GÜNEŞİN KAHİNİ

By siyahbirkardelen

2.2K 700 507

Fantasy-TR okuma listesinde! Yıllardır süren ve çözülemeyen lanet... Binlerce yıl öncesinden var olan kehane... More

1#İşaretler
2#Araştırma
3#Güneşin Kahini
4#Mucize
5#Dejavu
6#Her Şey Yeni Başlıyor
7#Görev
8#Kahramanım
9#Adar
10#Dağ Adam
11#Ben Seni Sevmeyeyim
12#Kış Balosu
13#Gece Mavisi Gözler
14#Ay ve Gecenin Hikâyesi
15#GARD
16#Alacakaranlıktan Şafağa
17#Hayal Dünyan
18#Kazara Savaş
19#Sahte Büyücü
20#GARD'ın Diğer Yüzü
21#Üç Şeytanlar Boyutu
22#Küçük Kadın
23#Minik Kız ve Sarı Saçlı Genç Oduncu
24#Sonsuza Kadar ve Herkese Karşı
25#Pars
26#İtaat
27#Normale Dönüş
28#Lunapark

29#İlk Kehanetler

28 1 0
By siyahbirkardelen

Multimedya: Lana Del Rey 'Video Games'

***
Gerçekten uzun bir ömrümüz mü vardı? Bu günden sonraki günlerden kaç tanesi eşlik edecekti varlığımıza? Bütün ömrümüze mi sahiptik yoksa sadece bugünümüze mi? Her an veda edebileceğimiz bir dünyaya ne denli bağlandığımızın farkında olmadık hiçbirimiz. O kadar fazla şeyi tuttuk ki içimizde, muhtemelen paralel evrenlerden birinde şişip patlıyoruzdur. Duyguları görevlere, görevleri günlere bölüştürdük ve o günlerden hiçbiri bugün olmadı. Oysa yaşadığımız her gün aslında ölmeden önceki son günümüz değil miydi?

Birçok şeyi ertelenmiştim, çocukluğumda oyun oynamayı ertelenmiştim ders çalışmak için. Oysa artık çocuk değildim ve o oyunları bir daha oynayamamıştım. Ergenliğimde duygularımı, arkadaşlarımla eğlenmeyi ve anın tadını çıkarmayı ertelenmiştim. Artık erge n de değildim ve bir daha hiç o duyguları yaşayamamıştım. Gençliğimin en güzel yıllarını ders çalışmaya harcamıştım ve yolun sonunda ders çalışmak sadece ders çalışmış olmama yaramıştı.

Şimdi ise rüyalar görüyordum her gece, sanki bütün anılarına engel olduğum Aybüke 'sen benim anılarımı çaldın ben ise gecelerini çalıyorum' der gibiydi. Kendimi kendime düşman etmiş olmalıydım çünkü üç gecedir uykuya daldığım andan uyandığım zamana kadar garip rüyalar görüyordum. Çocukluğumu görmüştüm ve ne yazık ki bir kâbustan eksik kalmayan o rüyanın her ayrıntısını hatırlıyordum.

Küçük Aybüke saçlarımı tarıyordu ve ben hiç olmadığım kadar mutluydum. Daha sonra ise bir anda kendimi fırtına olan ve şimşeklerin çaktığı bir çölün ortasında buluyordum. Belime kadar uzanan saçlarım kısacıktı ve kulağımı kaşındırıyordu. Yeterince korktuğum yetmezmiş gibi bir de küçük Aybüke'nin çığlığını duyduğumda hızlıca etrafıma bakınıyordum ancak uçuşan kumlardan bir şey görmek mümkün değildi ve son derece karanlıktı. Küçük Aybüke her çığlık attığında aklımı kaçıracak gibi oluyordum ve bu da çığlık atarak uyanmama neden olmuştu. GARD'dan ayrıldığımızdan beri her gece birlikte sarılarak uyuduğum Adar bütün gece beni sakinleştirmek için hiçbir şey olmadığını anlatıp durmuştu. Her ne kadar korkmuş olsam da sadece bir rüya olduğu için pek de umursamamıştım. Tabi beni öperek sakinleştiren sevgilimin de bunda katkısı büyüktü.

Şimdi ise uyanalı birkaç saat oluyordu ve Adar'ın evinde kahvaltı yapıyorduk. Bu evi ilk gördüğüm günü düşünüyordum da, bu günlerin geleceğini o zaman aklımdan bile geçirmezdim. Adar'ın yatağında gözlerimi açtığım zaman bile etkileniyordum ondan fakat şimdi hissettiğim duygular etkilenmekten çok daha öteydi. Hâlâ sevgilim olduğuna ve ona özgürce dokunabildiğime inanamıyordum. Mükemmel yüzüne her baktığımda kalbim hızlanıyordu ve parmaklarım karıncalanıyordu, hele bir de gülüyorsa içmeden sarhoş oluyordum.

Daldığım derin düşünce kuyusundan beni çıkaran Adar'ın şakağıma kondurduğu öpücük oldu. "GARD'ın kraliçesinin beni bu kadar dikkatli incelemesi biraz ürkütücü sanki?" dedi gülerek. Adar geri çekildiğinde ne yazık ki ben onun gibi gülememiştim. Her ne kadar onun dediği gibi artık GARD'ın kraliçesi olsam da Zonga'nın kafasını kestiğim an ve yüzüme sıçrayan kanı gözümün önünden gitmiyordu. Yaptıklarım ve yapacaklarım için mutlu değildim fakat biliyorum ki hiç bir zaman üzülmeyeceğim de. Masum Aybüke'yi aylar öncesinde bırakmıştım çünkü artık biliyordum ki Harmony ile, onun gibi olmadan savaşamazdım. Hoş ona benzedikten sonra kazanmamın ne anlamı kalacaktı o da tartışılırdı.

"Sevgilim?"

Bana seslenen Adar ile birlikte bütün düşüncelerimi kovup gülerek ona döndüm. "Korkmakta haklısın sevgilim," yüzümü yüzüne iyice yaklaştırdığımda burunlarımız birbirine değiyordu. "Tek amacımın seni yemek olduğunu biliyorsun sanıyordum." dediğimde melodik bir kıkırtı döküldü o güzel dudaklarından. "Hadi ya, öyle miymiş?" Ben de onun gibi güldüğümde hafifçe burnunun ucunu ısırdım. Adar bu beklenmediği hamle karşısında bir an öylece kalırken ben çoktan kahkaha atmaya başlamıştım.

"Ben doyduğuma göre kahvaltı masasında daha fazla oturmama gerek yok." dedim gülerek ve yavaşça sandalyeden kalktım. Adar bu hareketime gülümserken kafasını iki yana salladı. Ona arkamı dönüp yavaşça mutfaktan çıkarken arkamdan seslendi. "Sevgilim," ona döndüm. "Ya ben senin kadar kolay doymazsam?" dediğinde yüzüm bir anda alev aldı. Hiçbir şey demeden hızla arkamı dönüp koşmaya başladığımda arkamdan kahkahasını duymuştum. Gecelerdir birlikte uyuyor olabilirdik ama hâlâ en fazla öpüşme evresine geçmiştik. İkimiz de dile getirmesek de biliyorum ki kehanet bizi korkutuyordu. Her türlü önlemi alsak bile muhtemelen ilk kez birlikte olan Glenalar biz olacağımız için bu lanetin bebeğine hamile kalacaktım. Ne 20 yaşında hamile kalmak istiyordum ne de nelere neden olacağını bilmediğim bir bebeğe sahip olmak. Bu yüzden ikimiz de öpüşmekten ilerisine gitmiyorduk ve muhtemelen gitmesine izin de vermeyecektim.

Yatak odasının kapısından içeri girdiğimde hızla kapıyı kapattım. Bir şeyler yapmam gerekiyordu, birkaç gündür yaşadığım huzurlu günlerin biteceğini elbet biliyordum fakat sevdiklerimin zarar görmesini istemiyordum. Artık GARD'a dönmem ve bir şeyler yapmam gerekiyordu. Neredeyse 4 gündür buradaydım ve kim bilir orada neler olmuştu. Adar'a söylesem muhtemelen karşı çıkardı çünkü hazır olmadığımı düşünüyordu. Derin bir nefes aldığımda bileğimde duran bilekliğe baktım. Onu en son aylar öncesinde GARD'a gitmek için kullanmıştım, daha sonra ise hiç onu kullanmama gerek kalmamıştı. Şimdi ise tam zamanıydı.

Gözlerimi kapatıp derin bir nefes aldım. Kalp atışlarım hızlanırken GARD'a gitmek istedim. Bu sefer Harmony'nin kölesi olarak değil, sahip olduğu tek yerin kraliçesi olarak gidiyordum ve bunun da bir bedeli vardı. İlk zamanlardaki gibi acısız gerçekleşmedi ışınlanmam. İlk başta kulağım uğuldamaya başladı ve hemen ardından bütün vücudum ateşler içerisinde yanıyormuş gibi çekilmeye başladı. Çığlık atmamak için dişlerimi sıkıyordum ve acıdan terlediğimi hissediyordum.

Birkaç saniye içerisinde acı geçtiğinde derin bir nefes aldım ve gözlerimi açtım ama keşke açmaz olsaydım. GARD'ın büyük yemekhanesinin ortasında, yüzlerce kişinin arasında duruyordum ama sorun tabii ki bu değildi. Üzerimde dünyada iken hep giydiğim gibi şort ve uzun geniş bir tişört giymiştim. Bu elbette giydikleri pelerinler yüzünden ayakları bile zor görünen GARD sakinlerine garip gelmişti, aksi halde hepsi yemeklerini yarıda kesip bana odaklanmış olmazlardı.

Ani kararların böyle zararları oluyordu işte, üzerinizi değiştirmeyi akıl etmediğiniz için yüzlerce kişinin arasında şortla kalabiliyordunuz.

"Hiç rahatsız olmayın lütfen, yemeye devam edin." diye saçmaladığımda bu onlara daha da tuhaf gelmişti ve rahatsız edici bakışlara rahatsız edici fısıldamalar da eklenmişti. Bu durum sinirlerimi bozarken büyücülerin yemek yediği gruba döndüm ve aralarından gözüme kestirdiğim sarışın bir erkek çocuğuna elimle gel işareti yaptım. En fazla 12 yaşlarında olmalıydı ve beni ikiletmeden yanıma geldi. Saygıda kusur etmeden "Buyrun efendim?" dedi başını öne eğerek. Kendimi 'Muhteşem Yüzyıl'daki Kanunî gibi hissetmiştim, tek fark ben birazdan çenesinden tutup kafasını kaldırarak onu öpmeyecektim.

"Ne kadar büyü yapabiliyorsun?" diye saçma bir soru sorduğumda çocuk da bunu fark etmiş ve birkaç saniye anlamsızca yüzüme baktıktan sonra tekrar başını öne eğmişti. "Bağışlayın efendim, ne demek istediğinizi anlamadım."

"Adın ne senin?" diye sordum bu sefer daha iyi bir giriş yapmaya çalışırken. "İsmail efendim." dediğinde şaşkınlıkla karışık bir mutluluk yaşamıştım. "İsmail mi? Hem de GARD'da? Kim koydu sana bu ismi, kesin dünyalı bir hemşerimin işi bu." dediğimde keyfim yerine gelmişti ancak İsmail'in tek yaptığı şaşkınca suratıma bakmak oldu.

Elimi boş ver dercesine sallayıp "Bana bir pelerin yapabilir misin şu an?" diye sordum. İsmail'in dudakları alayla iki yana kıvrılınca saygısızlık etmemek için olsa gerek dudaklarını tekrar düz hale getirip konuştu. "Terzi olduğumu mu sanıyorsun efendim?"

"Eğer buradaki kişiler biraz daha vücudumu izlemeye devam ederse sonsuza kadar bir yemek kaşığı olursun." dedim, onu nasıl yapacağımı bilmeden ve neyseki bilmesine gerek yoktu. Bundan birkaç hafta öncesi olsa muhtemelen bu söylediğime alayla güler ve hatta beni aşağılardı. Oysa şimdi hepsinin kraliçesiydim ve Zonga'nın kafasını kestiğim an hepsinin kafasına kalıcı olarak kazınmış olmalıydı.

"T-tabi efendim ama kitabıma bakmam gerekiyor."

"Git bak o zaman." dedim sabırsız bir şekilde. Korkudan elleri titremeye başlayan çocuk kafasını biraz daha eğdi. "Yemek salonuna herhangi bir şey sokmak yasak efendim, burada sadece yemek yiyebiliyoruz." dediğinde sinirle bir nefes üfledim.

Onu arkamda bırakıp büyük kapıya doğru yürümeye başlarken "Boş versene." diye mırıldandım ve buradaki odama gitmek için onca yolu yürümeye psikolojik olarak kendimi hazırlamaya başladım.

***
Üzerime saçlarıma aynı tona sahip sarı renkte bir elbise giymiştim. Elbisenin boynu tamamen kapalıydı ve ince tülden oluşan kolları el bileğime kadar geniş bir şekilde uzanıyor bileğimde ise bir lastik yardımıyla daralıyordu. Etek kısmı ise ayak bileğime kadar uzanıyordu. Bu elbisede en sevdiğim detay ise sırtında kalçamın hemen üzerine kadar uzanan geniş bir dekoltesi olmasıydı. Sırtımdaki tek kumaş parçası çapraz bir şekilde bağlı olan ince iki ipti.

Son bir kez aynaya baktıktan sonra odamdan çıktım. Şimdi yapmam gereken tek şey buradaki birkaç kişiye sinyal göndermekti. Burada kaldığım haftalarda onlarca sinyal almıştım, beynine gelen sızılardan kurtulalı çok olmamıştı. Şimdi ise ben birilerini Büyük Salona çağırmalıydım ama nasıl yapıldığını bilmiyordum. GARD'ın büyük koridorunda yürüyerek bunu nasıl yapabileceğimi düşündüğüm sırada arka tarafımdan bir şey duydum.

"Güneşin Kahini?" diyen sesin sahibi yanıma yaklaştığında yan dönüp ona baktım. "Daha önce kimse sana Vampir Edward'a çok benzediğini söyledi mi?" diye sordum şaşkınlıkla. Gerçekten bu kadar beyaz tenli olması normal değildi. Bu kadar yakışıklı olması da öyle.

Yanımdaki kişi bunu duyunca sesli bir şekilde güldü. "Bu söylediğini ikinci kez duyuyorum, ilkini de sen söylemiştin." dediğinde aklıma gelenlerle istemsizce güldüm. Bu çocuğu hatırlıyordum, bir keresinde yine aynı şekilde koridorda yürürken yanımda belirmişti. "Lütfen kim olduğunu öğrendiğini söyle." dedim gülerek. O da aynı şekilde gülerek karşılık verdi ve "Dünyalıların çektiği bir film, maalesef izledim." dedi. Kaşlarım çatılırken yüzünü buruşturdu. "Gerçekten öyle şeyler mi izliyorsunuz? Film sektörüne pek hâkim değilim ama sanki yoldan geçenleri toplayıp oyuncu yapmışlar gibiydi. Merkür ile birlikte izlediğimiz film çok daha güzeldi."

"Alacakaranlık Serisi'ne laf atamazsın sen tamam mı? Hem Merkür ile birlikte ne izlediniz acaba, bu kadar beğendiğine göre." İkimiz de hâlâ yürümeye devam ediyorduk.

"Titanik diye bir film. Merkür'ün hıçkırarak ağladığı kadar duygusal olmasa da iyi sayılırdı."

"Sen deli misin? İyi sayılırdı ne demek?" dedim yalandan bir şaşkınlıkla. "Titanik bir kültürdür."

Ben oldukça eğleniyordum bu konuşmadan ama onun için aynı şey geçerli değil gibiydi. Yüzü bir anda huzursuz bir hâl alırken "Jack öldü, sırf sevdiği kişiyi yaşatmak için." dedi ve derin bir nefes verdi. "Hiç kêhanet gördün mü?" diye sordu bir anda konuyu değiştirerek. Başımı iki yana sallarken "Tam tahmin ettiğim gibi." dedi. "Bu kadar rahat olmanın başka bir açıklaması olamazdı zaten."

Ne demeye çalıştığını anlamamakla birlikte kafam da karışmıştı. "Rahat mı? Büyük bir savaş başlattım ben farkında mısın? Zonga'yı öldürdüm, efendinizin yerine geçtim ve bundan çok daha fazlası hepinizi kendime ait kıldım. Rahatlık bunun neresinde?" diye sorarken tadım iyice kaçmıştı. Kurduğum cümlelerin aksine ses tonum oldukça sakindi.

"Şimdi nereye gidiyorsun Güneşin Kâhini?" diye sorduğunda bir şey söylemek için dudaklarımı aralamıştım ki konuşmama fırsat vermeden devam etti. "Ne olduğunu bile bilmeden Büyük Konsey'in üyelerini toplamak istiyorsun. Onlarla konuşacaksın ama neden hiç sorgulamıyorsun bunları yapmak aklına nereden geliyor?"

"Ne demek istediğini anlamıyorum." dedim yüzümü buruştururken. Aptal gibi hissetmek hoşuma gitmiyordu ama şu an tam olarak böyle hissediyordum. Tek istediğim bugün işe yarar birileriyle konuşmak ve hemen ardından sevgilimin evine geri dönmekti. Karşımdaki vampir kılıklı adamın bahsettiği Büyük Konsey denen şeyden haberim bile yoktu.

"Benimle gel," dedi elimi tutarken. Bu durum hoşuma gitmese de benim için önemli bir tensel temas değildi o yüzden ses etmeden peşinden gittim. Kısa bir yürüyüşün ardından her koridorda bulunan tek kişilik balkonlardan birine gelmiştik ve hemen önümde duruyordu. Hâlâ elinde olan elimi kurtarmak için hareketlensem de elimi bırakmadı ve bir adım daha öne çıkıp yerden kaç yüz metre yüksek olduğunu bilmediğim küçük balkona tam anlamıyla yerleşti.

"GARD'ın gökyüzü neden hep gri, biliyor musun?" diye sordu sesini sadece benim duyacağım şekilde kısarken ve cevabımı beklemeden devam etti. "Güneş kötülükleri gizlemek için ışık verir, kişi ne kadar göz önünde olursa o kadar saklar kötülüğünü. Buradaki kimse içindeki kötülüğü saklamaz bu yüzden doğmaz bize Güneş." Elimi tutan eli benden yavaşça uzaklaşırken arkasını döndü. Yavaş ama sanki çok hızlıymış gibi gelen hareketlerle beni az önce olduğu yere getirip arkama geçti. Bu yaptığı yüzünden nefesim sıklaşırken başım da dönmeye başlamıştı. Bu kadar yüksekte olduğumu bilmek bile mideme kramplar sokuyordu. Arkamı dönüp içeri geçmeye çalıştım ama vampir kılıklı ve muhtemelen bu iş biter bitmez fareye çevireceğim kişi geçmeme izin vermedi. Yetmezmiş gibi tekrar beni boşluğa doğru döndürüp arkadan kollarını sımsıkı vücuduma sardı.

"Gece ise iyilikleri gizler," diye devam etti benim neredeyse ölmek üzere olduğumu umursamadan. "Karanlık çöktüğünde ne kadar iyi olursan o kadar güçsüz olursun, biz içimizdeki kötülük kadar içimizdeki iyiliğe de sahip çıkarız. Bu yüzden gece çökmez üzerimize." dedi. Anlattıkları dikkatimi çekiyordu ama vücudum o kadar titriyordu ki artık bayılmama ramak kalmıştı. Beni şu an aşağı atabilirdi veya ona gerek kalmadan üstünde olduğum küçük balkon kırılabilirdi. Her şekilde metrelerce yüksekten yere çakılırdım.

"Neden bu kadar korkuyorsun Güneşin Kâhini?" diye sordu sakin bir sesle. Ben ise onun kadar sakin olamadım ve çığlıklarım eşlik etti cevabıma. "Yükseklik korkum var aptal herif rahat bırak beni!"

"Şşş, sakin ol. Zonga'nın kellesini büyük kulenin duvarından sarkıtırken hiç korkuyor gibi değildin?" dediğinde elektrik çarpmış gibi durdum bir an. Haklıydı, biraz olsun korkmamıştım o gün. Gözlerimi hırs bürümüştü ve kendimden en uzak olduğum gün oydu belki de.

"Beni neden buraya getirdin?" diye sordum biraz sakinleşmiş sesimle. Önce kehanet görüp görmediğini sormuş daha sonra ise Büyük Konsey denen şeyden bahsetmişti. Hepsinin sonucunda ise buraya getirmişti beni, nedenini merak ediyordum.

"Gözlerini kapat Güneşin Kâhini." Sesi yatıştırıcı ve bir o kadar da emir doluydu. O dediği için değil, şu an sırf iyi geleceğini bildiğim için gözlerimi kapattım. "Derin bir nefes al," Dediğini yaptım. "Kalbindeki enerjiyi kullan, sana geleceği haber vermesini sağla!"

"Nasıl yapacağım onu?" diye sordum. Konuşmamdan rahatsız olmuş gibi yavaşça kıpırdandı arkamda duran bedeni. "Bizler hep aynı şekilde yaparız bir şeyleri, her şey içimizdedir ve doğuştan gelir. Sadece iste Güneşin Kâhini, yeterli olacaktır." dediğinde tekrar derin bir nefes aldım. Adar şu an aklıma gelmesi gereken son şeydi belki de ama engel olamıyorum. "Önce ellerini üzerimden çek!" dedim baskın bir şekilde. Aklımda ve kalbimde sevgilim varken başka bir erkekle bu kadar yakın olamazdım, her ne kadar hiçbir anlamı olmasa da. Dediğimi yaptı ve vücuduma sarılı kollarını çözüp bir adım geri gitti. Vücudum gevşerken zihnimi zorladım. Daha sonra ise zihnimi bir kenara bırakıp kalbimden yardım dilendim. İsteyeceğim her insanın kalbine hükmedebileceğim enerjimi kendi kalbimde kullandım. Vücudum ani bir boşluğa düştü, korku beni ele geçirse de açmadım gözlerimi. Sanırım korktuğum oluyordu ve aşağı düşüyordum. Vücudum gittikçe hafiflerken zihnim de bir o kadar ağırlaşıyordu. Yere çakılacağımı düşünürken kendimi bir anda yumuşak bir yerde buldum. Nerede olduğumu anlamak için gözlerimi açtığımda papatyalarla dolu bir vadinin ortasında olduğumu gördüm. Buraya nasıl geldiğimi sorgulamak istesem de papatyaların güzel kokusu bulandırdı aklımı ve bunu düşünmeyi sonraya bıraktım. İçinde olduğum vadinin güzelliği gülümsememi sağlaken ileride duran küçük bir göl çarptı gözlerime. Göle doğru yürümeye başladığımda göl kıyısında oturan iki kişiyi gördüm.

En fazla on beş yaşlarında iki genç oradaydı. Biri kız, biri erkekti. Erkek olan yaşına göre daha iri duruyordu ancak kız on beş yaşında bile göstermiyordu. Yan yana oturmuş ve gölü izleyerek bir şeyler konuşuyorlardı, muhtemelen sevgiliydiler. Kızın utangaç bakışları her seferinde erkeği biraz daha güldürüyordu. Bu yaptığım en az onları gizlice izlemem kadar yanlış olsa da umursamadım ve onları daha iyi duyabilmek için onlara biraz daha yaklaştım.

Onlarla aramda birkaç metre kaldığında durdum ve konuşmalarına kulak kabarttım. "Eğer iki krallıktan biri bu durumu öğrenirse dünyanın sonu gelir muhtemelen." dedi kız çekingen bir şekilde. Erkek güçlü görünmeye çalıştı ama aldığı sıkıntılı nefes gözümden kaçmamıştı. "Sen merak etme güzelim, her şeyi halledeceğim ben." dedi ve çelimsiz kızı güçlü kollarının arasına aldı. Kız bu yaptığına kıkırdarken "Keşke iyilik ve kötülük denen şey olmasaydı." dedi. Kızın söylediğinin bu durumla ne alakası olduğunu anlamasam da erkeğin cevabını merak etmekten kendimi alıkoyamadım. "Keşke iyilik denen şey olmasaydı, o zaman her şey kötülere ait olurdu. Dolayısıyla sen de bana ait olurdun." dedi erkek olan hırslı bir şekilde. Söylediği beni şaşırtırken kızın rahatsızlığını da vücut hareketlerinden anlayabiliyordum.

"Yapma Gregor, çok nefret dolu konuşuyorsun. Bazen beni sevdiğinden bile şüpheleniyorum." dedi kız çaresiz bir şekilde. Adının Gregor olduğunu öğrendiğim erkek kızın bu söylediğine zalimce güldü. "Ah Meva, seni ne kadar sevdiğimi bilmiyormuş gibi konuşma." dedi ve Meva'nın saçlarına bir öpücük kondurdu.

Gregor ve Meva kimdi bilmiyordum, neden burada olduğumu da bilmiyordum gerçi. Ani bir kararla onların birkaç metre ötemde olmasını umursamadan göle doğru yürüdüm. Yemyeşil gölün kıyısına geldiğimde o tarafa bakmasam da beni fark ettiklerini hissedebiliyordum. Ellerim üzerimdeki sarı elbiseyi bulunca yavaşça aşağı indirdim. GARD'da iç çamaşırı giymediğimiz için elbise çıkınca tamamen çıplak kalmıştım.

"B-bu edepsiz kadın ne yapıyor böyle?!" dedi Meva ben duymuyormuşum gibi. Bu söylediğine hafifçe gülerken onlara döndüm. "Bana söyleyene bak," dedim yalandan bir alınganlıkla. "ben en azından 15 yaşındayken gizli gizli erkeklerle buluşmak yerine derslerimi çalışıyordum." Sesli bir şekilde güldüğümde ikisi de şaşkınlıkla beni izliyordu ve Gregor ciddi anlamda sinirlenmişti.

Onları umursamadım ve tekrar göle döndüm. Yavaşça yürüdüm ve bütün vücudum suyun altında kalıncaya kadar durmadım. Daha sonra ise yüzmeye başladım. Fakat birkaç saniye içerisinde vücudum tekrar büyük bir boşluğa düştü. Daha ne olduğunu anlamadan kendimi sarı elbisemle birlikte bir meydanın ortasında buldum. Sağımda ve solumda evler vardı ve hepsi siyah renkliydi. Az önce gündüz iken şimdi bir anda gece olmuştu ve evlerin hiçbirinde ışık yoktu. Soğuk bir rüzgar esiyordu ve üşümeye başlamıştım. Yavaşça yürümeye başladığımda tepemde uçuşan bir kargayı fark ettim. Daha hızlı yürümeye başladığımda karga da sesler çıkararak tepemden beni takip etmeye devam etti. Bir anda gelip omzuma konduğunda güçlü bir çığlık attım ve ellerimle onu savuşturmaya çalıştım. Tam o sırada bir ses duydum.

"Biraz daha ses çıkarmaya devam eder ve fark edilirsen muhtemelen günlerdir aç olan büyücü ailelerden birine kahvaltı olacaksın." Duyduğum şey ile aniden dururken sesin nereden geldiğini anlamaya çalışıyordum. Etrafa baktığımda kimseyi göremedim ki hâlâ omzumda olan kargaya döndürdüm bakışlarımı.

"Sakın bana sen olduğunu söyleme, o kadar da değil." dedim ve sinirle güldüm. "Ta kendisi güzellik."

Karga bana cevap verince tekrar çığlık atacaktım ki kanatlarından birini sertçe dudaklarıma vurdu. "Sana sus dedim aptal güzel, kahvaltı olmanı istemem." dediğinde kanadını hâlâ dudaklarımdan çekmemişti ve ben gözlerimi o kadar açmıştım ki her an fırlayıp yere düşebilirlerdi. Kanadını çektiği ilk anda sesli bir şekilde konuştum.

"Yuh ama o kadar da değil, bir karga nasıl konuşabilir?"

Karga söylediğime sesli bir şekilde güldü, KARGA SESLİ BİR ŞEKİLDE GÜLDÜ!

"Garip olan bir karganın konuşması değil bebek, senin o kargayı anlaman." dediğinde birazcık da olsa hak verdim. Sorun bendeydi herhalde, bunca şeyin başka açıklaması olamazdı.

"Burası neresi?" diye sordum. Bir karga karşısında küçük düşeceğime konuyu değiştirirdim. Bu sırada da yeniden yürümeye başlamıştım ve omzumdaki karganın ağırlığına alışmıştım. "Kötü Krallık'tasın güzellik, ve buradaki herkes kötülüğe bayılır. Sen buralı değilsin." dedi bir çıkarımda bulunur gibi. Ben bir şey söylemeden karga devam etti. "İyi Krallık'tan mısın yoksa?" Farkında olmadan zamanda yolculuk mu yapmıştım acaba? "Anlamadım?" dedim. Bu çirkin karga madem konuşuyordu biraz daha açık konuşabilirdi.

"Eğer İyi Krallık'tan geldiysen Prens Gregor seni yok etmekten büyük zevk alacaktır."

"Bir şey soracağım ama deli değilim tamam mı?" dedim şüpheci bir şekilde kaşlarımı çatarken. Kargadan herhangi bir onay beklesem de yüz ifadelerine hakim değildim ne yazık ki. "Prens Gregor dediğin kişinin bir göl kenarında Meva denen bir kızla buluşuyor olma ihtimali nedir?"

Lanet karga bir kez daha kanadını sert bir şekilde dudaklarıma çarptığında ben de dayanamadım ve elimin tersiyle ona vurduğun gibi omzumun üzerinden düşmesine neden oldum. "Bir daha öyle yapmaya kalkarsan kanatlarını koparırım." dedim tehditkâr bir şekilde. Karga ise hemen toparlanıp yerden havalandı. Kanatlarını çırparken bir yandan da bana kızmakla meşguldü.

"Her iki krallıkta da Meva isimli tek bir kişi var ve o da İyi Krallığın prensesi. Bu söylediğin imkânsız ve sanırım gerçekten bu gece birilerine yakalanıp onların kahvaltısı olmadan durmayacaksın." Bu karga her hareketinde içimdeki hayvan sevgisinin dışına atıyordu kendini.

"Aman iyi be," dedim çirkinleşerek. "sordum sadece."

"Vücudun neden saydamlaşıyor?" diyen karga etrafımda uçarak bana bakıyordu. Kafamı eğip gövdeme bakınca gerçekten de gittikçe yok olduğumu gördüm. Bu görüntü karşısında dayanamayıp çığlık attığımda karga bu sefer beni susturmak yerine bana eşlik etmeyi seçti ve etrafımda dönerken çığlık attı. Çığlığım bitmeden vücudum bugün içinde üçüncü kez boşluğa düştü ve gözlerimi yine kapattım. Bu kez gözlerimi açtığımda GARD'ın büyük avlusundaydım ve bu avluya ilk kez geliyordum çünkü burada kaldığım süre içerisinde dışarı çıkmamıza hiçbir şekilde izin yoktu. Bu yüzden dikkatlice seyrettim etrafımı. Avlu da GARD'ın geri kalan her karışı gibi ihtişam kokuyordu ve çok güzeldi. Yeşillikler, ilk kez gördüğüm çiçekler, ağaçlar... Burası gerçekten büyüleyiciydi.

Şimdi ise tüm bu şeylerin sahibi bendim ve bu inanılmaz hoşuma gidiyordu ama biliyordum ki hiçbir şey bitmemişti. Aksine yeni başlıyordu. Bunun en büyük göstergesi ise şu an etrafı saran kara bulutlar ve solan çiçekler, yok olan ağaçlardı. Sanırım işte şimdi en korktuğum kısma geliyordum.

Savaş başlıyordu!

Continue Reading

You'll Also Like

817K 25.7K 24
Yetişkin içerik!!! ***** Bilinmeyen numara: "Bugün siyah giyinmişsin." Bilinmeyen numara: "Ne isterdim biliyormusun?" Bilinmeyen numara: "O düğmeleri...
46.7K 2.2K 29
#yalicapkini #afrasaracoglu #mertramazandemir #seyfer #antepli
7.6M 670K 72
Elzem Akay'ın sıradan ama güzel bir hayatı vardı. En iyi okullarda okumuş, en güzel oyuncaklara ve kıyafetlere sahip olmuştu. En değerli mücevherler...
35.5K 2.2K 22
Levent ve kedi sandığı ama kedi olmayan kedisi Çakır'ın hikayesi 🌈