VİSAL

By rumeysadoganm

142K 7.3K 2.5K

~Tamamlandı~ İnsan yaşadığı zorlukları bahane edip yazısındaki kaderin enaniyetine sığınmaktan hep kaçar. Hep... More

1. Bölüm
2. Bölüm
3. Bölüm
4. Bölüm
5. Bölüm
6. Bölüm
7. Bölüm
8. Bölüm
9. Bölüm
10. Bölüm
Önemli Bir Duyuru
11. Bölüm
12. Bölüm
13. BÖLÜM
14. BÖLÜM
15. BÖLÜM
16. BÖLÜM
17. Bölüm
18. Bölüm
19. Bölüm
20. Bölüm
21. Bölüm
22. Bölüm
23. BÖLÜM
24. BÖLÜM
25. BÖLÜM
26. BÖLÜM
27. BÖLÜM
28. BÖLÜM
29. BÖLÜM
30. BÖLÜM
31. BÖLÜM
32. BÖLÜM
33. BÖLÜM
34. BÖLÜM
35. BÖLÜM
36. BÖLÜM
37. BÖLÜM
38. BÖLÜM
39. BÖLÜM
40. BÖLÜM
41. BÖLÜM
42. BÖLÜM
43. BÖLÜM
44. BÖLÜM
45. BÖLÜM
46. BÖLÜM
47. BÖLÜM
48. BÖLÜM
49. BÖLÜM
ANKA-I AŞK KİTAP OLDU.
Özel Bölüm

50 ~ FİNAL

3.4K 93 21
By rumeysadoganm

12.11.2018

50 ~ FİNAL

VİSAL

Hep hayal ederdim, hayallerimin ardına sığdırdığım birçok da umudum vardı. Hep başka şekilde düşünür, başka bir hayat yaşamayı arzulardım. Benim hayallerim bir çocuğunki kadar saf, temiz berraktı. Sanki ömrümü ben belirliyormuşum gibi, yaşamak istediklerime kendim karar veriyordum. Allah'ın bize sunduğu kaderi hep göz ardı ederken şu an yaşadıklarım bir tokat gibi yüzüme çarpmıştı. Hayatımdaki insanları seviyordum, onu seviyordum. Hayatımdaki siyah lekenin tek beyazı oydu sadece. Hayatımdaki zorlukları ise imtihanım belliyordum, biliyordum ki Allah'ın bize sunduğu dikenli yolun sonuna çiçekler sermişti. Biliyordum ki, bu yolda düşecektik ama hep ayağa kalkmayı da başaracaktık. Buna hep inanıyordum, bunun Allah'tan geldiğini biliyordum, o en güzelini de verecekti bilirdim.

Gün batımının üzerinden bir hafta geçmişti. Bu bir haftada çok şey yaşamıştık. Yiğit her zamanki gibi eve çok az uğramıştı. Buna alışmam biraz güç olmuştu ama alışmıştım. Sadece onu özlüyordum.

Evin içinde koşturan Hümeyra gelip kucağıma oturduğunda bütün düşüncelerimden arındım. Yorgunluktan kucağıma pusmuştu tabii onu yoransa Efe'ydi. Son birkaç gündür Hümeyra'ya fazlaca düşmeye başlamıştı. Öz amcası olsa bu kadar olmazdı. Aralarındaki bu güzellik beni mutlu ediyordu. Efe'nin bu halleri ve benim ona olan minnetim gün geçtikçe büyüyordu. O bir yabancı değildi, bunu o söylemese de biz kabullenmiştik.

"Sen şirkete gitmedin mi bugün?" Karşıma oturup bakışlarını Hümeyra'dan çekerek bana baktı. Yüzünde arsız bir gülüş vardı.

"Hümoşumu göreceğim deyip kaçtım." Hümeyra'nın ismini kısaltıp konuşmasına karşın gülümsedim.

"Bence Yiğit'in haberi yok." İtirafım ile gülüşü daha da arttı, onu yakalamıştım. Yiğit bir duysa ağzından girip burnundan çıkardı da Efe'nin pek taktığı söylenemezdi.

"Aman be yenge, azıcıkta Serkan uğraşsın." Öne doğru eğilip, "Sana açıkça konuşacağım ama Yiğit gerçekten çekilmiyor, bakma sana karşı mır ama bize karşı hiçte öyle değil." Bu itirafı kıkırdamama neden oldu. Tahmin edebiliyordum, hele ki son zamanlarda yoğun işlerden dolayı benden uzak kalmasının acısını diğerlerinden çıkarıyordu.

"Yarında Serkan'ı burada görürsem şaşırmayacağım anlaşılan." Geri yaslanıp kolunu koltuğun tepesine tekrar yaslayıp bana bunun olacağını söyler gibi baktı. Sanırım işler gerçekten yoğundu. En azından benim anladığım kadarıyla da bu yoğunluk birkaç gün sürecekti. Efe'nin telefonu çaldığında yanımdan ayrıldı. Bende Hümeyra'yı odasına götürüp yatırdım. Akşam yoğun olacaktı, Ezgi'nin istemesi vardı. Bu sabahta amcamlar gelmiş olmalıydı. Bugün onları görmeye gidemeyecektim, akşam Kemal amcalarda görüşecek, yarın için ise planlarımı mahalle için ayıracaktım. İkindi namazımı kılıp dolaptan akşam giyeceğim elbiseyi çıkardım. Birkaç saat köşeye çekilip kitabımı okudum.

...

Köşedeki çantamı alıp içerisine Hümeyra için birkaç eşya ve kendime ait gerekli eşyalarımı koyup odadan çıktım. Aşağıda beni bekleyen Aysun anne ve Halime abla gelmemle evden çıktılar. Işıkları arkadan kapatıp ben de evden çıktım. Hafif soğuk vardı havada. Bu yüzdende biraz ürpermiştim. Yiğit hâlâ gelmediği içinde yüzümde asık bir ifade vardı. Bindiğimiz arabayı Kerem hareket ettirdiğinde herkes konuşuyor bense onları sessizce dinliyordum.

Evin önüne geldiğimizde hemen köşeye yeni park edilmiş iki araçla olduğum yerde durdum. Arabayı süren Bahadır herkesten önce inmişti. Bu gece oldukça şıktı, hatta onu böyle spor dışı klasik kıyafetlerle ilk defa görüyordum.

Ardından Turgay amcalar ve annemle babam indi. Diğer arabadan ise Kadir enişte ve Tülay yengem arkada ise gençler vardı. Nehir abisinin yanına gidip koluna girdi. Nehir bu gece ne yapacaktı hiçbir fikrim yoktu, Bahadır'ı gerçekten çok kıskanıyordu abisi olması haliyle de onu kimseyle paylaşmak istemiyordu. Hatta birkaç sene evvel bir kızı gerçekten kötü dövmüştü. Diğerleri ise arkadan geliyordu. Hepsiyle kucaklaştım. Neva son gördüğümden bu yana epey büyümüştü. Sahi onları görmeyeli gerçekten uzun zaman olmuştu.

Onlarda zaten Hümeyra'yı kucaktan kucağa atıyorlardı. Hümeyra ise normal olarak Neva'ya yaklaşıyordu.

"Zeynep, ne güzel büyümüş Hümeyra." Onlarla pek görüşemesem de telefonda yahut da WhatsApp üzerinden resimlerini göndermiştim. Mehtap ablayı onaylayıp, "Büyüyor," dedim. "Neva'da aynı şekilde, ne kadar büyümüş." Bu bir ukde gibi yüzümü düşürdü. Ailemden ne kadar uzaklaşmıştım böyle. Oysa birkaç sene evvel çok fazla birbirimize gider gelir, görüşürdük.

"Sen iyi misin tatlım?" Yüzümdeki hafif puslu olan hüznü fark etmesiyle o ifadeyi yok sayıp gülümsedim. Kendime bencil olmaya başlamam nafileydi, kimse buna inanmıyordu.

"İyiyim," dedim lakin bu ona inandırıcı gelmedi. Bunu arkamda bırakıp ilerledim. Melek yengem, Tülay yengem... Hepsinin da bakışları üzerimdeydi. Eskiden olsam onlara esprili sözler söylerdim ama artık yapacak kadar istekli değildim. Olgunlaşmıştım sanırım, yahut da buna alışmıştım.

İçeride bizi karşılayan ufak bir aile vardı. Ezgi heyecanla herkese sarılıp akabinde Bahadır'la bakıştılar. İkisinin de yüzünde katıksız bir heyecan saf bir sıcaklık vardı. Bahadır'ın gözleri nasıl parlıyordu bunu görebiliyordum, özellikle Ezgi, kıpır kıpırdı.

Herkes gibi bende köşeye oturmamla içerideki yoğun sohbete odaklandım. Bu gece tuhaf bir havanın ortasındaydık. Kemal amcanın bir yandan hüzünlenmesi bir yandan içine sinen bu durumu görebiliyordum. İlk başta istememesinin nedeni korkusuydu. Bu durum aslından onun kendi kendine çıkardığı kuruntuydu sadece.

Kızlarla beraber mutfağa geçtik, zaten içerideki yoğun sohbette sıkılmıştım. Nehir çekingen bir tavırla Ezgi'ye bakıyordu, aslında önceden birbirlerini görmüşlerdi ama öyle çok tanışıklıkları yoktu.

"Git konuş..." Kolunu dürtüklememle gözleri irildi. Ezgi'ye seslenip, "Buraya gelsene," dedim. Nehir sen ne yapıyorsun der gibi baktı ama umursamadım. "Gelin görümce şöyle bir tanışında Nehir'in çekingenliği gitsin." Ezgi anlamış gibi Nehir'e gülümseyerek baktı. Dediğimi yapıp ufak bir sohbetle aralarındaki sınırı ortadan kaldırdılar.

Dalgınca Ezgi'nin yaptıklarını izlerken bu dalgınlığımı Ezgi bozdu. Aslında benimde konuşmaya ihtiyacım vardı. Kahvenin altını kısıp yanıma geldiğinde göğsümde birleştirdiğim kollarımı serbest bıraktım.

"Aramamı ister misin?"

"Şimdi değil, belki gelir." Gülümsedi. Masanın üzerinde duran elimi tutup, "Muhakkak gelecek," dedi. "Dün onu gördüm, yoğundu ama yanına gelmek için işlerini hemen bitirmeye çalışıyordu." Ben de gülümsedim. Bunu bilebiliyordum.

"Neyse, sen beni bırak da kahveye bak, taşıracaksın." İkimizde ayağa kalktık. Ezgi kahveleri koyarken bende pencere kenarına geçtim. Birkaç dakika sonra evin önünde duran araba ile heyecanın nüksetti. Evet, oydu. İndi arabadan ve ben heyecanla kıpraştım. Anlamış gibi başını kaldırdığında göz göze geldik.

"Geldi," dedim heyecanlanarak. Ezgi bu halime gülümsedi, ona takılmayıp kapıya koştum. Daha gelmemişti, oradaydı. Onu beklemeden koştum. Hala rabanın yanındaydı ve sarılışımla bir adım geri sarsıldı. Kolları belimi sararken birden böyle ona sarılışıma şaşırdı. Bunu ben de kendimden beklemiyordum ama ona karşı mesafeme bir son vermek istiyordum. Özlemiştim...

Geri çekilerek yorgun yüzüne bakışı gülümseyişiyle gölgeleniyordu ama ben anlıyordum. Ceketinin iç cebinden bir dal papatya çıkardı. Parmaklarının arasında duran papatyayı daha yeni aldığı belliydi. Papatyayı almamın ardından elimi avucunun arasına aldı.

"Yorgun gözüküyorsun." Ne onayladı ne de inkâr etti. Sadece yüzüme dalgınca bakıyordu.

"Geç kaldım sanırım." Lafı değiştirmek istiyordu, ben de onun istediği şekilde davranacaktım.

"Hayır, kahveler yeni yapılıyor daha."

"Hadi geçelim."

...

İstemeden sonra yüzükler takılıp yemek için masaya oturuldu. Kızlarla mutfakta yiyeceğimiz için Hümeyra'yı da alıp geçecektim ama annemler ilgileneceklerini söyleyip kucağımdan aldılar. Ezgi mutfağa ayrı masa açıp yemekleri koyarken yardım ettim.

"Annesi çok tatlı bir kadınmış." Sessizce söylenmesi diğer kızların duymayacağı kadardı. Yarım saat önce ikisini sohbet ederken görmüştüm.

"İyidir yengem, biraz zaman geçsin daha çok seveceksin." Tatlı tatlı gülümseyişinin ardında gerçekten sevdiğini gösteriyordu.

"Çok heyecanlıyım Zeynep, yakında ailenize gireceğim ve bambaşka bir hayat karşılıyor beni."

"Bence iyi düşün bak, bekârlığının kıymetini sonra anlarsan sızlanma bana." Ona takılmama fırsat vermeden, "Bir de sana heyecanımı anlatıyorum, neyse sen sus bence," deyip burun kıvırdı. Dirseğimle koluna vurarak takılmaya devam ettim.

"Ben gerçekleri söylüyorum."

"Bunu bana içerideki adama bakıp gözleri parlayan sen mi söylüyorsun!" Bu sefer lafı ağzıma tıktı. Bu gerçekti lakin ona takılmama engel değildi. Ezgi bu sözlere takılacak kız değildi zaten. Sözlerimi de kâleye alma gibi huyu yoktu.

Sessizce yemekler yenip masa toparlandı. İçerideki masayı da toparladıktan sonra Yiğit'le Yusuf'u terasa çıkarken gördüm. Merakla peşlerinden bakındığımda Ezgi dirseğiyle kolumu dürtükleyip, "Ben de olsam merak ederdim," dedi. Bana git demenin bir başka yönüydü bu. Ben de merak ettiğimden gitmeme konusunda kendimi ikna etmeye çalışsam da en sonunda merakıma yenik düştüm.

Teras kapısının köşesinden onları dinledim. Yüzümü buruşturdum, bu çirkinlikti... Ne yapayım ama onların arasının iyi olmasını en çok ben istiyordum. Biri kardeşimdi diğeri eşim...

"Onun üzülmesini istemiyorum artık." Duymadan önce kesinlikle bunun hakkında konuştuklarını anladım. Yiğit sessiz kaldı. Elindeki sigaranın ucunu tablaya bastırıp tekrar dudaklarına götürdü. O an Yusuf'ta bir dal aldı. Çok nadir olsa da arada sıkkın olunca içerdi. O da çok çok az bir rastladığım durumdu.

"Bana çok öfkelisin değil mi?" Yusuf dudaklarının arasından sigarayı alıp, "O gün seni biraz daha dövmeliydim," dedi. İkisi de gülüştü. Yusuf çok ciddi değildi artık, hatta güldüğünü görebiliyordum. Dirseğini korkuluğa yaslayıp sigarasından bir kez daha ciğerlerine çekti.

"Hak etmiştim..."

"Arada mantıklı konuşabiliyorsun."

"Bak bu sefer sana hak veremeyeceğim." Bu sefer ben Yiğit'i onayladım. Arada tabii dengesizlikleri olsa da o hep mantıklı bir adamdı.

"Tamam vazgeçtim. Söylesene bana sen olsan benim yerimde ne yapardın. En yakının acı çekiyorken..."

"Senin yaptığından daha fazlasını yapardım. Hatta Zeynep'i üzdüğüm için beni öldürmeni beklemem çokta yalan olmazdı."

"Öldürmeyi isterdim ama şimdi bana bunu vazgeçiren yine sen oldun. Onu artık üzmeyeceğini biliyorum."

"Ben onu üzecek en son kişi bile değilim. Emin ol yaparsam bu sefer kendimi sana teslim edebilirim." Şakasının arasından sızan gerçekler sadece beni güldürmedi.

"Öncelikle kendimi garanti altına almalıyım. Öncesinden bir mektup bırakırsan düşünürüz." Kaşlarım şaşkınlıkla aralandı. Araları gerçekten düzelmişti. Öyle bir rahatlamıştım ki bu durum karşısında huzurla dudaklarım kıvrıldı.

"Zeynep." dedi Yusuf. Yiğit ismimle beraber yüzünü avuçlarını ayırdığı işaret parmağının üzerine koydu.

"Güzeller güzeli Zeynep," dedi iç çekerek. "O bembeyaz papatyayı solduracak kadar güzel Yusuf. Kardeşi olduğun için demiyorum ama onun güzelliği yanında kendimi o solan papatya gibi hissediyorum. Çok güzel, yüzüne bakarken kıyamadığım kadar güzel..." Gülümsemem çoğalırken Yusuf sessizliğine bürünmüştü bir anda. Bu yüzden daha fazla dinlemedim, gülümseyerek yanlarından ayrıldım. O kadar olaydan sonra en azından güzel şeyler olabiliyordu.

Salona dönüp sohbetin dolandığı ortamı sakince dinlemeye başladım. Birkaç dakika sonra bakışlarım kapıdan giren Yiğit'e kaydı. Beni görünce göz kırpıp erkeklerin oturduğu tarafa geçti lakin hala bana bakıyordu. Bunu bölen Turgay amcam oldu...

"O zaman Temmuz'un ilk haftası düğünümüzü yapabiliriz."

...

Herkesten uzak birkaç gün geçirmek için samsun içerisinde ufak bir tatil köyüne gelmiştik. Şehir havasından uzakta güzel bir yerdi. Bana anlattığı kadarıyla durduğumuz bu ev onlara aitti. Daha önce Sinan babayla Aysun anne gelmiş o olaydan sonra buraya hiç gelmemişlerdi. Aysun annenin bakış açısıyla hakkı vardı. Bende olsam sanırım buraya gelmekten çekinirdim.

Şu an ufak müstakil evin önündeki salıncakta Hümeyra ile oturup onunla ufak oyunlar oynuyorduk. Yiğit'te aramıza çok geçmeden katıldı. Hümeyra'nın diğer tarafına da o oturmuştu. Hümeyra bu durumdan oldukça hoşnutken bu hali bize farklı bir gülümsemeyi armağan ediyordu. Birbirimizle bakıştık, sanki bu kaçışımızın sonunda tekrar oraya dönmeyecekmişiz gibi hissetmek istiyorduk ama dönecektik.

Hümeyra aramızdan kalkarak ilerideki oyuncaklarının yanına gitti. Yiğit bundan istifade beni kendine çektiğinde başımı tam çenesinin altına yasladım. Bazen saniyelerce soluduğum bu an günlerce sürsün istiyordum. Aslında Samsun'a dönmek hiç istemiyordum ama bu imkânsızdı.

"Burada bütün ömür yaşayabilirim, keşke dönmesek Samsun'a." Yiğit çenesini başıma yaslayıp, "Bir güm muhakkak bunu yaşayacağız," deyip saçlarımın arasından öptü. Doğrulup tam karşısında bağdaş kurdum.

"Sahi yaşar mıyız?" Çocuk gibi çıkan sesim onu güldürdü. Parmakları yanağıma uzanıp orayı sevdi. "Bunun için elimden geleni yapacağım." Bunu onunda ne kadar çok istediğini biliyordum. O ne zaman bana her şeyin yolunda olduğunu söylese içinde yaşadığı kıyameti anlayabiliyordum. Yanına biraz daha yaklaşıp, "Ama kendin için bir şey yapmıyorsun," dedim. Dediklerimden kastımı anladı. Yüzündeki elimin üstüne elini koydu.

"Sen bana iyi geliyorsun, iyi olacağımdan da şüphen olmasın."

"Mesele bu değil ki, senin geçmişin sana hezimet veriyor. Onu tamamen yok edemezsin biliyorum ve ben en azından biraz daha iyi olmanı istiyorum." Cevap vermedi, ben de üzerine gitmedim. Acıktığımı fark edince yanlarından ayrılıp eve geçerek mutfağa yöneldim.

Pek yapabileceğim bir aparatif yoktu. Dün öyle ayaküstü evden bir şeyler getirmiştik. Olanlardan bir şeyler hazırlayıp pişmeye bıraktım. Mutfak penceresinden baktığımda köşedeki toprakta Hümeyra'yla Yiğit'in oynayışı gülümsetti. Yiğit Hümeyra'ya ayak uydururken yüzündeki o hayran olunası ifade kalbimde hiç bitmeyen o sevdayı daha fazla meydana çıkarıyordu. Hümeyra'ya bir şeyler anlatıyor, bazen de sevgiyle öpüyordu. Beni gördüklerinde el kaldırıp salladılar, aynı şekilde ben de salladım.

...

"Baban nerede fıstık." Hümeyra parmağını arkaya uzattığında arkama döndüm. Hemen oradaydı. Elinde iki tane pamuk şeker vardı. Yüzünde masum bir gülüş vardı. Ellerini iki yana açıp başını omzuna eğdi. Önde Hümeyra koşarken ben de peşinden ilerledim. Hümeyra çoktan almıştı hakkını, ben de uzattığı an alıp, "Ne ara aldın bunu?" dedim.

"Aldım işte, boş ver. Hadi biraz yürüyelim." Dediğini kabul edip Hümeyra'nın üzerindeki toprakları silktim. Evin bahçesinden çıkıp dar yolu yürümeye başladık. Haziran ayının başları olduğu için ağaçlardaki meyveler yeniydi. Çoğu yerde kiraz ağaçları, erik ağaçları ve mis gibi kokan çiçekler...

"Her yer o kadar güzel ki." Yiğit beni onaylayıp, "Eskiden daha güzel, daha yeşillikti," dedi. Hak verirdim, görünüş onu gösteriyordu.

"Hatırlar mısın geçmişi?"

"Çok değil..."

"Baban iyi ki görmüş beni." O an yüzünün düşmesine engel oldum. Hümeyra'yı diğer tarafına alıp diğer elini benim için ayırdı. Elini tutuşumun ardından hızlıca yanağına bir öpücük bıraktım.

Küçük bir koruluğa geldik. Arkamızda ilk defa korumalar yoktu ve bu beni gerçekten iyi hissettirmişti. Hemen ilerideki park alanına geçtik. Ben köşedeki banka oturdum, Yiğit ise Hümeyra'yı oynatmak için parka ilerledi. Onları izlerken telefonuma gelen bildirimle cebimdeki telefonu çıkardım. Ekranda Ezgi'den gelen bir mesaj vardı. Bir fotoğraf atıp altına, "Sen kaçarsan ben de seni telefonda rahat bırakmam," yazmıştı. Kıkırdadım. Resmi açtığımda aldığı gelinlik vardı. Gelinlik oldukça zarifti. Ezgi'nin aksine biraz daha kapalıydı. Ne zaman bir gelinlik beğense oldukça iddialı olurdu.

"Çok beğendim, hayırlı olsun."

Ben de resim çekip attım. Çok beklemeden mesaj attı.

"Bol bol vakit geçirin, en çok sizin hakkınız var. Ve çok güzelsiniz. Öptüm."

Telefonu geri cebime koyup yanlarına ilerledim. Ben de diğer salıncağa bindim. Hümeyra hafiften sallanırken, "Ben de istiyorum," dedim. Elimi uzatıp bileğinden tuttuğum gibi çekiştirdim.

"Senin ayakların yok mu?" Omuz silktim, bu sayılmazdı.

"Sen ol ayaklarım." Tatlı bir sırıtış belirdi yüzümde. Başını iki yana sallayıp arkama geçti. Biraz nazım geçmeliydi değil mi!

"Çok fena olduğunu söylemiş miydim önceden?" Başımı kaldırdım ve biraz arkaya eğilip tam yüzüne baktım. Yüzümde hala tatlı sırıtış vardı.

"Sen bence çok huysuzsun." Çocuk gibi tiriplenmediğim kalmıştı. Bu halim zaten onun hoşuna gidiyordu, bir de ben bunu fazla diretiyordum. Bana doğru eğilip yüzümden tutup tekrar kendine bakmamı sağladı. Bir nefes kadar yakınımda ve gözleri delicesine gözlerimdeydi.

"Bence sen öpülmek istiyorsun." Gelip öptü ve geri çekildi. O an sadece dondum. Bu atağı beklemiyordum. Sessizleştim ve önüme döndüm. Hala güldüğünü fark edebiliyordum. Hümeyra o ara huysuzlanmaya başladığında zaten vakitte akşam olmuştu.

"Uykusu bu kadar erken gelmiyordu, resmen seninleyken gündüz uykularını unutuyor akşamda erken yatıyor." Hümeyra bu halinden memnun gibi başını Yiğit'in omzuna yasladı. Sanki biraz önce konuşan ben değildim.

"Onunlayken ben de her şeyi unutuyorum. Zamanla alışır." Kastettiği özlemdi ama bunun pek değişeceğini sanmıyordum. Yol boyunca baktığı yoldan sonra eve yakın bir mesafede uyuyakaldı. Saat sekiz buçuktu. Eve geldiğimizde akşam ezanı okunuyordu ve biz acıkmıştık. Hümeyra'yı uyandırmamaya dikkat ederek yavaşça üzerine değiştirdim ve yatırdım. Kendimde namazımı kılıp üzerime rahat bir kıyafet giyindim. Sıcaklar kendini iyiden iyiye göstermeye başlamıştı. Burası Karadeniz olduğu için havalar değişken oluyordu.

Saçlarımı tepeden toparlayıp aşağıya indiğimde mutfaktaki seslere yöneldim. Masa hazırdı hatta Yiğit birkaç aparatif daha hazırlamıştı. Üzerindeki mutfak önlüğü ve elindeki edevatlara baktıkça gerçekten mutfağa yakışan bir erkek var mı derken Yiğit bu düşüncelerimi yıkmıştı, yakışıyordu hatta eli de gayet lezzetliydi.

"Kolay gelsin şef." Beni yeni fark etti. Elindeki bıçağı kenara koyup, "Sağ olun hanımefendi, buyurun sizi masaya alayım," deyip elimden tuttuğu gibi çektiği sandalyeye oturdu. Bu inceliğe kayıtsız kalmadım tabii ki, yanağından öpüp, "Pek naziksiniz efendim, teşekkür ederim," dedim. Elindeki tabağı masanın ortasına koydu. Üzerindeki önlüğü çıkarıp yerine astı ve tam karşıma oturdu. Masa gerçekten güzel gözüküyordu. İki tane sandviç ortada bir salata ve hemen yanında ise patates kızartması vs.

Sandviçten bir ısırık aldığımda tadı mükemmeldi. Anladığım kadarıyla ekmeğini tost makinesinde kızartmıştı.

"Eline sağlık, lezzetli olmuş." Yanağımdan makas aldı. "Afiyet olsun maviş." Sandviçten bir ısırık daha aldım. Yiğit kendininkini çoktan bitirmişti. Bazen nasıl bu kadar hızlı yiyebildiğini merak ediyordum.

"Kaç gün kalacağız burada?" Sorum onu çok düşündürmedi.

"Yarın döneceğiz. Şirkette işlerim var, yarın büyük kurul toplanacak." Bunu ilk defa duyuyordum. Hatta o güne daha var diye düşünüyordum. Mahir ölünce işler biraz sarpa sarmıştı.

"O güne daha var diye biliyordum." Gergin değildi bilakis daha rahat gözüküyordu.

"Dün büyük bir kavga başlamış karşı tarafta. Kızılbaş uyandı geçen hafta çok beklemedi hastanede iyiydi, döndüğünde Nedim çoktan bütün kurulu kendine çekmiş. Kızılbaş delirdiği için masada dağıldı." Bu iyi haberdi. Gözlerimi kısarak baktım yüzüne.

"Bunda senin parmağın var." İkimizde gülüştük. Bunu bana şimdi söylüyor oluşuyla, "Aşk olsun ya, neden söylemedin daha önce!" deyip kollarımı birbirine doladım.

"O gün patlamadaki hedefim buydu, biraz zarar gördük ama değdi."

"Kızılbaşın bütün bilgilerini sen sızdırdın." Başıyla onayladı. "Ne olacak peki?"

"Aralarındaki kavga ikisine de büyük oyun yapacak. O zaten varlıklarının en büyük düşmanı." Böyle bir son beklemiyordum, belki olaylar bitmeyecekti ama en azından karşımıza çıkacak güçleri olmayacaktı. İkisi de birbirlerini yiyecekler, bir süre aralarındaki kızışmayla uğraşacaklardı.

"Peki seni rahatsız eden ney?" Bütün duygularını anlıyor olmam benden kaçamayacağı bir gerçekti.

"Halamın burada oluşu..."

"Halan diğerleri kadar tehlikeli midir?"

"O belli etmez ama tehlikelidir. Şimdi Mahir'de ölünce daha da öfkelendi." İç çektim. Cahide Hanım şu an oteldeydi. Mahir'in evine gitmemişti, zaten o evde de pek huzurlu bir ortam yoktu. Asuman Hanım öfkeliydi.

"Peki ne olacak?"

"En azından onunla baş etmeyi biliyorum. Sadece senin üzülmen beni geriyor." Masanın üzerinde duran elini tuttuğumda sıktığı yumruğunu rahat bıraktı. Avucu parmaklarının gerginliğinden ötürü sıcaktı.

"Onunla ben de baş edebilirim."

"Edemezsin, onu tanımıyorsun." Başımı olumlu şekilde sallasam da içimdeki bu bitmek bilmeyen gerçeklere yüz çeviriyordum.

"Ben bir tek seninle başa çıkamadım Soydan, diğerleri çokta umurumda değil." Bu dediğimle dudağı kıvrıldı. Onunla başa çıkamamıştım çünkü duygularım beni büyük ustalıkla bertaraf etmişti. Bundan yana hiçbir şikâyetim yoktu.

"Çokta kolay olmadı." Başım öne düşerken bu halimize gülüştük. Eskiden olsa büyük bir öfkeyle karşılardım onu ama şimdi bambaşka bir hayat yaşıyorduk.

"Haklıydım. Sen de çok normal değildin." Gözleri kısıldı ve serseri bir görünümle saçlarını karıştırdı. Düzgün saçları dağılınca bir tutamı alnını süsledi.

"Sen de benim büyük imtihanımdın."

"Bana hayran olan sendin." Sağ kaşını kaldırıp ciddi misin der gibi bakması biraz fazla onu kışkırtmama neden oluyordu.

"Bunu her seferinde beni izleyen biri mi söylüyor, hadi itiraf et yakışıklılığım seni etkiliyordu." Bu resmen beni ağına düşürmekti, tabii ki buna düşmeyecektim. Onu gıcık etmek için benden beklenmeyecek sözler sarf ettim.

"Yakışıklı görmesem bunu onaylardım. Ama biraz daha ekmek tüketmen lazım... Bekâr olsam o zaman sana tipim değilsin derdim kesin." Bu sefer gıcık etmeyi başardım. Bu sözlerim onu her zaman sinirlendirebiliyordu. Çok kıskançtı ve ben onun damarına basmıştım. Sandalyemi tutup kendine çekmesi hiç zor olmadı. Şu an dip dibeydik. Parmakları kıskançlığından ötürü etimi kıstırmıştı. Sertçe yutkundum, bu beni kötü şekilde susturuyordu.

"Bence sus." Zaten susmuştum, susturmuştu. Eli ensemde yerini aldığı an köşeye sıkışmıştım. Dudakları kulağıma doğru yaklaştı, fısıltı ile, "Dudaklarında kıyametim olacak, haberin yok," deyip tam kulağımın altındaki çene kemiğimden öptü.

"B'ben..." Susturdu, susmam gerektiğini bizzat böyle göstermişti. Aslında o kadar büyük yalancıydım ki ona yakışıklı olmadığını söylerken bile Allah'tan af diliyordum. Gözleri yüzümün bütün zerresinde gezindi. Ne ara kalktığını ne ara beni kucağına aldığını bile anlamadım. Ufak bir çığlık ve kendimizi merdivenlerden çıkarken buluşuma tek bir söz söyleyemedim.

...

Şirkete Yiğit'le bende gitmiştim. Bizi karşılayan Kenan Bey ve Kemal amca hızlı şekilde işlerini yapmaya başladılar. Toplantı odası hazırlanıyordu, ben de sessizce yapılanları izliyordum. Bugün son kez kendi üzerime düşen vazifeyi yapacaktım ve bu beni biraz olsun rahatlatacaktı. Belki yıllar sonra hiç ummadığımız anda karşı tarafla karşı karşıya gelecektik ama şimdi sadece bitecekleri düşünmek beni rahatlatıyordu.

Üzerime binen gerginliği yok etmek ister gibi gelip yanıma oturdu Yiğit. Oturduğum koltukta öne bükülen bedenimi doğrultup kendine çekti. Bu kadar meşguliyetinin önünde benimle ilgilenmesine gerek yoktu ama o gelip beni düşünmüştü.

"Sonrasında uzun bir tatil ve belki sonrasında da büyüttüğümüz çocuklarımız olacak mavi."

"Bana hayal mi kurduruyorsun?" Lacivertleri kısıldı.

"Sen hep derdin, hayaller duaya emanet diye... Hayal olmaktan ötede olacak bizim ki güzel karım." İç çektim, karşımdaki tek güzellik hayatımdaki yaşadığım en güzel kaderimdi. Ve söylediği sözler bunu anbean gösteriyordu. Kenan Bey'in seslenmesi ile ayaklandık. Toplantı odasına geçmemiz gerginliğimi biraz daha ortaya çıkardı.

Yerlerimize otururken sunumu yapan Kenan Bey'di. Projektörden yansıttığı görüntüleri izlerken bir anda karşı tarafın haberinin bile olmadığını sandığım video karşımıza düştü. Onların konuşması ve planlarıydı. Videonun sonunda büyük kavga çıktı. Hilmi Gönen pes etmiş gibi ayağa kalkıp, "Her şeyi planlamıştık Nedim, olanları boka çevirmeyi nasıl başardın aklım almıyor," deyip elini sertçe masaya vurup tam Nedim'in dibinde ona bakıyordu.

"Otur yerine Hilmi." Hilmi buna daha fazla sinirlenip, "Sizinle devam etmiyorum artık ben, hakkımı verin yoksa burayı darma duman ederim," dedi sertçe. Nedim ayağa kalkıp tam karşısında durdu. Kaş göz işareti yaptığında bir silah sesi ve Hilmi'nin yere yığılan bedeni gözlerimin irileşmesine neden oldu. Bu, bu çok acımasızcaydı. Kendi adamlarını vuracak kadar zalimdiler. Sıkıntıyla feracemi sıktığımda elimi tutan Yiğit oldu. Benim bunlardan etkilendiğimi biliyordu ve bunun olacağını biliyor olmasına karşın beni buraya getirmemeliydi. Fakat olanları öğrenmemi de istiyordu.

"Var mı başka sesi çıkan." Bir anda olanlar oldu ve birkaç adam elinde silahla Nedim'in karşısında dikeldi. Birkaç saniye önce sessizliğine bürünen adamlar sanki bu anın gelmesini bekliyor gibiydiler. Odadaki azınlık Nedim'e karşı büyük bir cepheydi.

"İrfan," dedi Nedim sertçe. Bunu beklemiyor gibiydi, İrfan Nedim'in en yakın arkadaşıyken bunu yapması Nedim'e koymuştu.

"Çıkar belgeleri Nedim." Nedim ölse de vermeyeceği belgeleri tam da tahmin ettiğim gibi vermedi.

"Onları burada bulamazsınız. Ki öğrendiniz yerini, bana bir şey olursa onlarında başına bir şey geleceğini benden iyi biliyorsunuz." İrfan denen adam cebinden bir telefonu çıkarıp Nedim'e uzattı. "Ara, getirsinler."

"Sonra sen de beni öldür, getirtmeyeceğim İrfan ve siz de o belgelere ulaşamayacaksınız." İrfan hiç acımadan Nedim'e sıktı. Çok geçmeden çalan telefonu ve yüzünün kaskatı kesilmesi büyük arbedeyi ortama sundu. Öfkeyle telefonu çarptı. Nedim ölmemişti hatta İrfan'ın söylediği kadarıyla bütün hesaplara el konulmuş, belgelerde Nedim'in dediği gibi kül olmuştu. Yiğit'e döndüm, hesaplara el konulması ve bütün miktar bu tarafa geçmişti. Video kapanırken odada hâkim olan tek şey sessizlikti. Ben gördüklerimi unutamayacaktım onlar ise gördükleriyle neşeleneceklerdi.

...

Şirketten çıktığımızdan bu yana hiç konuşmamıştık. Aklım hala o görüntülerdeydi. Bir insanın bir insanı öldürebileceği gerçeği yüreğimi yakıyordu. Bir çıkar uğruna nasıl sırtlarından vurabilecekleri aşikârdı.

"Yüzün düşsün diye değildi o gerçekler." Sessizliğin arkasındaki gerçeklere döndürdü beni Yiğit.

"Hala inanamıyorum. Yıllarca beraber çalışan insanlar bunlar, yeri geldiğinde de kendilerini dost saydılar. Nasıl yapıyorlar bunca zalimliği aklım almıyor." Yiğit elimi tutup, "Onlar öyle bir insan işte Zeynep, şaşırılacak bir durum yok," deyince onu onaylamak mecburiyetinde kaldım, dediği gibiydi onlar zalim insanlardı. Ve artık onların perişan halleriyle bırakmıştık onları.

Eve geldik. Ayakkabılarımı köşeye koyup su içmek için mutfağa yöneldim. En fazla soğuk suyla hazmedebilirdim her şeyi. Yiğit'te peşimden gelip boş bir bardağa da kendine doldurdu. Çektiğim sandalyeye oturdum ve nefesimi derin bir şekilde soludum.

"Şimdi ne olacak." Yiğit elindeki bardağı masaya koydu, o da bilmiyor gibiydi. Neyi bilebilirdi ki, onları mahvetmişti. Artık karşısında o kendine güvenen zalimlikler yoktu. Onları beş parasız bırakmışken birbirlerine girerken büyük ihtimal hepsi bir yerlere dağılacaktı.

"Olanlar ortada Zeynep, belki uzun zaman karşımıza çıkamayacaklar ama onlar artık çok güçsüz. Yakında kapılarına polis dayanır." Başımı uysalca salladım. Bu sefer gerçekten tehlike yok olmuştu. Ayağa kalktım ve, "Toplaşıp bu gece yemek yiyelim," dedim.

"Amcam otelde rezervasyon yaptırmış."

"O zaman ben biraz dinlenmek istiyorum."

"Tamam," dedi. Biraz yalnız kalmak istiyordum. Bu benim belki yıllarca beklediğim durumdu ama bazı şeyleri aşmam güçtü. Üzerimi çıkarmadan yatağa uzandım. Gözlerimi kapattıkça olanlar film şeridi gibi geçiyordu. Sımsıkı kapattım, uyumak istiyordum, uyursam geçerdi diye düşündüm ama karanlıkla baş edemiyordum. Bu daha ne kadar sürerdi bilinmezdi.

Kapımın açıldığını anladığımda gözlerimi daha sıkı yumdum. Hislerimi kimseye belli etmek istemezken belki de onların anlamasını istememde cabasıydı.

Arka tarafıma oturan kişi Yiğit'ti. Uzandığını anladım ve elleri daha bozmadığım başörtüme kaydı. O benden önce davranarak başörtümü başımdan çıkardı. Hiç sesi çıkmadı, belli ki sessizlik iyi gelecekti. Ona dönüp başımı göğsüne yasladım. Parmakları saçlarımda gezindi öylece.

"Bitti değil mi?" Bazen teselli edecek söz arıyordum. Özellikle bu son zamanlarda daha çok olmuştu.

"Bitti," dedi. Artık onunda bitmesini istediği çok şey vardı. "Bitti," dedim fısıltı ile. Kolum beline sımsıkı sarmalandı. Yanımdaki yeri her şeyi unutturma çabasıydı.

...

Elimdeki çantayı oturacağım sandalyenin üstüne bıraktım. Bu gece otelde hem o günün ardından geçmiş olsun yemeği hem de Bahadır'la Ezgi'nin ufak nişanı yapılacaktı. İlk önce biz gelmiştik. Yiğit Kemal amcanın meşgalesine yardım etmeye geçmiş ben de Meral yengenin yanına geçmiştim. Sadece aileler olacağı için çok büyük bir şey olmamıştı.

Annemler ve amcamlar geldiğinde ayaklandım ve onlarla tek tek sarıldım. Kızlar Hümeyra'yı sevmek için kucağımdan aldılar.

"Babam nerede anne?" Babamı görememiştim. Annemin ileriyi göstermesiyle hemen köşede Yiğit'le konuşuyorlarken gördüm onları. Oldukça hararetli konuşmaydı bu ama aralarında çok ciddi bir mesele yok gibiydi. Merak etsem de çok üzerinde durmadan yerime oturdum. Çok geçmeden Ezgi ve Bahadır'da aramıza katıldılar. Melek yengem heyecanla yanlarına gitmesi ve, "Gelmiş çocuklarım," demesi güldürdü. Bahadır'dan çok Ezgi'yle ilgileniyordu. Tek tek kucaklaştılar.

"Pabucun dam atıldı Bahadır." Ortaya laf atmazsam olmazdı. Bahadır göz kırpıp, "Benim atılmaz da Nehir'in bilemem," dediğinde Nehir ters bir bakış attı Bahadır'a.

"Kendiniz bilirsiniz, ben de çıkar gelirim sizin eve." Bahadır Nehir'in omzuna kolunu atıp, "Bana şu kurabiyenden yaparsan alırım seni evime," deyip Nehir'in burnuna ufak bir fiske attı.

"Ya abi ya." İkisi de hiç büyümüyordu. Bahadır bildiğin ortaya bomba bırakıyordu.

"Uğraşmayın kızımla, onun yerini kimse tutamaz." Melek yengem artık dayanamamıştı. Çocuklarının üzerine çok düşüyordu, özellikle Nehir'den ayrı duramadığı için üniversiteyi bile İstanbul'da okutmuştu. Nehir'de aynı şekilde ailesine düşkündü. Bahadır zaten kıskanç ve kardeşiyle uğraşan tam bir abiydi.

Vakit kaybetmeden nişan yapıldı. Artık masa başında yemeğimizi yiyorduk. Yiğit'le karşı karşıyaydık ve ara sıra göz göze geliyorduk.

Diğerlerinin sohbetini dinledim. Babamlar birkaç gün sonra seyahate çıkacaklardı, temel konu buydu birazda. Sonrası ise düğün için yapılacaklar ve Bahadır'ın nerede çalışıyor oluşuydu.

Yemekler yenmiş ama birkaç kişi hala masada oturuyorduk. Yanıma oturan Tuğçe ona dikkatimi vermek için kolumu dürtükledi. Gözüyle ileride duran Efe'yi kast edip, "Zeynep abla, karşıdaki şahıs evli değilse aramızı yapmanı rica ediyorum," deyip güldü. Hiç gerçekçi değildi ve resmen adama asılıyordu. Koluna çimdik atıp, "İstersen önce Mustafa abiyle konuşayım," dedim. Başımı iki yana sallayıp, "Dön önüne Tuğçe," dedim. Yüzü düştü dudağını büküp, "Aşk olsun abla ya," demesiyle gözlerim Mustafa abiyi buldu.

"Ne yani hayatımda Yiğit enişte kadar olamasa da şöyle bir yakışıklı olamaz mı?" Öldürücü bir bakış atmamla elini iki yana kaldırıp, "Tamam ya," dedi. Geçen sefer geldiğinde de aynı şekilde Efe'yi dikizlediğini fark etmiştim. Hala bakıyordu ve ona baktığımı görünce bakışlarını kaçırdı. Yaşına veriyordum şu an, daha küçük olduğu içinde bir şey diyemiyordum. Hümeyra'nın son lokmasını verip ağzındaki kiri sildikten sonra serbest bıraktım. Direkt Neva ve Ayşe Sena'nın yanına gitti. Şimdiden kendi aralarında oyun oynuyorlardı.

İlerideki terasa gidip karşıdaki deniz manzarasını izleyedurdum. Işıl ışıldı her yer. Hemen ileride bir lunapark ve sahildeki insanların oraya gitmesine kadar dalmıştım. Kolumdan kavrayan Yiğit beni kendine çekti. Şu an karşı manzarayı ikimiz izliyorduk.

Biraz sonra diğer gençlerde gelmişti. Efe elindeki sigarayı son kez çekip söndürdükten sonra çöple buluşturdu.

"Eee Efe bir sen kaldın, yok mu hayırlı haber?"

"Altını çizeyim, daha Serkan'da var." Bu durumda bile altta kalmıyordu. "Ha şöyle güzel, zeki bir kız varsa tanıdığın yenge anlaşabiliriz."

"Her şeyi devletten beklersen olmaz ki kardeşim." Kapıdan giren Serkan'la Efe mayına basmış gibi şaşırdı. "Her şeyde beni araya katarsan daha çok evde kalırsın." Anlaşılan birkaç dakika olmuştu Serkan geleli. Herkes ona bakıyordu ve Serkan bütün esprisiyle gelip Efe'nin yanına yaklaştı. Kolunu Efe'nin omzuna atıp bakışlarını Ezgi ve Bahadır'a çevirdi.

"Hayırlı olsun..." Bahadır, "Eyvallah," diyerek sözü kısa kestiğinde bu sefer konuşan Yiğit oldu.

"Ne yaptınız?" Serkan bu soru karşısında dudaklarını kıvırdı. Ben hala ne olduğunu anlamış değildim.

"Tabii ki bastık mekânı, şu an hepsi fare gibi delik arıyorlar." Kastettiklerini az buçuk anladım hatta Yiğit'in keyfi akşamdan beri yeni gelmişti. Gelip elimden tuttuğu gibi beni kapıya çekiştirdi.

"Siz dönersiniz geri eve, bizim işlerimiz var." Bu da içeridekilere siz haber verirsiniz anlamındaydı. Arkamızdan imalı sözler ve gülüşler beni utandırdı. Kimse bizi fark etmemişti, kapıdan çıkarken bile geri dönüp baktım, sadece Tuğçe ve Nehir bizi fark etmiş, aralarında kıkır kıkır gülmeye başlamışlardı. Arabaya bindikten sonra, "Nereye," diye sordum. Kemerini takıp arabayı çalıştırdı ve bana dönüp, "Birbirimize geç kalmanın telafisine," dedi. Gözlerimin içine cevap bekler gibi baktı. "İstemez misin?" Ne diyeceğimi bekliyordu ve ben hiç beklemeden, "Hem de çok isterim," dedim. Yaklaşıp yanağından öptüm, o ise belimden tuttuğu gibi beni kendine çekti ve sarıldı. Ben dünden razıydım da o sadece bunun için zamanı bekliyordu.

...

Geçen ki geldiğimiz köy evindeydik. Sadece bir gün... Yarın akşam yola çıkacaktık ve bu bir günde zamanı kendimize ayırmak istemişti Yiğit. Bu ikimize de iyi gelecekti, onca zamandan sonra sadece birbirimize ayıracağımız yirmi dört saatte belki de çoğu şeyi halledecektik.

Karanlık salonu ışıtıp geçmem için elini sırtıma koydu. Uysalca geçtim ve salonun ortasında onun hareketlerini izledim. Uzun zaman sonra ilk defa baş başaydık.

"Otelde pek bir şey yemedin, aç mısın?"

"Değilim," dedim. Aç değildim de zaten. O da sanki bir an bocalamış gibi ne yapacağını bilmiyordu.

"Şey, ben üzerimi değiştireyim bone başımı ağrıttı." Kabul ettiğinde üst kata çıkıp başımdaki eşarptan kurtuldum. Saç diplerim acımıştı. Üzerimi giyinip aşağıya indim, Yiğit koltukta beni bekliyordu. Dışarıda dalga sesi vardı. Ev denize yakın olduğu içinde akşamları serin oluyordu. Yanına yaklaşınca aklıma gelenle sessizliği bozdum.

"Kendime kahve yapacağım, içer misin?" Bir şey demeden bileğimden tutup kendine çekti. Beni koltuğa oturtup, "Hemen geliyorum, bir dakika bekle," deyince merdivenin ilerisindeki odaya girdi ve çok beklemeden geri döndü. Elinde bir kutu vardı. Gelip yanıma oturdu. Kutu ahşap bir kutuydu hatta epey eskiydi.

İçerisinden çıkardığı resimleri bana uzattı. Bunlar bendim.

"Bunlar..." Dudakları kıvrıldı.

"Bana bunları Kenan amcayla Muaz Bey verdi. O zaman bana seni kabul ettirme derdindeydiler. İlk başta kabul etmedim, günlerce direndim ama bu resmi bana verdiklerinde günlerce senin bu resmine bakınca bu sefer ne kadar direndiysem kalbime de direnmek zorunda kaldım çünkü seni görmüş o su gibi berrak güzelliğinde alt üst olmuştum." Bunları zaten biliyordum o sadece geçmişi açmak istemişti. Bir tek bu resimlerden haberim yoktu.

"Okuldan çıktığın bir gün seni ilk görüşümdü, görmek istemiştim. Bunları neden açtığımı merak ediyorsun belki ama ben de bilmiyorum. Kendimle düşman olduğum günlerde sana baktıkça iyi oluyordum, bana iyi geliyordun Zeynep. Şu an ise tamamen iyi olduğumu hissediyorum. Belki senin hayallerindeki gibi bir eş olamadım..." Sözünü tamamlatmadan, "Bunu hala tartışacak mıyız?" dedim. Gülümsedi ve dudağının üzerinde duran parmağımı öptü.

"Bir gün Büşra ile konuştuklarını duydum..."

"Hangi konuşmamız?"

"Yusuf'la aralarını yapmaya çalışırken Büşra'nın sana bir sorusu vardı hatırlarsın belki... Okulda sanırım hayran kaldığın bir çocuk varmış ve üstüne nasıl bir eş istediğini sorunca..." Bakışlarımı kaçırdım ve bunları bile duyabilecek kadar yakınımda oluşu şaşırttı. Tam soracaktım ki, "O gün çok kısa bir an göz göze geldik." dedi. Hala anlamıyordum, hatırlamıyordum bile. Kısa bir an göz göze geldiğim kişiyi hem de onca yıldan sonra hatırlamamam normaldi.

"Onu gördün..." O sadece çok kısa olan bir hayranlıktı sadece. Çok ileriye giden bir duygu bile değildi. Okul bitince de bitmişti. "Sen onun inançlarını sevdin ve ben senin o hayallerindeki eş adayı bile değildim."

"Bu senin Allah'la aranda Yiğit... Evet, çok isterdim ama ben kendi inançlarım karşısında bunun hesabını sana soramam, ben de tam değilim ki." Anlaşılan bu gece bunun konuşmasını yapacaktık. Belki de içinde kalanları bana söyleyecekti ama bunu uzatmadım. Elindeki kutuyu alıp köşeye koydum. Şu an dip dibeydik. Yüzünü avuçlarım arasına alıp, "İnan bana, tekrar bir seçim yapmak zorunda kalsam bu seçimim sen olurdu," dedim. Gözleri dediklerimle parladı.

"Gerçekten mi?"

"Gerçekten..." Onun nasıl bunu duymaya ihtiyacı olduğunu anlayabiliyordum. Elleri belime gittiğinde ona biraz daha sokuldum. Şu an alnı alnımdayken nefesimi yüzümü bertaraf ediyordu ve birazdan soluksuz kalacağımı bilebiliyordum. Dediğimde oldu ve beni soluksuz bırakacak şekilde teni tenimdeydi.

...

Bahçede tam denize yakın mesafede kahvaltı masası kurulmuştu. Daha yeni uyanmanın mahmurluğu ile etrafı taradım. Yiğit elinde tabakla yanıma yaklaştı. Odada masayı görmesem belki buradan haberim olmazdı. Yiğit'i mutfakta bile fark etmemiştim. Şu an üzerinde dizlerinde biten siyah bir bermuda şort ve beyaz tişört vardı ayağında ise sandalet. Tam yaza uygun giyinirken karşıdan gelişi bir rüzgârı andırıyordu.

"Günaydın," dedi yanağımı öpüp... Daha günaydın diyemeden elindekileri masaya koydu. "Günaydın," dedim peşi sıra. Çektiği sandalyeye oturdum. Tam karşımdaydı ve o bütün manzaradan daha güzeldi. Saçları hafif rüzgârdan savuruluyor ve alnını süslüyordu.

"Ne ara hazırladın bunları?" Masa gerçekten enfes gözüküyordu.

"İki saat önce uyandığımı varsayarsak gayet iyi vakitte hazırladım." Kaşlarım kalktı. Saat ondu ve o neredeyse erken saatte uyanmıştı. Şaşırmamalıydım, o zaten çok uyuyan biri değildi.

"Ne ara aldık ki bunu, giderken her şey bitmişti."

"Kerem'e aldırttım sabah." Çatal dudaklarımın arasındayken konuştum.

"Onlarla ne zamandır tanışıyorsunuz?" Yiğit dirseklerini masaya dayayıp uzun uzun yüzüme baktı, bense bir şeyler yemekle meşguldüm.

"Oradaki çoğuyla çok önceden. Kerem'in babası babamın korumasıydı o vefat edince Kerem devraldı işini. Ona hiçbir zaman koruma ya da işinden dolayı o gözle bakmadım. O her zaman benim kardeşim gibi oldu. Kariyerini yükseltmesi için şirkette iş teklif ettiğimde kabul etmedi, babasına hep sadıktı o..." Başımı salladım usulca.

"Görebiliyorum, hepsi de seni çok seviyor." Bir şey demedi. Aynı şekilde o da kahvaltısına devam etti. Gözlerimi kısıp yüzüne baktım. Belki çok soru soruyordum ama merakta ediyordum.

"Şimdi onlara ne olacak? Yani ne bileyim tehlike biraz olsun azaldı belki başka düşüncelerin vardır." Ciddiyetini hiç bozmadan, "İşlerine devam edecekler. Sırf kendi keyfim için kimseyi zora sokamam," dedi. İyi niyeti ve sadakati gülümsetti. Önceden olsa önyargılı davranırdım ama şimdi gözüm kapalı böyle davranacağını biliyordum.

"Peki ele geçirdiğin hisseler?" Ne çok soru soruyordum bugün fakat merak ediyordum. Baştan beri bir sürü insanın hayatını mahveden bu insanlardan çok kişinin alacağı vardı, o da beni anlamış gibi konuştu.

"Öldürdükleri suçsuz insanların ailelerine verilecek." Hiçbir emare yoktu yüzünde, öyle soğukkanlı duruyordu ki ama içi kan katrandı biliyordum. Onun demesine gerek kalmıyordu çünkü ben de böyle hissediyordum. Masadaki tek bir lokmaya dokunmadığımızı fark edince kahvaltımıza geri döndük. Çayım bu gibi olmuştu. Birkaç yudumda içip tekrar yenisini doldurdum.

"Peki sen?" Bu sefer o sordu. "Ne hissediyorsun?" Unutmaya çalıştığım hisleri gün yüzüne çıkardı. Fakat buna cevabım var mıydı bilmiyordum. Uyuşmuştu beynim, konuşmak bile istemiyordum. Birkaç dakika sustum, iştahım kaçmıştı ve isteksizce çatalı masaya bıraktım.

"O ailelerin hissettiği gibi hissedemem. Beyza ablanın bedeni kucağıma düştüğünde, eşinin çaresiz çırpınışlarına şahit olduğumda ve o iki çocuğun annelerini aradığında canımın nasıl yandığını kimse bilemez. Benim acım hafif kalır. Öfkeliyim Yiğit, onları bu hale getiren zalimliklerine hiçbir sebep bulamıyorum. Ya biz... Bunca günahın ortasında kaldık." Haklısın der gibiydi bakışları. Yapamıyordum, yüreğim soğumuyordu.

Masada duran elimi tutup, "Her şeyi telafi edeceğim," dedi.

"Sen suçlu değilsin ki, benim öfkem sana değil." Yine de bu onu rahatlatmıyordu, kendince kendini suçlu buluyordu.

"Seni bu hayata sürükleyen bendim." Kaşlarım çatıldı. Bunu daha kaç kere konuşacaktık.

"Beni sevdiğin için pişman mısın?" Bu sefer onun kaşları çatıldı.

"Seni sevmek benim hayatta yaptığım tek güzel şey..."

"O zaman?"

"Sen çok güçlü bir kadınsın Zeynep ve içine girdiğin bu hayat senin için çok fazlaydı." Ayağa kalktım ve yürüyüp yanına yaklaştım. Tepeden ona bakarken başını kaldırıp bana bakmak zorunda kaldı. Ona şu an gerçekten çok kızgındım.

"Ama sen çok güçsüzsün. Bana bunları derken ne hissettiğimi bilmediğin için asıl bu sözlerin bana fazla geliyor. Onca şeye rağmen geldim sana ama sen benim hislerimi yerle bir ediyorsun." Kalkıp tam karşımda durdu.

"Kastettiğim..." Sözünü tamamlamasına izin vermedim.

"Kastettiğin tam da bu Yiğit." Kolumu tutup bedenimi hızlıca kendine çekti. Ben artık hiçbir şeye dayanamıyordum. Bir engebeye takılıp düşmek artık beni yıpratmıştı.

"Özür dilerim," dedi başımdan peş peşe öperken. Kollarımı beline dolayıp, "Artık kendini suçlama suçlarsan şayet benim buna gücüm kalmaz," dediğimde başını salladı.

"Artık tertemiz sayfamız olacak mavi, bembeyaz..."

...

Sonbahar ayının ilk yağmuru toprakla buluşmuştu. O sıkıntılı günleri birkaç ay geride bırakmış sakin bir hayatın kıyısında ilerliyorduk. Sadece şu anlık. Daha sonra ne olacağından haberim yoktu.

Yiğit artık sık sık evdeydi, en azından bu iyi durumdu. Elimdeki kahve tepsisini bahçeye götürüp boş olan sandalyenin birine de ben oturdum. Hümeyra bahçede kendi başına otururken bütün oyuncaklarını da yerlere dökmüştü. Kahve fincanının birini Aysun annenin önüne koyup diğerini de kendi önüme aldım.

"Şimdiden üstünü başını mahvetmiş." Çıkalı daha yarım saat olmuştu ve Hümeyra'nın üstü hep toz olmuştu.

"Kirlensin, temizleriz." Aysun anne gibi düşünmekten başka çarem yoktu. Kahvemden bir yudum aldığımda telefonumun sesini duydum. Aysun anneyi arkada bırakıp mutfağa yöneldim. Arayan Serkan'dı. Normalde Serkan beni aramayacağı için şaşırdım.

"Efendim Serkan." Selam verip ardından halimi hatırımı sordu. Sesi sakin değildi bilakis bir şeyler söyleyecek gibiydi.

"Önemli bir şey mi var Serkan?" Diyeceklerini toparlayıp, "Yiğit Büyük Cami'deymiş, senin detaydan haberin varmış. Oraya gittiyse iyi değil, ona bir tek sen iyi geliyorsun. Kerem kapıda bekliyor oraya gitmelisin. Biz gittik ama bizi dinlemedi, saatlerce avluda bekliyor," dedi. Yüreğim sızladı. O gün aklıma gelince ona nasıl el uzatacağımı ben de bilemiyordum. Telefonu kapatıp üzerimi değiştirdikten sonra evden çıktım. Bazen elim kolum bağlı olsa da bir şeyler yapmazsam içim rahat etmezdi.

Beni karşılayan Kerem oldu, anlaşılan çoktan haberi olmuştu. Arabaya bindiğim an arabayı çalıştırdı ve hareket etti. Akıp giden yol ve düşüncelerim midemi kastı. Her şey düzene girecek zannederken bu geçmiş Yiğit'i hiç rahat bırakmayacaktı ve bu hayatından da uzun süre çıkmayacaktı.

Sanki bir boşluk bizi içine çekiyordu, bu yüzden kendimizi bir türlü toparlayamıyorduk. Arada ne yapacağımı bilemediğim içinde her adımımda tökezliyordum. Son birkaç yıldır ne içinde çabalayacağımı bilemez duruma gelmiştim.

Caminin önüne gelmemizle arabadan inmekten korkuyordum. Kerem bana dönüp, "İsterseniz yanınızda gideyim," deyince bana bakan bir çift gözlere takıldım. Korktuğumu anlayacak ki, "Tek başınıza başa çıkacak değilsiniz," dedi. Lakin tek başıma olmadığımı karşıda gördüğüm Efe ve Serkan'la anladım. Demek ki baştan beri buradaydılar. Arabadan inince yanıma geldiler. İkisinin de yüzü düşmüştü aynı şekilde benimde...

"Orada mı?" Sorum ile Serkan başını salladı. Bakışlarımı camiye çevirdim. Geçen günkünden daha zor gelmişti avluya girmek ama yapmalıydım. Onu orada görmek iyi hissettirmeyecekti.

Yanımdakileri arkamda bırakıp avluya ilerledim. Feracemi sıkıyordum, sanki iyi gelecekmiş gibide tırnaklarımı avuçlarıma batırdım.

Oradaydı... Görüntü karşısında kaşlarım çatıldı. Şadırvanın orada katladığı gömleği geri indirmişti. Abdest almıştı... Beni fark etmemişti bile. Camiye girdiği gibi öylece avlunun ortasında kalakalmıştım. Ne bir adım gidebiliyordum ne de geri kaçabiliyordum.

Kaç dakikadır buradaydım bilmiyordum. Bütün cemaat camiden bir bir dağılırken camide kimsenin kalmadığını anladım. Tek tük giren insanlarda namazlarını kılıp gitmişlerdi. Korkuyla camiye girdim. Peşimden giren birkaç insan pek rahatsız etmediği gibi bunu düşünecek kafada da değildim.

İçeriye girdiğimde onu gördüm. Oturuyordu, ellerini açmış dua ediyordu. Her köşede bir insan vardı. Birkaç dakika bekledim. Başındaki takkeyi çıkarıp özenle ceketini cebine koyduktan sonra kırdığı dizlerini düzeltip oturduğu yerden kalktı. Birkaç saniye beni görememişti ama çok geçmeden göz göze geldik. Lacivert gözlerindeki şaşkınlık çok kısa sürdü. Onu ilk defa namaz kılarken, dua ederken görmüştüm. Şimdide huzuru bahşetmiş yüzündeki gülümseme içtendi.

Yanıma gelecekken köşedeki imamı gördü. Vazgeçip onun yanına gitti, imam onu görünce ayağa kalktı ve Yiğit'in tam karşısında durdu. Bir şeyler konuşuyorlardı, duymuyordum. Kısık gözlerle baktığım imam çok durgundu hatta Yiğit'e karşı mesafesi vardı ama yüzünde duran o mülayim ifadede kısada olsa gülümseme meydana geldi.

Yiğit çok geçmeden yanıma geldiğinde gözlerim hala imamdaydı. "O," dedi yarı durgun sesle. "Öldürdüğüm imamın oğlu..."

Şaşkınlığım hiç geçmezken Yiğit, "Affettim dedi ama bir yerlerde öfkesi duruyor," dedi. Camiden çıktık, Efe ve Serkan hemen ilerideki çardakta oturuyorlardı. Onları es geçip Yiğit'e döndüm. Bazı itiraflar çoktan edilmişti.

"Kaçtığım yer kaldığım yermiş Zeynep. Belki çoğu zaman yine kaçacağım ama O hep kapısını açık bırakacak biliyorum." Başımı hafiften salladım. "Çünkü sen hep oraya dönmeyi istiyordun."

İkimizde camiye bakıyorduk şu an. Bazı gerçekler hiçbir zaman es geçmezdi. Gülümsedi Yiğit. Elini uzattığında tuttum, dibine geldim ve başımı kaldırıp yüzüne baktım. Uzun zamandır sözünü etmediğim o sözcük düştü dilime. Kırgınlık, acı ve korku yoktu artık.

"Hadi evimize gidelim artık."

(Tanıtım Videosu)

...

Vee mutlu son.

Onlara mutlu son yakışırdı. ♥️

Nasıl buldunuz?

Kitabı bitirdiğinizde mutlaka bana mesaj atın. Kitap üzerinde sizinle sohbet etmek isterim, biraz karakterlerimizin dedikodusunu yaparız:)

Neden karakterlerime bu kadar yük yükledim bunun cevabı bence çok açık. Tam idrak ederek okuyan cevabını bulabilir bence.

Kitap tam tamına 800 sayfa ve baştan aşağı tekrar düzenlemek istiyorum.

Kitap bitti ama diğer kitaplarım sizleri bekliyor.

Gecenin Nezdindeki Ay kitabımızın düzenlenmesi bitti. Bence bir şans vermeniz gereken bir kurgu. Seveceğinizden eminim. En azından kalemimi orada daha iyi kullandım

Şu an yola Anka-ı Aşk ile devam edeceğim, ona da beklerim sizleri.

Ve aklımda iki yeni kurgu daha var beni takip ederseniz onları paylaştığım zaman haberdar olursunuz.

Lütfen son kez yorumlarınızı eksik etmeyin.

Kitabımız 100 bin olunca özel bölüm gelecektir. Belki beklemez kütüphanenizden çıkartırsınız. Size hak veririm tabii, siz bilirsiniz yine de.

Kütüphanenizden çıkartır mısınız bilmem ama çıkarmazsanız güzel birkaç özel bölümden haberdar olursunuz.

Kitaba oy ve yorum yapan herkese çok teşekkür ederim, desteklerinizi esirgemediğiniz içinde.

Duyurular için instagram sayfamı ve wattpad profilimi takip etmeyi unutmayın.

Sizleri çok seviyorum.

Allah'a emanet olun.

İnstagram: rumeysadoganm
rumeysa.dogan.kitaplari

Twitter: rumeysadoganm

Continue Reading

You'll Also Like

140K 22.5K 24
Asiye İlkim Akçay! Üzüntülü, kederli ve acılı kadın! İsminin anlamını bu zamana kadar vermemiş miydi? Çektiği acılar bu zamana kadar sadece geçmişte...
28.7K 2.6K 11
Yâre-i Dil serisi 1. Kitap Wattpad'de ilk Aşk-ı Reale isimli kitaptır. ••• Elime aldığım valiz ile odadan çıktım, Elijah daha eve gelmemişti. Şalımı...
27.3K 2.6K 70
Bu hikaye kurgu ve ya hayal değildir..Gerçek hayattan esinlenerek yazılmış bir hikayedir..Her şeye rağmen hayata güle bilen Durunun hikayesi🧚‍♀️ Umu...
210K 13.3K 25
_𝚃𝙰𝙼𝙰𝙼𝙻𝙰𝙽𝙳𝙸_ İnadı uğruna tanımadığı ve onunla evlenmek istemeyen adamla evlenen bir kadın.. Kadına göre sırlarla dolu bir adam.. °°° "Bira...