POLİSLE BAŞI DERTTE( TAMAMLAN...

By authormishel

466K 33.3K 16.7K

"Meryem!"diyen güçlü, biraz endişe bulduğuma yemin edebileceğim sesi beynimi zonklattı. "Ölüyorum galiba."ded... More

°prolog°
1.
2.
3.
4.
5.
6.
7.
8.
9.
10.
11.
12.
13.
14.
15.
16.
17.
19
21
22
23
20
24
25.
26.
27
28
29
30
31.
32. FİNAL

18

6K 390 205
By authormishel


Yazım hataları varsa özür dilerim mlsf ki. İyi okumalar 🧚🏻‍♀️

*

Sıkıntıyla soluklanıp kalabalığın çatır çutur geçtiği hastane koridoruna doğru uzattığım yaralı ayağıma baktım. Bu ayak biraz daha beklerse yaşam fonksiyonları duracaktı artık çünkü kasığımdan itibaren muhteşem derecede bir hissizlik vardı. Tek bacakla kalırsam o pavyon gülü olacak adamın üç bacağından birini alırdım.

"Abla bir bakar mısın ya rica etsem." Diyen kaba sesi duydumsa da umursamadım. Böyle yoz bir sese ait kimsenin ablası olamazdım. Bu demektir ki, adam bana seslenmiyordu. "Abla. Alo! Sağır mı bu karı yahu?'' Sesi ikinci kez duyarken kimi çağırıyor diye de etrafı izlemeye başlamıştım. Kimse şu abla ortaya çıksaydı da şu sesi bir kez daha duymasaydık.

Omzumda hissettiğim dürtmeyle kaşlarımı çatıp sinirle dönerken, "Bana bak pavyon gülü, insan gibi dokun kolumu deştin. Bacağımı sokarım sana ha!'' Demem ve karşımda hiç tanımadığım bir adamı görmemle kendimi geriye çekmem eş zamanlı gerçekleşmişti.

"Abla bir saattir sesleniyoz. Sağır mısın ya?'' gevşek gevşek oynayan ağzından düşen tükürük uzattığım bacağımda serüvenini noktaladı. "Nerden ablan oluyorum be zırto? Kuduz ağzını uzak tut benden.'' dedimse de ifadesi değişmezken elindeki selpak dolu kutuyu önüme uzattı.

"Bir tane al be ablam. Vallah hiç satış yapamadım, anam kör babam topaldır." Numaracı sesini iyi tanımıştım elbette. Herkesi kandırmak kolaydır, ama bir Meryem Pınarcık'ı kandırmak asla ve asla kolay değildir.

"Param yok. Kaçırdılar beni.'' Dedim ilgisini çekeceğini umarak. "Abla başıma iş açma, alcaksan al, almıyosan gidiyorum.'' Boş sesiyle omuz silkip bakışlarımın yönünü değiştirdim. "Param yokken nasıl alacağım hııammına?'' dediğimde yanımdaki boşluğa oturdu. "Sen de mi fakirsin? Üstün başın da bi kirli zaten, bok gibi de kokuyon. Nerde kalıyon bakim sen?'' Şimdiyse küçük bir çocukla konuşur gibi uysal uysal sorular soruyordu.

"Sokaklarda kalıyorum abi. En son üç gün önce kuru bir ekmek yedim, bir daha yemek nasip olmadı. Aha böyle gezip duruyom da kimse bi kuruş verip, bi ekmek almıyo. İnsanlık ölmüş de gömeni yok.'' Numaradan doldurduğum gözlerimle yüzüne döndüm. Hüzünle bende olan gözleri bir an için vicdan azabı çekmeme neden olacaktı neredeyse. "Tamam bana bakarak konuşma, ağzın kokuyo.'' Başını önüne çevirerek konuştuğunda yüzüm kıpkırmızı kesildi. Anasını avradını pamukkale travertenlerinde suya yatırdığımın oğlu seni. Babanın ağzı kokar terbiyesiz herif. "İki kuruş para ver abi be. Şuradan kuru bi simit alırız.'' Dedim yalandan bir hüzünle. Başını sallayıp elini cebine attığında yaklaşık bir saattir önünde beklediğim tuvaletin nihayetinde kapısı açıldı. Pavyon gülü üstünü başını son kez düzelterek koridorda bana doğru gelmeye başladığında beni bıraktığı yerde ben, bu akşamın enaaayi avındaydım.

Önüme uzatılan beş lirayı aceleyle alırkan Yağız, ben ve yanımdaki selpak satıcısına anlamayan gözlerle bakıyordu. "Sağ ol abim, allah sattığını altın etsin abim." deyip oturduğum yerden cevap beklemeden kalktım. Topallayan ayağımla pıtı pıtı yürümeye başladığımda çok geçmeden pavyon gülünün de yanımda yürümeye başladığını yan bir gözle gördüm.

"O adam ne verdi sana öyle?' diyen şüpheci sesiyle bıkkınca soluklanıp sağ omzum üstünden yüzüne baktım. Avucumda sakladığım beş lirayı önüne uzattım. "Böğünki ennaaaayi avımdan hasılat. Al benzin parana katarsın fakir.''Dedim kolunu dürtüklerken. Oldukça yavaş yürüyordum ve onun da benimle birlikte ağır ağır yürüyüşü hoşuma gidiyordu.

"Sağ ol. Arada yap böyle, senin masraf çok zaten.'' Sivri dili yine ve yine sinirime dokunan şeyler söylerken dudaklarımı ısırdım. Ciddi ciddi uzattığım beş lirayı alıp cebine koyduğundaysa koridorun ortasında durup yüzüne baktım. "Bir saattir nerdesin be adam? Kaç kilometre bu şey bi rahatlayıp gelemedin.'' Dedim gözlerimle bacak arasını gösterirken. Utançla soluyup durduğu yerde elini saçlarına götürdü. O elin biraz önce çok sakıncalı şeyler yaptığını iyi biliyordum. Beyefendinin kobra hiç uslu durmuyordu çünkü. Başkaso yapsa iğreneceğim bir şeyi onun yapması nedense normal geliyordu.

Böyle öpüyorum agam. Çilek gibi dudağı var, öptükçe öpesi geliyor insanın. Sonra birden incecik beline elini koyuyor, seni kendisine çekiyor. Karşı koymak yerine sen de işini kolaylaştırıp yakınlaşıyorsun. Sonra bir bakmışsın iki bacağın üstünde, iki bacağını ayırmış oturuyorsun. Sonra öptüğün adama daha da yakın olasın geliyor, içinde bir şeyler ılık ılık akıyor. Efendime söyleyim ıslaklık hissediyorsun, sonra tatlı bir kaşıntı... kendini küçük Yağız'a yakınlaşmak isterken buluyorsun. Küçük Yağız durur mu? Dellenmiş, fıttırmış, elinde olsa pantolonu yırtıp seni bir tur saracak kadar boy atmış. Aman allahım, o da ne? İmdat! Bir anakonda, babasonda gibi diri bir baş...amanın boş verin a dostlar, asla seks senden illet şeyi önermezdim. Yılan görmek istersem ormana giderdim, Yağız bey yılanını bi yerlere kapatsın kafiiydi.

"On dakika kaldım kızım. Su aygırı mıyım fil miyim abartma istersen.'' Dedi sert bir dille. "Bir de ol istersen pavyon gülü. Gel bir de bunlar ol da ben hepten öleyim. İlk ve son seksim olur herhalde.'' deyiverdim. Anında söylediğim şeylerin utancı bünyeme dolarken bu kadar boş boğaz olunacak ne vardı diye kendimi de bir yandan da azarlamayı ihmal etmedim elbet. "Ayrıca on dakika biraz kısa geldi bana, alınma ama." dedim ağzım içinden

"Meryem, ne olur böyle konuşma. Konuşcaksan da icraat olsun. Bak yine uyandı, uyuması çok zor zaten. Ne sen azdır beni ne ben azayım.'' Duyduklarımla ortasında dikili durduğum koridorda Allah veresiye kadar hızla yürüdüm."Ayrıca yatakta net bir saat garantisi veriyorum sana." dedi kendinden emin bir tavırla.

"Senin gibi arsız bir adam daha var mı yeryüzünde acaba? Pansumana geldik, seks diyosun. A diyorum seks diyosun. Ah diyorum seks diyosun. Durdur şu yılanı da hayata devam edebileyim." Yine yanımda yürümeye başladığında kıkır kıkır gülüşleri kulağıma geliyordu. "Yalnız ah desen kurtuluş olmaz bizim için farkında mısın?'' Dedi gülüşleri arasından. Yüzüm kızarırken zorlukla yutkundum. Evlenmek falan filan diyorduk nerelere geldik böyle hııammına.

Sonunda acile acil yoldan adım attığım an, "Yetişin, öldüm a doktorlar!'' iye feryat figan kendimi yere attım. Pavyon gülü yanı başımda üstten bakışlarla beni şaşkınlık içinde izlerken bir sürü doktorun bana doğru koştuğunu da fark ettim. "Ayağım, ayağımı hissetmiyorum. Vurdular beni, kaçırdılar beni. Bir yudum suyu sakındılar benden, su.... su.. su.." Diye sayıklarken sona doğru kendimi çoktan genç bir doktorun kollarına bırakmıştım.

"Sedye açın, hasta fenalaştı." Diyen doktorun sesindeki boğuklukla gözlerimin birini açtım. Güçlü kollarıyla beni sağlamca taşıyordu ama adam nefes almıyordu ayol. O an pis koktuğumu tahmin ettim. Gözlerim gerçek bir hüzünle doldu. Bir zamanların lavanta kokulu, mis kokulu, şeftali kokulu Meryem'inin düştüğü durumlara da bakın. Elin doktoru nefes almayı bırakmış, ölümü göze almıştı.

Doktorun omzu üstünden pavyon gülüne baktığımda hızla bizi takip ettiğini görüp rahatladım. Vay anasının vize sonuçları ff gelesicenin adamının yanında böyle pis bir kokuyla mı durmuştum onca saat? Bu da yetmez gibi gerçek bir su aygırını andıran kokumla kucağında kendimi kaybetmiştim. Ben artık aseksüeldim. Seks karşıtıydım. Şu saatten sonra hiçbir güç, buna pavyon gülünün yılanı da dahil beni sevişmeye ikna edemezdi.

Sırtım yumuşak sayılacak bir yere serildiğinde baygın numarası yapıyordum. Yıllardır bir mahzende tutuluyor gibi yaparsam, bu kötü kokunun bir affı olurdu diye tahmin ediyordum. "Hastanın sargısı acilen çıkarılsın. Ameliyathaneyi hazırlayın. Bacağın kesilme durumu olabilir." Sözlerini duyar duymaz sedyede dirilmem ve acil yoldan kendimi yanımda duran pavyon gülünün kollarına atmam kaçınılmazdı. Ne bacağı ne kesmesi doktor? Sen mi verdin ki Allahın verdiğini alacaksın? Bu doktor böyle söyleyerek ne olsun istemekteydi? Allah mı olmak istemekteydi? Eğer Allah olmak istiyorduysa toplanak Allah diyeydik. Böyle şovlar hiç gerek yoktu çünkü.

"Kesilecek kadar bir şey yok. Ameliyatla kurşun çıkarıldı zaten, siz sadece duruma bakacaksınız.'' Dedi otoriter adamım. Güçlü sesi ve güçlü kolları beni bir on tur sardığında ben oturur, o ise dikili vaziyette olduğundan yılan Yağız'a bakışmaya başlamıştım bile. Oooo maşallahı vardı, iyiydi iyi.

"Siz kim oluyorsunuz beyefendi? Sizin kurşun çıkarmanız ne kadar sağlıklı?'' Diyen doktora kötü kötü baktım. Elini ileriye doğru sallamış, diğer doktorlardan destek aldığı için fazlasıyla iddialı bir görünümü vardı. Maşallah dört sezonluk dizi izler gibi izleyen doktor ve acil servis diğer çalışanları sedyelerde yardım bekleyen insanları unutmuş, garip garip bize bakıyorlardı.

"O elini kolunu indir. Yoksa elini götünden çıkarmak için ameliyata girmek zorunda kalacaksın. Emniyet amiriyim ben, işim ameliyat değil sokmak. Genel.'' Dedi dişleri arasından. Yüzümü buruşturmadan edemedim. Bu adam pisti, e ben de pistim. Bizim ortaya karışık bir çocuk olması durumunda ülkenin ahlaki değerleri sıfırlanabilirdi.

"Burası hastane, biz ne dersek o olur." İnat eden doktorla gözlerimi kapatıp kollarımı pavyon gülünün belinden çektim. "Yahu zaten kurşunu pavyon gülü, ay Yağız komiser çıkarmadı. Gayet iyiyim kesmeyin bacağımı, onsuz nasıl yürürüm?'' Dedim acımasını umarak.

"Sizi anlıyorum hanımefendi ama ameliyat ne koşullarda gerçekleşti bunu bilmiyoruz. Üstünüze başınıza bakılırsa çok da steril bir ortamda olmamış. Mikrop kapmış olma ihtimaliniz yüksek, pansuman sonrası ameliyat gerekebilir. Sizi çürük bir bacakla bırakamam."

"Ne varmış üstümde başımda? Bok mu var? Nefes alırken yüzünü dönüyorsun zaten, bok mu kokuyorum? Kaç yıl bi delikte kaldım haberin var mı? Sanmıyorum." Odaklandığım kısma boydan girme şansım olsaydı keşke de ben de normal bir insan olabilseydim. Adam işini yapıyordu biz zorlaştırıyorduk. Tutuklayın bizi ey adalet savaşçısı avukatlar!!

"Ne varmış kokunda? Açsın da kıçını koklasın. Hala mis gibi kokuyorsun." Pavyon gülünün kısık kısık söylenmesi gururumu okşarken yanağımı karnına gömdüm. Aşıktım dostlar....çok aşıktım.

"Ahh tamam. Sizinle hiç uğraşamam. 17 saat nöbet tut böyle sakat insanlar gelsin. Bildiğinizi okuyun. Tencere kapak olmuşsunuz." Der demez kalabalığı yararak gözden kayboldu.

"Dürrük. Biz de tutuyoruz 17 saat nöbet. Havalara bak." Ters ters konuşan pavyon gülüne sakin olmasını işaretleyip hala izleyen kalabalığa döndüm. "Yardım etmek isteyen var mı? Hani, pansuman falan lazım gibi geldi bize de." dedim sabırsızca. Hepsi kararsız halde bize bakıyor, yapmaları gereken ilk yardımı asla yapmak istiyor gibi de durmuyorlardı.

"Gidelim pavyon gülü." dedim fısıltıyla. "Bunlar bize yardım etmeyecek." diyerek devam ettiğimde de pavyon gülü onaylar bir mırıltı çıkarıp bir kolunu bacaklarımın altından geçirerek diğerini ise belime sararak beni kucakladı. Bu kötü kokum bile adama cennet bahçesi gibi geliyordu. Zannımca aşkımdan yanmıştı kız anam.

"Ettiğiniz yemin de duvara çivilediğiniz hipokrat da götünüze girsin. Biz işimizi kendimiz görürüz." Söylene söylene acil servisten çıktığında soğuk gecenin kucağına düştük birden. Saat epeyce geçti, tahmini sabah olacak kadar geç bir saatti ki, uyku da fazla ağır hissedilmeye başlanmıştı.

"Biraz kaşındık sanki pavyon gülü." dedim uykulu sesimle. Bıraksaydık da koca 6 yıl okumuş adam işini görseydi. Yok bizim o boş çene susar mıydı? "Kızım bana savunma şu lavuğu. Gelmiş artistlik yapıyor. Konuştuğumuza göre bir bildiğimiz var demek ki. Hayır yani, diğerlerini de anlamıyorum. Adam mı sikiyoruz? Muayene etmediler resmen seni, dava açıcam bu hastaneye." derken çoktan otoparka gelmiş, kocaman jeepin önünde durmuştuk.

"Ceketin sol cebinden anahtarı çıkarabilir misin güzelim?" yumuşak sesiyle bana döndüğünde yüzümü kaldırıp dikkatle sert çehresini izledim. "Çok mu pis kokuyorum ben?" deyiverdim birdenbire. Pis kokmaya alışkın olmadığım gibi, eminim ki Yağız da beni böyle pasaklı ve pis görmemişti.

"Gerçekleri mi duymak istersin, mutlu edecek şeyleri mi?" fısır fısır konuşurken dudağıma indirdiği koyu bakışlarına güvenip, "Gerçeği." demiştim ama demez olaydım. Dilim kopaydı da o sözü söylemez olaydım. "Baya ağır bir koku var." dedi üzgünce. Kaşlarım gözlerimin üstüne düşerken sol cebindeki anahtarı çıkarıp düğmeye basarak kapıları açtım.

"Kendim bineyim artık." dediysem de doksan bin beygir gücünde ve boyundaki bu arabaya normalde de binemediğim gibi şimdi de binemeyecektim. Bu yüzden dikkate almadığı beyanımla birlikte kapıya yaklaştırdığı bedenimi biraz eğip kapıyı açtım. İçeriye yine onun kucağında girdiğimde, deri koltuğa konan kıçım üzüntüden anın tadını çıkaramadı bile. Düşen omuzlarım da cabası... Sen görürdün Yağız efendi. Ne kadar güzel koku varsa sürüp, ne kadar güzel elbise varsa giyip önünden geçecektim. Sana da bakmayacaktım. Ne demişti üstad Yıldız Tilbe, yürü anca gidersin demişti. Evet. Anca giderdin pis kart seni.

Üstüme eğdiği bedeni doğrulduğu sıra gözlerimin içine dikkatle baktı. Yüzüme yağdan yapışan saçı hiç iğrenmiş gibi görünmeden arkaya atarken derince soludu. E pis kokuyoduysam koklama o zaman zilli adam. "Ne olursa olsun hala dünyanın en güzel kadınısın. En güzel koku hala senin. Hala en sevdiğim şey sensin. Öpmek istediğim dudaklar senin, bakmak istediğim gözler senin. Yanmışım sana." boğuk sesinin söylediklerinin hemen ardından dudağıma kaçamak bir öpücük bırakıp kapıyı kapattı.

Kalbime yediğim tekme bir futbolcunun gole giderken karşı takım defansından yediği tekme kadar sertti. Yaşadığım tüm kötü şeyleri, yaşattığı ve yaşattığım tüm olumsuzlukları tek bir salisede silecek kadar güçlüydü sözleri. Sağlam ve mertti. Adam gibi adamdı. Acilen bi seks yapmak lazımdı.

*

Bacağıma sardığı beyaz sargı bezini izledim. Yavaşça, acımaması için çaba sarf ederek bacağımın çevresinde dolaştırdığı bez fazla kalın olmuş gibi geldiğinde elimi kaldırıp omzuna dokundum. "Tamam sen de firavun mu mumyaladın be adam? Mikrop yok tamam da artık bi kat daha katlarsan kangrenden ölümüm var gibi." dedim sert sesimle. İşine odaklanmış düşünceli ve uykulu gözlerini anlık olarak gözlerime çıkardığında başını sallayıp yere bıraktığı makasla sargı bezini sonunda kesip bir bantla tutturdu.

Yaptığı işten çokça memnun görünen bakışları yine bana döndüğünde dudaklarımı ısırıp aydınlanmaya başlamış gökyüzünü izlemeye başladım.

Peki ben nerdeydim? Evet, pavyon gülünün evindeydim. Ne kadar beni evime götürmesi konusunda ısrar (!) etsem de zorla (!) kendi evine getirmişti. Hiç(!) gönlüm de yoktu üstelik. Şimdi annem babam ayakta eve gelmemi bekliyordu muhtemelen... Sanırım bu sorguyu elimden geldiğince ötelemek, ertelemek istiyordum.

Eğer pavyon gülünün peşine düşüp uyuşturucu çetesi çökerttiğim öğrenilirse bir daha asla Yağız'ı göremeyebilirdim ki bu ne aklıma ne de kalbime yatan bir şey değildi. Ben onsuz yapabilir miydim? Katiyen yapamazdım.

"Babama ne diyeceğim?" dedim kısık sesle. Beni ondan koparacak herhangi bir şeye hazır hissetmiyordum. Konuşmasını umsam da öyle olmadı. O da ne söylemem gerektiğini bilmiyor gibiydi. "Doğru neyse onu." deyip soluklandı biraz zaman sonra. "Sanırım." deyip sustuğunda dışarıyı izleyen gözlerimi yüzüne çevirdim. Dikkatli bakışları yüzümde geziyordu.

"Evlenme konusunda, ciddi miydin?"Öncesinde uzun bir süre sayılacak kadar susmuştuk. "Ciddiydim. Kararlıyım." kendinden emin sesi sanki seksen bin kişi de sorsa şüpheye düşmeden sözünü savunacak kadar keskindi.

"Bizimkiler bu olanlardan sonra ölsem aşkımdan onay vermez." üzgün halim sesime de yansımış, ikimizi de oldukça beter bir hale sokmuştu. O da kendinden emin değildi, kocaman dağ gibi adamdı. Beni istediğini biliyordu. Ama ailem konusunda emin olamıyordu, olamıyorduk.

"Kaçırırım seni. Önemli olan bizim birlikte mutlu olacağımızı düşünüyor oluşumuz değil mi?'' beklenti ve onay ister tavrına düz düz bakıp, "Hayır." Dedim. Keyifli sesim cevabın tam aksi olduğunu söylüyordu. Ailemi karşıma alıp ona kaçabilir miydim bilmiyordum ama son çare de o olursa yaşanır gibiydi.

"Baba.'' Eymen'in uykulu sesi aramızdaki kısa süreli sessizliği yıkıp geçti. Ayak ucundaki adam omzu üstünden kapıya bakarken, küçücük çocuktan utanan ben kucağımda birleştirdiğim ellerimi izlemeye başladım. "Oğlum, neden ayaktasın?" merhametli sesini duyan küçük şeytan Eymen'in çıplak ayakla attığı adımlar onu yanımıza getirdiğinde pavyon gülü kollarını açmış, Eymen'in çoktan saatler önce benim oturduğum kucağa oturtmuştu.

Kolundan tutup kaldırmam ve orası benim demem yok muydu? Yoktu Meryem, adam olmayı öğren artık.

"Günlerdir eve gelmiyorsun." Kısık sesle konuşan çocuk ani bir mutluluk ve mutsuzluğa soktu beni. İkisinin aynı anda olabileceğini daha önce keşfetmek nasip de olmamıştı. Günlerce eve gelmediyse her yerde beni aramış demekti, bu da ne anlama gelirdi... yanıyordu benim için. Bu mutlu ederdi çünkü ben de ona yanıyordum. Ama bir yandan da ilgiye muhtaç, babasından başka kimsesi olmayan bir çocuk günlerce babasız uyumuştu.

Aman uyudu da sütten ekmekten geri mi kaldı kız? Dayansın azıcık.

"Meryem ablanı getirdik, kayıp olduğunu söylemiştim ya sana." Aşk adamımın kadife kadar yumuşak sesi yüzümü güldürürken onları göz ucuyla izleyen gözlerim bu sefer salonda dolaşmaya başladı. Kapalı televizyon yansımasından gördüğüm iğrenç insan bendim ne yazık ki. Sağlık olsundu, her gün güzel olamazdım çok yorucuydu.

Yemek masası üzerinde duran pembe renkli bir fular görür gibi olduğumda kaşlarım çatıldı. İnşallah Eymen bir kıza aşıktır da kızın kafasından çalıp eve getirmiştir. Aksi takdirde bu eve benden başka reşit bir kadının girmesi kabul edilebilir bir şey değildi.

"Ölmemiş, gözün aydın." Dedi kalpsiz Eymen. Ölmemi çok isterdin ama maalesef yavrum, sana cici ana olacak kadar hayattaydım. "Lütfen böyle konuşma, sana sahilde dondurma alırken anlattıklarımı unuttun mu?" Yağız'ın sesi hafiften sertleşmiş, 'ooolum o senin annen annen' diyerek çıkışacak kadar güven doluydu. Bu arada, bu adam benimle ilgili ne anlatmış olabilirdi? Üstelik dondurma yalarken? Yalarken? Beni mi anlatmıştı?

"Sen çocuğa neler anlatıyosun be pis adam? Ağzında dondurma varken beni mi hayal ediyosun arsız? Çocuğun yanında bari yapma çirkin mendebur." Eymen'in bakışlarını sonunda üstüme çekebildiğimde önce beni biraz izledi. Sarılı bacağımda oyalanan bakışları yüzümde durduğunda burnunu kırıştırıp, "Yalnız ben ne söylediğini anlayacak yaşta varım. Çocukların yanında böyle imalar yapılınmaz, terbiyesiz diye de sana derler." Bıcır bıcır konuşan çocuğun yanıbaşında duran babasına baktım.

"Şaşırdık mı zaten?" dedikten sonra ellerini havaya kaldırıp pavyon gülünü gösterdim. "Senin baban bu adam. Senin herhangi bir şeyi anlamamak gibi bir durumun olabilir mi? Olamaz. Baban müsaade etmez buna." Yağız duyduklarından memnun halde gülümsedi.

"Benden bu kadar nefret ediyor olmanın sebebi de bu adam." Keskin bakışlarım söylediklerimle düşen yüzünde gezindi. Ondan çektiğim gözlerimi kapıda yeni bir hareketlilik hissederken kapıya çektim. Hüma üzerinde kendine bir hayli büyük gelmiş bir tişört, ki bunun kimin tişörtü olduğunu söylememe gerek var mıydı sanmıyorum, altında ise çıplak bacakları ile salona girdi.

Dağınık, kalın saçları omuzlarından dökülmüştü. Gelişigüzel bana baktıktan sonra dikkatle Yağız'a odaklandı. "Gelmişsin." Diyen sesindeki uykulu tını içimi gıdıklarken Yağız'ın yatağında uyuduğunu düşünmüştüm. Sanki kocası devriyeden geliyordu haspam. Aşkını kurtarıyordu.

"Geldik, Meryem'i evine bırakacağım. Eymen'i yatırır mısın?" rahatsız sesi sinirlerimi bozuyordu. Madem bu kadından rahatsız oluyordun, madem yakınlığı hoşuna gitmiyordu, başka kimse mi yoktu evine alıp, çocuğunu baktıracak? Ama yok, birazdan sorsam diyecekti ki, 'Eymen onu istedi.' Kesinlikle soracaktım ve kesinlikle bunu diyecekti. Peki ben ne diyecektim?

'İyi, al da oğlunun başına ana yap o zaman diyecektim.' Sonra ne olacaktı? Ben anlayışsız olacaktım. Evet tamamen bunlar yaşanacaktı.

"Ben kendim giderim, sen yat uyu artık." İma dolu sesim karşımda çaresizce bana bakan adamın omuzlarını düşürdü. Benden nefret eden oğlunun Hüma ablası vardı, aman maazallah bu kızdan da nefret ederdi falan hayata küserdi çocukcağız.

"Ben de geleceğim Meryem. Yalnız gidemezsin." Dediğinde Hüma'nın derince soluduğunu duyumsadım. 'Sen bilirsin' der gibi omuz silkip ayaklandım. Kan dolaşımım durmuştu a dostlar bacağım kazık gibi olmuştu. İşte şimdi Hüma'ya boydan girme zamanıydı.

Ben önden önden kimsenin yüzüne bile bakmadan gitmeye niyetlenip kapıya yürürken Hüma kendini kapıya iyice yaslamıştı. İfadesiz yüzünü hiç çekemezdim ne yazık ki. Odadan olabildiğince hızlı çıktım. Pavyon gülü de arkamdan gelirken kapıya varmış, gözlerimi yerde duran kirli ayakkabılarıma dikmiştim. Eğilip giymem oldukça zor olacak gibi duruyordu. Maşallah pavyon gülümüz bacağımı seksen tur sardığı için değil eğilmek, nefes almak bile zorluyordu.

Yağız beyimiz yanımdan geçip önümde eğildiğinde ayakkabılarımdan birini eline alıp alttan bir bakış yolladı. "Kaldır sağ ayağını." Diyen kısık sesiyle söylediğini yaparken bir elimi de omzuna destek alabilmek için bastırdım. Sol ayağıma ayakkabımı geçirirken gözlerim istemsizce doldu. Beni tam bu kapı eşiğinde ağlattığını, onu ilk kez burada öptüğümü unutmayacaktım. Pes ettim dediğim ne varsa önüme set olmuştu, benim afili sözler söyleyip hava civa yaptıktan sonra bu adamdan vazgeçme ihtimalim uzayda yoktu.

Sonunda pavyon gülü ayaklandı, yanımda iri bir aslan gibi durduğunda bana kısa bir bakış atıp arkamda kalan insanlara odakladı bakışlarını. "Eymen hemen yatağa gidiyorsun." İtiraz istemez sesi ve bakışları sonrasında tahmin ediyorum ki Hüma'ya odaklandı.

"Ben Meryem'i evine bırakır bırakmaz merkeze gideceğim. Soruşturma için yardım ederim." Sözlerine Hüma'dan kısa bir onaylama aldıktan sonra bana bakmadan kapıya döndü. Kapı sert hamlesiyle açılırken eşikten geçip bana elini uzattı. Yüzümde bir gülümseme ile yavaş birkaç adım atıp uzattığı eli tuttum. Siz hayalini kurardınız bir gerçekleştirirdik böyle. Hadi bakalım Hüma hanım siz zırlama seansınıza kaldığınız yerden devam edebilirdiniz.

Pavyon gülünün evi önünde duran arabasında bu gece dördüncü kez yerimi aldığımda araç sokakta yavaş yavaş ilerlemeye başladı. Yan bir bakışla dalgın yüzüne baktım.

"Hiç uyumadan emniyete mi gideceksin?" dedim kısık sesimle. Başını aşağı yukarı salladığı an ellerimi kucağımda birleştirip önümü döndüm. "Başına bela üstüne bela açıyorum." Fısıltım yeteri kadar sessiz olan ortamda dağıldı. Derin bir nefes alıp verdiğindeyse söylediklerimi hiçe sayıp, "Babanla konuşmamı ister misin?'' Diye sordu. Kaşlarımı hafifçe çatıp yüzüne baktım. "Ne konuda konuşacaksın?" deyişim ve onun direksiyonu sola kırıp bizim sokağa girişi peş peşeydi.

"Bu kaçırılma mevzusu işte. Muhtemelen kamu davası açılacak, sen ve ailen mağdur olarak davacı olacaksınız." Kısa bir an bana bakıp tekrar yola odaklandı. Epey de yavaş gidiyordu haspam. Tosbağa bile bizi geçerdi şu an.

"Ne söyleyeceksin ki konuşsan bile? Beni mi savunacaksın? O gün o baskında olmamam lazımdı, suç benim olduğu gibi sorumlulukta benim." İlk defa bu kadar olgun düşünmeme ben de şaşarken pavyon gülünün kaşlarını şaşkınca kaldırdığını görmedim değil tabi. Bu kadar mantıklı oluşumun nedeni de sanırım şu an pavyon gülünün evinde olan kadın kişisiydi.

"Konu bu değil Meryem. Ona bakarsan benim de seni ne olursa olsun kabul etmemem gerekiyordu. Ama ettim işte." Araba durduğunda camdan dışarıya baktım. Evimin önündeydik kız anam. "Konu bunu öğrendikleri an bize engel olabilecek hakkı kendilerinde bulmaları." Başımı çevirip yüzüne baktım. Doğrulduğu koltukta öylece yüzüme bakıyordu. "Onlar benim anne babam. Benim için neyin iyi neyin kötü olduğunu görebilecek ve yönlendirmek isteyecek olmaları normal." Alayla gülümseyip başını salladı.

"Ha, senin bu sözünden çıkarmam gereken şey şu öyleyse; ben senin için iyi bir seçenek değilim. Sırf ailen istediği için aramızdaki şey bitebilir öyle mi?" takındığı duygusuz tavrının altındaki hüznü sezdiğimde yanlış kelimeler seçtiğimi fark ettim. "Öyle bir şey söylemedim. Benim için kötü bir seçenek değilsin. Seninle ne yaşadıysam istediğim için yaşadım. Sen de babasın, oğlunun yanlış yaptığını düşünebilirsin, onu doğruya yönlendirmek görevin." Kendimi hızla açıklamaya çalışmalarım duvarlarını sarsamadı bile.

"Ban kalırsa sen kendinden emin değilsin. Emin olduğun bir şeyde aileni umursamayacak kadar dik kafalı ve sivri dillisin. Hep anlayış beklersin, ailene bu konuda anlayış gösteriyor olmanın asıl nedeni bu." Küskün bakışları, istemsiz küçük bir çocuk gibi büzdüğü dudaklarıyla şekillendirdiği yüzüne hayretle baktım. Dudaklarım defalarca kez açılıp kapanırken, söylediği şeylere karşı en ufak bir karşıt kelime çıkmadı ağzımdan.

Beklentiye giren yanı yavaş yavaş çürüdü, bunu gözlerinde gördüm. "Kendini ne zaman iyi hissedersen emniyete ifade için gelebilirsin." deyip arabayı çalıştırdığında omuzlarım çöktü.

"Yağız." Dediğim an cama vuran parmaklarla irkildim. Bakışlarım korkuyla dışarıyı bularken babamın önde annemin ise hemen arkasında araçtan inmemi beklediğini fark ettim. "Hadi, hadi." Dedi babam heyecanla. Yüzümde hafif bir gülümseme doğdu. Onları öyle özleyeceğim ölsem aklımdan geçmezdi kız anam.

Son bir defa daha Yağız delikanlıma döndüm. Hala karşıyı izleyen gözleri bana uğramadı bile. "Seni seviyorum." Diyebildiğim nadir anlardan biriydi ve yine yüzüme bakmamıştı. Derince bir nefes alıp kapıyı açtım. Babam bir iki adım gerileyip bana elini uzattığında onun da yardımıyla yerden oldukça yüksek olan arabadan inmiştim bile.

Pavyon gülü kapı kapanır kapanmaz hızla önümüzden kayıp gitti. Hay dilimi eşek arısı sokaydı da o lafları etmeyeydim. Arkasından üzgün üzgün onu izlerken birden annem boynuma sarılmış, babam da dolu gözleriyle bizi izlemeye başlamıştı. Bir yerlerden gelen alkış sesiyle birlikte başımı kaldırıp apartmana baktım. Tüm camlar dolmuş, herkes Nobel kimya ödülü kazanmışım gibi beni alkışlıyordu. Eh hakkımdı tabi, bu ülke şartlarında bir günü daha ölmeden tamamlamıştık vesselam.

''Kız Kudret, yarın gel de monoton hayatına maceralarımla renk katayım.'' Affanların evinin hemen bitişiğindeki apartman camından bizi izleyen orta yaşlı bekar kadına baktım. Kara saçlarını karıştırıp başını 'tamam' dercesine salladıktan sonra Yağız'ın çoktan kaybolduğu boş yolu izledim.

''Ölmedin mi yine dokuz canlı cadı?'' diye seslendi Nezaket teyze kokuşmuş odasının camından. ''Seni toprağa koymadan ölmek haram bana buruşuk patlıcan seni.'' Atışmamız sokaktakileri güldürürken alkış sesleriyle elimi göğsüme koyup herkesi bir bir selamladım.

''Bela mıknatısı.'' Tanıdık sese dönmem ve Efsun'un kollarını boynuma dolaması bir olmuştu. Beline doladığım ellerimle sarılışına karşılık verdim. ''Neler oldu ben yokken? Benim acım Affan ile seni yakınlaştırmadıysa böyle yokluğun amına koyarım.'' Dedim sinirle. Kıkırdayıp burnunu çektiyse de sarılışına son vermemişti.

''Öpüştük biraz.'' dedi utana sıkıla.

**

Arkadaşlar bu bölüm çok çok önceden yazılmış bir bölüm. Belki olmaz ama olur diye söylemek istiyorum, doktor sahnesinde gereksiz duyar kasacak kişilerin bu duyardan vazgeçmesi rica olunur. Maalesef her şeyden nem kapan ve linçleme hastalığına yakalanan çok insan var fakat amacım doktorları yermek falan değil. Ona göre okuduğunuz şeye yargıyla yaklaşamazsanız sevinirim.

İyi akşamlar.

Continue Reading

You'll Also Like

12.5K 850 33
'Ben etrafındakilere Feza'yım ama onun için Cânfezâ'yım.' Aile baskısı gören içe kapanık ve kalabalık ortamlarda bulunmak istemeyen kız Ve bunların...
1.6M 106K 50
Kitap olduğu için tanıtım amaçlı ilk 5 bölüm dışında hikaye yayımdan kaldırıldı. En büyük hobisi, uygun çiftleri birleştirip evlendirmek olan bir an...
18.9K 133 43
En beğendiğim kitapları sizlerle de paylaşmak istedim... Beğeni ve yorumlarınızı eksik etmeyin lütfen
6.8K 824 4
Sıradan bir hayat yaşayan Bellur için her şey bir masal kitabıyla başladı. Hayır, sıradan bir masal kitabı değildi! Bilindik ve bilinmedik tüm efsan...