GÜNEŞİN KAHİNİ

By siyahbirkardelen

2.2K 700 507

Fantasy-TR okuma listesinde! Yıllardır süren ve çözülemeyen lanet... Binlerce yıl öncesinden var olan kehane... More

1#İşaretler
2#Araştırma
3#Güneşin Kahini
4#Mucize
5#Dejavu
6#Her Şey Yeni Başlıyor
7#Görev
8#Kahramanım
9#Adar
10#Dağ Adam
11#Ben Seni Sevmeyeyim
12#Kış Balosu
13#Gece Mavisi Gözler
14#Ay ve Gecenin Hikâyesi
15#GARD
16#Alacakaranlıktan Şafağa
17#Hayal Dünyan
18#Kazara Savaş
19#Sahte Büyücü
20#GARD'ın Diğer Yüzü
21#Üç Şeytanlar Boyutu
22#Küçük Kadın
23#Minik Kız ve Sarı Saçlı Genç Oduncu
24#Sonsuza Kadar ve Herkese Karşı
25#Pars
27#Normale Dönüş
28#Lunapark
29#İlk Kehanetler

26#İtaat

14 4 0
By siyahbirkardelen

Multimedya: Alan Walker, Sabrina Carpenter 'on my way'
(Çok açık ve net bir şekilde söylüyorum ki eğer Aybüke Çetin bir şarkı olsaydı bu şarkı olurdu.)

Merhabaaass
Ay çok özledim sizi ayol, nasılsınız?
Hemen geldim ve hemen gidiyorum, iyi okumalar.
Oy vermeyi ve yorum yapmayı unutmayın<3


***

İnsanlar dünyanın bir cehennem olduğundan yakınıyordu. Oysa hangi birimiz bir melek olduğumuzu iddia edebilirdik? Dünya melekleri içinde barındıran bir cehennem değildi, iblisleri kendisine ait kılan bir cehennemdi. Dünya'ya temiz doğar ve kirli veda ederdiniz. GARD böyle değildi. Burada doğanlar daha doğarken bile birer iblisti.

Küçücük çocuklar bile bir gün bir şey olur ve efendilerini korumak zorunda kalırlar diye türlü türlü eğitimden geçiyorlardı. Bazıları büyü yapabiliyor, bazıları elementlere hükmediyor, bazıları zihin okuyabiliyor ve daha nicesi. Böyle özel kişiler ne yazık ki Harmony için var oluyordu. Ben de güçlüydüm , hatta belki buradaki herkesten daha güçlüydüm ama ne yazık ki yalnızdım. O lanet kadının arkasında binlerce kişi varken ben tek başıma savaşıyordum. Onu bir tek bu yüzden kıskanıyordum ve kıskançlık en tehlikeli silahtı.

Ense kökümden alnıma kadar yayılan keskin acı ile gözlerimi açtığımda zifiri bir karanlıkla karşılaştım. Hatta öyle ki gözlerimi açtığımdan emin olmak için birkaç defa açıp kapattım. Hâlâ hiçbir şey göremiyordum ve bulunduğum yerde soğuk bir rüzgâr esiyordu. Üzerimde GARD'a geldiğimden beri giydiğim ince elbiselerden biri vardı ve esen rüzgâr istemsizce beni üşütüyordu. Uzandığım sert zeminden kalkarak oturur pozisyona geçtim ve kollarımı etrafıma sardım. Baş ağrım giderek azalırken bir süre sonra tamamen yok oldu. Tek hissettiğim soğuk rüzgârdı.

Fazla üşüdüğümden dolayı olsa gerek çenem de titremeye başlamıştı. Küçüklüğümden beri hiç karanlıktan korkan biri olmamıştım ancak şimdi zifiri bir karanlığın ortasında oluşum ve hiçbir ses olmayışı beni büyük bir korkunun içine sürüklüyordu. Henüz açık bir alanda mı yoksa kapalı bir yerde mi olduğumu bile anlamamıştım.

Derken "Merhaba!" dedi ansızın zihnimde duymaya alışmış olduğum o güzel ses. Fakat ses farklı geliyordu. Sanki, sanki zihnimin içinden değil de yanımdan geliyordu ses. Bu düşünce ile tüylerim diken diken olurken irkilmeme engel olamadım.

"Üşüyor musun yoksa?" diye sordu. Sesi inanmak istemeyeceğim kadar masum ve içten geliyordu. "Hayır!" dedim sadece.

"Dişlerin neden takırdıyor peki güzel kız?"

"Seni ilgilendirmez!"

Kulağıma yine o melodik kahkahası çalındığında bir kez daha ürperip gözlerimi sımsıkı kapatarak kollarımı etrafıma daha sıkı sardım. Korkuyordum ve fazla yakından gelen sesi bana hiç yardımcı olmuyordu.

"Şuna bak! Gözlerini de kapattın demek." bir kez daha güldü. "Gerçekten çok şirinsin."

"Neredeyim ben?" diye sordum. Korkularıma ve soğuğa rağmen sesim güçlü çıkmayı başarmıştı.

"Gözlerini açsana, nasıl göründüğümü merak etmiyor musun yoksa?" Fazla içten gelen sesi sinirlerimi bozuyordu.

"Açsam da bir şey göremiyorum zaten."

"Bence bir kez daha denemelisin."

İçimdeki bütün çelişkilere rağmen ona uyup gözlerimi yavaşça açtım fakat gördüğümü sindirmem için bu eylemi birkaç kez daha tekrarlamam gerekmişti. Karşımda saydam bir şekilde çok ama çok güzel bir kadın bana gülümseyerek bakıyordu. Omuzlarında biten gri saçları vardı, bu kadar genç ve güzelken bu saçların yaşlılığın getirisi olduğunu düşünemezdim. Doğal saç rengi buydu. Daha önce hiç kimsede görmediğim bal sarısı gözleri üzerimden bir saniye olsun ayrılmıyordu, ben ise büyülü bakışlarımı zifiri karanlıkta gözlerimi alan güzelliğinden ayırmak dâhi istemiyordum. Bembeyaz teni, kemikli yüzü, kıvrımlı ama minyon vücudu... Kesinlikle dış görünüşünün güzelliği sesinin güzelliği ile yarışırdı.

"Sen?.." dedim. Konuşmayı unutmuş gibiydim ve kendi adımı bile hatırlamıyor olabilirdim.

"Tanıdın mı beni?" Gülümseyerek sorduğu sorusunun hemen ardından gelen kıkırtısının sesi sinirlerime dokunmuştu. Her yönüyle fazla mükemmeldi!

"Harmony," dedim. Kekelememek için verdiğim çaba boşuna gitmediği için mutluydum. "Bu imkânsız!" diye devam ettim. Sesim artık sinirli çıkıyordu ve soğuğu çoktan bir kenara bırakıp öfkeden titremeye başlamıştım. Önümü arkamı görmeden hızla ayağa kalktığımda Harmony'nin yüzündeki eğlence parıltıları çoğalmıştı.

Her ne kadar istemesem de bütün hanımefendiliğimi bir kenara bıraktım ve "Bu siktiğimim hayaleti sen değilsin, öyle olsan bile burada ne işin var?!" dedim.

"Bu hareketler, bu ağzından çıkan sözler... Cık cık cık. Yanlış mı tanıdım seni yoksa bunca zaman?" Sesi hem alaycı hem de samimiydi. Öfkeyle bir adım atıp tam karşısında durdum, ellerim iki yanımda yumruk olurken dişlerimin arasında konuştum.

"Sıradan bir insandım ben," diye başladım. "Beni diğer insanlardan ayıran hiçbir özelliğim yoktu. Önce saçma sapan rüyalarla girdiniz aklıma, daha sonra da göğsümün altında yavaş yavaş belirginleşen işareti her yerde göstererek karıştırdınız kafamı." Her ne kadar bakmaya korksam da uzun bir süredir sol göğsümün altında oluşan şekli hissediyordum. Artık tamamen onlara mı ait olacaktım? "Bir anda beni alıp bu boktan ve gerçekdışı yere getirdiniz. 'Bak' dediniz, 'biz sana en büyük hayalini vereceğiz ama sen artık bizim kölemizsin.' Neden Harmony söylesene? Ailen seni istemediği için mi beni de ayırdın ailemden, hiç arkadaşın olmadığı için mi şu an arkadaşlarımın yüzünü unutmak üzereyim ben?" Sonlara doğru sesim yükselmişti ve bağırmıştım. Daha ne olduğunu anlamadan karşımdaki hayaletin tokadı sertçe indi yüzüme. Sert tokadından dolayı kulağım çınlarken yana düşen başımı hızla çevirdim ve ben de ona seve seve bir tokat hediye ettim.

Harmony kahkaha atmaya başladığında yüzümü esir alan şaşkınlığa mani olamadım. Yavaş mı vurmuştum acaba?

"Bir fareden hiçbir farkın yok!" derken artık gülmüyordu. Yüzü son derece ciddi bir hâl almıştı ve gözleri gözlerime kenetlenmişti. "Yıllar önce seni ve diğer böcekleri haber veren o büyücüyü yok ettiğim gibi sizi de yok edeceğim. Kehanet gerçekleşmeyecek ve hepinizi Kanlı Ay'a kurban edeceğim. Sadece bekle böcek, o günün gelmesini bekle! O çok sevdiğin sevgilin seni benim için kurban ederken senin yüzünün şeklini zevkle izliyor olacağım."

"Öyle bir şey asla olmayacak!" Bağırmak istemiştim ama sesim bir fısıltıdan farksızdı.

"Olacak! 9 kişi," dedi küçümser bir ifadeyle. "9 enerji kaynağını temsil ediyorsunuz ve bilmeni isterim ki sevgilin Güneş, benim bir zamanlar temsil ettiğim enerjiyi temsil ediyor."

"Bunun hiçbir önemi yok."

"Aksine, aynı enerjiye sahip kişiler arasında çok güçlü bir bağ vardır. Eğer Güneş bir gün bana karşı çıkmak istese bile enerjisi buna izin vermez." dediğinde doğruyu söylediğini biliyordum. Umutsuzluk ve hayal kırıklığı ile omuzlarım çökerken tek kelime etmeden kalktığım yere oturdum ve bacaklarımı kendimi çekerek kollarımı etrafına sardım.

Adar kafamın içindeydi. "Haklısın, Ay en çok geceye yakışıyor." diyordu.

Yetmiyordu, "karım!" diyordu milattan önceki savaşta bana yaklaşan komutana.

Harmony'nin bize yaptığı laneti ilk öğrendiğim zamanı anımsadım.
"Bu saçmalıkların ne olduğunu henüz anlamadım ama şuna emin olabilirsin. Ben seni sevmiyorum." demiştim. Adar gülmüştü hafifçe, anlaşılan o da bilememişti onu bu denli seveceğimi ve beni bu denli seveceğini...

"Senin beni sevmen sıkıntı değilde, umarım ben seni sevmem Güneşin Kalbi." demişti. Anlamamıştım, lanet olsun ki hiçbir şey anlamamıştım. Sevgisi bana sadece zarar getirirdi, sevgisi kıyametimiz olurdu.

Ağlamak istiyordum ama Adar'ın kafamın içindeki sesi susmak bilmiyordu. "Sarhoş halini hiç sevmedim. Gülüyorsun ama gerçek değil. Ayrıca zaten unutmadığım gerçekleri hatırlatıp duruyorsun." Demişti haftalar belki aylar önce. Sahi, unutmadığı gerçekler bana dokunamaması mıydı yoksa Harmony'e hiçbir zaman karşı gelemeyecek olması mı?

"Ne dersin Güneşin Kahini?
Ay ve gecenin hikayesini biz yazalım ?" Yazmazdık ki, yazabilir miydik?

Gözlerimi sımsıkı kapattığımda göz pınarlarım yanıyordu. Ağlamamak için direniyor ve başarılı da oluyordum lâkin yine de titriyordu sesim konuşurken. "Neden bu kadar kötüsün? Hiç mi benzemedin annene?" dedim. Acımasız sorumu yönettiğim kişi Harmony'den başkası değildi. Gözlerimi açmak istemiyordum ancak biliyorum ki eğer şu an ona bakarsam kaskatı kesilmiş yüzünü göreceğim.

"Annemin iyi olduğunu mu düşünüyorsun?" dedi. Ve sanırım o da kendini zor tutuyordu ama ne için olduğunu bilmiyorum. "Kendi isteğiyle doğurduğu çocuğunun suratına bakmayan bir kadındı o, iyi falan değildi." Güler gibi bir ses çıkardı. "Bu yüzden lanet için bana teşekkür etmelisiniz, sen de sevgilin de. Çünkü ne sen iyi bir anne olabilirdin ne de sevgilin iyi bir baba." Kalbim söyledikleriyle buz keserken gözlerimi açmak istedim. Göz kapaklarımı titreştiriyor ama bir türlü açamıyordum.

Ne demek benden iyi anne olmazdı?!

Ne demek Adar'dan iyi baba olmazdı?!

Bir kez daha zorladım gözlerimi. Bu sefer gözlerimi açtığım gibi ayağa fırlayacak ve ona az öncekinin aksine sağlam bir tokat atacaktım. Fakat gözlerim bir türlü açılmıyordu. Birinin beni bulunduğum yerden kucağına aldığını hissettiğimde hızla bacaklarımın etrafına sarılı olan kollarımı çözdüm ve etrafıma rastgele darbeler savurmaya başladım. Elim birkaç kez beni yerden kaldırıp kucaklayan kişiye çarpsa da kendimi kurtaramamıştım.

"Uslu dur Güneşin Kahini!" dedi sert ses. Yine uykunun kollarına çekilmeme saniyeler vardı ve ben yine beni buraya getiren bekçinin sesini duyuyordum.

***
(Adar'ın anlatımıyla)

Savaş kızışıyordu ve Minhuanlar kuşatmayı bir kenara bırakıp GARD'ı açık açık tehdit ediyordu. Herkes korkuya kapılmıştı, sadece yaşlılar, kadınlar ve çocuklar değil Glenalar hariç GARD'daki herkes sığınaklara kaçmıştı. Hepsinin doğaüstü güçleri düşünülünce bu durum biraz komik duruyor olabilirdi ancak kimse bizzat efendilerinin gazabına uğramış ve en önemli özelliklerinden birini kaybetmiş düşmanlarına karşı durmaya cesaret edemiyordu. Ben ise Aybüke'nin bazı planları olduğunun farkındaydım ve bu yüzden kendim gönüllü olarak bütün Glenaları bir araya toplanmıştım yalnız bir kişi yoktu, Aybüke...

Onu öperken bir sorun olduğunu anlamam uzun sürmüştü çünkü tam anlamıyla aklımı yitirmiştim o an. GARD'da doğanlar hiçbir zaman sarhoş olmazlardı ve bilinçleri kolay kolay kapanmazdı fakat Aybüke beni öptüğü zaman tam anlamıyla aşk sarhoşu olmuştum. Kalbim hızla atıyor ve tamamen duran aklımı bir kenara bırakıp içgüdülerimle hareket ediyordum. İlk kez kendimi bu kadar vahşi ve ilkel hissetmiştim.

Muhtemelen hem Aybüke'nin hem de benim başımızı patlatacak derecedeki sızı olmasaydı çok daha ileri giderdik. Zira herhangi birimizin o an duracak iradede olabileceğini zannetmiyorum. Fakat ne yazık ki ben daha ne olduğunu anlamadan Aybüke kendini odadan dışarı atmıştı ve birkaç saniye farkla arkasından çıkmama rağmen hiçbir yerde bulamamıştım onu. En olmadık zamanda ortalıktan kaybolmuştu çünkü şu an Minhuanlara karşı savaş organize ediyordum ve bunu Zonga'nın yöntemiyle değil zümrüt gözlü sevgilimin yöntemiyle yapıyordum. Bu savaştan sonra çok şey değişecekti ve umuyorum ki biz kârlı çıkan taraf olurduk.

Büyük salondaydık ve sekiz Glena gözlerimin içine bakıyordu. Onlar da herkes gibi korkuyordu fakat aylardır burada hiçbir şey bilmeden sadece onlara verilen emirleri yerine getirmek gururlarına dokunuyordu. Bu yüzden hiçbiri bana karşı çıkmamıştı. Hepsiyle teker teker göz göze gelirken derin bir nefes alıp konuşmaya başladım. "Minhuanların en büyük iki özelliği vardır." dedim. Zonga onlara hikâye kısmını anlatmıştı, ben ise şu an teknik bilgileri veriyordum. "Büyülü derecede güzel sesleri ve artık olmayan kanatları. Öncelikle büyülü derecede güzel olan seslerine çok dikkat edeceğiz. Mutlaka şarkı söyleyeceklerdir, etkilenmeyin bundan! Fakat bilmeniz gereken asıl şey ne olursa olsun onlardan birini öldürmeye çalışmayacaksınız! Bir Minhuan karşınızda olsa ve sizi öldürecek bile olsa onu asla öldürmeyeceksiniz. Minhuanlar ilk ağıtlarını kanatları kesildiğinde yaktılar ve yüzyıllar boyunca felaketler hem GARD'ın hem de dünyanın peşini bırakmadı. Eğer aralarından biri ölürse ikinci kez ağıt yakarlar ve bu sefer ne olacağını asla bilemeyiz." Bir kez daha hepsinin gözlerindeki korkuya baktım fakat biliyordum ki insanlar değişik varlıklardı. Korku Glenalara zarar veremeyecekti. "Bu savaşta en büyük yardımcımız içinizdeki enerjiler olacak." dedikten hemen sonra hepsinin enerjisinin üstünden teker teker geçtim. Planı da anlattığımda gözlerindeki korku bir nebze olsun azalmıştı.

"Size anlattıklarımı bir an olsun aklınızdan çıkarmayın, biz istersek kimse bizi yenemez!" dediğimde konuşmayı da bitirmiştim. Hemen ardından ise GARD'ın 12 kulesine yönlendirdim onları. Glenalar 8 kuleyi doldurmuştu ve en büyük kuleye ben geçecektim fakat 3 kule hâlâ boş kalıyordu. Zonga'ya bu savaşı başka kimse olmadan kazanacağımı ve yanımda Glenalardan başka kimseyi istemediğimin altını çizmiştim. GARD'daki herkes benim ve Glenaların ortaya çıkaracağımız başarıyı veya başarısızlığı dört gözle bekliyordu. Her ne olursa olsun hiçbir şey yapmama konusunda emir almıştı hepsi, bizzat ben tarafından.

Glenalar dağıldıktan sonra büyük salondan çıkıp büyük kuleye doğru yol almaya başladım ve fakat yine de belki Aybüke odasına dönmüştür ihtimali aklıma düşünce başka bir yola saptım ve merdivenlere yöneldim. Aybüke'nin odasının önüne geldiğimde içeri giremeyeceğimi biliyordum bu yüzden sağ elimi yumruk yaparak dört kez kapıya vurdum. İçeriden hiçbir ses gelmeyince kaybedecek vaktimin olmadığının farkında olarak hızlı bir şekilde tekrar büyük kuleye doğru yol aldım.

Kuleye ulaştığımda duvara asılı olan dürbünlerden birini elime aldım. Uzaklarda bir yere, GARD'ın girişine, baktığımda yedi Minhuanı gördüm. Gerçekten çok güzellerdi ve fakat kanatları yoktu. En ortada duran Minhuan'ın bakışları üzerime çevrildiğinde bu kadar uzaktan bile olsa beni görebildiğini anladım. Her ne kadar ben dürbünle bakıyor olsam da göz gözeydik ve Minhuan'ın dudaklarındaki tehlikeli tebessüm hiç hoşuma gitmiyordu. Gözlerimin içine bakarken sağ elini avuç içi yukarı bakacak şekilde yavaşça yukarı kaldırdı ve birkaç saniye havada kalan eli büyük bir hızla aşağı indiğinde ne olduğunu bilmeden havadan gelen tozlar GARD'ı etkisi altına aldı.

Ve böylece savaş başlamış oldu.

Dürbün elimden düşerken gözlerimi açıp etrafa bakmam da ağzımı açıp tek kelime etmem de mümkün değildi çünkü tozlar olması gerekenden çok daha yoğundu. İçimden büyü sözlerini söylerken sesimi gittikçe yükselttim. Glenalar şu an beni duyabiliyordu farkındaydım ve onlar da aynısını yapmaya başlamıştı. Büyünün son sözlerini bağırarak tamamladığımda etrafımdaki kalkan tamamen oluşmuştu ve artık hiçbir toz zerresi içeri giremiyordu.

"Jüpiter," diye bağırdım. "Sallandır beşiği, Toprak itaat etsin yüzyıllardır seni bekleyen enerjine!"

GARD'ın dışında kalan ve Minhuanların olduğu alan büyük bir sarsıntı ile sallanmaya başladığında Jüpiter durmak yerine daha da bağırarak emir verdi toprağa. Toprak ona itaat ediyor, Minhuanları yutmak istercesine sallanıyor ve büyük yarıklar açılmasına neden oluyordu. Minhuanlar bir an için şaşırsa da bunu bekliyormuş gibi şarkı söylemeye başladılar. İlk başta bizim için söylediklerini düşündüm fakat öyle değildi. Gökyüzü bir anda binlerce kuş ile kaplandı ve kuşlar Minhuanlara doğru ilerledi. Birkaç saniye içerisinde yedi Minhuan da kuşların üstüne çıkmış ve havadan bize bakmaya başlamıştı.

"Dünya," dedim. Hâlâ bağırıyordum. "Ağırlaştır en hafif olanı ve Hava itaat etsin yüzyıllardır seni bekleyen enerjine!"

Benim hemen ardımdan Dünya bağırmaya başladı ve açığa çıkan enerjisi ile kalkanlarımızda çatlaklar oluşturacak kadar ağırlaştı hava. Minhuanlar da kuşların üstüne çökerken havanın onlara ağırlık yaptığını anlamıştım. Kuşlar ise daha fazla dayanacak gibi durmuyorlardı ve bu bizim işimize gelirdi.

Birkaç dakika beklememize rağmen Minhuanlar hiçbir atakta bulunmadı fakat benim durmaya niyetim yoktu. "Merkür," dedim ancak cümleyi tamamlayamadan arkamdan benim sesimi bastıracak güçte bir ses yankılandı. "Güneş," dedi zümrüt gözlü sevgilimin sesi. "Derhâl büyük kuleyi bana devret ve boş kalan kulelerden birine geç!" dedi. Söylediklerini sadece ben değil herkes duymuştu.

Dönüp ona baktığımda ne görmeyi bekliyordum bilmiyorum fakat gördüklerim beklediklerimin çok ötesindeydi. Güneş'in Kâhini, etrafındaki güçlü kalkana rağmen yoğun bir rüzgara maruz kalıyormuş gibiydi. Kalçalarına kadar kadar gelen güneş sarısı saçları beyaz elbisesi ile birlikte arkasına doğru uçuşuyordu. Yüzü kaskatıydı ve kıpkırmızı olmuş gözlerinde yoğun bir öfke vardı. Bu kez ne Aybüke gibi ne de zümrüt gözlü sevgilim gibi değildi. Muhtemelen ilk kez Güneşin Kâhini olmuştu.

Birçok şey söyleyebilir ona karşı çıkabilirdim fakat bunların hiçbirini yapmadım ve söylediğini dinleyerek büyük kuleyi hızla terk ettim. GARD'ın büyük koridorlarından oldukça hızlı bir şekilde geçtim ve boş olan kulelerden birine ulaştım. Komuta artık bende değil Güneşin Kâhini'ndeydi.

Onun olduğu kuleye doğru baktığımda ellerini havaya kaldırmış olduğunu gördüm. Yüksek sesle bağırıyordu ve söylediklerini hepimiz duyuyorduk.

"İtaat edin! Güneşin Kâhini'ne itaat edin, yüzyıllardır beni bekleyen kalplerin enerjisine itaat edin, zaman yolcusuna itaat edin!" diye başladı. Bağırıyordu ve ses tonundaki netlik herkesin şaşkınlıkla ona bakmasına neden olmuştu. "Ben ki Güneşin Kâhini, zaman yolcusu, kalplerindeki enerjinin sahibiyim. Ait olduğum Dünya'ya da GARD'a da arkamı dönüyorum. Bu bir başkaldırıdır!" dedi.

Ne yapacağımı şaşırmıştım fakat hızla elime bir dürbün alıp Minhuanlara baktım. Hepsi dikkatle Güneşin Kahini'ni dinliyor ve sözlerinin devamını merakla bekliyordu.

"Vazgeçin düşmanlıktan, güvenin yeni efendinize. Size sunacağım kurbanın gözlerinde arayın düşmanı. Bana itaat edin!" dediğinde nutkum tutulmuş bir şekilde onu izliyordum ve kimsenin benden bir farkı yoktu. Söyledikleri üzerine düşünmek istemiyordum ve eminim ki birazdan anlatmak yerine bizzat gösterecekti.

"Mars, Uranüs" dediğinde her ikisi ona dönmüştü ve gözlerindeki korku açık bir şekilde belli oluyordu. " Derhâl Zonga'yı buraya getirin!" Dediğinde hem Mars hem de Uranüs başka şansları yokmuşcasına hızla gözden kaybolmuşlardı.

Birkaç dakikalık bekleyişin ardından Zonga bir kolunda Mars, bir kolunda Uranüs varken Güneşin Kahini'nin arkasında belirdi. Aybüke hiç arkasını dönmeden hafifçe gülümsediğinde onların gelişini anladığını fark etmiştim. Yüzündeki gülümsemeyi hiç bozmadan arkasını döndü ve Zonga ile göz göze geldi. Kısık sesle bir şeyler söyledi ve Zonga sadece tek bir kelime söyleyip önüne geçti. Ne söylediklerini duyamıyordum fakat Aybüke hâlâ gülüyordu. Zonga ise Aybüke'nin önünde, yedi Minhuan'ın da onu görebileceği şekilde durmuştu. Toz fırtınası ise çoktan durmuştu ve kalkanlarımızı kaldırmıştık her birimiz.

"İşte size sunuyorum düşmanınızın en yakınını, kurban ediyorum onu başkaldırıma ve intikamınıza." dedi. Zonga'yı kurban edemezdi, bu kadar ileri gitmesi imkansızdı.

N'olur yanlış bir şey yapma sevgilim...

Fakat hiç bir şey düşündüğüm gibi olmadı. Aybüke arkasında duran duvardan hızlı bir şekilde bir kılıç aldı ve saniyeler içinde kendi etrafında dönerek kılıcıyla Zonga'nın kafasını gövdesinden ayırdı. Gözlerim sonuna kadar açılırken elimde dürbün öylece kaldım. Aybüke bizim sonumuzu getirmişti, GARD'daki herkesle birlikte...

GARD'ın sakinleri sanki olanları hissetmiş gibi bir futbol sahasından çok daha büyük olan avluya çıkmışlardı ve hepsinin gözü tek bir kişinin üzerindeydi. Gözlerimi onlardan çevirip Aybüke'ye baktığımda yüzüne ve beyaz elbisesine sıçrayan kanları umursamadan kılıcını yere attığını gördüm. Yavaş adımlarla Zonga'nın yere yığılan bedenine doğru ilerledi ve bedenine kısa bir bakış atıp köşeye fırlamış kanlı kafasının yanına ulaştı. Zonga'nın uzun beyaz saçlarını duygusuz bir şekilde eline dolayıp ayağa kalktı ve tek hamleyle kulenin duvarının üzerine çıktı. Bu hareketi ile hızla ona doğru bir adım attım fakat bu hareketim anlamsızdı çünkü aramızda metreler vardı ve farklı kulelerdeydik. Yine de düşmesinden endişeleniyordum fakat yerden yüzlerce metre yukarıda bir duvarın üzerinde olması Aybüke'nin umrunda değil gibiydi.

Zonga'nın saçlarını doladığı elini havaya kaldırıp Zonga'nın kafasını herkese gösterdi ve yeniden tehlike dolu sesiyle konuşmaya başladı.

"Yeni efendinize itaat edin!" dediğinde herkes ona bakıyordu. İlk diz çöken benimle göz göze gelen Minhuan oldu ve onun hemen ardından geri kalan altı Minhuan da dizlerinin üzerine çöktü. Fakat bununla bitmedi, kulelerdeki Glenalar da teker teker dizlerinin üzerine çöktü. Saniyeler içinde ise GARD'ın avlusundaki binlerce kişi teker teker dizlerinin üzerine çöktü, hepsi Harmony'den vazgeçip yeni efendilerine itaat ediyordu. Bir dakikadan az bire süre içerisinde herkes yere çökmüştü ve ayakta kalan tek kişi bendim. Aybüke yüzündeki zafer gülümsemesiyle kafasını yavaşça bana döndürdüğünde gözlerindeki merak açıkça okunuyordu. Tek sorun ise benim de ne yapacağımı bilmiyor oluşumdu. Diz çökmesem düşmanı mı ilan ederdi beni? Veya diz çöksem eskisi gibi sevgilisi olabilir miydim bir daha?

Aybüke bu kadar mesafeden bile kararsızlığımı anlamış gibi gözlerimin içine baktı ve gözlerini yavaşça kapatıp açtı. Sanırım diz çökmek istemediğimi anlamıştı ve bunda bir sorun olmadığını anlatmaya çalışıyordu. Yapmak istediğim birçok şey varken hepsini bir kenara bıraktım ve zümrüt gözlü sevgilime zoraki bir gülümseme gönderip kule kapısından içeri girdim. Hızla odama doğru koşmaya başladım ve kısa süre içerisinde odama vardığımda yatağımın üzerinde duran sarı eldivenlerimi elime giyindim hızlıca. Verdiğim karardan dönmemek için çok hızlı hareket ediyordum, bu yüzden odamdan çıkmam da saniyeler almıştı. Bu kez koşarak gittiğim yer büyük kuleydi.

Büyük kuleye varmak birkaç dakika almıştı ancak her şey bıraktığım gibiydi, Zonga'nın yerdeki cansız bedenini ve kanlar içindeki kafasını görmezden gelip hızla Aybüke'nin yanına ulaştım ve onu duvarın üzerinden kucaklayarak indirdim. Başta sadece kucaklayıp indirmeyi planlıyordum fakat bir elim sırtında bir elim kalçasının hemen altındayken yere bırakmak yerine daha da sıkı tuttum ve kule kapısından içeri girdim. Aybüke, gözleri şaşkınlıkla irileşmiş bir şekilde bana baksa da bir şey dememiş ve kollarını boynuma dolamıştı. Bu ufacık teması bile hoşuma giderken gülümsemeden edememiştim.

Aybüke gülümsediğimi fark ettiğinde yorgun bir şekilde gülümsemiş ve yüzünü boynuma gömerek derin nefesler almaya başlamıştı. Sıcak nefesi boynumu okşarken her şey boş verip bir yere oturmak ve onunla saatlerce bu şekilde kalmak istiyordum fakat ne yazık ki bunu yapamazdım. En azından şimdilik.

Büyük salona vardığımda Aybüke hâlâ kollarımın arasında duruyordu ve çok kısa bir zaman önce uykuya dalmıştı. Kolları boynumdan kucağına düşmüştü ve yüzü de boynumdan kayıp tam kalbimin üzerine denk gelmişti.

Ben hiç iyi değilim ve sanırım hava olmaması gerektiği kadar sıcak.

Yüzümde benden izinsiz aptal bir gülümseme oluşurken Güneşin Kâhini'nin zamanda yolculuk yaptığı yükseltiye geldim. Önce tarihi bugüne ayarladım daha sonra ise yeri. Hâlâ gülümserken gözlerimi kapatıp GARD'dan çıkmayı  bekledim. Birkaç saniye içerisinde geldiğimizde emin olduğumda gözlerimi açtım.

Zümrüt gözlü sevgilimi en çok mutlu olacağı yere getirmiştim; ailesinin ve tek arkadaşının yanına.

Continue Reading

You'll Also Like

1.1M 27.6K 65
"Madem çok ısrar ettiniz, o zaman artık bey diyebilirim." deyip gülümsedim, bandı yapıştırdıktan sonra yutkundu. "Boşver beyi." deyip dudaklarıma yap...
12.2K 1K 32
ALFA - OMEGA HİKAYESİ. Yılardır ruh eşimi bekliyordum . Köpekler gibi tasma takmak zorunda kalıyordum çünkü hala ruh eşimi bulamadım. Ama bir gün oku...
7.6M 670K 72
Elzem Akay'ın sıradan ama güzel bir hayatı vardı. En iyi okullarda okumuş, en güzel oyuncaklara ve kıyafetlere sahip olmuştu. En değerli mücevherler...
227K 9.1K 15
"MARDİN'DE AŞK" Birbirlerine olan aşklarını ifade etmek için konuşmaya gerek yok . Belki de sessizlik, kalplerinin birbirine daha da yakınlaşmasına...