22. Bölüm

2.2K 144 14
                                    

Bakışlarım adamın boğazına yapışan Yiğit'e kaydı. Bu öfke tehlikenin hiç olmadığı kadar öne sürülmesiydi. Karşısındaki adam elinde cebelleşiyor, Yiğit ise hiçbir şekilde sakin kalamıyordu. Adamın sırtını duvara çarpıp silahı başına dayadı. Bu an gözümde kocaman vahşetti.

"Fare deliğe bir kere girermiş Ekrem, ikincide kafasına darbeyi yermiş. Hiç duymadın mı bunu?" Ekrem korku dolu gözlerle Yiğit'e bakıyordu. Artık sakindim, bu yüzden tepkisiz bir şekilde izledim olanları. "Senin mezarın kazıldı ama kolay kolay ölmen taraftarı değilim." O an niyetini anladım. Omuzlarım düştü, yorulmuştum. Köşeye çöktüm. Sırtımı kirişe yasladım ve boş gözlerle olanları izledim. Yiğit Ekrem'i yaka paça Efe'ye teslim etti. Efe Ekrem'İ hiç de nazik olmayan bir tavırla ortamdan uzaklaştırdı. Bu sefer arkasında duran Ünal'a döndü.

"Başı koparılacak birileri daha varmış." Yiğit kendisine bakan adamın yanına yaklaşıp, "Değil mi Ünal Kızılbaş!" diyerek imasına sert bir üslup kattı. "Semih, gerekeni yapın," deyip seslenince Semih gelip denileni yaptı. Kızılbaş denen adamı alıp çıkmalarını izledim öylece. Kızılbaş tehditlerini eksik bırakmazken bir yandan bakışlarına beni yerleştiriyordu. Yiğit, hızla yanıma geldi fakat ben öylece olanlara bakıyordum. Önüme eğilip yüzümü avuçları arasına aldı. Ağır çekimle yüzüne baktığımda endişeli yüzü kendimi sığamadığım yerden çekip aldı. Sertçe yutkunup, "İyisin değil mi?" diye sordu. Ardından bedenime bakıp bir şey olup olmadığını anlamaya çalıştı. Bedenen sağlıklı gözüksem de ruhen bitik durumdaydım. "İyiyim," dedim soğumuş ellerimi kollarıma dolayarak. Hızla ceketini çıkarıp omuzlarıma koydu. "Üşümüşsün, hadi tutun benden de çıkalım buradan," deyip kollarımı tutarak beni oturduğum yerden kaldırdı. Onun varlığı beni ne kadar rahatlatsa da olanları görünce kendime gelmem zorlaşıyordu. Bu zamana kadar hayatımı idame ettirdiğim gerçekler şimdi gözümden sakındığım hayatımın gerisinde kalmıştı. Kan ve gecenin bütünleşmesiydi yaşadıklarım. Karanlığa hapsolmuş bir yaşam... Ve ben karanlıkta yolunu bulmaya çalışan aciz insandım.

Yiğit önüme geçip kollarımı tuttu. Beni rahatlatmaktı amacı. "Sana bunları yaşattığım için..."

Susturdum. Artık bunların bir önemi yoktu. Buruk bir tebessümle kıvrıldı dudaklarım. O tebessümde ne kadar acı vardı bunu görebiliyordu.

"Senin bir suçun yok. Artık gidelim mi?"

"Gidelim," diyerek bedenimden çekildi. Başımı usulca salladığımda kolunu bedenime sarıp beni yürüttü. Arkamda beni koydukları hayatımı bıraktım. Yürüdüğüm yol ise bana sunulan diğer yoldu.

Binadan çıktığımızda temiz havanın ciğerlerime dolması kendime gelmemde biraz olsun yardımcı oldu. Yaşadığımız olayların çoğu sırf amaçları uğruna kendilerini heba etmelerine neden oldu. Yaşadıkları ve yaşattıkları akıl alır gibi değildi. Bu vahşetin nerede olduğunu bilmesem kendimi bir yere gizler oradan çıkmazdım.

Arabaya ulaştığımızda Yiğit yavaşça beni arka koltuğa oturttu. Kendisinin araba sürmeyeceğini görmem gideceğinin habercisiydi. Avuçlarının arasına yüzümü alıp, "Ben sen uyumadan yanında olacağım, şimdi senin eve gitmen gerekiyor," deyip gözlerime umutsuzca baktı. Alnımdan öpüp geri çekildiğinde hızla elini tuttum. Gitmesini istemiyordum, giderse bu kıyamet ikimize zarar verirdi.

"Gitme," dedim gözlerinin içine bakarak. "Lütfen Yiğit yanımda kal," deyince bakışlarını etrafta gezindirdi. İkilemdeydi, gitmek istiyordu lakin benimle de kalmak istiyordu. Belki yaptıkları yanlıştı, belki ona göre doğrular bunlardı fakat ben ondaysam o ben de kalmalıydı. Cebinden telefonu çıkarıp birilerini aradı. Çok geçmeden telefon açıldığında, "Efe sen ilgilen," diyerek yanıma bindi. Gülüşüm çoğalırken bu tavrıma tek kaşını kaldırıp baktı. Telefonu cebine koydu. Korumalardan ikisi öne binerken Yiğit öndeki korumaya, "Fırat, Kerem'i ara akşam şirkette olsun," deyip şimdiden yapılacakları öne koydu. Fırat Yiğit'i onaylayıp önüne döndü. Tekrar bana bakıp, "Ne dedi o ibne sana?" diye sorup çenesini sertçe ufaladı. Oldukça kızgın duruyordu. Onu daha fazla sinirlendirmemek için sessizce pencereden dışarıya baktım. Parmaklarını yüzüme koyup kendine çevirdi. "Susma Zeynep, sen sustukça delirmemem imkânsız." Dudaklarımı birbirine bastırıp nefesimi soludum. Öyle bir bakıyordu ki, delirmiş halini merak etmiyor değildim.

VİSALWhere stories live. Discover now