VİSAL

By rumeysadoganm

138K 7.1K 2.5K

~Tamamlandı~ İnsan yaşadığı zorlukları bahane edip yazısındaki kaderin enaniyetine sığınmaktan hep kaçar. Hep... More

1. Bölüm
2. Bölüm
3. Bölüm
4. Bölüm
5. Bölüm
6. Bölüm
7. Bölüm
8. Bölüm
9. Bölüm
10. Bölüm
Önemli Bir Duyuru
11. Bölüm
12. Bölüm
13. BÖLÜM
14. BÖLÜM
15. BÖLÜM
16. BÖLÜM
17. Bölüm
18. Bölüm
19. Bölüm
20. Bölüm
21. Bölüm
22. Bölüm
23. BÖLÜM
24. BÖLÜM
25. BÖLÜM
26. BÖLÜM
27. BÖLÜM
28. BÖLÜM
29. BÖLÜM
30. BÖLÜM
31. BÖLÜM
32. BÖLÜM
33. BÖLÜM
34. BÖLÜM
36. BÖLÜM
37. BÖLÜM
38. BÖLÜM
39. BÖLÜM
40. BÖLÜM
41. BÖLÜM
42. BÖLÜM
43. BÖLÜM
44. BÖLÜM
45. BÖLÜM
46. BÖLÜM
47. BÖLÜM
48. BÖLÜM
49. BÖLÜM
50 ~ FİNAL
ANKA-I AŞK KİTAP OLDU.
Özel Bölüm

35. BÖLÜM

1.7K 84 8
By rumeysadoganm

Yine uzun bölümle erkenden geldik. 

Bu yüzden sizden bol yorum istiyorum.

Keyifli okumalar.

İnstagram: rumeysadoganm

...

Toplantıdan sonra hiçbirimiz konuşmamıştık. Daha doğrusu ne konuşacağımızı bilmiyorduk. Odadan çıktığımızda Mahir Bey'i görmüştük ve burnundan soluyordu. Üzerinde olan arazinin benim üzerime geçirilmesi onu çok fazla kızdırmıştı çünkü diğer mal varlığı da elinden alınmıştı. Bu da büyük bir muharebeye ön hazırlıktı. Çünkü bana devredilen mal varlığı karşı taraf için savaştı.

Araba aniden durdu, daldığım için Yiğit'in sesini geç duydum. Yavaşça bakışlarına karşılık verdim, gülümsüyordu. O konuyu düşündüğümü anlamıştı. Yüzümdeki o hissi silip gülümsemesine karşılık verdim. Aslında o da çok düşünceliydi ama sırf bu halden çıkmam için destek veriyordu.

"Geldik mi?" Etrafa baktım. Bu sabah kahvaltıyı dışarıda yapacak ardından şirkete geçecektik. Yiğit şirkete geç gideceğimizi söyleyince aslında sırf kötü hissettiğim için bunu yaptığını biliyordum. Arabadan indik. Yiğit yanıma gelip elimi sıkıca tuttu. İçeriye girdiğimiz anda ortamdaki kalabalık ruhumu sıktı, sanırım bugün pek iyi değildim. Boş masaya oturduğumuz anda gelen görevliler siparişimizi aldı.

"İyi değilsen bugün şirkete gitmeyelim." Başımı iki yana sallayıp, "İyiyim," dedim. İyi olmak zorundaydık. Eğer bütün mesele bensem buna mecbur olduğumu düşünüyordum.

"Sen iyi değilsen hiçbir şey önemli değil. Ve şu an bana ne hissettiğini söylemiyorsun." Masanın üzerinde duran elini kavrayıp, "Yaşadıklarım kolay şeyler değil Yiğit, biraz şaşkınlığım olacak elbette ya da bir müddet iyi hissetmeyeceğim ama kaçarsam oraya daha gidemeyeceğimi biliyorsun," dedim. Diğer eliyle de benim elimi tutup, "Sana söz veriyorum, yükünü hafifleteceğim," deyip eğilerek ellerimi öptü. "Biliyorum," dedim gülümseyerek. Biliyordum, ona güvenmeyi geç öğrensem de güvenime kocaman dünya sığdırmıştım. Yanağımı okşadı ve bana eşsiz gülüşünü sundu. Ona kapılmamam imkânsızdı zaten. Bana bakan lacivertlerindeki o adam kaçsa da tekrar hep bana geliyordu.

Kahvaltımız geldiğinde Yiğit kahvaltısına başlamış bense bir süre ona bakmıştım. Bana belli etmiyordu ama onunda içi içini yiyordu. En çokta beni bu olanlardan uzak tutmak istiyordu. Çayımdan bir yudum alıp, "Babanı hiç hatırlıyor musun?" diye sordum. Belki acımasızcaydı bu sorum ama Sinan Bey hakkında çok şey öğrenmek istiyordum. Kaşları bir anda çatıldı ve öylece boşluğa baktı. Eli hâlâ elimdeydi. Parmaklarımla tenini okşadığımda kaşları düzeldi ve bana baktı. Bu sorumu beklemiyor olacak ki birden bocaladı. Bir an yanlış bir şey mi sordum diye düşündüm. Babası hassas yönüydü ama artık bir yerden sonra benimle bu konuları konuşmasını istiyordum.

"Hı hım," dedi kısaca ve yine kahvaltısına döndü. Yüzüm düştü, benden kaçması hiç hoşuma gitmiyordu. Dirseğimi masaya dayayıp yüzümü avucumun arasına aldım.

"Her gece gelip bana dualar fısıldardı." Birden konuştu. "Onu hep dinlerdim, sesi çok güzeldi. Tenimi okşayıp mırıldandığı dualar hâlâ kulaklarımda." Dudaklarım hafiften kıvrıldı. İtirafı oldukça hoşuma gidiyordu ama ses etmeden onu dinlemek eşsiz bir duyguydu. "Fakat onun istediği gibi bir evlat olamadım." Sesi yılgın çıktı. Düşen yüzü öyle tarifsiz bir hisse büründü ki onu anlasam da bir yerden sonra anlayamıyordum. Kendini fazlasıyla yetersiz hissediyordu.

"Sen çok güzel bir evlatsın Yiğit." İnanmazcasına başını iki yana salladı. "Babamı tanısaydın böyle konuşmazdın." Sustu, bir müddet dışarıya bakıp, "Babam gibi bir adama layık bir evlat değilim ben mavi," deyip elindeki peçeteyle dudaklarını sildi. Geriye yaslanıp bana baktı. Lacivertlerini örten hüznü silemiyordum. Ona ulaşamıyor oluşum beni yetersiz kılıyordu. O kendini eksik hissederken ona verebileceğim bir teselli cümlem yoktu lügatimde. Dediklerim hep asılı kalıyor, ona göre yetersiz oluyordu.

"Hayır," dedim inatlaşarak. "Sen babanı kendinde yaşatırken, kendini ona karşı yetersiz hissedemezsin Yiğit. Sen kendini cezalandırıyorsun." Buruk bir tebessümle bana baktı. O kadar doluydu ki bu sözlerime bile acıyla bakabiliyordu. Ona ne desem anlamsız gelecekti. Şu yaşına kadar sanki bütün duygularını yok etmeye yemin etmişti.

"Hadi gidelim." Oturduğu yerden kalkıp elini uzattı. Ona uymaktan başka bir seçeneğim yoktu. Kendini bu kadar suçlaması acımasızcaydı. Geçmişini bana anlatmazsa onu anlayamazdım. O geçmişinden kaçtıkça geçmişine geri dönüyordu. Bir tek benim yanımdayken başka Yiğit oluyordu ama benden uzaklaşınca o eski Yiğit'e geri dönüyordu. Hala kendinde aşamadığı durumlar vardı. Onu iyi edebilmiş değildim, bu oldukça zor gözüküyordu.

Hesabı ödeyip çıktık. Arabaya binişimiz yine sessizdi. O içine düştüğü durumla kavga ediyordu bense onu sadece izlemekle iktifa ediyordum. Müzik çaları açtı, bu onun düşüncelerini arka plana atma gibi bir durumdu. Fakat ben tam tersi davranıp müzik çaları kapattım. Onun korkularına inat ona sitemle baktım.

"Sessizliğini boz artık Yiğit. Kaçma benden, özellikle benden."

"Senden kaçtığım falan yok."

"Arabayı durdur."

"Geç kaldık, şirkete geçelim." Ters ters bakıp, "Hani acelemiz yoktu, durdur işte," deyince benimle inatlaşmadan arabayı durdurdu. Sakin bir güzergahtaydık. Arabadan benden önce indi, ben de peşinden indim. Rüzgârda savrulan saçlarını geriye itip yol kenarına biraz daha yaklaştı. Oldukça yüksek olan yere bir süre ikimizde baktık. Rüzgârdan ötürü biraz ürperdim. Yiğit ise elini kumaş pantolonuna sokmuş dağılan saçlarının ahengiyle karşıya kıpırtısız bakıyordu. Ona karşı yaklaşımım bana olan uzaklığını biraz daha ortaya koyuyordu.

"Babanın vasiyetinden kaçıyorsun farkında mısın?" Hızla bana çevirdi bakışlarını ve kaşlarını öfkeyle çattı. Soluduğu nefesi dudaklarının arasından sertçe çıktı.

"Bilseydim böyle olacağını o vasiyeti yırtar atardım." Başımı sağ omzuma eğip, "Yapamazdın," dedim. Onu kızdırıyordum, özellikle onun hassas yanını hatırlatıyordum ama ben konuşmazsam nasıl başa çıkardık ki!

"Kahretsin ya, kahretsin. Lan nasıl işin içindeyim ben. Acımdan geberiyorum, hayatımda tek değer verdiğim babama bile kızabiliyorum. Ölmüş gitmiş adama hesap sormak mı bu onu bile bilmiyorum." Gidip hızlıca beline sarıldım. Susmak zorunda kaldı. Onun gibi acı çeken benken onu anlamam güç değildi. Üzülüyordum o böyle oldukça.

"Şşş," dedim başımı göğsüne yaslayıp. "Yapma bunu kendine sevdiğim." Ellerini sırtıma koydu. Beni kendine daha çok bastırınca bende ona daha çok sarıldım. Şu an elimde olsa onu kaburgalarımda saklardım. Konuşmasa bile ben onu anlarken nasıl ona kıyardım. O bana papatyalar getiren adamdı, nasıl ona gülün dikenini sunardım? Zaten o gülün dikenine katlanan adamken daha fazla canını yakmam haksızlık olmaz mıydı?

"Beraber halledeceğiz. Söyle bakayım bu yol zorsa beni yalnız mı bırakacaksın?" Çenemi göğsüne dayayıp yüzüne baktım. Şirin bir ifadeyle gülümsemem yüz ifadesindeki acıyı sildi. Burnumu sıkıp, "Şöyle bana her şeyi unutturuyorsun ya, sana hayır diyebilir miyim?" dedi. Omuz silkip, "Diyemezsin," dedim. Tek kaşı kalktı, bense kızarıp geri çekildim. Geri çekilmeme müsaade etmeden bileğimden tutup beni yine kendine çekti.

"Şöyle yamacımda dur, kokun gönlümü çiçeklendiriyor." Gülümsedim, gülümsemem bir muhabbetin bin hissi kalbime verdiği aşiyandı. Başımı tekrar göğsünün üzerine koydum. Olduğum yer yurdumdu. Bu hissi ilk Yiğit'le hissetmiştim. O benim ilkimdi, ilk sevdiğimdi. Gülümseyişimi bile onunla farklı kılabiliyordum, sanki gülüşümü o değiştirmişti. "Kalbin çok hızlı atıyor." Eli kalbimin üzerindeydi. Burnumu göğsüne yaslayıp, "Kokundandır," dedim. Başımın üstünden öperek, "Oh," dedi soluyup. Dudakların kıvrılışı gittikçe genişliyordu.

"Bu kadar çok mu seviyorsun beni?" Yarı muzip ifadem ona çokta muzip gelmemişti. Çenesini başıma dayadı ve tekrar elleriyle bedenime baskı uyguladı. "Yüreğimin ortasında bir papatya büyütmüş kadın sevgimin her kelimesinde eksik kalacak. Bunu sen tasvir et mavi, ben de seni daha ne kadar sevebileceğimi bileyim. Bu sınırsızlık sana daha çok bağlıyor beni."

"Bu yüzden mi kaçıyorsun benden?" Hazır söze girmişken gerçekleri de konuşmak gerekiyordu. Kollarıyla bedenimi biraz daha sarmalaması onun korkularını bana gösteriyordu.

"Benden gidersin diye aklım gidiyor." Dudaklarımı birbirine bastırıp içimdeki o hüznü yok saydım. "Senden gitmem," dedim onun duyabileceği bir ses tonu ile. "Beni seninle imtihan etmediğin sürece gitmem Yiğit." Bunun bir teminat olduğunu anladı çünkü o benim en hassas yönümü biliyordu. Ona geç gelmiştim ve hâlâ da ona ulaşabilmiş değildim. Çünkü diğer korkusu bendim. Onu bırakıp gitmem dedikçe bu sözüm onu bir türlü ikna etmiyordu.

...

Bacağımla ritim tutmuş, bir yandan karşımda konuşan Yiğit'i dinliyordum. Ciddiydi, bu ciddilik ne o gazabını ortaya koyan Yiğit'e aitti ne de bendeki o ciddiyetten uzak âşık adamdı. Tam bir iş adamıydı. Üzerine bu sefer taba rengi bir takım elbise giymişti. Altıda ekose yeleği ve ona uyum sağlamış bir kravatı vardı. Siyah saçları yine özenle taranmıştı. Geniş omuzları ona öyle asil bir hava katmıştı ki ondan gözümü almam imkânsızdı. Hem anlatıyor hem de hareketleriyle buna uyum sağlıyordu. Yine kolunda babasına ait kalın siyah kol saati vardı. Hafiften gülümsedim ve elimi çenemin altına koydum. Ben bu manzaraya karşı adapte olamazdım ki. Ara sıra mavilerimi bulan lacivertlerindeki o parıltı içimi ısıttı. Çok fazla yakışıklıydı. Özenle taranmış saçları hoşuma gidecek kadar alnına düşüyordu ve ben huysuzca bacağımla ritim tutuyordum.

Karşımdaki yerine oturdu. Kenan Bey'in getirdiği dosyaları inceleyedururken içeriye Muaz Bey girdi. Yiğit Muaz Bey'e hâlâ kızgındı, bunu soğuk bakışlarından anlayabiliyordum. Fakat onu şu durumdan uzaklaştırma gibi bir imkânı yoktu. Kızgın olsa da ona karşı yine de bir bağı, bir saygısı vardı.

Selam vererek tam masa başına oturdu. Muaz Bey'i gördükçe içimdeki korku hep gün yüzüne çıkıyordu. Yine ne olacağını bilmesem de durumun tek hedefi bendim. Elimdeki kalemle oynuyor bir yandan konuşulanları dinliyordum. Bu konular bana her ne kadar uzak olsa da bir yerden sonra ben de çoğu şeyi öğrenmiştim. Özellikle Muaz Bey'in istihbaratla çalışıp olanlardan habersiz olması gibi. Yiğit'in yaptıklarını daha yeni yeni öğrenmeye başlamıştı çünkü Yiğit işini hep gizli yapmayı seviyordu. Serkan'la yaptığı iş birliği de buna giriyordu. Normalde eli kolu uzun olan Muaz Bey'in hiçbir şeyden habersiz oluşu beni bile şaşırttı ama geçmişi bu kadar bilmesi olağan bir durum gibi gözüküyordu.

"Yarın Ankara'ya geçeceksiniz Yiğit." Muaz Bey'in ortaya atılması uzun sürmedi. "Zeynep'in artık görüşme zamanı geldi." Parmaklarımı dudağımın üstüne koyup kısık gözlerle Muaz Bey'e baktım. Gün gelmişti artık ama bana daha ne yapacağımı söylememişlerdi. Muaz Bey bana bakıp, "Nedim Bey imzayı bekletiyor," deyip geri yaslandı. Sabırla dinledim. Konuşmak istemiyordum belki de, ya da kendi mantığımla ilerlemek hiç istemiyordum.

"Bunun için geç kaldınız, o gün beni orayla karşılaştırmasaydınız ben bunu halledecektim." Dişlerinin arasından konuştu, sinirlenmişti Yiğit. O an bakışlarımı ondan kaçırdım çünkü kendimi hala o günden uzaklaştıramıyordum. Sırf şu imzalar için Beyza abla ölmüştü, bunun vebalini bile taşırken bir yorum yapmak benim için oldukça zordu.

"Bu sefer Zeynep'i tehlikeye atacaktık." Sakince söylendi Muaz Bey. O her yönden düşünüyordu, Yiğit ise sadece benim zararıma olmayacak şekilde düşünüyordu.

"Ben onu korurdum." Yiğit ise öfkeliydi. O günün öfkesi daha tazeydi.

"Kendini kandırıyorsun Yiğit." Yiğit yumruk yaptığı elini öfkeyle masaya vurup, "Siz sadece babamın size verdiği hak kadar buradasınız, benim ne yapmak istediğim ile değil," deyip ayağa kalktı. "Bu yüzden işinizi yapın yeter." Yanıma gelip elimi tuttu. Beni ayağa kaldırırken bir yandan söylenmesi ihmal etmedi. Köşede duran Kerem'e seslenip, "Arabayı hazırla Kerem," dedi. Bu hali biraz önceki sakinliğinin yanında oldukça şiddetliydi. Beni kapıya çekiştirirken Muaz Bey son kez seslendi. Ayağa kalkıp yanımıza gelişi nezaketten miydi yoksa sözüne karşı çıkılışına karşın öfke miydi bilmiyordum ama yüz ifadesine bakarsak hiçte sinirlendiği söylenemezdi. Yiğit aralık kapının önünde durdu, Muaz Bey'e hâlâ bakmıyordu ve kaşları çatıktı.

"Oğlum, ben seni sinirlendirmek için demedim. Sadece bu işin içindeysek bir şeyleri göze almalıydık. O adamların isteği Zeynep'in seni şikâyet etmemesiydi ama o, onları şaşırtarak işi biraz daha öne aldı." Yiğit'in ifadesi değişmedi, aslında kendisine yapılanlara kızmıyordu, kızdığı nokta Muaz Bey'in beni erkenden onların önüne sürmesiydi. Sıktığı yumruğunu tuttuğum an serbest bıraktı.

"Bu açıklama değil." Muaz Bey pes etmeyerek, "Babanın vasiyeti," dedi. İşte o an sustu Yiğit. Tekrar eli yumruk halini aldı. Lacivertleri fazlasıyla koyulaştı ve yüzünü Muaz Bey'e çevirdi ama bakışları boşluktaydı. Bu sefer pes eden Yiğit oldu, cevap vermek yerine beni çekiştirerek şirketten çıktı. Dışarıya çıkınca elimi bırakıp ilerideki çimlere yürüdü. Başını havaya kaldırıp soludu ve bir süre bakışları gökyüzünde kaldı. Acı çeker gibi kapandı gözleri, o an duanın dudakları arasında asılı kaldığını gördüm. Dua etmekten korkuyordu. Yanına yaklaşmam onun dikkatini dağıtacak ki başını eğdi.

"Gidelim mi?" Ölü bakışları canlandı. Onun üzerine gitmemem onun için bir iyilikti. Başını usulca sallayıp önümden yürüdü. Arkasından bakakaldım. Onun acısını görebiliyordum, elinin kolunun bağlı oluşunu anlayabiliyordum ama ona yardım edemiyordum bu da beni kahrediyordu. Yerime oturarak arabanın hareket edişini bekledim ama araba hareket etmedi. Başımı yan tarafıma çevirdim. Direksiyonu sıkan eli ve kararmış gözleri sakinliği bekliyordu. Rahatlamak için kemeri çözdüm ve Yiğit'i kolundan tutarak kendime çevirdim. Hiç beklemeden sarılmam ellerinin havada asılı kalmasına neden oldu ama bu kısa sürdü çünkü o da bana sıkıca sarıldı. Yüzünü boyun girintime sokunca ellerim saçlarında durdu. Tek bir gözyaşım düştü saçlarının arasına, acı çekiyordu ve ben buna dayanamıyordum.

"Bu yük çok fazla değil mi mavi, hangi dağı daha sırtlanayım ben?" İtirafı ile donup kaldım. Bana ne hissettiklerinden hiç bahsetmeyen adamın acziyetine şahit oluyordum. Saçlarını öptüm. O yaralı yanına bir buse kondurdum. Tenindeki o soğukluğu ısıtmak istedim. "Babama yaptıklarıyla kalmıyorlar, ben babam gibi değilim ki!" Yutkunmam boğazımda takılı kaldı. Başını göğsüme daha çok bastırdım. Yüzümü başına yasladığım anda kapandı gözlerim.

"Sen onlara göre çok güçlüsün, bu yüzden sana olan düşmanlıkları." Başını geriye çekmesiyle bana hızla baktı. Sanki bu itiraf onun unuttuğu yanıydı. Başını silkerek önüne döndü, sanki bana böyle yaklaştığı için pişmanlık duyuyordu.

Yola çıktığımızdan bu yana hiç konuşmadık. Yiğit daha çok gelen telefonlarla ilgileniyordu. Arada kızdığı yerde birçok küfürler savuruyor sonra ben varım diye düzeltmek zorunda kalıyordu. Müzik çalara uzanıp kısık sesle çalmasını sağladım. Başımı pencereye yaslayıp geçip giden yolu seyrettim. Bugün kendimi olanların kasvetinden ötürü halsiz hissediyordum. Yavaşça kapandı gözlerim. Açtığımda ise kendimi yatakta buldum. Yabancı kaldığım odayı inceledim. Burası bizim ev değildi. Yattığım yerden doğrulduğumda görüş alanıma giren Yiğit elindeki havluyu berjere bırakıp yanıma geldi. Yeni duş aldığı için saçlarının ıslaklığı ile perçemleri dağınık bir duruş sağlamıştı. Yanıma geldiğinde saçlarını birazda ben dağıttım.

"Günaydın uykucu." Duvardaki saate baktım, saat neredeyse akşam ezanına yakındı. Hızlıca ayağa kalkıp, "İkindi kaçmış," dedim. Arkamdan gülüp, "Nereye kaçmış," esprisi ona dönüp burnumu kırıştırmama neden oldu. "Komik olma sen," diyerek banyoya geçip abdestimi aldım. O kadar derin uyumuştum ki buraya çıkarıldığımı bile hissetmemiştim. Şu an ise kerahete kalmış ikindiyi farzlamak zorunda kaldım. Seccademi kaldırıp yerine koydum. Geriye döndüğümde Yiğit yatağın ucuna oturmuş beni izliyordu. Dirseklerini dizlerine yaslamayı ben ona baktığımda bırakıp kamburlaşmış sırtını düzeltti. Odanın balkonuna çıktım. Etraf o kadar muazzam gözüküyordu ki, kararmaya yüz tutmuş hava ışıklarla bezenmişti. Ağaçların oldukça yoğun oluşu ve kocaman havuzu bir süre etrafı incelememe beni yöneltti. Belime sarılan kollarla geriye yaslandım. Öptü başımdan ve çenesini omzuma yasladı.

"Epey büyük." Boynumdan öptü. "Hı hım," dedi boğuk bir sesle. Gülerek boynumdaki yüzüne baktım. "Sen beni dinlemiyorsun bile." Boynuma daha çok gömülünce huylandım. "Boş ver sen onları," deyip geri çekildi. Beni hızlıca kolları arasına almasıyla ufak bir çığlık koptu dudaklarımdan, peşinden kahkaha attım çünkü öptüğü yerlerden huylanıyordum.

...

Büyük restoranın sakin bir köşesinde bize ayrılan masada yemeklerimizi yiyorduk. Diğer tarafta ise korumalar yemek yemekle meşguldüler. Yanımıza gelen Kerem elindeki telefonu Yiğit'e gösterdiğinde Yiğit telefona kısa bir bakış atıp, "Yarım saate çıkarız Kerem," dedi. "Şimdi güzelce yemeğinizi yiyin." Kerem başını sallayıp diğer tarafa geçti. İkisi arasında gel git yaptım. Yiğit'in öfkeli olduğu anlar dışında onlarla çok iyi anlaştığını görüyordum, en sevdiğim yönü buydu. Onlara hiçbir zaman farklı muamele uygulamamıştı.

"Kaç yıldır berabersiniz?" Sorum ile yan tarafına baktı.

"On yıldır."

"Epeydir birbirinizi tanıyormuşsunuz." Başını sallayıp, "Epeydir," dedi.

"Onlara güveniyorsun."

"Herkesin terk ettiği yerde beni terk etmediler. Bana ihanet etmediler." Anlamsız gözlerle yüzüne baktım. Beni daha fazla düşündürmeden, "Çok sevdiğim arkadaşlarım oldu ama onlar en zor günümde beni yalnız bırakırlarken terk edildiğim yerdeydiler ve bana hep destek oldular. Benden korktukları için değil, beni sevdikleri için. Bir keresinde beni sakinleştiren kişi Hasan abi oldu. Neredeyse amcamı öldürmek üzereyken o bana engel oldu. Bir abi edasıyla bana yol gösterdi. Kerem, o apayrı bir mesele. Mahir amcamın adamıydı, olanları görünce benden tarafa geçti ve Mahir amcamın planladıklarında hep arkamda durdu," deyip dudaklarını peçeteyle sildi. Tebessüm edip, "Sen de sadakatlerini sevdin," dedim. Kerem'in Yiğit'ten büyük olduğunu biliyordum, belki 7 belki 8 yaş vardı aralarında. Arada onunla sohbet ettiğine şahittim hatta bir ara karşılıklı çay içtiklerini gördüm. Evde ise hep Halime ablanın yaptıklarından yiyorlardı.

Yiğit kısa bir iş için yanımdan ayrılınca etrafı izledim. Toprak tonlarının ağır bastığı restoran bizim yer dışında oldukça kalabalıktı. Bize ayrılan bu bölümü kesinlikle Yiğit ayarlamış olmalıydı çünkü oturduğumuz masa ve düzeni fazlasıyla konforluydu.

"Gidelim mi?" Köşeden çantamı alıp, "Gidelim," dedim. Otelin kalabalığından sıyrılıp kendimizi temiz havaya attık. Hava yağmurluydu bu yüzden arabaya hızlıca bindik.

"Şimdi ne yapacağız?"

"Nedim soysuzuna sürpriz yapacağız." Dudaklarımı birbirine bastırıp kaşlarımı havalandırdım. Benim görüşmemden ötürü oldukça gergindi. Ben de Yiğit'ten farklı değildim. Başımı usulca salladım. Yağmurun şiddeti biraz olsun durmuştu. Islak yolun kokusu hafif araladığım pencereden içeriye sızdığı an dudaklarım huzurla kıvrıldı.

"Bir dakika bekle güzelim, geliyorum hemen." Büyük bir şirketin önünde durduk. Yiğit köşede duran korumaların yanına gidip bir şeyler konuşmaya başladı. Camım aniden tıklatılınca daldığım yerden çıktım. Betül'ün bakışlarına denk gelince, "Ne oluyor?" diye sormam bilmiyorum edasında omuz silkişine neden oldu. "Sanırım güvenliği sıkı tutmak istiyor."

"Sanırım," deyip arabadan indim. Bir an rüzgâr tenimi ısırıp geçti. Yiğit arabadan indiğimi görünce konuşmasını yarım bırakıp yanıma geldi. Betül biraz önceki tavrını değiştirip hızlıca arkadaşlarının yanına gitti. Benim yanımda rahatken Yiğit'ten bu kadar çekiniyor oluşu dikkatimden kaçmadı.

Başımı kaldırıp karşıma düşen şirkete göz ucuyla baktım. Çok büyüktü. Önünde oldukça fazla güvenlik, biraz daha dikkatle baktığımda göze çok çarpmayan çok fazla koruma mevcuttu. Yiğit'in koluma dokunması adım atmamda ilk başlangıçtı. İçeriye girdiğimiz anda çok fazla adamın etrafımızı sarması beni oldukça gerdi.

"Silahınızı bırakmak zorundasınız." Benim bile şu an dikkatimi çeken silahla Yiğit'in tepkisini izledim. Bu sefer olaya Yiğit'in adamları girdi ama Yiğit hiçbirine fırsat vermeden, "Öncelikle geri çekil," diye soruşuna karşıdaki adam hiçbir cevap veremedi. Kendine temas edilmesinden hoşlanmamıştı. Karşıdaki adam telsizle konuşacakken Yiğit adamın elinde telsizi alıp, "Bir dur aslanım, önce tanışalım değil mi?" deyip adamın bileğini ters çevirdi. Olduğum yere pustum ve olacakları izledim. Adamın çığlığı beni ürkütmeye yeterken o an Yiğit'e bir şey diyemedim. Diğer güvenlik ve korumalar Yiğit'i engellemeye çalışması nafileydi çünkü Yiğit'in tarafındakiler çoktan silahı onlara yöneltmişti. Ne ara bu kadar çok koruma olduğunu bilmeden şaşkınlıkla bakakaldım. Önceliğim Yiğit'ti, bir atak bekliyordum. O an hissetmiş gibi bana baktı. Ben ne olacağından çok Yiğit'in bu esrarengiz tavırlarından yakınıyordum. Belki onlar bunları hak ediyordu ama benim sevdiğim adam bu kadar karanlık bir kimliğe büründüyse endişemde haklıydım. Bakışlarını istemeye istemeye benden çekti. Karşımızdakiler korkarak bize yol açarlarken elimde hissettiğim elle içeriye girdik. Biraz önce celallenen adamların geriye çekilmesi tuhaftı.

Biz köşedeki asansöre binerken hemen yanımızdaki asansöre, Kerem, Betül ve diğer üç koruma girdi. "Bazen çok farklı biri oluyorsun." Başını hafiften bana çevirince dediğimi ağzımda tutar gibi dudaklarımı birbirine bastırdım. Beni anladı ve korkumu yok etmek için burnuma hafiften fiske attı.

"Karşındaki nasılsa ona göre bir kişiliğe bürünmek zorundasın mavi." Göz kırpıp, "Efe'nin seni koltuğuma oturtma planlarının olması gibi," deyince utançtan bakışlarımı kaçırdım. O gün aklıma geldiğinde Yiğit'teki bu duruma şaşırmamam gerekiyordu. Dirseğiyle koluma vurup, "Asi karım benim," deyip güldü.

"Hemen anlattı değil mi?" Serzenişim onun daha çok gülmesine neden oluyordu. Efe'ydi bu, ağzında bakla ıslanmazdı ki! "Şapşal."

"Senin gözü karalığına şahit olmak isterdim." Bu sefer ben dirseğimle koluna vurdum. "Benimle uğraşma." Bana bakarken bile o anı düşünüp gözleri parlıyordu. Bu konuda çok geri planda durmadığımı bildiği içinde hayranlık uyandırıyordu gözlerindeki o his.

Tam konuşacakken asansörün kapısı açıldı. Göz kırpıp tekrar elimden tutarak asansörden çıktı. O kapının önündeydik. O günden sonra o adamı görmek istemiyordum. Ne ara sıktığımı anlamadığım elimi Yiğit tuttu. Ona dönüp baktığımda beni rahatlatmak için tebessüm etti ama ben şimdiden gerilmiştim.

"Tamam, iyiyim. Girelim mi?" Bir şey demeden kapıyı açtı ve içeriye girdi. Ben de hemen yanında girdim. Bizim geldiğimizi bilen Nedim Bey ayağa kalkıp iğrenç gülüşünü yüzüne yerleştirdi. O kadar ruhsuz bir adamdı ki, onunla muhatap olmak bile gerginliğin tek nedeniydi.

"Oo hoş geldin torunum." Sesi alaycıydı. Yiğit'te olan bakışları bana kaydı, "Sen de hoş geldin gelin hanım," deyip bize yaklaştı. Bu sadece alaycı konuşmaydı.

"Kes." Yiğit'in sesi sertti ama Nedim Bey bundan hiç etkilenmedi. Tek kaşını kaldırıp, "Olur, keserim," dedi. Bu adam çok fazla tehlikeliydi. Bir an buradan gitmek istedim. Terleyen avuç içimi feraceme sildim.

"Kuşların boynu koparılmamış anlaşılan." Yerine otururken köşedeki kutudan bir dal sigara çıkardı. "Ve bu kuşlar sizi buraya getirmiş." Yiğit sakince karşısına geçti. Onunla öfkeli konuşmak yerine sakinliği seçti. Masanın önünde duran deri berjere oturup masanın üzerinde duran kalemle oynamaya başladı. O kadar rahat duruyordu ki, biraz önceki Yiğit yoktu sanki.

"Eğer istersen senden aldıklarımızı yine sana geri verebiliriz." Nedim Bey Yiğit'in yüzüne öylece bakakaldı.

"Ne istiyorsun?" Zeki adamdı Nedim Bey, hemen anlamıştı Yiğit'in planını.

"Bir şey istemiyorum. Sonuçta aramızda bir bağlılık var değil mi!" Nedim Bey Yiğit'i es geçti ve bana döndü. "Benim istediğim ise şu kızda." Yine bir şey demedi Yiğit. Zaten çarkın dönüp dolaşacağı yer beni bulacaktı bu yüzden biraz daha uysallaştı.

"Ne istiyorsunuz?" Sessizliğimi bozdum. Nedim Bey'in dudağı kıvrıldı.

"Sana bırakılan araziyi." Yiğit'le bakıştık. Yiğit oturduğu yerden öne doğru eğildi. Hiç düşünmeden, "Tamam," dedi. Ne yaptığını anlamadan izledim öylece. "Sen de imza hakkını şu an kullanacaksın."

"Tamam," dedi Nedim Bey hiç düşünmeden. Çekmecesinden çıkardığı kâğıdı hiç okumadan imzaladı. O an Yiğit'in parlayan gözleri kâğıda kaydı. Rahat hareketle geriye yaslandı. Nedim Bey'in aradığı avukat içeriye girdi. Yiğit gözlerini kabul et dercesine kapatıp açtı.

"Hazır mı dosya Aykut?"

"Hazır efendim." Önüme koyulan kâğıda bir süre bakakaldım. "O tırların yerine sayarsın artık gelin hanım." Diğer tarafıma oturan Yiğit bana eğilip, "İmzala," dedi. Sesi beni rahatlatmak için yumuşacıktı. Ona güvenircesine baktım. Hiç düşünmeden imzaladığımda Nedim Bey zafer kazanmışçasına eline aldığı kâğıda bakıyordu.

"O zaman bizim iş bittiyse kalkalım. Ee ağır misafiri ağırlamak zordur." Ben sadece o araziyi düşünüyordum, çünkü o araziyi kültür merkezi olarak kullanacaklardı. Yiğit elindeki kâğıdı katlayıp cebine koydu, yedeği ise Nedim Bey'de kalacaktı. Benim imzaladığımın ise yedeği Yiğit'te kalacaktı.

Oturduğu yerden ağır hareketle kalkıp gömleğinin yakasını düzeltti. Nedim Bey'e dönüp, "Yakında görüşmek üzere," dediği an Nedim Bey Yiğit'in ne demek istediğini anlamamıştı. Yakında görüşmek... Bu sanki bir geleceğin vaadiydi.

Odadan çıkışımız ve benim umduğumdan da sessiz kalışım şaşırtıcıydı. Yiğit'e dönüp, "O arazi..." dedim ama sözümü yarım kesti. "Hadi gidelim mavi." Elimden tutup çekiştirdi. Bu beni susturmasıydı. Arabaya binişimiz otele gelişimiz o kadar sessiz oldu ki soru sordukça sözlerimi hep kesiyordu. Ben de sormamayı tercih ederek namazımı kılmaya geçtim. Ardından yemek yiyip yatmıştık.

...

Sabah namazından sonra uyuyamamıştım. Kur'an okumuş, tesbihatlarımı tamamlamıştım. Güneş doğarken kızıllığın odaya vurması seccade üzerinde dışarıyı izlememe neden oldu. Gülümsemem genişlemiş, görüntü karşısında tefekkürlerim dudaklarımın arasından fısıltı ile çıkmıştı. Dakikalarca izlediğim görüntüye son verip oturduğum yerden kalktım. Ağrıyan eklemlerimle zar zor ayaklanabilmiştim ama tez toparladım.

"İzlediğin gökyüzünü kıskandırmak mı niyetin?" Duyduğum sesle bir an irkildim. "Ne?" dedim bir an irkilmemin verdiği unutkanlık ile. Ne ara uyanmış ne ara yaslanıp beni izlemiş farkında değildim.

"Beni izlersin zannediyordum ama sen gökyüzünü izledin hiç kıpırtısız." Başını omzuna eğip elini uzattı. Asıl manzaram şu an gözlerimin önüne serildi. Uzattığı elini tuttuğum an beni hafifçe kendine çekti. Kolları arasına sığındım ve başımı tam boynuna yakın yere soktum. Kokusu, nefesi, teni her şeyi bir şükrü daha dile getirdi.

"Etraf o kadar güzel aydınlandı ki."

"Benimki ise saatler öncesinde aydınlandı." Başımı kaldırıp, "Çok mu oldu uyanalı?" dedim.

"Banyoya girdiğini duydum, baktım sen varsın uyuyarak seni kendimden mahrum etmek istemedim." Yüzümün ısındığını hissettim. Başımı tekrar boyun girintisine sokup yanan yanaklarımı gizledim.

"Yok kaçamazsın, gördüm yanaklarını."

"Senin eserin."

"Sen de bu kadar güzel olmasaydın."

"Bu bir bahane mi?" Gülüşü kahkahaya dönüştü ve ben yine âşık oldum.

"Bahaneler gerçek olmayanların ardına sığar. Sen gerçeksin, bahanelerim olamazsın." Çenemi tutup dudaklarını tenime bastırdı. "Ve sen benim 30 yıllık hayatımın tek gerçeğisin."

...

Kahvaltı için aşağıya indik. Düne nazaran daha kalabalıktı mekân. Kahvaltımızı yaptıktan sonra restorandan çıkacakken, "Yiğit," diye seslenen bir sesle durduk. Karşıdan gelen bir kadının Yiğit'e aniden sarılması bir an ikimizi de afallattı. Geri çekildiğinde Yiğit'in de, "Vildan," demesi kıza dikkatle bakmama neden oldu. O kadar güzeldi ki bir an sinirlerim bozuldu. İncecik bedenine giydiği kıyafetler dikkatimi ilk çekenlerden biriydi. Siyah sporcu yarım atletinin altında kısa şortu vardı. Üzerine giydiği tenini belli eden hırkasıyla oldukça göze çarpıyordu. Kızıl saçlarını dağınık topuz yapmış, bizi görünce gözlüğünü başına takmıştı.

"Evet, benim. Ya nerelerdesin sen hayırsız? Bir gittin kayboldun." Bu kadar samimi olması sinirlerimi bozdu. Yiğit'in bakışları bana kaydığında kızda direkt bana baktı. Bir an yüzündeki bozulma Yiğit'in, "Eşim Zeynep," diye tanıştırmasıyla daha da bozuldu. Kızgın bakışlarım Yiğit'in üzerine çekildi. Ne diye bu kadar samimi olmuştu ki?

"Yaa, evlendin demek." Sesindeki neşe bozuntuya uğramış olacak ki, başım biraz daha dikleşti. Yanına gelen birkaç kız Vildan'ın yanına gelip, "Neredesin Vildan," deyip bize baktı. Hepsinin gözü de Yiğit'teydi ve ben şu an burada olay çıkarabilirdim. Çünkü hepsi hayran hayran bakıyorlardı.

"Evet evlendik," dedim bu sefer ben. "Hadi hayatım işimiz vardı değil mi geç kalacağız." Çekiştirmem ile kızları arkada bırakarak restorandan çıktım. Kulağımda hâlâ asılı duran, "Ay nasıl yakışıklı öyle," diyen sesler öfkemi Yiğit'ten çıkarmama neden oldu. Dönüp kızlara ters ters baktım ama onların gözü Yiğit'ten ayrılmıyordu.

"Yakışıklıymış, edepsizler." Odaya girerken Yiğit hâlâ gülüyordu.

"Ne o, hoşunuza gitti herhalde Yiğit Bey." Onu arkamda bırakarak, dolaptaki tek tük eşyamızı çantaya koyuyordum. Yiğit ellerini cebine sokup üzerime yürüdü. "Gitti," dedi. Omzuna sertçe vurdum. "Allah Allah, bak sen." Biraz daha yaklaştı ve aramızdaki o mesafeyi belimi tutarak kapattı. Bu sefer ona kanmayarak omzundan itip geri çekildim. Fazlasıyla kızgındım çünkü. O kız nasıl olurda kocama sarılabilirdi anlam veremiyordum, hele ki Yiğit buna nasıl izin verirdi?

"İyi git hoşuna gittiyse." Güldü, dudaklarının verdiği kıvrılışla sertçe yutkundum. Evet yakışıklıydı ve dünden bu yana bakan kızlara bile engel olamıyordum.

"Senden başka gidecek yerim yok." Çantamın fermuarını kapatıp bana bakan gözlerinden kaçındım. Buna izin vermeyerek kolumdan kavrayıp durdurdu. "Ve sen kıskanınca sana daha çok çekiliyorum."

"Hiçte bile, kıskanmıyorum." Başını kaldırıp ardından kaşlarını kaldırdı. "Cık," dedi tenimi okşarken. "Yalan konuşuyorsun."

"Neyse ney, gidelim hadi." Arkamdan gülüşünü duymasam dönüp bakardım ama şu an bu kızarmış yüzle bakmam imkânsızdı. Gülerek peşimden gelmesi sinirlerimi bozacak ki, "Gülme," diye söylendim. Yanıma gelip elini belime koyup yanımda yürüdü. Aşağıya indiğimizde çıkış işlemleri çoktan hallolmuştu. Korumalar arabalarına geçerken Yiğit elindeki ufak çantayı arabaya koydu.

"Yiğit." Sesin geldiği yöne döndük. Bu Vildan'dı. Koşarak yanımıza gelip, "Gidiyor musun?" diye sormasıyla yüzünün düştüğünü gördüm.

"Evet, gidiyoruz." Kısa ve net konuşup, "Sen buralardasın sanırım," dedi peşinden. Sıkkınca soluyup arabaya ilerledim. Orada daha fazla durursam olay çıkartabilirdim. Yiğit'inde bir an önce beni anlayıp o kızdan uzaklaşmasını istiyordum.

"Yok, ben de akşama çıkarım. Sen olsaydın yarın çıkacaktım ama seni evinde ziyaret edebilirim değil mi? Samsun'da mısın hâlâ?"

"Evet, her neyse bizim acelemiz var, gideyim." Vildan'ın yüzü düştü ve sarılmak için Yiğit'e atak yaptı ama Yiğit bu sefer geri çekildi. Bu sefer daha fazla bozulunca yüzümde zafer gülümsemesi meydana geldi. "Görüşürüz," dedi uzaktan uzağa. Yiğit şoför koltuğuna geçince ben de yanında yerimi aldım.

"Nereden tanışıyorsunuz siz?"

"Üniversiteden." Çok sormak istemiyordum ama merakta ediyordum. Karşımdaki kız oldukça güzeldi ve bu benim sınır noktamı geçiyordu.

"Çok mu iyi arkadaştınız?" Bana kısa bir an bakıp, "O zamanlar," dedi. Bacağımla ritim tutup dudağımın kenarını daha fazla ısırdım.

"Gelecek mi gerçekten seni görmeye?" Bu tavrımla dudakları kıvrıldı. Elimi tutup kucağına koydu. "Bilmiyorum."

Önüme dönerek bu konuyu kapattım. Uzatmanın mantıksızca olduğu ortadaydı.

...

Yiğit beni mahalleye bırakıp kendisi de şirkete geçti. O konu hakkında hiç konuşmamıştık. Nedim Bey'e karşı bir planı var gibiydi ve ben şimdiden ne olacak diye merak içindeydim. Annemlerle yemek yedikten sonra babam camiye geçmiş annemse Canan teyzeyle sohbet ediyordu. Büşra ile odaya çıktık. Büşra'nın karnı biraz daha ortaya çıktığı için onu fazlasıyla sıkıyordum. O kadar tatlı gözüküyordu ki, bir an hala olmanın heyecanıyla son anda karar verip dışarıya çıktık. Betül bizi herhangi bir mağazaya getirdi. İçeriye girdiğim an heyecanla ufak kıyafetlere giriştim.

"Ya bunlar çok tatlı değil mi?" Büşra'da benim gibi, "Beni sınıyorsun Zeynep," deyip heyecanla kıyafetlere göz gezdirdi. Kız reyonunun rengârenk oluşu diğer yönden daha sevimli geliyordu.

"Ay bunlara sığacak değil mi benim prensesim?" Birden ağlaması ile Betül'le bakıştık.

"Eyvah, hormonsal mevzulara karıştık." Gülmemek için dudaklarımı birbirine bastırdım. Betül benim aksime daha pata pat konuşurken ben Büşra'yı teskin etme derdindeydim.

"Baksana Zeynep şunlara." Köşedeki bandanalardan birkaç tane sepete attı.

"Kokoş büyütmene izin vermeyeceğim yeğenimi." Burnunu kırıştırıp, "O bir kokoş olacak," deyip pembe ve tonlarında kıyafetleri sepete koydu. "Sen hesap ver asıl, kaç ay oldu hala bir bebek haberi yok." Kaşlarım hayretle kalktı. O an hiç düşünmediğim bebek mevzusu ile ne diyeceğimi bilemedim. Onu duymazdan gelip ben de birkaç kıyafet hediye alıp kasaya ilerledim. Peşimden gelin söylenmesine karşı duyarsız kalmam benim için avantajlıydı. Hesabı ödeyip çıktık ama Büşra hiç susmamıştı.

"Valla seni atacağım şimdi arabadan." Kıkırdayıp, "Yapamazsın," dedi.

"Allah Allah, bu tam bir fırsatçılık."

"Hiçte bile, sen çeldin kızım aklımı. Benimde laf atmaya hakkım var değil mi?" Bacağına çimdik atıp, "Sorarım sana," dedim. Betül'le beraber gülmeleri artınca sustum. Resmen bana karşı birlik olmuşlardı.

...

Annemde bizim gibi heyecanla kıyafetlere bakıp bakıp durdu. Dolan gözlerini örtüsüyle silip, "Deliler sizi, amacınız beni ağlatmak mı?" deyince gidip annemin kolları altına girdim.

"Ya Leyla hatun ağlayasın diye mi gösterdik sana bunları?" Annem kıyafetleri köşedeki çantaya koyup geri yaslandığında tekrar sırnaştım. "İstersen beni sevebilirsin." Küçük çocuk gibiydim şu an. Annem saçlarımı karıştırıp, "Koca bebeklik yapmada kalk yemeklere başlayalım," deyip benden önce ayaklandı. Şu an eskisi gibiydik. Annemin bir terliklerinin eksik olmadığına kanaat getirip mutfağa yöneldim. Annem çoktan Büşra'yla bana yemeği yıkmıştı. Akşama Yiğit de yemeğe gelecekti. Bu yüzden özenle onun sevdiği yemeklerden yapmak istedim.

"Enişte ne sever?" Büşra buzdolabın başında benden cevap bekliyordu.

"Köfte sever." Bu sefer buzluğu açtı. İçerisinden köfteleri çıkarıp bana uzattı. Köfteleri alıp diğer malzemeleri hazırlayana kadar erimeye bıraktım. Büşra'da çorbayı yaparken aklıma gelenle, "Yusuf bu gece mesaiye kalmayacak değil mi?" dedim. Onu özlemiştim.

"Yok, hatta yarın izinli."

"Öyle mi, yarın plan yapalım mı? Yiğit'e bir sorayım bir şeyler yapalım."

"Süper olur, son zamanlarda ev iş onun içinde iyi olur." Başımı sallayıp patatesleri yıkadım. Borcama köfteleri ve patatesleri koyup yanına diğer sebzeleri yerleştirdim. Sosunu üzerine gezdirip fırına attım. Çorba pilav hepsi hazırdı. Mezeleri de hazırlayıp masayı kurmaya başladım. Büşra yorulduğu için onu salona yönlendirmiştim bile. Annem geldiğinde hafif uykuya yattığını anladım, kerâhat vakti olmadan da kalkmıştı.

"Siz hazır etmişsiniz bile." Ekmek sepetini masaya koyup, "Az kaldı birazdan gelirler," deyince annem hafif tebessümle karşılık verdi. Annemde Büşra'nın yanına geçti. Köşeden kutuyu çıkarıp ördüğü yeleğe devam etti. Tam bir anneanne moduna geçmişti bile. Onu kısa bir an izledim, burnunun kemerine hafif indirdiği gözlüğü ile tebessüm ettim.

"Torununu şimdiden kıskanmaya başladım Leyla hatun." Gözlüğün üstünden bana bakması ile kıkırdadım. O da bana güldü, ona takılmak hoşuma gittiği gibi o da bunu bilip bazen bana sahte kızgınlıkla cevap verebiliyordu.

Kapının çalması bu atışmalarımıza son verdi. Heyecanla kapıya gidip açtım, karşımda babam ve Yiğit belirince istemsizce Yiğit'ten çekemedim bakışlarımı. Titredi kalbim, özlemime bir sessizlik düştü. Bana baktığı an gözleri kısıldı, tebessümü çehresini aydınlattı. Karşımdaki manzara tıpkı bir kış gününde üşüyen bedenlerimizin bir soba karşısında kıvrılması gibiydi. Adım attı, atışıyla yana çekildim. Bedenine değen bedenim kokusunu ciğerlerime misafir etti.

"Hoş geldiniz," dedim önce babama sarılarak. Babamda bana sıkıca sarıldı. Diğer yanım ise onu özlemişti.

"Beraber mi geldiniz?" Annem söze girişince Yiğit gidip annemin elini öptü. Bu manidar çıkış annemi oldukça memnun etti. "Hoş geldin oğlum," deyip şefkatle Yiğit'in sırtını sıvazladı.

"Tam camiden çıktım, Yiğit'i gördüm. Beni bekliyordu avluda." Hep beraber salona geçtik. Herkes elini yıkayınca masaya kurulduk. Yemekleri bir bir servis ettim. Yiğit tam karşımda yerini alıp koyduğum çorbayı içmeye başladı. Masadaki sessizliği kaşık sesleri bozuyordu. Birkaç dakika kimse konuşmadı, zaten herkes yemeği ile meşguldü. Arada Yiğit'le bakışmamız dışında bir hareketlilik yoktu.

"Yusuf gelmeyecek miydi kızım?"

"Gelecekti..." demeye kalmadan zilin sesi duyuldu.

"Ben bakarım," dedim Büşra'nın kalkmasına müsaade etmeden. Hızlıca kapıya yönelip açtığımda Yusuf söylene söylene içeriye girdi. Kapıdaki korumalara hâlâ alışamamıştı.

"Yine burnundan soluyorsun." Sevmediği hareketi yapıp saçlarını karıştırdım.

"Biraz daha solumama az kaldı." Saçlarını ima edip yanağımı sıktı. Kocaman kucakladım, onunla atışmayı dahi özlemiştim. Kolunu omzuma atıp salona ilerledi. Selam verip önce babamın elini öpüp daha sonra Yiğit'le tokalaştı. Yiğit'in yanına geçmesi babamın tam dibinde yerini almasına neden oldu. Yusuf babama yakın oturmayı hiç sevmezdi. Biliyordu ki babam onu birçok soruya maruz bırakacaktı fakat bu geceki kalabalıktan ötürü bir şey sormadı.

"İş uzadı, erken çıkamadım kusura bakmayın." Açıklaması üzerine kimse üzerine gitmedi. Babamın merakı gitmişse de bizden sonra onunla muhakkak konuşacaktı. Yiğit'e baktığımda düşünceli gözüküyordu.

"Babam size o kutuyu verirken hangi tarihti tam olarak?" Babam bir anda afalladı. Ki biz dahi bu konuya gireceğini düşünmüyorduk.

"Açtın mı kutuyu?" Yiğit çatalını masaya koyup, "Açtım," dedi. Babamın rahat tavrı karşısında Yiğit bir o kadar gergindi. Hiç kaçmadan konuştu Yiğit, saklayacak mevzusu yoktu çünkü aileme karşı. Tek korkusu ise bana bakarken ki o karşılamadaydı. Hala onu bırakabileceğimi düşünüyordu. Ama ben onu bırakmazdım ki. Ama konuşmadı, yine kendinde biriktirdi gerçekleri. Kimseye anlatmak istemiyordu. Babam kutuda ne olduğuna dair bir soru sormadı, Yiğit'te açıklama yapmadı.

"Yiğit," dedi babam. Şefkatle gülümseyip, "Baban iyi adamdı, keza sen de öylesin bunu görebiliyorum. Belki zamansız bir anda yaşadın ama sen o zamanın çocuğu değilsin," deyince Yiğit soğuk bir edayla başını salladı. Babam Yiğit'i çoktan kabul etmişti ama bu ikisi içinde zor bir dönemeçti. Babam Yiğit'e karşı nasıl yaklaşılması gerektiğini bilmiyordu. "Buradakiler neyse sen de osun. Belki ailemizi istemezsin ama biz seni hep bu aileden varsayacağız." Yiğit'in bir an gözleri parladı. Gülümseyerek izledim olanları. Yiğit hiçbir tepki vermedi.

Yemekler yenmiş, çaylar içilmiş gece tamamlanmıştı. Vedalaşarak evden çıkıp Yusuf'ları da evlerine bırakınca kendi evimize geldik. Yiğit direkt çalışma odasına geçmişti. Onun bu tavrı beni üzüyordu. Bana hiçbir zaman açılamıyordu, bu da kendimi ona karşı yetersiz hissedişime neden oluyordu.

Odaya gelmeyeceğini anlayınca ben yanına gittim. Odanın içi karanlıktı Önce içeriyi seçemedim ama ilerideki deri koltukta oturduğunu gördüm. Sokak lambası vurmuştu çehresine. Acı çektiğini görmemem imkânsızdı. Koltuğa yayılarak oturmuş, diğer elindeki sigarayı dudaklarına götürüp sıklıkla içmeye devam etti. Beni hâlâ görmemişti. Başını koltuğun üstüne yaslamış, tavanı izliyordu. Gömleğinin üst düğmelerini açmış kravatını gevşetmişti. Onu böyle görmek yüreğimi sızlattı. Kalbimi dizginleyemediğim bir anda dolan gözlerimle yaklaştım yanına.

"12 yaşındaydım," dedi aniden. Pes etmiş gibiydi. Bana bakmadığı gibi onun ne halde olduğunu görmemi istemiyordu. "O masum genci öldüreli..." Bakakaldım. Ölümün soğuk adını dudaklarına yerleştirmişti acımasızca. "Vücuduma verdikleri zehir ile beni bir psikopata çevirmişlerdi. Ne isterlerse onu yapıyordum." Sustu bir an. Sigarasından bir nefes daha alıp ciğerlerine gönderdi zehri. Kapandı gözleri, titredi dudakları. Onu böyle gördükçe acı içinde kıvranıyordum. Daha çok yaklaştım dibine. "Kaç canın vicdanıyla yandım ben. O günde tıpkı bana sunulan hayatın merkeziydim." Bana baktı. Kızarmış gözlerine değdi gözlerim. O acı çekerken ben ağladım. Damarlı elleri yüzünde gezindi. Sanki bir uykusuzluğun girdabında, uykuyla vicdanı arasında savaşıyordu. Çoğu kez uyumadığını biliyordum, çoğu kez de bir kâbustan uyanıyordu. Onun benden kaçırdığı bir nokta vardı. O nokta sanki bana durmam gerektiği yeri gösteriyordu, bu yüzden akrep ve yelkovanın lideri Yiğit'ti.

"Seni yönetmişler, sen suçlu değilsin ki?" Tepki vermedi. Boşluğa çekti bakışlarını, bir süre duvarla bakıştı. Dibine daha çok yaklaşıp başımı göğsüne yasladı. İrkilir gibi bana baktığı an vücudundaki kasılma çok kısa sürdü. Bedenimi sardığı kolları parmak ucunun bedenime değmesiyle bir aidiyetlik kazandı. Yüzümü bedenine gömüp, "Acımasız olan onlarken sen kendini suçlarsan bu onların zaferi olur Yiğit," deyip soludum. Bu sefer burnumu boyun girintisine sokup orayı öptüm. "Sen en masumlarısın." Bir damla düştü boynuna, sanki o anda yaşamış gibi daraldı yüreğim. Kim bilir neler yaşamıştı da bu duruma gelmişti. Kim bilir neler çektirmişlerdi de yüreği soğumuyordu.

Daha çok sarmaladı bedenimi, öptüğü saçlarımda sanki kır çiçekleri takılıydı. "Ben sende doğdum, sende kendimi buldum. Beni sevmekten vazgeçme olur mu?"

Geri çekilip yüzünü avuçlarımın arasına aldım. Gülümsedim, bir an lacivertleri yumuşadı. "Sen benden gitmediğin müddetçe ben sende kalacağım Yiğit. Ne senden giderim ne seni sevmekten vazgeçerim." Avucumun içini öpüp benim gibi gülümsedi. 




Continue Reading

You'll Also Like

DİCLE By 👑

Spiritual

235K 12.1K 36
Siz: Bir dakika... Siz: Ben Zehra olmadığıma göre siz kimsiniz? 0588*******: Ne demek Zehra değilsin? Benim tek kız kardeşim Zehra. 0588*******: Şaka...
492K 33.6K 42
"Ben güzel olmak istemiyorum ki." dedim fısıldar gibi bir sesle. Başını kaldırmadı. Ağlıyordu ama görmemi istemiyordu. " Sadece..." dedi boğuk çıkan...
4K 1.4K 6
Wattpad'da ilk İsmişah adlı kitaptır ve ilk karakterdir Hikaye açıklamasını okuduğunuzda kafanızda bir şeyler kuracaksınız ama içine girdiğinizde çok...
140K 22.5K 24
Asiye İlkim Akçay! Üzüntülü, kederli ve acılı kadın! İsminin anlamını bu zamana kadar vermemiş miydi? Çektiği acılar bu zamana kadar sadece geçmişte...