26#İtaat

12 4 0
                                    

Multimedya: Alan Walker, Sabrina Carpenter 'on my way'
(Çok açık ve net bir şekilde söylüyorum ki eğer Aybüke Çetin bir şarkı olsaydı bu şarkı olurdu.)

Merhabaaass
Ay çok özledim sizi ayol, nasılsınız?
Hemen geldim ve hemen gidiyorum, iyi okumalar.
Oy vermeyi ve yorum yapmayı unutmayın<3


***

İnsanlar dünyanın bir cehennem olduğundan yakınıyordu. Oysa hangi birimiz bir melek olduğumuzu iddia edebilirdik? Dünya melekleri içinde barındıran bir cehennem değildi, iblisleri kendisine ait kılan bir cehennemdi. Dünya'ya temiz doğar ve kirli veda ederdiniz. GARD böyle değildi. Burada doğanlar daha doğarken bile birer iblisti.

Küçücük çocuklar bile bir gün bir şey olur ve efendilerini korumak zorunda kalırlar diye türlü türlü eğitimden geçiyorlardı. Bazıları büyü yapabiliyor, bazıları elementlere hükmediyor, bazıları zihin okuyabiliyor ve daha nicesi. Böyle özel kişiler ne yazık ki Harmony için var oluyordu. Ben de güçlüydüm , hatta belki buradaki herkesten daha güçlüydüm ama ne yazık ki yalnızdım. O lanet kadının arkasında binlerce kişi varken ben tek başıma savaşıyordum. Onu bir tek bu yüzden kıskanıyordum ve kıskançlık en tehlikeli silahtı.

Ense kökümden alnıma kadar yayılan keskin acı ile gözlerimi açtığımda zifiri bir karanlıkla karşılaştım. Hatta öyle ki gözlerimi açtığımdan emin olmak için birkaç defa açıp kapattım. Hâlâ hiçbir şey göremiyordum ve bulunduğum yerde soğuk bir rüzgâr esiyordu. Üzerimde GARD'a geldiğimden beri giydiğim ince elbiselerden biri vardı ve esen rüzgâr istemsizce beni üşütüyordu. Uzandığım sert zeminden kalkarak oturur pozisyona geçtim ve kollarımı etrafıma sardım. Baş ağrım giderek azalırken bir süre sonra tamamen yok oldu. Tek hissettiğim soğuk rüzgârdı.

Fazla üşüdüğümden dolayı olsa gerek çenem de titremeye başlamıştı. Küçüklüğümden beri hiç karanlıktan korkan biri olmamıştım ancak şimdi zifiri bir karanlığın ortasında oluşum ve hiçbir ses olmayışı beni büyük bir korkunun içine sürüklüyordu. Henüz açık bir alanda mı yoksa kapalı bir yerde mi olduğumu bile anlamamıştım.

Derken "Merhaba!" dedi ansızın zihnimde duymaya alışmış olduğum o güzel ses. Fakat ses farklı geliyordu. Sanki, sanki zihnimin içinden değil de yanımdan geliyordu ses. Bu düşünce ile tüylerim diken diken olurken irkilmeme engel olamadım.

"Üşüyor musun yoksa?" diye sordu. Sesi inanmak istemeyeceğim kadar masum ve içten geliyordu. "Hayır!" dedim sadece.

"Dişlerin neden takırdıyor peki güzel kız?"

"Seni ilgilendirmez!"

Kulağıma yine o melodik kahkahası çalındığında bir kez daha ürperip gözlerimi sımsıkı kapatarak kollarımı etrafıma daha sıkı sardım. Korkuyordum ve fazla yakından gelen sesi bana hiç yardımcı olmuyordu.

"Şuna bak! Gözlerini de kapattın demek." bir kez daha güldü. "Gerçekten çok şirinsin."

"Neredeyim ben?" diye sordum. Korkularıma ve soğuğa rağmen sesim güçlü çıkmayı başarmıştı.

"Gözlerini açsana, nasıl göründüğümü merak etmiyor musun yoksa?" Fazla içten gelen sesi sinirlerimi bozuyordu.

"Açsam da bir şey göremiyorum zaten."

"Bence bir kez daha denemelisin."

İçimdeki bütün çelişkilere rağmen ona uyup gözlerimi yavaşça açtım fakat gördüğümü sindirmem için bu eylemi birkaç kez daha tekrarlamam gerekmişti. Karşımda saydam bir şekilde çok ama çok güzel bir kadın bana gülümseyerek bakıyordu. Omuzlarında biten gri saçları vardı, bu kadar genç ve güzelken bu saçların yaşlılığın getirisi olduğunu düşünemezdim. Doğal saç rengi buydu. Daha önce hiç kimsede görmediğim bal sarısı gözleri üzerimden bir saniye olsun ayrılmıyordu, ben ise büyülü bakışlarımı zifiri karanlıkta gözlerimi alan güzelliğinden ayırmak dâhi istemiyordum. Bembeyaz teni, kemikli yüzü, kıvrımlı ama minyon vücudu... Kesinlikle dış görünüşünün güzelliği sesinin güzelliği ile yarışırdı.

GÜNEŞİN KAHİNİWhere stories live. Discover now