9. Bölüm

3.6K 206 64
                                    

Yiğit'teki bakışlarım sorgu doluydu. Yiğit benim duyduklarımı geçiştirecekti biliyordum ama onun bana açıklama yapması için çabalayacaktım. Telefonda kiminle görüştüyse bu meseleden ibaret olduğunu biliyordum. Durduğumuz bu ev, kaçtığımız gerçekler Yiğit'i köşeye sıkıştırırken o bunlar kaçamayacağını bile bile önüne set koymaktan başka bir şey yapmıyordu. Rahat bırakmayacaklardı, en önemlisi de kaçamayacağı kişilerden biride benim ailemdi.

Yiğit umursamazca yanındaki adama bakıp, "Sonra bu işi konuşuruz," deyince yanındaki adam başını usulca sallayıp, "Şirketteki güvenliği ne yapacağız?" diye sordu. Yiğit hiç çekinmeden, "Ne yapacağını biliyorsun," dedi. Sesindeki üslup sert ve soğuktu. Yabancı usulca güldü ve bana baktı. Elini uzatıp, "Merhaba yenge, ben Efe," deyince öylece adamın eline baktım. Hızlıca elini çekip ensesine götürerek, "Benim hatam," deyip gülüşünü çoğalttı. Soğuk bakışlarımdan çekinircesine tek kaşını kaldırıp, "Ben kaçar reis," dedikten sonra Yiğit'ten hızla uzaklaşıp evden çıktı. Bu bir alarmdı.

"O güvenliği öldüreceksiniz yani!" Soru sormadım bilakis yapacaklarını yüzüne çarpmak istedim. Artık sorular yoktu lügatimde, onu sadece demek istediklerime sığdırmak; katilsin demek, onu bu yanlışından ötürü ötekileştirmek...

"Hak eden hak ettiğini bulur her zaman." Sesi korkutucuydu. Gözlerimi kısarak baktım yüzüne. O ise dik duruşundan ödün vermiyordu. Gözlerindeki o ifade durgundu. Başı dikleşti, duruşu emin bir hâl aldı.

"Hak ettiklerini sen belirliyorsun öyle mi? Bu adalet değil, ki adalet olsaydı sen burada olmazdın." Gözlerini kısıp, "Adalet olmadığı için kendi adaletimi ben belirlerim," demesi ile ona tepeden baktım. Küçülüyordu gözümde. Bu adalet değildi, bu vahşetti. Onların gözünde vahşet yoktu, onlar sadece öldürür gerekirse kendi savaşlarında büyük bir namlu olurlardı. Sustukça gözleri zindanım oldu. Uzun kirpiklerindeki o lacivertler nefretin en dibini gösterirken ona bakmaktan ölesiye çekiniyordum. Kemikli yüzündeki o ifadede oysa çok şey saklıydı. Sakladıkları gazabının külleriydi. Yaptıkları ise küllerini savuruyordu. Bu savruluşta ben de vardım.

"Mavi," dedi bana yaklaşarak. O bir adım geldiğinde ben bir adım geriye gittim. Bana yaklaşsın istemiyordum. Bana dokunsun ise hiç istemiyordum.

"Bana mavi deme demiştim." Sesim öfke ile çıktı. Umursamadan bana yaklaştı. Bu çırpınışlarım boşunaydı. Elimi tuttuğunda panikledim. Çekmek için çabaladım ama o çekmeme izin vermeden ellerinin içine daha fazla hapsetti ellerimi. Ellerimize baktım. Daha fazla çırpındım ama boşunaydı. O ise aynı şekilde bana bakıyordu. Başımı kaldırıp ona baktım. Soğuk ifadesi yok olmuştu. Sertçe yutkundum. "Teminatımın bittiği gün benden kurtulacaksın, bununda sözünü vereyim." Kaşlarımı çatıp ne demek istediğini anlamaya çalışıyordum. "Şimdilik bana katlanmaktan başka çaren yok."

Elimi çektim. O ise başka bir şey konuşmadı. Yanımdan uzaklaşırken boş kalan duvarla bakıştım. Arkama baksam onun bakışlarıyla denk geleceğimi biliyordum. Kapı büyük gürültüyle kapanırken sıçradım. İçindeki fırtınayı alıp gitmişti. O gün geldiğinde neler olacağını bilmeden bana birçok üstü kapalı söz bırakıp gitmişti. Bu olanlar, beni bir anda bu ana sürüklemesinin açıklamasının olduğunu anladım o an. Kapıyı açıp dışarı çıktığımda onu gördüm. Köşede sigarasını içiyordu. Havada hafiften çiseliyordu. Korumalar bana engel olsa da Yiğit beni fark edince korumalara çekilmelerini söyledi. Kaç gündür hava almayan bedenim birden ürperdi. Yanına gidip, "Bana açıklama yapmalısın," dedim. Sigarasını parmağının ucuyla söndürüp köşedeki çöp kutusuna fırlattı. Gözleri yaşamla ölüm savaşı veriyordu sanki. Gözbebekleri feryat ediyordu. Lakin bunların müsebbibi kendisiydi.

"Açıklamamı yaptım mavi." Her seferinde mavi demesine sinir oluyordum. Göz devirip, "Yetersiz açıklamaların anlaşılır değil," dedim. Nefretim o kadar belliydi ki, bunu hissediyordu. Ona karşı hiçbir zaman sakin kalmayacaktım.

VİSALWhere stories live. Discover now