ELFİDA

By ayilmah

2.3M 3.1K 669

"Erkekler ağlar mı Egemen ?" "Ağlar." diye yanıtladı beni hiç düşünmeden. "Ne zaman ?" Merak ediyordum. Kadı... More

DİKKAT
1 -ŞEFKAT-
2 -TAKİP-
3 -KAN TORBASI-
4 -MAHALLE MUHTARI-
5 -PARAZİT-
6 -SÜRPRİZ YUMURTA-
7 -SAF-
8 -ALARM-
9 -ULAK-
10 -RENKLİ FASULYELER-
11 -YARA-
12 -GALATA-
13 -ELİ KANLI DÜŞMAN-
14 -TAŞ KULE-
15 -TEKLİF-
16 -KÖRLER VE SAĞIRLAR-
17 -ETMEK-
18 -AĞAÇ KOVUĞU-
19 -BOŞLUK-
20 -KENDİNİ GERÇEKLEŞTİREN KEHANET-
21 -ŞEFFAF-

22 - PEMBE FİL-

5.6K 188 254
By ayilmah

                                  ******
Salondan yayılan ışık artık koridoru aydınlatmaya yetmiyormuş gibi geliyordu. Avizeden yayılan sarı ışığın önüne büyük bir gölge düşmüş, bakış açımı kesiyordu. Gölge yalnızca önümde değildi. Gölge zihnimin en puslu odalarının da önündeydi. Düşünmemi, değerlendirmemi, konuşmamı ve hatta bağırmamı istemeyen nahoş bir tavırla bilişsel süreçlerime ket vuruyordu. Kulaklarımın uğuldadığını hissettim tam şu an. Bir anlığına gözlerimi kapatıp yeniden açtım. Önce beynimin içini kara bir leke gibi istila etmeye çalışan gölgeden kurtuldum. Ben böylesine radikal bir kararı babamın gölgesinden kurtulmak için almıştım. Yeni bir gölgenin hayatımda var olmasına izin verecek miydim? Asla vermezdim. Asla.

Sarhoşluğu da ayıklığı da umurumda değildi! İçerken bana sormamıştı dolayısı ile sarhoş olduğu için onu alttan almak gibi bir sorumluluğum yoktu.

"Ben," diyerek başladım cümleme. Can kulağıyla beni dinlediğini biliyordum ama gözlerinin içine bakmadım. Sağ kolumu göğsüne dayayıp şiddetli bir şekilde ittim onun yerine. "İstediğim yerde istediğim saatte istediğim kişiyle konuşurum. Ve sen," Biraz önceki itişim çok etki etmeyince iki elimi dayadım bu defa ve var gücümle iterek sesimi yükselttim. "Buna asla karışamazsın!"

Bugün tam bir milyonuncu defa kaşlarını havalandırdı ve ağzını yamultarak samimiyetsiz bir gülümseme hareketinde bulundu.

"Ben senin kocanım." dedi bana hatırlatmaktan keyif alır bir sinirle.

"Sahibim olmadığının farkında olman ne güzel!"

Bir anlığına yerdeki kırık cam parçalarına baktı ve tekrar bakışlarını bana çevirdi. Bir şey söylemek istiyor ama kafasında toparlayamıyormuş gibi bir hali vardı.

"Birbirimize karşı sadakat sorumluluğumuz yok yani?" Ne alakaydı? Ne alakaydı!

"Elmalarla armutları kıyaslayamazsın."

"Elmalar, armutlar ve..." dedi ve bir saniye bekledi dilinin ucundaki kelimeyi hatırlamaya çalışır gibi. Ciddi ciddi kafası yerinde değildi. "Piç kuruları."

Ne saçmalıyorsun, der gibi baktım bu defa yüzüne. "Uyarıyorum, o piç kurusunun bir daha seninle irtibat kurduğunu görürsem elmalarla armutlarla birlikte toprağa ekerim onu."

"Sarhoşsun ama beni anladığını çok iyi biliyorum. Umarım bu söylediklerimi yarın uyandığında unutmuş olmazsın. Aç kulaklarını iyi dinle çünkü sürekli sana haddini bildirmek zorunda kalmak istemem. İstediğimle konuşurum buna karışamazsın. Evli olmamız sana çevremle olan ilişkilerime müdahale edebilme hakkı vermez. Keza aynı şekilde senin sosyal ilişkilerin de umurumda değil. Sadakat meselesine gelince, böyle bir saygısızlığı sana değil en başta kendime yapmam zaten. Beni tanımıyorsun ama bununla alakalı aklında en ufak bir şüphe bile olmasın. Senin için de sadakat bekçiliği yapacak halim yok. Yakıştırıyorsan kendine böyle bir rezilliği istediğini yap. Ama öğrendiğim anda öleceğimi bilsem bir saniye evli kalmam seninle, aklından çıkarma."

Benden bu kadar uzun bir konuşma beklemediğini tahmin edebiliyordum ama bununla alakalı herhangi bir ifade belirtisinde bulunmadı. Bugün, her söylediğim cümleden sonra ne kadar çok düşünmüştü böyle. Sarhoşluk böyle bir şey miydi? Bence geri zekalının tekiydi!

Kafasını salladı. Ben tam beni anladığını ve bana hak verdiğini düşünecekken asıl geri zekalının kendim olduğumun farkına vardım. "Bir daha o armutla görüşmeyeceksin."

"Kime ne anlatıyorum!" diye öfkeyle soludum ve aradaki açıklığı fırsat bilerek merdivenlere yöneldim. Kolumdan tutarak engel oldu. "Duydun mu?"

Bir de onaylamamı mı bekliyordu?

"Duydum." diye bağırdım yüzüne doğru.

"Güzel." dedi ve başını salladı iki defa.

"Sağır değilim duydum ama kabul ettiğimi söylemedim. Kafana soksan iyi edersin, canım kimle isterse onunla görüşürüm. Dediklerini yaptırmayı çok istiyorsan git bir köpek sahiplen!" Kolumun etrafına dolanan parmaklarını canımı yakmaktan çok gitmemi engellemek için kullanıyordu. "Bırak kolumu."

"Herif sana kaçmayı teklif ediyor gelmiş istediğimle konuşurum diyorsun!"

Tam ağzımı açıp onu ilgilendiren bir şey olmadığını söyleyecekken sarhoş zihni yerini eski Egemen'e bıraktı ve boş bakışları öfkeyle kısıldı. "O piç kurusu gelecek benim nişanımda benim nişanlıma kaçmayı teklif edecek sonra karımla gecenin bir vakti fısır fısır konuşacak. Ben de ellerimi önümde bağlayıp gevşek bir pezevenk gibi sizi izleyeceğim öyle mi? Adamın belasını sike..."

"Sakın!" diyerek yükselttim sesimi, söyleyeceği kelimeyi bastırmak için. "Senin paranoyalarınla uğraşmayacağım. İstediğini düşünebilirsin. Bırak şimdi kolumu!"

"Bir daha uyarmayacağım." Parmaklarını gevşettiği anda hakimiyetinden çıktım.

"Senin tercihin!" diyerek adımladım merdivenleri. Ne için gelmiştim, ne için dönüyordum kafam çorba olmuştu. Üstelik kavganın ateşini fitilleyen konuşmanın aslını da öğrenememiştim. Yarın soracaktım çünkü şu andan itibaren bu konuyla alakal beni aydınlatacağını düşünmüyordum.

"Bak benim sabrımı zorlama!" Merdivenleri çıkan adımlarımı durdurdum. Sesindeki öfkeyi ve tehdidi sezdiğim an ondan tarafa döndüm. Hani zorlarsam ne olur diye diklenecektim ama fırsat vermedi. "O şerefsizi sileceksin!"

Özgür aslında uğruna birileriyle gecenin bir yarısı şiddetli bir kavgaya tutuşacak kadar yakınımda olan biri değildi ama Egemen'in yersiz otorite savaşına boyun eğecek değildim. Kiminle konuşup kiminle konuşmayacağıma kendisinin karar vermeyeceğini öğrenmek zorundaydı.

"İstediğim insanı ancak ben istediğim zaman silerim. Sen istediğin zaman değil."

Elinden geldiğince benimle iletişimi minimum seviyelerde tutmaya çalışan Egemen'e nispeten şu anki çocuk gibi inatlaşan Egemen alışılmadıktı. Bunu da sarhoşluğuna bağladım ve o an bir farkındalıkla bundan sonraki cümlesi ne olursa olsun bu tartışmayı sonlandırmaya karar verdim.

"Yemin ediyorum o şerefsizin ecdadını si..."

"Sakın!" diyerek tekrar yükseldim. Tartışmayı sonlandırabilmek mümkün müydü? "Seninle daha fazla tartışmayacağım, git az önce söylediklerimi biraz düşün!"

Başka bir şey söylemedim, herhangi bir şey söylemesini de beklemedim. Hızlı adımlarla merdivenleri çıkıp odaya girdim. Ben odanın kapısını kapatırken dış kapı da şiddetli bir şekilde çarpılarak kapandı. Çıktığını tahmin etsem de emin olmak için pencerenin kenarına geçip beni görmeyecek şekilde dışarıya baktım. Arabasına bindi ve yaklaşık beş saniye içinde bahçeden çıktı. O kafayla bir de araba mı kullanacaktı? Tam bir geri zekalıydı!

Oflayarak pencerenin kenarındaki koltuğa çöktüm ve sıkıntıyla başımdaki şalı çıkardım. Sadece bir bardak su içmek istemiştim. Olayların buralara kadar geleceğini bilmesem de Egemen gibi bir adamla aynı sınırlar içerisinde yaşayacaksam hazırlıklı olmam gerektiğini öğreniyordum. Ama bir şeyleri öğrenmek zorunda olan sadece ben olmayacaktım. Konuyu ne yapıp edip sarhoş kafayla kendinden sektirmesini de tebrik etmek lazımdı tabi. Hedefi şaşırtmış ve konunun öznesini bir güzel değiştirmişti. Alkışlamak lazımdı geri zekalıyı!

İçimdeki haklı öfkeyi kendi kendime dizginlemeye çalışırken bir yandan da sağ elimdeki yüzükle oynuyordum. Takı takmayı çok seven bir insan olmadığım için yüzüğün psikolojik ağırlığının yanı sıra fiziksel olarak verdiği rahatsızlığı göz ardı edemiyordum. Sağ elimin baş parmağı sürekli yüzüğün üstüne gidiyor, dürterek varlığını sorguluyordu. Gün içerisinde belki de yüz defa bu hareketi yapıyordum farkında olmadan. Yüzümde acınası bir gülümseme ile yine baş parmağımla sağa sola kıpırdattığım yüzüğü izliyordum. Gerçekti, vardı, parmağımdaydı ve az önce diğer eşi parmağında olan adamla kavga etmiştim. Düşünmeden çıkardım yüzüğü ve stresle parmaklarımın arasında birkaç tur döndürdüm. Bir amacım ya da niyetim yoktu sadece çıkarmak istemiştim. Beyaz altından yapılan dümdüz bir halkaydı baktığımda ama üzerime çok büyük bir sorumluluk yüklemişti işte. Anlamlar nesnelerde miydi yoksa bizim onlara olan bakış açımızda mı? Hayır bu yüzüğe bakarak konuşacak olursam anlam kesinlikle yüzükteydi çünkü parmaklarım arasında çevirdiğim yüzüğün iç kısmına yansıyan ışık bazı harfleri açığa çıkarmıştı. Yüzüğü çevirmeyi bıraktım ve ışığı en doğru şekilde alacak açıyla yüzüme yaklaştırdım.

E.K.A

Anlamadan biraz daha inceledim yüzüğün içini yazılı başka bir şey daha vardır diye ama bulamadım. İç kısmında büyük harflerin ufak puntolarla işlendiği üç harften ve aralarındaki noktalardan başka hiçbir şet yoktu. Önce yüzüğün markası olabileceğini düşündüm. Yüzüğü parmağıma geçirip telefonuma uzandım ve arama motoruna girip E.K.A alyans yazdım. Herhangi bir markaya ya da mağazaya ait bir sonuç çıkmadı. Telefonun tuş kilidini kapatınca ekranda beliren mesaj bildirimi duraksamama neden oldu. Kayıtlı olmayan bir numaraya aitti. Kan basıncım yükseldi. Ellerimde saniyesinde anlamsız bir terleme ve titreme başladı. Halbuki son bulur sanmıştım. Anlaşmayı bitirdiğimde son bulur sanmıştım. Babamla, anlaşma metni üzerine gerçekleştirdiğimiz yeni bir anlaşma görüşmesini takip eden en yakın sürede bana mesaj atan numaraya anlaşmayı zaten bitireceğimi fakat bunu onlar için yapmayacağımı, kardeşimden uzak durmaları gerektiğini bildiren bir mesaj atmıştım. O mesajı gönderdiğim andan beri aldığım bu yeni karardan memnun olduklarını, bu yüzden tarafıma ulaşmadıklarını düşünüyordum. Numarasının kime ait olduğunu bilmediğim mesajı açmadan birkaç saniye bekledim öylece. Hani korktuğunuz bir şeyi görmezden gelirsiniz ya sanki yok saymanız o şeyin gerçekleşme ihtimalini ortadan kaldıracakmış gibi. Telefonum elimde mesajı açıp açmamak arasındaki ince çizgide cebelleşiyordum. Düşünmedim daha fazla ve mesajın üzerine tıklayıp gelen mesajı açtım. Vücudumda anında bir rahatlama meydana geldi. Korktuğum başıma gelmemişti. Mesaj, evde internet hizmetini en iyi şekilde verdiklerini iddia eden kurumsal bir firmaya aitti. Numaraya dikkatli baktığımda zaten şirket numarası olduğu belli de oluyordu.

Sıkıntıyla telefonu yerine bıraktım ve yatağa geri uzandım. Açık pencereden esen rüzgar bedenimi ferahlatırken gözlerimin daldığının da farkındaydım. Uykumdan uyanmama sebep olan odanın içini dolduran su sesiydi. Açık pencereden içeriye dolan yağmur sesi ile telaşla yattığım yerden kalktım ve içeriye yağmur suyu dolmaması için pencereye yöneldim. O sıra aşağıdan gelen seslerle dikkatimi pencereden alıp sesin kaynağına yönelttim. Ses dış kapıdan geliyordu. Sesi daha iyi duyabilmek için hızlıca pencereyi örttüm ve hareketsizce sesi dinlemeye devam ettim. Kapı zorlanıyordu. Egemen olabilir miydi? Bakışlarım hızlı bahçeye yöneldi. Arabası yoktu. Telaş yine geldi sardı vücudumu. Yine de belki Egemen'dir, kapıyı açar girer diyerek ses çıkarmadan bekledim. Ama her kimse kapıyı zorluyordu.

Kenardaki çantama uzandım ve karanlığın içinde biber gazını elime alıp odadan çıktım. Adımlarım hala çok sessizdi ve göğsümdeki telaş yerini korkuya çoktan bırakmıştı bile. Ses çıkarmadan merdivenleri indim. Akşamdan açık kalan salon ışığı hala yanıyordu ve bu koridorda önümü görmemi sağlıyordu. Kapının girişindeki cam parçalarına basmamaya dikkat ederek kapının kenarına geçtim ve nefesimi tuttum. Kapı hala zorlanıyor ama bir türlü açılmıyordu. Halbuki odamda kalıp, kapımı kilitleyip biber gazımla orada da bekleyebilirdim. Neden böyle bir cengaverlik yapmıştım hiçbir fikrim yoktu.

Yaklaşık yarım dakika kadar daha arkasında bulunduğum kapı zorlandı ve nihayet açıldı. Kalp atışlarım hızlandı eş zamanlı olarak. Açılan kapının ardından gelen ayak seslerini dinledim önce ve kapının kapanmasını fırsat bilerek avucuma hapsettiğim biber gazını kaldırarak pompasına kuvvetle asıldım. Benim hareketlenmem, kapının arkasındaki kişinin beni fark ederek bileğime asılması, avucumdaki şişeden etrafa yayılan ufak bir pıss sesi, ardımdan bileğimi silkeleyerek elimdeki tüpü yere düşürmesi, Egemen'in kafasını kenara çekmesi ve etrafa yayılan hafif bir çiçek kokusu... Hepsi aynı anda gerçekleşti. Gelen kişinin Egemen olduğunu anlayınca tekrar bir rahatlama yaşadıysam da bu uzun sürmedi. Beni sinirlendirmeyi başardı.

"Bununla mı koruyacaksın kendini?" diye sordu yerdeki spreyi işaret ederek. O ana kadar elimdekinin bir biber gazı olduğundan o kadar emindim ki, ilk başta ne demek istediğini anlayamadım bile. Kaşlarım çatıldı ve tam ne saçmaladığını soracakken bakışlarımı onun da bakışlarının bulunduğu yere çevirdim. Yerdeki biber gazına. Vücut spreyime. Biber gazı yerine vücut spreyi mi almıştım ben çantamdan?

"Üzgünüm," dedim kinaye ile. "Her zaman hırsız tehlikesine karşı önlem almak zorunda kalmıyorum. Tecrübesizliğime verin." Onunla bir senli bir sizli konuşmamın dengesini şaşırttığını düşünüyordum ki ara ara bunu bilerek de yapıyordum. Ben ne kadar zorluk yaşıyorsam onun açısından o da yaşasın istiyordum. Bileğimi çekiştirip tutuşundan kurtuldum. Dışarıda yağmur yağıyordu ve sırılsıklam olmuştu. Umurumda değildi, ölebilirdi. Yüzümdeki acımasız ifadeyi silmeden ileri doğru bir adım atıyordum ki bu sefer kolumdan sertçe tutup kendine doğru çekti.

"Ne yapı..." diye sesimi yükseltmiştim ki sözümü kesti.

"Dikkatli ol, camlara basacaksın." Bakışlarımı ondan hemen bir adım önüme çevirdim. Henüz birkaç saat önce duvara çarparak paramparça ettiği cam şişenin parçaları olduğu gibi yerdeydi. Toplamamıştım, toplamazdım da.

"Tamam, bırakın." dedim sesimin şiddetini biraz azaltırken. Egemen'e karşı o kadar tetikteydim ki! Gardım sürekli havadaydı, farkındaydım ama yapacak hiçbir şeyim yoktu. Böyle olmak zorundaydım çünkü çoğu zaman anlayışsız davarın tekiydi. Kolumdaki elini gevşetmesi için bakışlarımı kolumu saran parmaklarına çevirdim. Sağ eliyle tutmuştu. Yüzüğünü görüyordum. Benimkinin aynısı olan yüzüğünü. Acaba içinde aynı harfler yazıyor muydu?

Çok kısa süre içinde ben bunları düşünürken tutuşunu gevşetince önümdeki camlara basmamaya dikkat ederek merdivenlere yöneldim ve odaya çıkıp kapıyı kilitledim ardından. Çıkmadan önce kafama geçirdiğim kapüşonumu iplerini çözerek indirdim ve yatağa geri yattım. Sabah olmak üzereydi. Gece boyunca neredeydi bir fikrim yoktu, arabası da yoktu. Düşünmemeye çalıştıkça aklıma geliyordu.

Pembe fil deneyi.

Pembe fili düşünmemek için ne kadar çabalarsan o kadar zihninde yer eder.

Pembe fili düşünme! Üç dakika boyunca düşünme ama üç dakikanın her saniyesi aklında pembe fil var. Düşünme! Ama gitmiyor! Gitmiyor mu? Gitmiyor. Gitmez çünkü pembe fili düşünmemeyi düşünüyorsun. Ne yapacağım? Düşüneceksin o zaman. Pembe fili mi? Pembe fili veya herhangi bir şeyi. Ama düşünmemem lazım. O zaman sıradanlaştırman lazım.

O zaman sıradanlaştırmam lazım!

Nasıl olacaktı? Hayatımın orta yerine zank diye düşen birini nasıl sıradanlaştırabilirdim? Yattığım yerde çok defa dönüp durdum ama uykuya dalamadım bir türlü. Sabah ezanının okunmasına da bir şey kalmamıştı zaten kaçırırım tedirginliği ile çok da uğraşmamıştım uyumak için. Ezan okunur okunmaz kalktım ve abdest alıp namazımı kıldıktan sonra camı açmak üzere pencereye yöneldim. Yağmur dinmişti ve toprak kokusunu rahat rahat soluyabilmek için durmadım camı açtım sonuna kadar. Henüz hala karanlık olan bahçeyi inceledim ve aradığım toprak kokusunu soludum derin derin. İstanbul'daki evimiz ormana baktığından ne zaman yağmur yağsa toprak kokusu odama kadar gelir, beni mest ederdi. Tanıdık geldi bu koku da bana. Geçmişe bir özlem duydum ister istemez. Ben biraz da böyle bir insandım. Geçmiş iyi veya kötü olabilirdi, hiç problem değildi. Bende geçmişe özlem hep olurdu. Bunun sebebi aslında hayatımın iyiye doğru ilerleyememiş olmasıydı.

Bir süre daha kaldım pencerenin önünde. Şafak sökmek üzereydi ve karnım acıkmıştı. Karnımın açlığı ile şafağın bir alakası yoktu ama acıkmıştım işte. Birkaç saat daha bekleyebilir Sevda Hanımla birlikte kahvaltı edebilirdik ama Egemen biraz önce eve geldiğinden düşüp uyuma ve benim kahvaltı yaparız diye tahmin ettiğim saatlerde uyanma olasılığı yüksekti. Tanıdığım kadarıyla çok uyumayı seven biri değildi ve günlük birkaç saatlik uyku yeterli geliyordu. Eğer biraz önce gelip uyuduysa saat dokuz gibi uyanırdı ve sevda hanım sekiz buçukta gelip kahvaltı hazırlayana kadar Egemen uyanmış olurdu. Dışarıdan geldiğine göre şu an uyuyor olma ihtimali çok yüksekti. Bir şeyler atıştırmak için uygun bir zaman olarak gördüm içinde bulunduğumuz bu zamanı.

Başıma şalımı örtüp sessizce çıktım odadan. Aynı sessizlikte merdivenleri indim. Eğer uykusu hafifse uyanmaması için sesli nefes bile almıyordum. Tahin ettiğim gibiydi. Salondaki üçlü koltuğa boylu boyunca uzanmış, yatıyordu. Bu sefer diğer gecelerden farklıydı çünkü dışarıdan nasıl geldiyse öyle yatmıştı. Islak üstü, çamurlu ayakkabıları, saati. Normalde yatarken kenarda duran battaniyeyi üzerine alıyordu fakat bugün almamıştı. Hava öyle battaniyeyi üzerine almayacak kadar sıcak değildi. Tam sessizce yanından geçecekken öksürdü iki defa. Adımlarımı durdurdum uyanmış olma ihtimaline karşın. Uyanık değildi. Sessizce mutfağa girdim ve aynı yavaş hareketlerle atıştırmalık bir şeyler hazırlamaya koyuldum.

Bir kere daha öksürdü.

"Hayır hayır hayır! Sakın hasta olma! Bakmam sana!" Boğazı zorlanıyormuş gibi bir ses çıkardı ve bir kere daha öksürmeye yeltendi, beceremedi. Acılı bir inleme bıraktı onun yerine. Ekmeğimin arasına dolaptaki peyniri sürerken öksürmeye çalıştı yine.

"Bak sus artık! Bakmam sana! Oldu olacak bir de çorba kaynatıp içireyim, tam olsun. Rüyanda görürsün. Rüyanda!" Çıkardığım bulaşıkları kenara toparlarken acılı bir inleme daha döküldü dudaklarından.

"Yalan söylüyorsun, sana zerre inanmıyorum. Sana bir de bakıcılık yapmayacağım!" Tezgahın önünde dayanmış hazırladığım ekmek arasından bir ısırık alacakken iki defa daha öksürdü. Boğazından gelen zorlanma sesi olmasaydı kesin olarak numara yaptığını düşünürdüm ama vicdanım izin vermedi. Ve oflayarak elimdeki ekmeği tabağa bırakıp salona yöneldim. Koluyla yüzünü gizlemişti, dolayısı ile uyuyup uyumadığını bilmiyordum. Sessizce yanına yaklaştım ve bu şekilde hasta olup olmadığını nasıl anlayacağımı düşündüm. Bir şey belli olmuyordu ki!

Dokunup ateşi olup olmadığına bakmam lazımdı. Normalleştir. Pembe fili normalleştir. Hasta Egemen'i de normalleştir. Herhangi birinin hasta olup olmadığını kontrol ediyormuşsun gibi. Evet tamam böyle. Uzat elini. Uzatayım ama nereye, yüzünü gizlemiş koluyla. Koluna dokunsam anlar mıyım acaba hasta olup olmadığını, yanağı da açıkta ama sakalları var deriye temas edemem. Boynu? Hayır! Saçmalama! Dürtüp sorsan mı, hasta mısın diye? Evet derse? He tamam o zaman geçmiş olsun deyip dönersin. Saçama! O zaman niye soruyorum? Ne bileyim!

Gözlerimi kapattım ve sakince bir nefes alıp kolunun tam örtemediği alnına uzattım parmak uçlarımı. Saç kökleri ile kolu arasındaki iki parmaklık noktaya değdirdim parmaklarımı. Dokunur dokunmaz hızla kolunu kaldırdı ve bileğimi yakaladı. Mutfakta çıkardığım sesleri de yanına geldiğimi de yarım dakikadır başında beklediğimi de duymamıştı ki uyuyordu. Dokunuşumla aniden gözlerini açması bunu gösteriyordu.

"Ne oluyor?" diye sordu anlamazca.

"Yanıyorsunuz." Alnındaki o iki parmaklık nokta, cayır cayır yanıyordu. Başındaki kişinin ben olduğunu anlayınca bileğimi bıraktı ve yattığı koltuğa kendini geri bırakıp gözlerini kapattı. Cevap vermedi ve öylece yatmaya devam etti. Ne hali varsa görmesi için bırakıp gitmekle Sevda Abla gelene kadar bir şeyler yapmak arasında çok gidip geldim. Vicdanlı yanım ağır bastı.

Vicdanlı yanım ağır basmasa bile Sevda Hanım yoktu ki! Sevda Hanım İstanbul'da kalmıştı. Burada bir başımızaydık. Kafam öylesine dolu ve karışıktı ki Sevda Hanım'ın sekiz buçuk-altı mesaisinin İstanbul'daki ev için geçerli olduğunu, bizimle Muğla'ya gelmediğini, dolayısı ile bir başımıza kaldığımızı fark etmem dakikalarıma mal olmuştu. Tekrar baktım koltukta boylu boyunca yatan adama ve derin bir nefes çektim ciğerlerime. İş başa düşmüştü. Ne olursa olsun hasta bir insanı yalnız bırakmak insani bir davranış değildi. Bir şey söylemeden mutfağa yöneldim ve dolapların içinden genişçe bir kase çıkarıp içini dolaptan aldığım soğuk suyla doldurdum.

"Bir sana bakıcılık yapmadığım kalmıştı! Ne iyi yaptın yağmurda sırılsıklam olup gelip öylece yatmakla!" Öfkeden kuduruyordum. Buz kalıbındaki buzları da kaseye boca edip alt çekmeceden henüz paketi açılmamış mutfak bezlerinden iki tanesini kasenin içine bırakıp salona geçtim. Kucağımdaki kaseyi ortadaki sehpanın üzerine bıraktım ve yanına gidip koltuğun kenarlarından sarkan ayakkabılarını çıkardım. "Eve ayakkabıyla girmezsen sevinirim, namaz kılıyorum da bu evde." Beni duymayacağı şekilde ağzımın içinde söylenmelerine engel olamıyordum. "Pislikten başka bir şey değil." Çorapları ıslak olmadığı için ellemedim onları ki zaten kimsenin çıplak ayağına asla ama asla dokunmazdım!

Üstündeki pantolonunun paça kısımları, tişörtünün de büyük bir kısmı ıslak görünüyordu. Onlar için de yapabilecek hiçbir şeyim yoktu. Rahatsız olmaması için salonun ışığını yakmadan mutfaktan yayılan ışıkla devam ettim işime. Koluyla yine yüzünü gizlemişti ki gördüğüm kadarıyla genelde böyle uyuyordu. Sehpanın üzerindeki soğuk su dolu kasedeki bezleri çıkarıp suyunu sıkarken; "Kolunuzu çekin." diye ikaz ettim onu. İlk başta hareket etmedi. Birkaç saniye nefes alış verişleri yavaşladı ardından kolunu çekti ve gözlerini yarım açıyla aralayıp bana baktı.

"Ne yapıyorsun?" diye sordu yorgun sesiyle. Bu sürede sayamadığım kadar daha öksürmüştü. "Bir şeyim yok, bırak." dedi ve gözlerini geri kapattı.

"Belli." dedim. "Boğazınız yırtılacak, birazdan ateş topuna döneceksiniz ama bir şeyiniz yok."

"İşine bak."

"Ben de çok isterdim ama hasta bir insanı bir başına bırakacak kadar insanlığımı kaybetmedim. Üzgünüm." Bunun için gerçekten de üzgündüm. Keşke hasta bir insanı bir başına bırakabilecek kadar insanlığımı kaybetmiş olsaydım!

"Odana çık, hasta değilim ben." diye konuştu zar zor.

"Kişisel mi algıladınız yoksa? Kim olsa aynısını yaparım, indirin kolunuzu." Meydan okumama asla izin vermeyeceğini biliyordum ama hastaydı, uğraşmak istemedi sanırım benimle ve indirdi kolunu. Elimdeki suyu sıkılmış soğuk bezi üçe katlayıp alnına yerleştirdim. Tüm bunları yaparken ona olan temasımı minimuma indirmeye özen gösteriyordum. Alnına değen buz gibi beze karşı hiçbir reaksiyon göstermedi bedeni. Gözleri yumulu bir şekilde yatmaya devam etti. İkinci bezi de sıkıp boynuna genişçe serdim. Bu işlemi dönüşümlü olarak dört beş defa tekrarladım. Soğuk sudan dolayı ellerim buz gibi olduğundan ateşinin düşüp düşmediğini anlamam mümkün değildi.

"Ateş ölçer var mı?" diye sordum olmayacağını tahmin ederek. Bir süre cevap vermedi. Uyumuş olabileceğini düşündüm. Yaklaşık yarım dakika kadar sonra;

"Bilmiyorum, bu banyoda olabilir." diye mırıldandı. Alnındaki ve boynundaki bezleri yenileriyle değiştirip merdivenin altında kalan banyoya girdim. Banyo dolabına karıştırmak üzere yönelecekken aynanın önündeki alyans çekti dikkatimi. Egemen'inkiydi. Banyoya ne için geldiğimi unutup alyansa yöneldim ve ışıkta içini görebileceğim şekilde sağa sola çevirdim ve parmağımdaki yüzükte karşılaştığım manzara karşıladı beni.

E.K.A

Continue Reading

You'll Also Like

18.9M 1M 53
"Karımı artık yanımda, odamda ve yatağımda görmek istiyorum!" diye bağırınca donup kaldım. Ne söylediğinin farkında mıydı? Bir başkasının kimliğiyle...
32M 1.8M 39
Yaşıyorduk, işkence çekiyorduk, idam ediliyorduk, köle gibi çalıştırılıyorduk, susuyorduk, çığlık atıyorduk ama hepsinin sonunda sesli ya da sessiz b...
148K 10.6K 45
Gerçek Osmanlıyla bir alakası yoktur. iyi okumalar.
43.7K 2.8K 13
Unutulmuş bir kadın, Yüzbaşı Hazal Unutulmuş. [Kurgudaki kişi ve olaylar tamamen hayal ürünü olup hiçbir kurum ve kuruluşlarla alakası yoktur]