sarıldığım mis kokulu yastıktan ayrılmadım. Çünkü sarıldığım bu yastık Yusuf'un yastığıydı. Dün gece gizlice, aslında çok gizli de değildi. Yusuf'un gözleri önünde yastığını ondan çalmış, pıtı pıtı odama götürmüştüm. Ne yapayım elimde değildi.

Gece yatmadan önce odasının bulunduğu koridordan su içmek için mutfağa doğru geçerken bir el beni odasına çekmişti. Daha ne olduğunu anlayamadan da aşık olduğum dudaklar tarafından esir alınmıştım. Kalbim dört nala koşarken ondan nefes nefese ayrıldığım sıralarda onunla uyumak isteğim adeta tavan yapmıştı. Ama bu kadar kişi evdeyken uygun olmayacağını çok iyi bildiğim için kokusu sinmiş yastığını almıştım bende. Kokusu bile yetmişti misler gibi uyumama. Kim bilir onunla uyusaydım nasıl daha da güzel uyurdum...

Düşüncelerimin beni tatlı bir utangaçlığa sürüklediği hissederken alarmı kapattım. Erken kalkmanın daha iyi olacağını düşünerek alarm kurmuştum. Kendime gelip kalktıktan sonra da Yusuf'un sevdiği zeytinli poğaçalardan yapacaktım.

Uyku sersemliğini üzerimden atmak için yavaşça kalktım. Üzerimi değiştirip yatağımı toplayıp yüzümü yıkamak için odadan çıktım. Lavaboda işlerimi hallettikten sonra adımlarım mutfağa doğruydu. Mutfağa girdiğimde Serhat babayı sandalyede oturmuş, gazetesini okurken buldum. O da benim geldiğimi fark etti.

"Günaydın Serhat baba." Serhat baba gözlüğünü çıkarıp tebessümle bana karşılık verdi. "Günaydın kızım çok erkencisin."

Yüzüme gelen saçlarımı çekiştirip çekingen bir sesle konuştum. Bir anda Yusuf'a poğaça yapmak için kalktım demek beni utandırmıştı. "Zeytinli poğaça yaparım diye düşünmüştüm."

Serhat babanın tebessümü büyüdü. "Yap kızım eline sağlık şimdiden. Bizim ki pek sever zeytinli poğaça."

Bizim ki dediği de Yusuf'tu. Gülüşüm büyürken beni anlamasına, utandırmamasına şükrederek malzemeleri ayarlamaya başladım. Ben bunları yaparken de Serhat amca gazetesini okumaya devam etmişti. Yaklaşık bir saat sonra dinlenen hamuruma zeytinli içini katıp şekil verirken mutfağa Yasemin girdi.

Onu ilk gördüğüm haliyle şu an ki hali arasında dağlar kadar fark vardı. Yardım almak ona çok iyi gelmişti. Kursa gitmekte aynı şekilde. Yakın zamanda kış aylarında yani acaba bir pastane mi açsam diye düşünüyordu şu sıralar. Kızı ile de arası çok iyiydi.

"Günaydın baba, Nazlı." Şekil verdiğim hamuru tepsiye bırakıp "Günaydın." dedim. Yanıma yaklaştı. "Ne zahmet ettin. Var mı yardım edilecek bir şey."

"Zahmet değil. Yapılacak bir şeyde birazdan çayı falan koyarız, kahvaltı hazırlarız olmaz mı?" Tamam diyerek beni onaylarken Serhat baba konuştu.

"Yonca uyanmadı mı? Sonuçlar açıklanmadı daha ben biraz önce baktım. "Yasemin çaydanlığa su doldururken mırıldandı.

"Gece boyu döndü durdu odasında. En sonunda gittim yanına beraber uyuduk. Geç yattı. Biraz daha uyusun. Kalkar birazdan." bana döndü gözleri. "Çok korkuyor ya olmazsa diye."

Son bezeyi de şekillendirip tepsiye bırakırken Yasemin'in gerginliğini almak adına küçük bir tebessüm ettim. " Olacak. Yonca çok iyi bir puan aldı. Tercihleri de mantıklı puanına göre. İçinizi ferah tutun." Yasemin'e söylediklerim ne kadar etki yaptı bilmiyorum. Heyecanlıydı o da. Haklıydı da. Kızının geleceği için çok önemli bir haber alınacaktı bugün.

Dakikalar birbirini kovaladı. Yonca uyandı. Telaşla açıklandı mı dese de açıklanmadığı için bize yardım etmeye başladı kahvaltı için. Ama Yusuf uyanmadı. Galiba çok yorulmuştu araba kullanmak, yolculuk falan derken. "Kızım hadi sen Yusuf'u uyandır. Bizde sofraya geçelim yavaştan."

Ben mi uyandırayım diye soracakken, Yasemin tebessümle başını sallayıp kolumu okşayarak git dercesine koridoru gösterdi. Bende yüreğimdeki heyecanla sanki Yusuf'u hiç görmemişim gibi odasına ilerledim.

Çok ses çıkarmadan odasının kapısını araladığımda dudaklarımda şefkatli bir tebessüm belirdi. Yusuf bir bebek gibi uyuyordu. Üzerindeki ince pike yere düşmüş, yastığının birine yüzünü bastırmış, öyle sırt üstü uyuyordu. Yavaşça kapıyı kapatıp yatağa doğru yürüdüm. Yatağın kenarına oturup gördüğüm manzaranın keyfini sürmek için bekledim birkaç dakika. Sonra ellerim benden izinsiz Yusuf'un uykudan dağılmış ipek saçlarına gitti. Bir insanın uyuyuşuna bile aşık olunur muydu? Ben olmuştum. Yusuf öylesine güzel masum uyuyordu ki... Parmaklarım sakallarında dolaşırken gözleri kıpırdandı. Birkaç saniye içinde de mavileri yeşillerime kavuştu. Dudakları kıvrıldı. Yanağını seven parmaklarıma dudaklarını bastırdı. "Günaydın sevgilim."

Ağırca yutkundu. Uykudan dolayı boğuk olan sesiyle "Günaydın sevgilim." dedi benim gibi. Mest olmuş gibi yanağını sevmeye devam ederken hafifçe doğruldu. Ben daha ne olduğunu anlamadan belimden tuttuğu gibi beni yatağına yatırdı. Ve bana doğru eğildi tüm bedeniyle. Dudaklarım heyecandan kururken dilimle ıslattım. Bakışları dudaklarıma kaydı. Parmak uçları ile önce perçemlerimi sevdi. Sonra yanaklarımı, sonra dudaklarımı. Baş parmağı dudaklarımın üzerinde dolaşırken nefes almayı unutmuş gibiydim.

"Beni hep sen uyandır. İlk gördüğüm şey senin yosunların olsun." Ne diyeceğimi heyecandan bilemediğim için başımı salladım. Gülümsedi. Gözleri yanaklarıma değdi. İç çekti. "Al yanaklı Nazlı çiçek."

Dudakları yanaklarıma birer buse bıraktı. Dudaklarıma yaklaştı dudakları. Bir nefeslik bir boşluk bıraktı aramızda. Ellerim heyecanla omuzlarında yerini alırken dudaklarını dudaklarıma sürttü.

"Öpeyim mi Nazlı çiçeğim?" Cevabını bildiği soruları soruyordu. Evet dercesine dudağımı kıpırdattım. Gamzesi derinleşen bir gülümseme sundu bana. Birkaç saniye içinde dudaklarıma öpücük bıraktı. Öpücüğü yoğundu. Öpücüğü ayaklarımı yerden kesendi...

Nefes nefese birbirimizden ayrıldık. Bedeninin ağırlığını tam vermese de üzerimdeydi. Tüm sıcaklığını hissedebiliyordum. Uzun uzun gözlerime baktı. Dayanamamış gibi yanaklarıma dudaklarıma öpücükler bıraktı. Mest olmuş gibi mırıldandı.

"Böyle gün aysın hep. Böyle günaydınlara, böyle güzel Nazlı çiçeğe kurban olurum ben."

***

Yoğunluktan dolayı ösym'nin sitesine çok yavaş girerken gözlerim karşımda heyecanla bana bakan Yonca'ya değdi. Yaklaşık beş dakika önce sonuçların açıklandı haberini almıştık. Ama işte herkes yüklendiği için hemen sonuç ekranı açılmıyordu.

"Oh be sonunda açıldı. Kimlik numaranı söyle canım."

Tüm aile nefesini tutmuş bana bakarken Yonca'nın kimlik numarasını ve şifresini sisteme girdim. Ekran yavaş yavaş açılırken bilgisayar ekranından gözümü bir an bile ayırmıyordum. Ekran açıldı. İlgili yere tıklayıp sonucun açılmasını beklemeye başladım.

Bende çok heyecanlıydım. Sanki ben sınava girmişim gibi kalbim küt küt çarpıyordu.

Ekran açıldı...

Gördüklerimle gözlerim büyüdü. Başımı kaldırıp Yonca ile göz göze geldim. "Nazlı abla. Ne oldu? Olmamış mı?" titreyen sesi ile sorduklarından sonra kocaman gülümsedim. Bağırdım. Aslında çığlıkta atmış olabilirdim.

"Yonca oldu İstanbul üniversitesi Tıp fakültesi. Oldu Yonca oldu."

Benim çığlığım ile beraber evde bir curcuna koptu. Herkes bağırarak sevinçle birbirine sarılıyordu. Kahkaha atıyorduk mutlulukla. Çok güzel bir andı. Yonca başarmıştı. Yonca gerçekten başarmıştı.

Mutluluk gülüşlerimiz devam ederken bir hıçkırık sesi duyuldu. Hepimiz sesin geldiği tarafa baktığımızda Yasemin'in ağladığını gördük. Yasemin hüngür hüngür ağlıyordu. Yonca telaşla annesine yürüdü. "Annem bir şey mi oldu? Sevinmedin mi?"

Yasemin ağlayarak başını iki yana salladı. Yonca'nın ellerini tuttu sıkıca. Avuç içlerine öpücükler bıraktı ağlayarak. "Annem, ben teşekkür ederim. Bana rağmen böyle güzel bir evlat olduğun için. Başardığın için. Özür dilerim annem. Seni üzdüğüm için. Sen başardın. Benim kızım doktor olacak. Yasemin'in Yonca'sı doktor olacak."

Duyduklarım karşısında, gördüklerim karşısında gözlerim dolarken Yonca annesinin avuç içlerini öptü gözyaşları ile. " Annem benim. "

Anne kız ağlayarak birbirine sarılırken gözlerimden yaşlar süzüldü. Serhat babaya ve Yusuf'a baktım. Onlarında gözleri dolmuştu. Yaklaştım. Serhat babaya sarıldım sıkıca. Yusuf'ta bize sarıldı hemen.

Aloğlu ailesi için çok güzel bir andı bu. Aile olmanın, sevinçle ağlamanın ne demek olduğunu anladığımız bir gündü. Ve bende gerçekten Aloğlu ailesindendim artık...

***

Akan burnumu yeniden çekerken Yusuf bir peçete daha uzattı bana yoldan dikkatini çekmeden. "Nazlı çiçek ağlama artık."

Dudaklarım büzüldü. Elimde değildi. Anne kızın ağlayarak birbirine sarılması, çok mutlu olması beni derinden etkilemişti. Annemlere haber verince onlar da ağlamışlardı. Galiba biz ailecek çok duygusaldık.

"Çok etkilendim. Böyle kendi çocuğum kazanmış gibi." Yusuf elime uzandı. "O günler de gelecek Nazlı çiçek. O zamanda böyle ağlayacak mısın?"

Ona döndüm. Nazlı bir bakışla baktım yüzüne. "Evet, belki ben bayılırım bile heyecandan." Dudakları kıvrıldı. " Desene Nazlı çiçek seni kucaklama görevi bende olacak. "

Şakaya vurmasına gözlerimi devirirken onunda gülüşleri büyüdü. Zaten arabada durmuştu. Tamirhaneye gelmiştik. Ali'de kazanmıştı sınavı. Ona tebrik hediyesi almıştık Yusuf ile. Hem de bir sürprizimiz vardı. Evine gelelim desek de o abi iş var zaten diyerek tamirhaneye gelmeye ikna olmuştu. Elektrik Elektronik mühendisliği kazanmıştı Ali'de Marmara Üniversitesinde. Çok sorumluluk sahibi bir çocuktu. Bu mutlu gününde bile işe gelmekten geri durmamıştı.

Arabadan inip Yusuf ile el ele tamirhaneye girdik. Ali çoktan gelmişti. Yusuf onu görür görmez hızlı adımlar ile yürüyüp bir abi edasıyla sıkıca sarıldı Ali'ye. Sonra bende sarıldım. Gözleri kızarmıştı Ali'nin. Ne kadar mutlu olduğunu anlayabiliyordum.

Orada bulunan masaya oturduk. Yusuf ile beraber Ali'ye güzel bir saat almıştık. Onu verdi Yusuf sakince. "Abi ne gerek vardı. Zaten bu sene tüm kahrımı çektin. Yetmedi bazen benim yerime bile çalıştın."

Yusuf önemi yok dercesine başını okşadı Ali'nin. Bende o anları tebessümle izledim. Dakikalar sonra Yusuf vereceğim sürprizi benim yalnız vermemin daha uygun olacağını düşünmüş olmalı ki ben bir çay demleyeyim diyerek kalktı. Bizde Ali ile baş başa kaldık.

"Gerçekten çok mutlu oldum Ali. Mühendislik kazanmak gerçekten zor." Ali mahcup bir ifadeyle "Teşekkür ederim." dedi. Tebessümle ona bakıp çantamdaki zarfı aldım

"Ali biliyor musun bilmiyorum ama benim babam Muğla'da manav." Ali biliyorum dercesine başını salladı. "Evet yenge bir kere buraya gelmişti ya. O zaman tanıştık."

Heh dercesine devam ettim. "Bizim orada babam gibi manav, çiftçi olan kişilerden oluşan bir dernek var." Zarfı önüne bıraktım. Zarfa bakıp söyleyeceklerimi dinlemeye devam etti.

"Bu dernek burs veriyor öğrencilere Ali. Ve bu sene hatta dört sene boyunca burs verecekleri öğrencilerden biri sensin." Ali şaşkınca bana baktı. "Yenge gerek yoktu. Ben ne diyeceğimi bilmiyorum gerçekten."

Masanın üzerindeki elini tuttum. "Ali üniversite okumuş biri olarak söylüyorum. Üniversitede her an gerek olabilir. Bu zarftaki istenilen belgeleri gerekli yere atman yeterli. O burs senin hakkın."

Ali'nin gözleri doldu. Onun bu bursa ihtiyacı olduğunu biliyordum. O yüzden de bizzat o derneğe babamla gidip herkesi ikna etmiştim. Burs verirken genelde ikinci sınıftan itibaren veriyorlardı okul başarısına göre. Ama babamın da dernekteki yetkisini kullanarak oradakileri ikna etmiştim.

"Yenge ne desem bilmiyorum. Sende Yusuf abi de sağolun var olun." Tebessümle yüzüne baktım.

"Hiçbir şey söylemene, teşekkür etmene gerek yok. Sen okulunu oku, vatana millete hayırlı bir evlat ol bize yeter olur mu?"

Ali sıcacık gülümseyip teşekkür etti yeniden. Yusuf geldi. Uzun uzun konuştuk. Ona her daim yanında olacağımızı anlattık. Ve bugün de bir çentik daha attık hayata kazandırdıklarımız için...

Saatler sonra Yusuf ve Ali gelen bir araba için tamire koyulmuşken oturmaktan sıkılarak yavaşça yanlarına yaklaştım. "Yusuf karnınız acıkmadı mı?"

Yusuf ellerini yıkamak için lavaboya giderken duvardaki saate baktı. Öğlen ikiye geliyordu. "Evet Nazlı çiçek. İşe daldım ben unuttum onu. Ali oğlum bırak gel yemek falan yiyelim sonra devam ederiz."

Yusuf bana yaklaştı. "Ne yiyelim Nazlı çiçek?" Bilmem der gibi dudak bükerken aklıma gelen ile heyecanla yerimde kıpırdandım. "Sanayilerde pişen menemen çok güzel olurmuş. Tır şoförleri der ya hep."

Yusuf dişlerini göstererek gülümseyip yanağımdan bir makas aldı. "Tır şoförleri demek. Senin tır şoförü tanıdığın mı var?" Gözlerimi devirdim. "Yok ama yani duyduk bizde bir şeyler. " Gülüşü büyürken dişlerini ısırır gibi yaptı her zaman ki gibi. Sonra yanımıza gelen Ali'ye döndü.

"Ali domates, biber, yumurta ve ekmek falan alman lazım. Yengen tır şoförü menemeni yemek istiyor da."

Eğlenen sesi ile koluna bir çimdik atarken o bu durumdan daha da keyif alırcasına gülmeye devam etti. Ali 'de ona uydu. Gülerek tamam deyip malzemeleri almak için tamirhaneden çıktı. " Benimle dalga mı geçiyorsun sen? "

Gülümseyerek başını iki yana sallayıp üzerime doğru yürüdü. Geri geri adımlarken sırtım duvara değene kadar geldi üzerime. Dudaklarıma bakıp mırıldandı.

"Dalga geçmiyorum. Tekrar tekrar aşık oluyorum." Dudaklarımdan nazlı bir ya ifadesi çıkarken, dudağıma bir buse bıraktı. Bedenini hafifçe geri çekerken hızlıca konuştu.

"Ben yukarıda üzerimi değiştireyim. Sende beni burada bekle Nazlı çiçek tamam mı?"

Uslu bir çocuk gibi başımı sallarken dayanamamış gibi dudaklarıma derin bir öpücük bıraktı. Arkasını dönüp merdivenlerden hızlı hızlı çıkarken , tatlı tatlı bakıyor yiyeceğim o olacak diye mırıldanıyordu.

Galiba yiyeceği şey bendim. Kahkaha attım. Tatlı tatlı Yusuf'u beklemeye başladım...

***

Çok güzeldi. Yani yediğim en güzel menemen bu olabilirdi. Yarım ekmekten fazla yemiştim. Doymuştum da ama hala daha yiyesim vardı.

"Çok güzel olmuş. Elinize sağlık."

Yusuf ve Ali yapmışlardı beraber menemeni. Ve gerçekten de bu işin piri olduklarını anlamıştım. Onlarda benim gibi doymuş olmalılar ki arkalarına yaslandılar. Yemekleri onlar yaptıkları için bulaşık işini halletmek için hareketlenirken bana itiraz ettiler. Ama onları umursamayarak bulaşık işini hızlıca hallettim. O sırada da Ali işler bittiği için çıkmıştı. Tamirhanede Yusuf ile ben kalmıştım.

"Alo"

Yusuf birini aramıştı galiba. Kulağım ondayken ikimize birer çay daha doldurup sandalyeye oturdum.

"Tamam abi. Ama iki dakika bekle defter yukarıdaydı." Yusuf telefonu kulağından uzaklaştırıp yukarıya çıkıyorum iki dakika dedi. Bende onu başımla onaylayıp çayımı içmeye başladım.

Yusuf çıkalı yukarıya beş dakika kadar olurken genç gözlüklü bir erkek girdi içeriye. Beni görünce adımları durakladı. O sırada da yukarıdaki odanın kapısı açılmış Yusuf görünmüştü.

Ayağa kalktım. "Buyrun birine mi bakmıştınız." Genç erkek gözlüğünü şöyle bir düzeltip konuştu. "Merhaba Yusuf Aloğlu'nun iş yeri burası mı?"

Başımı salladım. "Evet, hatta burada" diyerek elimle merdivenleri gösterdim. Yusuf merdivenlerin başında durmuş, öylece genç erkeğe bakıyordu. Adımları durmuştu. Kaşlarım merakla çatılırken bu gelenin kim olduğunu anlamaya çalıştım.

Genç erkekte susmuştu Yusuf'u gösterdikten sonra. Yusuf yavaş adımlarla indi. Tam yanımda durduğunda artık merakla ikisinden birinin konuşmasını bekliyordum.Genç erkek titrek bir soluk aldı. "Merhaba ben Sertaç."

Sertaç, Sertaç...

Hatırlamıştım. Sertaç Yusuf'un o kadından olan kardeşiydi. Kadının söyledikleri çıkmıştı. Sertaç Yusuf'u görmeye gelmişti. Gözlerimi hızlıca Yusuf'a çevirdim. Donmuş kalmış gibi öylece Sertaç'a bakıyordu.

"Abi!"

Duyduğum kelimeden sonra Yusuf'un elleri yumruk oldu. Gözleri kapandı acıyla. Ben ne yapacağımı bilemedim. Usulca tuttum yumruk olmuş elini....

*

YUSUF ALOĞLU

Hazırlamıştım. Kendimi bu güne hazırlamıştım. Emindim hazır olduğumdan. Ama meğer yanılmıştım ben.

Hazır falan değildim. Karşımda durmuş bana masumca bakan bu bakışlara hazır değildim ben. Konuşmaya, tepki vermeye susmaya bile hazır değildim...

Olmuyordu işte. Yaşamadan olmuyordu. Titrek bir soluk aldım. Abi demişti bana. Abi.

Etkilenmemem lazımdı. Üç harfli bir kelimenin beni yıkmaması lazımdı. Yıkıldım ama. Bir kelime tüm gücümü elimden aldı sanki. Güç bulmak için tutunduğum eller bile şifa olmadı. "Neden geldin?" diye bir soru döküldü dudaklarımdan.

Temiz yüzlüydü. Köseydi galiba. Bana çekmemişti. Gülümsemek istedim. Bana çeksin ister miydim? Cevabını bilmediğim bir soruydu.

Gözleri de bozuktu galiba. Çok gençti, zor olmuyor muydu?Gözlüğünü düzeltti. Elleri titriyordu. O da benim gibi güçsüz kalmıştı. Biz çok güçsüzdük birbirimize bakarken.

"Seni görmek istedim. Sizi görmek istedim." Yutkundum. Yeniden sordum. "Neden işte?"

Dışarıdan bir duvar gibi gözüktüğümü biliyordum. İçim yangın yeriydi ama. İçimde sönmeyecek bir yangın vardı benim küçüklüğümden beri. Bugün o yangın harmanlanmıştı. Ama burnumun direği sızlıyordu. Sızlamaması lazımdı. Benim burnumun direği hep özlemden sızlardı çünkü...

"Annem anlattı." Annem dedi. Ben kimseye annem diyememiştim. İmrenmemeliydim...

"O kadının adını cismini burada anamazsın."

Sert sesimle o da, Nazlı'da sıçradı. Nazlı'ya değdi gözlerim. Benim için Allah tarafından gönderilmiş bir şans olduğunu yeni yeni kavrıyordum. O hayatımın en zor anlarında yanımda oluyordu hep. Bu şanstan başka bir şey değildi.

" Özür dilerim. Sadece konuşmak istiyorum seninle." Özür dilemesi kalbimi incitti. Çünkü onun kalbini incittiğimi hissettim. Vicdanım onun bir suçu yok dese de kinim herkese yansıyordu işte. Ne diyeceğimi bilemedim. Sustum uzunca bir süre. Nazlı yetişti imdadıma.

"Merhaba, ben Nazlı. Yusuf'un nişanlısıyım. Şey biraz şaşırdı hak verirsen. Sen geç otur. Biz iki dakikaya gelelim yanına olur mu?"

Sertaç masum bir baş sallama ile sakince orada bulunan sandalyelere otururken Nazlı beni tamirhanedeki arka odaya çekti. Tam karşımda durup elleri ile yüzümü sardı.

" Yüzün bembeyaz oldu Yusuf. İyi misin?"

Ellerinin üzerine ellerimi koydum. " İyiyim, endişelenme." tedirgince yüzüme bakmaya devam etti. "Yüzün bembeyaz olunca çok korktum. O yüzden müdahale ettim. Nefes al istedim. Ne düşünüyorsun. İyisin değil mi?"

Benim için endişelenmesin diye avuç içlerine öpücükler bıraktım. Ellerini sıkıca tutarken başımı geriye atıp boş bir bakış attım tavana. "Nazlı." gözlerine baktım. "Ben ne yapacağımı bilmiyorum."

Öfkelenmem gerekiyordu. Öfkeliydim de. Ama çıkıp dışarı , defol diyemiyordum. Onu kovmak gelmiyordu içimden. "Konuşmak istiyor musun onunla?"

Nazlı'nın sorusunu düşündüm. Bilmiyordum. Cevap vermeyince yeniden konuştu Nazlı. "Peki konuşmak istemiyorsan ben gidip şimdi onu gönderirim. Bunu yapmamı ister misin?"

Yüzleşmekten korkan biri değildim ben. Ama işte... İşte diyerek kalıyordu zihnindeki düşünceler. "Ben bilmiyorum Nazlı. Sen söyle."

Şefkatle baktı yüzüme. "Kovmamı istesen hemen cevap verirdin. Eğer olumlu ya da olumsuz bir cevap veremiyorsan onu dinle Yusuf. "

Konuşmamı istiyordu. Ben isteyip istemediğimi bilmiyordum. Ama eğer istemeseydim Nazlı'nın dediği gibi hemen cevap verirdim. Dinleyecektim. Belki dinlersem... Başımı iki yana salladım. " Tamam, dinleyeceğim. "

Derin bir nefes aldı. " Ben çıkayım yukarıya o zaman. Siz baş başa konuşun olur mu? Hatta gideyim."

Kaşlarım çatıldı. "Neden Nazlı?"

Gülümsedi şefkatle. "Yusuf seni yalnız bırakmak istemiyorum. Ama ona ben bir yabancıyım. Bırakalım sana hiçbir engel olmadan anlatsın her şeyi. Ben olursam eminim kelimeleri seçecek. İnsanoğlu dış gözleri önemser. Doğal olamaz bir süre sonra."

Doğru söylüyordu ama işte Nazlı'sız sanki yapamam başaramam gibi geliyordu. Kollarını belime sardı." Senin yanındayım ben her zaman. Yukarıda bekleyeceğim. Seslendiğin an yanında olacağım. "

Eli kalbimin üzerine gitti. " Zaten buradayım. Merak etme."

***

Stresle ayağımı sallarken konuşmasını bekliyordum. Nazlı ile konuştuktan sonra bir cesaretle oturmuşum Sertaç'ın karşısına. Ama işte sadece oturmuştum. Konuşmak isteyen oydu. Bende o konuşana kadar konuşmayacaktım.

"Kendi iş yeriniz mi?"

Ufak sohbetler ile konuşmaya kendini hazırlıyor olmalıydı. Bozmadım bu çabasını. "Evet benim."

Tebessüm etmeye çalıştı. Sürekli olarak ellerini ovuşturuyordu. Bu yaz günü üşümüş olamazdı değil mi? Hasta falan mıydı yoksa? Kaşlarım çatıldı huzursuzca. "Üşüyor musun sen?"

Sorduğum sorunun ben bile farkında değildim. Ama sormuştum bir kere. Başını iki yana salladı şaşkınca. "Hayır üşümüyorum." Anladım dercesine başımı salladım.

"Ben yeni öğrendim. Yani sizi." Konuya direkt girişine bir şey eklemedim. Sessizce dinlemeye devam ettim. "Öğrendikten sonra da işte araştırdım. Geldim buraya ama kapalıydı. Geçen haftaydı. Evde de kimse yoktu."

Demek gelmişti. Demek beni bizi aramıştı. Pes de etmemiş, bugün de gelmişti buraya. Bunu umursamam lazımdı ama umursamıştım işte. "Geçen hasta nişanlandım o yüzden."

Biraz önce Sertaç'a açıklama yapmıştım. Bunu yaparken de hiç rahatsız olmamıştım ben. "Ben bilmiyordum. Hayırlı olsun. Mutluluklar dilerim."

Teşekkür etmek istemedim. Ben bilmiyordum dedi ya. İşte orada kaldı zihnim, kalbim. "Biz zaten birbirimiz hakkında hiçbir şey bilmiyoruz. Rahat ol."

Dik duruşu kırıldı sanki. Mahcubiyetle bakışları ellerine çevrildi. Yüreğim sıkıştı. Bakışlarımı ondan kaçırdım. "Sizin varlığınızı bilseydim gelirdim. Siz biliyor muydunuz peki beni?"

Sorduğu soru ile gözlerine baktım. "Ben biliyordum. Ablam bilmiyor. Biliyorsa da bana bir şey söylemedi." Gözleri doldu. Bir şey konuşmadan ağlayacaktı. Gerçeklerin en gerçeğini öğrenince ne olacaktı hali diye düşünmeden edemedim. "Beni niye görmediniz ki hiç?"

Masumca sorduğu soruya kızmak istedim. Bağırıp çağırmak. Ama sessizce konuşmaktan öteye gidemedim. "Annen pek hoşlanmaz ayak altına olmamızdan. Ee bizde insanız hayat telaşımız çoktu."

Başını salladı onaylar gibi sadece. " Babanızda boşanınca sizi pek görememiş. Siz Ankara da olunca sık gelip gidememiş de o zamanlar. O yüzden aranız soğukmuş. Anlattı biraz."

Dudaklarımdan bir kahkaha fırladı. Ne masum anlatmıştı öyle ya. Kahkaham büyüdü. Gözlerimden bir damla yaş süzülene kadar devam etti kahkahalarım. Sertaç şaşkınca bana baktı. Üst kattaki odanın kapısı açıldı. Nazlı çıktı kapıdan tedirgin bir ifadeyle. Kahkaham onu ürkütmüştü. Kahkaham beni bile ürkütmüştü.

Derin bir nefes aldım. Yüzümü sıvazladım sertçe. "Sana böyle anlattı demek. Hiç güleceğim yoktu ya."

Sertaç şaşkınca gözlerime bakmaya devam ederken gülen suratım ciddileşti. "Annene gerçekleri anlatmasını istesene"

Yutkundu. "Ne gerçeği." Nazlı merdivenlerden indi yavaşça. Birkaç adım geride bize baktı. Sertaç'ın arkası dönüktü ona.

"Aslında anlatamayacaktım. Susacaktım. Ama yok olmuyor. Böyle pişkince yapılan açıklamalar beni çok sinirlendiriyor. Bende insanım. Bende istiyorum herkes, herkesin gerçek yüzünü görsün."

Sertaç ne olduğunu anlamıyordu ama gözlerindeki korku tanıdıktı. Gerçekten kaçan korkuyu çok iyi bilirdim ben. Kaç kere öyle bakmıştım ben o kadına. Kaç kere bizi sevmediğini görmemek için kaçmıştım bu bakışlarla.

" Annen olacak o kadın babam sakat diye ondan nefret etti. Aşağıladı, hor gördü. Bir insanın gururunu, onurunu kıracak her şeyi yaptı. Bunu da sakat ve maddi durumu iyi değil diye yaptı. "

Sertaç irkildi. Ben de irkildim o irkilince. Üzüyorum diye vicdan azabı çektim. Ama vicdanımı susturdum. Bugün söylemezsem söyleyemeyeceğimi bildiğim için konuşmaya devam ettim.

" Sonra bebekleri oldu annenin. Doğurduktan sonra yüzüne bakmadığı, sakat diye aşağıladığı kocasına bıraktığı, sevmediği iki çocuk. Kim olduklarını söyleyeyim mi?"

Gözleri dolu dolu başını iki yana salladı Sertaç. İtiraz etmek istiyordu ama edemiyordu. Onu üzmek değildi amacım. Ama işte gerçekler acıtıyordu.

" Sonra büyüdü o çocuklar. Annelerinin onları sevmediğini anladılar. Çünkü anneleri yüzlerine söylüyordu sevmediğini. Baya böyle dümdüz söylüyordu. Hiç evirip çevirmeden. " Burukça gülümsedim. Sanki yaşadıklarımı bana başka biri anlatıyor gibi hissediyordum.

" Sonra o kadın bir gün bavulunu topladı. Ve gitti. Bam... "

Bağırmıştım. Bağırmak benim hakkım değil miydi? Gözlerim uzaklara daldı. O günü yeniden yaşıyor gibi ürperdim, üşüdüm.

" Kapıyı açık bırakıp gitti ama. Soğudu ev. Buz gibi oldu... " iç çektim sıkıntıyla. O günün acısı hiç geçmiyordu. Geçemiyordum ben o günden.

"Kime gitti diye sorsam cevap veremezsin. Söylememiştir. O yüzden Ben sana söyleyeyim. Babana gitti. Babanla, daha babamla evliyken sevgiliymiş. Aldatmış yani babamı, bizi."

Sertaç hayır diyerek ayaklandı. Gözlerini kuruladı."Hayır boşanınca tanışmışlar."

Güldüm. Dudak büktüm. " İyi yalan söyler. O yüzden bir şey diyemiyorum. Öyle desin öyle olsun. Sanki gerçeği değiştirebilecek."

Sertaç gitmek için hareketlendi. Ama gidemiyor gibiydi de. Adımları ürkek, bakışları. Ah bakışları. Korkuyordu. Gerçeklerden, annesinin diğer yüzünü görmekten çok korkuyordu.

" Sonra bu terk edilen çocuklar babaları ile baş başa kaldılar. Dalga geçildiler, dışlandılar bir şekilde büyüdüler işte. Ama anneleri hiç gelmedi onları görmeye. Yeni hayat kurmuştu bizi ne yapsın değil mi?"

Sertaç bana doğru öfkeyle adımladı. Titreyen elini kaldırıp beni işaret etti. " O sırf evlendi diye ona düşman olmuşsunuz. Yeni hayat kurdu diye. Benim annem kötü biri değil. Sadece o an ki şartlardan dolayı böyle olmuş. Yoksa o çok iyi bir annedir. "

Güldüm. Annesini savunan bir çocuk, annesini savunacak kadar bile tanımayan bana bakıyordu öfkeyle. Gülüp ne yapmayacaktım ki başka. Ona iyi annelik yapmıştı. Bu gerçekten başka ne bu kadar canımı yakabilirdi ki.

"Annen düşmanım evet. Çünkü annen benim çocukluğumu mahvetti. Annen benim hayatımı mahvetti. Annen bizi mahvetti. Neye inanmak istiyorsan ona inan. Ben ne yaşadığımı biliyorum. Allah sana yaşatmasın. Şimdi git buradan. Kime öfkeleneceksen öfkelen."

Ağlıyordu artık. Gerçekler böyle ağırdı işte. Elimi omzuna koydum.

" Bana sakın öfkeyle gelme. Sana karşı bir duygu yok benim yüreğimde. Ama eğer bana öfkeyle gelirsen. Söylediklerimle şimdi yanıyor ya yüreğin. İşte her geldiğinde o yangını harlarım. Bende acı anı çok. O yüzden bana sakın öfkeyle gelme. Şimdi git."

Sertaç'ın omzunu bıraktıktan sonra güçsüz bir külçe gibi salladı karşımda. Gözlüğünü çıkardı. Yaşla dolu gözlerini kuruladı. Buruk bir bakışla son bir kez gözlerime bakıp gitti...

**

NAZLI ALOĞLU

Yusuf ile hayatın baharlı günlerinde çocukluğumuzu geçirmemiştik. Yaşadıklarımız farklıydı ama acı çekişlerimiz, içimizde kalan ukdelerimiz, çocukluğumuza özlemimiz aynıydı.

Yusuf'un , Sertaç gittikten sonra ki bakışını unutamıyordum. İki gün geçmişti o günün üzerinden ama hala aklımdaydı. Küçük bir çocuk gibi boynu bükülmüş. Bir damla gözyaşı firar etmişti yanaklarına doğru.

Sarıp sarmalamıştım onu. İç çekişleri dinsin diye saatlerce sarılmıştım ona. Geçmişti iç çekişleri , ama yaraları geçmiyordu. Bir annenin bıraktığı o yaralar kolay kolay geçmiyordu işte.

Ne kadar sarsan da, ilaç olsanda o yara varlığını hatırlatıyordu. Her yüzleşmede ince ince kanıyordu.

Keyfi yerine gelsin diye onu kahvaltıya çıkarmıştım. Keyifliydi benim yanımdayken yalan yok. Ama gözlerindeki o kırgınlık işte yerli yerindeydi.

Sertaç'ın geldiği günün akşamı babasına, Yasemin' e ve Yonca'ya anlatmıştı olanları. Serhat baba büyük bir şefkatle ve merhametle Yusuf'a isterse kardeşi ile konuşmasının iyi olacağını ,ona kin beslememesi gerektiğini anlatmıştı.

Serhat baba dünyanın en iyi insanlarından biriydi gözümde. Onca acıya rağmen böylesine kinlerden ve öfkeden arınmış bir insan tanımamıştım ben. Serhat baba bir pırlantaydı. Yanlış insanların elinde pırlantasının ışıltısı hiç kaybolmamıştı. En çok da bu yüzden onun çok mutlu olmasını istiyordum.

Yusuf babasına bir şey söylememişti. Ama Yasemin büyük bir soğukkanlılıkla beni bu konuya karıştırmayım asla görüşmem demişti. Kapılarını tamamen kapatmıştı. Hakkı da vardı. O yüzden kimse sözlerinin üstüne bir şeyler söylememişti.

Şimdi karşımda sakince kahvaltısını yapan adama, yüzümü avucuma yaslayıp hayran hayran bakarken bir kez daha ne kadar güçlü olduğunu gördüm. Bir kez daha onunla tanıştığım için şükür ettim.

Çayından bir yudum aldı. Gözleri beni buldu. Gülümsedi. Ona hayran hayran bakmaya devam edince gülüşü büyüdü. "Nazlı çiçeğim, neden öyle bakıyorsun bana?"

Hiç dercesine omuz silktim. "Nişanlıma bakmam istiyorum. Bakamaz mıyım?"

Ah diyerek iç çekti. "Bak tabi. Keşke bende şimdi nişanlımı bir öpsem. Çok öpsem. Keşke..." Dudaklarıma bakarak kurduğu cümleden sonra utanarak gözlerimi kaçırdım. O da bundan keyif almış olmalı ki çayını keyifle içmeye devam etti.

"Nazlı çiçek düğün konusunu hiç konuşmuyoruz."

Düğün demesi ile karnıma kramplar girerken heyecanlanarak gözlerine baktım. "Şey bilmem. Konuşalım olabilir."

Tebessümle masanın üzerindeki elimi tuttu. "Sen ne zaman istersen o zaman yapalım düğünümüzü. Ama inşallah erken bir vakitte istiyorsundur." Kıkırdadım. Hiç düşünmemiştim bu konuyu. Yani öyle kafamda illa şu zaman olsun diye bir tarih yoktu.

"Ben öyle hiç düşünmedim. Hem çok büyük bir düğün olmasına şart mı yani nasıl olur ki."

Bilmem dercesine dudak büktü Yusuf. "Nasıl istersen diyorum ya. İster büyük ister küçük. Sen nasıl dersen." Her daim benim mutlu olmamı ön plana koyan Yusuf'la mutlu olmanın gerçek anlamını keşfediyordum.

"Olmaz ikimiz karar verelim. Senin de istediklerin olsun. Hem aileler de konuşur galiba değil mi?"

Çayından bir yudum alırken bana da iç diye işaret etti. Gülümseyerek bende içtim çayımdan. "Öyle tabi. Konuşurlar. Ama en son karar bizde olur. Zaten ailelerimiz öyle ısrarcı , dediğim dedik insanlar değiller. "

Evet bu konudan dolayı şanslıydık. Aklıma gelen fikirle yerimde heyecanla kıpırdandım. "Biz nasılsa Muğla'ya gideceğiz. Serhat baba da gelsin. Babam az kaldı diyordu hep. Hem düğünü konuşuruz tarihi falan. Hem de babanı daha çok gezdiririz. Okulların açılmasına da az kaldı. Öncesinde halletmiş oluruz, ne dersin?"

Elimin üstüne bir öpücük kondurdu." Olur güzelim çok güzel olur..."

Düğün hakkında yüzeysel konuşmalara devam edip kahvaltımızı yaptık. Keyif kahvelerimizi içtikten sonra da hesabı ödeyip restorandan çıktık. " Nazlı çiçeğim sen burada bekle, ben iki dakikaya arabayı alıp gelirim."

Tamam diyerek onaylayacağım sırada telefonum çaldı. Yusuf'a bir dakika işareti yapıp telefonumu çantamdan çıkardım. Arayana baktığımda şaşkınlıkla kalakaldım. Anormal bir durum olmadıkça aramayacak biri arıyordu beni.

Fatma teyzenin kardeşi arıyordu.

Yusuf yanıma gelip arayana bakarken en az benim kadar şaşırdığını görebiliyordum. Telaşla açtım telefonu. "Alo."

"Alo Nazlı ben Ayşe teyzen. Fatma teyzenin kız kardeşi tanıdın mı?" başımı görecek gibi salladım.

"Evet tanıdım bir şey mi oldu?" Sesi çok endişeli gelmişti kulağıma. O yüzden telaşım ikiye katlanmıştı.

"Kızım Fatma fenalaşmış. Durumu hiç iyi değil. Doktorlar iyi konuşmuyor Hastanedeyiz. Kimi arasam bilemedim. Kimse yok korkuyorum. Gelir misin buraya?"

***

Hastanenin krem rengindeki duvarlarından nefret ediyordum. Hastanelerin bana hissettirdiklerinden nefret ediyordum. Hastane koridorunda habersizce beklemekten nefret ediyordum.

Fatma teyze iyi değildi. O hiç iyi değildi. Uzun süredir devam eden hastalıkları gün yüzüne çıkmıştı. Doktorlar biraz önce gelip yapılacak çok bir şey kalmadığı söylemişlerdi. Öylece dümdüz bunu söylemişlerdi bize. Olmalıydı. Her zaman bir çözüm vardı hayatta. Fatma teyzeyi de kurtarmak için olmalıydı.

Uyandıracaklarını söylemişlerdi Fatma teyzeyi. O yüzden onunla görüşmeye hazır olun demişlerdi. Önce Ayşe teyze girmişti içeri. Biraz önce de Yusuf. En son ben girecektim. Son olmayacaktı ama onu görüşüm. Biliyordum ben. Gitmeyecekti o...

Gözlerim yoğun bakım kapısındayken Yusuf çıktı içeriden. Gözleri kan çanağına dönmüştü. Titrek bir adım attı bana doğru. Hızlıca ayağa kalkıp ona doğru koştum. Karşı karşıya kaldığımızda korkuyla sordum.

"Ne oldu iyi mi?" Sessiz bir hıçkırık fırladı dudaklarından. " Hatırladı. Bana emanet etti seni. Nazlı seni hatırlıyor. Seni soruyor sadece. Kötü Nazlı, çok kötü."

Ağlayarak sarıldı bana. Ağlayışlarının, iç çekişlerinin arasında konuştu. "Nazlı gelsin dedi sadece. Git Nazlı yanına. Görsün seni. Seni istiyor. Sadece seni istiyor. O seni bekliyor."

Gözlerimden yaşlar süzülürken yavaşça Yusuf'tan ayrıldım. O, kendi gözyaşlarına rağmen benimkileri kuruladı. Alnıma derin bir öpücük bıraktı. "Hadi git, gelecek dedim. Seni bekliyor..."

Beni bekliyordu. Fatma teyze beni bekliyordu. Hızlıca içeriye girdim. Hemşirenin söylediklerini dinliyor gibi yaptım. Ama dediklerinden bir şey anlamadım. Giymem için verdikleri kıyafetleri giydim. En sonda maskemi giydim. Giymeden önce nefesim tekledi diye cebimdeki ilaçtan sıktım art arda. Hemşire sonra girin isterseniz dese de kabul etmedim.

Yavaş adımlarla yürüdüm. Hazırdım onu görmeye. Derin bir soluk aldım. Fatma teyzenin olduğu odanın kapısının önünde durdum. Hemşire benim için kapıyı açtı. Titrek bir adım attım içeriye doğru.

Oradaydı...

Makine seslerinin kalbimin atışlarını bastıramadığı bir odanın tam ortasına koyulmuş yatakta öylece uzanıyordu. Saçları yatağa dağılmıştı. Mis kokulu saçları...

Başını hissetmiş gibi benim olduğum tarafa çevirdi. Gözlerinin dolduğunu gördüm. Serum bağlanmış elini titrekçe kaldırdı. Hava maskesi olduğu için sesi anlaşılmasa da gel dediğini anladım. Hızlıca yaklaştım yatağına. Bana uzattığı elini tuttum. Diğer eli maskesine gitti. Zorlansa da çıkardı maskeyi.

"Geldin mi?" Eğilip elinin üstüne bir öpücük kondurdum. "Geldim Fatma teyzem." Burukça gülümsedi. "Ama ben gidiyorum artık."

Gözümden art arda yaşlar süzüldü. Başımı iki yana salladım güçsüzce. "Gitme."

Sende gitme Fatma teyze...

"Gideyim artık olmaz mı?"

Gitmesen olmaz mı Fatma teyze...

"Ben, seni çok özlerim. Gitmesen olmaz mı?" Yaklaş dercesine baktı. Başımı ona yaklaştırdım. Yüzümü okşadı.

"Sen ondan kalan parçaydın bana. Ama ben çok yoruldum." öksürdü. Hıçkırarak yere çöküp ağlamak istedim.

Keskin bir vedanın provası mıydı bu? Yoksa gerçeği mi?

"Yiğit'im seni tanıyordu gitmeden önce." Ona anlattığım her şeyi bir boşluğa bakıp dinlerken meğer hepsini duymuştu. Gözyaşım yanağını okşayan eline bulaştı.

"Evet, sen hatırlıyorsun Fatma teyze." Gözünden bir damla yaş süzüldü. "Veda ederken hatırlıyorum. Gidiyorum diye hatırlıyorum. Hatırlıyorum işte." Bir hıçkırık fırladı dudaklarımdan.

Gitmesin Allah'ım. Ne olur gitmesin...

"Sana gitmeden söyleyeceklerim var ama." Bir kez daha öksürdü. Öylesine büyük bir zorlukla konuşuyordu ki. Yorma kendini demek istedim. Ama yapamadım.

"Yaşayacaksın değil mi?"

"Fatma teyzem, yaşıyorum. Ama sende gitme. Beraber yaşayalım olmaz mı?"

Gözyaşlarım eline bulaşırken ağırca yutkundu. "Bu son gözyaşların olacak değil mi? Artık suçlamayacaksın kendini."

Elini yavaşça kalbime götürdü. "Bu senin biliyorsun değil mi? Ağlama artık güzel kızım. Ben kavuşacağım ona. Sende artık ağlama. O senin kızım. Ne olur suçlama kendini artık."

Biliyordu her şeyi biliyordu. Kendimi suçlu hissettiğimi biliyordu. "Ben Yiğit'i çok özledim Nazlı. Ama bir gün olsun suçlamadım seni. Sende eziyet etme artık kendine. Söz ver bana."

Öksürükleri arttı. Hemşireyi çağıracakken durdurdu beni. "Söz ver kendini suçlamayacaksın artık. Çok güzel yaşayacaksın. Doya doya yaşayacaksın. Söz ver."

Artık bulanık görüyordum Fatma teyzeyi."Söz ver Nazlı."

Başımı salladım. Ellerim titredi. Titreyen elinin üstüne koydum ellerimi. Kalbim de titredi. Kalbi titrer miydi insanın?

"Söz veriyorum Fatma teyzem. Ama gitme. Gitmesen olmaz mı? Çok erken daha gitme. Ne olur gitme."

Bir hıçkırık daha fırladı dudaklarımdan. Dizlerimin üzerine çöktüm. Elini tuttum hiç bırakmayacak gibi. Ama gidiyordu biliyordum.

Gitmesin Allah'ım. Ne olur o da gitmesin...

"Nazlı!"

Makineden sesler yükseldi. Telaşım arttı. Ayağa kalkmak istedim ama öyle bir tuttu ki elimi. Bırakmadı. " Gitme bırak" dedi.

"Rüyalarım gerçek oluyor artık."

Dişlerimi sıktım. Gidiyordu. Gerçekten gidiyordu. "Elimi uzatsam tutabilirim, dokunabilirim artık ona değil mi?" Sol elini kaldırdı boşluğa doğru. Gözleri tam karşıdaydı.

Dayanamıyordum. Fatma teyzem gidiyordu.

Titreyen sesimle konuştum. "Dokunabilirsin Fatma teyzem." Gözlerini karşıdan bana çevirdi. Sıcacık gülümsedi. Öyle bir güldü ki.

Sanki cenneti gördü. Sanki cennetten bir melek geldi baş ucuna.

"Kavuşur muyum peki? Bu ışık beni ona götürecek değil mi? Yiğit'ime götürecek değil mi?

Gözümden bir damla yaş daha süzüldü. Sonra bir tane daha, bir tane daha...

"Kavuşacaksın. Seni bekliyor."

Gözlerime baktı. Belki saniyeler sürdü belki dakikalarca baktı. Makineden sesler daha da yükseldi. Hemşire geldi. Doktor dedi ama hiçbirini görmedi gözüm. Gelenler oldu bir şeyler söyleyenler. Ama hiçbirini duymadım.

Son bir kez baktı bana. Gözünden bir damla yaş süzüldü. Dudaklarında bir gülümseme belirdi. Yavaşça kapandı gözleri. Burnuma bir fesleğen kokusu doldu gözleri kapanınca.

Vedanın kokusuydu bu...

Fatma teyze oğluna kavuştu. Elinin tutuşu gevşedi. Bir koca boşlukla bıraktı beni. Yiğit en sevdiği çiçekle karşılandı annesini.

Fatma teyze geride sadece bir fesleğen kokusu bırakarak gitti. Fatma teyze gerçekten gitti.

Hoşça kal Fatma teyzem...

MERHABA, ÖNCELİKLE BÖLÜMÜ OKUDUĞUNUZ İÇİN ÇOK TEŞEKKÜR EDERİM.

HİSSETTİKLERİNİZİ ÇOK MERAK EDİYORUM. ÇÜNKÜ BEN ÇOK ŞEY HİSSETTİM BUGÜN...

Nazlı'nın hikayesinde çok önemli bir yeri vardı Fatma teyzenin, çoğu kişiden aldığım eleştirilere de bu bölümü yazacağım için çok bir şey söylemedim. Çok kişi Nazlı'ya bencil dedi. Bu konu çok uzadı dedi. Sürekli melankolik ruh halinde denildi. Neden vs diyerek bir sürü soru yöneltti.

Öncelikle Nazlı dengesiz bir karakter değil. Nazlı'yı gerçek hayattan farklı yazmadım.Nazlı'yı kesinlikle masal kahramanı gibi mükemmel yazmadım. Nazlı'nın hep bir kalbi kabullenememesine, suçluluk duymasına değindim. Nazlı'yı ne Yusuf'un sözleri ne de başkalarının sözleri teselli edemedi. Çünkü o sadece bir kişinin ağzından bunu duymak istiyordu. Nazlı ile empati kurduğumda bende sadece o kişinin söyleyeceklerini beklerdim galiba. O kişi de Fatma teyzeydi...

Uzun lafın kısası Nazlı'ya bencil denilmesinden çok hoşlanmasam da sabırla anlamanızı bekledim. Anlayanlar çok oldu. Gerçekten hissedenler çok oldu. Hisseden hissetmeyen bana bu yolculukta eşlik etmeye devam eden herkese teşekkürü bir borç bilirim o yüzden.

En etkilendiğim bölümlerden biri oldu. Çünkü ben gidenlere üzülürüm ama geride kalanların yarım hikayelerine dayanamam. Kalbim hüzünlenir. Bir kara bulut çöker içime...

Öyle işte Duygularımı anlatmak istedim. Sizlerinde düşüncelerini çok merak ediyorum.

KENDİNİZE ÇOK İYİ BAKIN.

GÖRÜŞMEK ÜZERE.

SEVGİ VE SAYGIYLA KALIN...

Weiterlesen

Das wird dir gefallen

7.3K 1.4K 102
Heyecanla okuyacağınız kısa bir güldürü. Samimiyet ve içtenliği bulacağınız Bacanaklarla uzun bir macera. Sıradışı hikayelerle eğleneceğiniz anlara h...
1M 41 1
Duyduğum şeyin bilinç altımın bana bir oyunu olduğunu düşünmek istiyordum. "Ne!" "Duydun işte Şef. Seviyorum seni. Yıllardır bıkmadan usanmadan sevd...
323K 26.1K 34
O, aslında kimdi? Bir adam, gizemlerle dolu... Geceleri, şehrin karanlık sokaklarında Barut ismiyle hayat buluyor. Ve şehrin yüzlerce mahallesinden b...
5.3M 289K 30
Sarhoş olduğu gece bir adamla birlikte olan Kayra, sabah uyandığında kendini tanımadığı bir adamla bulur. Evden apar topar kaçan Kayra, birlikte old...