VİSAL

By rumeysadoganm

143K 7.3K 2.5K

~Tamamlandı~ İnsan yaşadığı zorlukları bahane edip yazısındaki kaderin enaniyetine sığınmaktan hep kaçar. Hep... More

1. Bölüm
2. Bölüm
3. Bölüm
4. Bölüm
5. Bölüm
6. Bölüm
7. Bölüm
8. Bölüm
9. Bölüm
10. Bölüm
Önemli Bir Duyuru
11. Bölüm
12. Bölüm
13. BÖLÜM
14. BÖLÜM
15. BÖLÜM
16. BÖLÜM
17. Bölüm
18. Bölüm
19. Bölüm
20. Bölüm
21. Bölüm
22. Bölüm
23. BÖLÜM
24. BÖLÜM
25. BÖLÜM
26. BÖLÜM
27. BÖLÜM
28. BÖLÜM
29. BÖLÜM
30. BÖLÜM
31. BÖLÜM
32. BÖLÜM
33. BÖLÜM
35. BÖLÜM
36. BÖLÜM
37. BÖLÜM
38. BÖLÜM
39. BÖLÜM
40. BÖLÜM
41. BÖLÜM
42. BÖLÜM
43. BÖLÜM
44. BÖLÜM
45. BÖLÜM
46. BÖLÜM
47. BÖLÜM
48. BÖLÜM
49. BÖLÜM
50 ~ FİNAL
ANKA-I AŞK KİTAP OLDU.
Özel Bölüm

34. BÖLÜM

1.9K 94 18
By rumeysadoganm

 Genç kadın uykusuzluğun verdiği halsizlikle pencereden dışarıyı izledi. Gün yine bitmiş sevdiği adam yine gelmemişti. Üç gün olmuştu yolunu gözleyeli. Üç gündür ne yüzünü bir kere görebilmişti ne de sakladığı sesindeki tondan kaçabilmişti. Bir sıkıntı vardı ortada görebiliyordu. Son zamanlarda babasının aramaları sıklaşmıştı. Evliliğini hiç isteyemeyen babasının tehditleri çoğalmıştı.

Pencere kenarından ayrılıp berjere oturdu. Köşede oynayan iki yaşındaki kızı Gizem, diğer köşede ise bir şeylerle uğraşan oğlu Yiğit'e baktı. Sıkıntısını onlara yansıtmak istemiyordu ama dibine gelen oğlunun bakışlarından kaçamıyordu. Yiğit altı yaşındaydı ama her şeyi anlıyordu. Annesinin dibine oturup yanaklarını öptü.

"Baba gelecek," dedi olgunlukla. Aysun Hanım oğlunu şefkatle sarmalamıştı. "Gelecek tabii," diye karşılık verdi Yiğit'e. "Hadi beraber son öğrendiğimiz Fatiha suresini okuyalım." Yiğit annesinin yanaklarını okşayıp beraber sureyi okudular. Diğer tarafına ise kızı oturdu. Eşlik ettiği duanın ardından ufak bir gözyaşı yanağında yer edindi. Kucağında uyuttuğu çocuklarını yerlerine yatırırken aşağıdan gelen sesle hızlıca odadan çıktı. Merdivenleri indiğinde karanlık salonla karşılaşması hayal kırıklığına uğrattı. Tekrar merdivenleri çıkacakken hayal kırıklığına uğramadığını görmesi gülümsetti. Yavaşça Sinan Bey'in yanına ulaştı. Sinan Bey'in hissiz bakışları karısını bulunca değişti. Gülümseyip kolları arasına aldı.

İkisi de sessiz kaldı bir müddet. Aysun Hanım bedenini geri çekerek Sinan Bey'in karşısında durdu. "Artık bir açıklama yapmayacak mısın?" İçinde bulunduğu durum karşısındaki adamın sessizliğinde savruluyordu. Dudaklarını aralamıştı ki aniden çalan telefon bütün soruyu cevapsız bırakmaya yetti. Sinan Bey açtığı telefondan aldığı yanıtla hızla ayağa kalktı. Telefonu kapatıp Aysun Hanım'a döndü.

"Gitmemiz gerekiyor bir tanem. Çocukları hazırlayalım, yola çıkacağız." Aysun Hanım ne olduğunu anlamış değildi. "Nereye?" diye sordu. Sorusunun cevabından ölesiye korkuyordu.

"Sizi güvenli yere yerleştirmem lazım. Ben uzun süre yanınızda olamayacağım. Söz işim bitsin sizi almaya geleceğim." Aysun Hanım başını iki yana sallayıp, "Ama sen tehlikede olacaksın," deyince Sinan Bey hiçbir şey demedi. Aysun Hanım'ı arkasında bırakarak çocukların odasına çıktı. Peşinden gelip soru soran Aysun Hanım'ı görmezden geliyordu ama bu onu berbat duruma sokuyordu.

"Sinan, bizimle kalmazsan hiçbir yere gitmeyeceğim. Burada tek başına bırakmam seni." Sinan Bey karısına dönüp alnından öptü. "Seni burada bıraksam bile beraber olamayacağız sevgilim. En azından aklım sizde kalmasın." Sustu kadın, konuşacak sözünü çocukları bozuyordu. Onları tehlikeye nasıl sokabilirdi ki?

"Sen de bizimle kal Sinan." Yalvaran sesi ve ardı ardına akan gözyaşları Sinan Bey'in soğuk yapısını çoktan bozmuştu. Fakat ne kalırım dedi ne de gelirim... Hazırlanan çocuklarla beraber birkaç parça eşya alıp evden çıktılar. Sessizlikleri arabada da devam etti. Sabah namazını kılıp çıktıkları için gün yeni yeni aymaya başlamıştı. Aysun Hanım sessizce gözyaşlarını döküyor Sinan Bey ise hiçbir şey diyemiyordu.

Uzun yolculuğu hızlandıran arkadan gelen araçtı. Sinan Bey arabayı fark edecek ki gaza biraz daha bastı lakin yan taraftan çıkan aracı hiç hesap etmemişti. Bir anda iki araçla beraber önü kesildi. Zaman kısıtlanmıştı, artık akrep ve yelkovan saniyeleri kendine yasaklamıştı. Arabadan çıkan adamlar yolun sonunu gösterdi. Karısına döndü genç adam akabinde çocuklarına son kez baktı.

"Seni çok sevdim ve hep devam edeceğim." Mırıltı ile söylenip gazı körükledi lakin başarılı olamadı. Açılan ateşle beraber araba oradan oraya savruldu. Ağlayan bir bebeğin sesi, arabayla beraber savrulan bir çocuğun bedeni kalmıştı sadece. Çığlıklar ve birbirinden kopan bedenler şu anın zamanına kan değdirmişti. Silah sesleri kuşların çırpınışına eşlik ederken susmuş yeryüzü. İki canın ölümü şahit olmuş yapılan zulme. Ve kapatmış kadın gözlerini, tuttuğu el ayrılmış elinden. Adamın son sözü olmuşken kadın terk edilmişliğin boynuna takmış zinciri.

ZEYNEP'TEN

Odanın aralık kapısından sızan ışık huzmesi ile adımlarımı oraya çevirdim. Kapıyı biraz daha araladığımda Yiğit'in arkası dönük sırtıyla karşılaştım. Dalgın bir ifadeyle camdan dışarıyı seyrediyordu. Yanına yaklaştığımda beni fark etti mi bilmiyorum ama ben fark edilmek için onun gibi kalçamı masaya dayayıp baktığı yere baktım. Boşluktaydı, nasıl bir ifade takınacağını bilmiyordu. Elinde kutu vardı, hafif kırdığı dizinin üstüne koymuş kutuyu açmakta kararsızlık yaşıyordu.

Koluna dokunduğumda başını yan tarafa çevirip bana baktı. Gözlerinde bir acı haykırış vardı. Bu hissi bilirdim, onu ben hep bilirdim aslında. O hep diğer yanıydı, yaralı, çaresiz bir çırpınışla düştüğü yerden kurtulmak istediği yanı... Onu iyi edemezdim belki ama ona iyi gelebilirdim. Gülümsediğim an beni kolunun altına aldı. Onu boşluktan çıkarmadım, böyle bir çabam yoktu fakat onu o boşlukta tek bırakma niyetinde değildim. Gücü yoksa ona güç olurum, yaslayacaksa sırtını ona dayanak olurum ama onun bu dipsiz kuyuda boğulmasına izin vermem.

Burnumu boyun girintisine sokup soludum. Öpüp, sakalıyla oynadım. Bu en sevdiğim anlardan biriydi. Onunda hoşuna gittiğini biliyordum. Başımı tekrar omzuna yaslayıp sessizce elindeki kutuya baktım.

"Açmayacak mısın?" Bir an aklına gelmiş gibi kutuya baktı. Orada oyalandı ve sessizce mırıldandı.

"Şimdi değil." Kutuyu çekmeceye koyup pencereye ilerledi. Kolundan tutup kendime çevirdim. Bakışlarını benden kaçırması hep böyle anlarda oluyordu. Onun bu halini görmemi istemiyordu ama ben onun benden kaçmasına müsaade etmezdim. Çenesinden kavrayıp bakışlarını bana çevirdim. Bu sefer karşı çıkmadı bana, buna ihtiyacı vardı çünkü. Kızaran gözleri yüreğimi sızlattı. Dayanamadığı an çöktü yere. Bedenini kendime çekip kollarımın arasına aldım. İkimizde yere oturmuştuk şu an. Çenemi başına dayayıp bedenini daha çok sarmaladım. Varlığımı hissettiği an güçlenecekti bilirdim.

"Baban ne çok seviyormuş seni." Tatlı tatlı konuşmam onu iyi etsin istiyordum. Diyecek, onu iyi edecek başka sözüm yoktu. Yüzünü göğsüme sakladı. Bir müddet böyle kaldık. Bir müddet sonra geri çekildiğinde bana baktı. Avuçlarımın arasına yüzünü aldım. Ağlamamak için direniyordu. En azından benim yanımda güçlü görünsün istemiyordum. Onun diğer yanı benken yaralı yanına bir parça olabilmek istiyordum.

"Her şey geçecek." Gözlerinden öptüm. "Unutma o senin baban, her şey adaletini bulacak." Başını usulca sallayıp ayaklandı. Beklemediğim an beni kendine çekip sarıldı. Kollarım bedenini sarmalarken kollarımın arasında ufaldığını görebiliyor, incitmekten korkar gibi dokunuyordum. Öyle hassastı ki, incinen ruhunu sarmalamak, çocukluğuna şifa olmak istiyordum. Oysaki geçmişini saramayacak kadar uzaktım zamana.

Başımı göğsüne yaslayıp onun yakınında ama gizlice akıttım gözyaşımı, tıpkı onun yaptığı gibi. Geri çekilip gülümsemeye çalıştı ama başarılı olamadı. Onu her ayrıntısıyla anlıyordum artık. Ben gülümsedim, sanki o sıkıştığı yerden onu çekip almışım gibi genişletti dudaklarını. Lacivertlerindeki o sis bir an kalktı.

"Her ne olursa olsun, her nerede dolarsa gözlerin burayı sakın unutma olur mu?" Elini kalbimin üzerine koydum. Elini yukarıya kaldırıp parmaklarını saçlarımın arasından geçirdi. Başını usulca sallamak sessizliğinin bozulduğu ilk andı. "Ben orayı hep taşıyorum." Sesindeki o sıcacık tınıyla iç çektim. "Altı yıl önce seni gördüğüm ilk an kalbim kalbinden hiç uzaklaşmadı ki."

"Altı yıl?" Şaşkınlığım ilk itirafına karıştı. Başını tekrar sallayıp, "Altı yıl," dedi yeniden. Anlamsızca yüzüne baktım. Bir açıklama bekliyordum birazda.

"Seni ilk öğrendiğim zaman mavi. O an seni gördüm, okuldan çıkıyordun. Kalbimin hükümsüzlüğünü ilk hissettiğim yerde... Seni sevmek kadar güzel olan histe hep sen oldun." Başımı göğsüne yaslayıp öptü. "Ben sevmeyi ilk sende öğrendim. Şimdi geçmişimi nasıl sevmeyeyim?"

"Sen sevdin diye ben sendeyim."

...

Sabah erken vakitte Yiğit öfkeyle evden çıkmıştı. Soru sormama zaman bile kalmadan arkasından bakakaldım. Aramalarıma cevap vermemiş, beni meşgule atıp durmuştu. Telefon eden kişinin ne dediğini merak etmem bir hayli arttı.

Evde yankılanan zil sesiyle camekân kenarından ayrıldım. Halime abla çoktan kapıyı açmıştı. İçeriye giren Aysun Hanım'la yüzümdeki ifadeyi silmeye çalıştım. Hala ona Hanım diye hitap ediyor oluşum beni epey zorlayacak gibi duruyordu.

"Hoş geldiniz," dedim yanına yaklaşarak. "Hoş bulduk," dedikten sonra birbirimize sarıldık. Aysun Hanım bana kaşları çatık bakıp sahte kızgınlıkla, "Kendine hiç bakmamışsın ama sen, yine bizim sıpa mı üzdü seni bakayım!" dediğinde bir an keyifle güldüm.

"Yok yok, iyiyiz biz." İnanmamıştı, burnuma hafiften fiske atıp, "Pek yalancısın," dedi. Cevap vermek yerine, "Teyzeniz iyi mi biraz daha?" diye sordum. Teyzesi oldukça yaşlıydı ve hastaydı. Duruma bakılırsa pek ümit verici şeyler söylemiyorlardı.

"Maalesef. Doktorlar hastalığının ilerlediğini söylediler."

"Üzüldüm," diyerek devam ettim. Aysun Hanım gülümsemeye çalışıp başını hafiften salladı. Yorgun olduğuna bakarsak epeydir uykusuz olduğu ortadaydı.

"İzninizle," deyip ayağa kalkınca, "Zeynep," diye seslendi. Bir adım atmamla ona dönmem bir oldu. "Biraz konuşabilir miyiz?" Tekrar yerime oturduğumda yüzündeki ifade oldukça duygusaldı. Onunla ilk konuşmamız aklıma gelince ne çok değiştiğimi anladım. Bazı anlarda büyük konuşmamayı da anlamış oldum.

"Yiğit'in geçmişinden bugüne gelmesi çok zor oldu. Bunu senin sayende atlattık." Öne doğru eğilip elimin üstüne elini koydu. "Çocukluğu çok zordu, özellikle Mahir Bey'le olan bağları on yıl önce çok büyük düşmanlığa döndü. Benimle bile doğru dürüst konuşmazken sana olan bağı beni çok mutlu ediyor. Ona iyi geldiğin için sana ne kadar teşekkür etsem az." Gözlerindeki parlamada aslında büyük ukde vardı. Benden öncesini pek bilmesem de ilk baştan bu yana ondaki değişimi ben de görüyordum.

"Estağfurullah, ben bir şey yapmadım. Hem oğlunuzun sizi ne kadar sevdiğini biliyorum. Geçmişte ne yaşadı bilmiyorum ama onun büyük bir çekincesi var." Eli yüzümü bulduğunda şefkati bir anne gibiydi. İster istemez gergindi bedenim. Onunla konuşmak beni utandırıyordu, sanırım birazda övülmekten hoşlanmıyordum.

"Benim güzel kızım." Tatlı tonuyla söylemesi bir an Aysun Hanım'a karşı mesafemi yok etti. "Sen yaptıklarını bilsen benim ne demek istediğimi anlarsın. Senin kalbin ona iyi geldi, sen ona iyi geldin," deyip elini geri çekti. "Ben bir kızımı kaybettim ama senin gibi bir kızım oldu. Bu yüzden bana mesafeli olman üzüyor."

"Ben..." Sözümü kesip, "Seni zorlamak istemem tabii, kendini rahat hisset sadece," demesi aslında beni daha fazla germişti. Belki saçma olabilirdi ama ben sanırım böyle konuşmalarda kendimi zorluyordum. Fakat ne kendimi zorda hissetmeliydim, ne de Aysun Hanım'ı üzmeliydim. Sonuçta bu herkesin başına gelen bir durumdu. Telefonum çalınca ayağa kalkıp merdivenlere ilerledim. Bir an ufak bir cesaret gelmiş gibi arkama dönüp, "Kahve içer misin?" deyip nefesimi soluduktan sonra "Aysun anne," dedim. O an bana dolu gözlerle baktı. Gözlerindeki ışıldama saniyesinde belirdi. Gülümsedi, "İçerim kızım," deyip heyecanını dizginlemeye çalıştı. Mutfağa geçip kahveleri yapmaya başladım. Bir an üzerimdeki yükten kurtulmuştum. Bu Aysun anneyi mutlu etti diye bile mutlu olabilirdim. O çok sakin, çok nahif bir kadındı. Eşiyle geçmişini çok merak ediyordum. Eşinin Aysun anneyi ne kadar sevdiğini tahmin edebiliyordum.

"Halime abla, sen de içeriye geçsene. Kahve içelim."

"Ben yapayım kızım." Kolunu sıvazlayıp, "Ben yapacağım, hem sohbet ederiz," dedikten sona kabul ederek içeriye geçti. Yüzümde ufak bir gülümsemeyle sanki yeni tanışmaya gelen kayınvalidemi karşılıyormuşum gibi hissediyor, heyecanlanıyordum. Tuhaf bir durumdu ama güzeldi. İçinde bulunduğum durumdan hoşnuttum.

Kahve tepsisini alıp salona geçtim. Halime ablayla Aysun anne çoktan sohbete dalmışlardı bile. Önlerindeki büyük sehpaya kahvelerini koyup ben de diğer köşedeki berjere oturdum. Aysun Hanım anlatıyor Halime abla dinliyordu. Bir an Halime ablanın geçmişinden laf açılıp gülüyorlar, Yiğit'in geçmişine değinip sohbeti koyulaştırıyorlardı.

"Annenleri yarın akşam çağıralım mı kızım? Hem yemek yeriz hem de uzun zamandır görüşemedik mesafeyi azaltırız."

"Tabii, biz konuşmuştuk zaten. Yarın için anlaştık." Aysun anne memnuniyet içeren tavırla kahvesinden bir yudum aldı.

...

Bu akşam annemler gelecekti, hazırlık yapmak için aşağıya mutfağa geçtim. Hazırlık yapan Halime ablaya şaşkınlıkla bakmamla Halime abla hiç tevazuundan ödün vermeyerek son yaptığını tezgâhın üzerine koydu.

"Ama bana hiç iş bırakmamışsın ki abla." Halime abla elini havluya silip, "Sen de erken geleydin tembel," deyince ikimizde gülüştük. "Senin hızına yetişemiyorum ki." Hayıflanmamla beraber, "En azından şuraları ben toplayayım," demem uzun sürmedi.

"İyi madem," deyip mutfaktan çıkınca geri kalan kirlileri makineye dizip, dağınıklığı toparladım. Akşama çok vakit kalmamıştı. Tencerelere baktım, yemekler öyle lezzetli duruyordu ki, bir an acıktığımı hissettim. Örtüyü çekmeceden alıp masayı kurmaya başladım. Aklım Yiğit'te kalmıştı, dün gece gelmemiş olması bu gecenin bütün sorumluluğunu üzerime atacaktı. Annemlerin geleceğini söylemiştim ama gelip gelmeyeceğini söylememişti.

Geri kalan yemek hariç atıştırmalıkları masaya dizdim. Aysun annenin merdivenlerden inmesi telefondan dikkatimi çekmemi sağladı. Oldukça şık gözüküyordu.

"Bütün hazırlıklar bitti sanırım."

"Halime abla hiç iş bırakmamış ki." Bu halime gülüp, "O hep öyledir," dedi.

"Şu an daha iyi anlıyorum." Ben de yukarıya hazırlanmaya çıktım. Önce yeni okunan akşam namazımı eda edip üzerimi öyle giyindim. Yatağın ucuna oturup bomboş bakındım. Buz gibi duvar ne kadarda aşina olduğum durumdu. Oysa elimdeki telefonun diğer ucunda arayacağım kişiden kaçmaktı bu. Ne zaman arasam beni karşılıksız bırakırken bu gece yine beni şaşırtmayacaktı biliyordum. O bana gizlenmiş yanını sunuyordu bense onu benim olanla açığa çıkarmak istiyordum.

Elimdeki telefonu komodine koyup kalktım. Saat 18:50'di. Odadan çıkarak aşağıya indim tekrar. Ortalıkta kimse gözükmüyordu, zaten annemlerin gelmesine yarım saat gibi bir süre vardı. Bahçeye geçip daralan nefesimi soludum.

"İyi misin kızım?" Aysun annenin endişeyle bana bakmasıyla şu anki ruhaniyetimden çıkmam gerekti. Gülümseyip başımı salladım. "Hı hım, iyiyim. Misafirler gelene kadar bahçeye çıkmak istedim." Aysun anne sırtındaki şala biraz daha dolanıp, "Gelirler birazdan," deyip kapıya ilerlerken aslında onunda aklının Yiğit'te olduğunu fark edebiliyordum. Gerçekten bazen sinir bozucu olabiliyordu, sadece beni değil annesini de ne kadar merakta bıraktığının farkında değildi. Ona ne kadar hak versem de şu anki durumlarda çok fazla kızıyordum.

"Meral Hanım'lara çağırdınız mı?" dedim yanında yürüyerek.

"Aynen, baban tek kalmasın istedim. Kemal abiyle sohbet ederler."

"İyi düşünmüşsünüz. Kalabalık yemek hepimiz için değişiklik olacak." Aysun anne başını usulca sallayıp mutfağa yöneldi. Masada eksiklik olmasın diye son düzenlemeyi yaptım. Heyecanlanacak bir durum yoktu ama ben yine de heyecan yapıyordum. Kapı zilini duyunca önde Aysun anne arkada ben kapıya ilerledik. Meral Hanım'lar gelmişti. Hepsiyle selamlaşıp salona yönlendirdik. Çok geçmeden de annem babam ve Yusuf'la Büşra geldi. Arkalarında ise son dakika davet ettiğim Bahadır vardı. Yemekten önce salonda yarım saat gibi bir süre oturduk. Tek eksiğimiz Yiğit'ti. Tekrar aradığımda beni meşgule attı. Beraber yaptığımız planla devre dışı olması bir süre beni üzmeye yetti.

"İsterseniz masaya geçelim." Aysun annenin teklifiyle babam, "Yiğit'i bekleyelim isterseniz," dese de Aysun anne onlara geçiştirici cevap verip masaya yöneldi. Herkes yerine oturdu, ben de oturacakken kapı açıldı. Yiğit'i görmemle beraber kocaman gülümsedim. Zamanlı olması az önceki kızgınlığımı yok etti.

"Hoş geldiniz," dedi masa başına gelerek.

"Hoş bulduk oğlum, iş çoktu sanırım." Kemal Bey'in sorusu Yiğit'i onaylamaya sevk etti.

"Birkaç aksaklık yaşadık, yeni bitti. Geç kaldım kusuruma bakmayın."

"Estağfurullah oğlum, buyur otur."

"Elimi yıkayayım geliyorum." Babamdan bakışını çektiği an gözleri gözlerime değdi. İşte o an özlediğim adam bir an bütün duygularımı yenilemişti. Yiğit lavaboya geçerken boş olan sandalyenin birine oturdum.

"Hemen de yüzün güldü bakıyorum." Sessizce laf atan Büşra'ya gözlerimi belerttim. Koluna çimdik atıp, "Dengesizlik yapma," demem Büşra'nın bana laf atma çabalarına bir etki etmedi. "Dengesiz diyene bak." Koluna vurup, "Önüne dön," dedim. Yiğit'te çok geçmeden yanımda yerini aldı.

"Çok bekletmedim umarım." Bir yandan yerine kurulmaya çalışıyor bir yandan konuşuyordu.

"Biz de yeni geldik." Öte yandan bakışlarını ara ara bana kaydırıyordu. Babamın karşısında oluşu ise bunu biraz olsun geri çekiyordu. "Nasılsınız, iyisinizdir umarım?" Yiğit'in babama yönelttiği soru bütün masadakilerle devam etti. Herkesin keyfi yerinde gibiydi. Bacağımdaki sol elimde hissettiğim el benimde keyfimi yerine getirmişti. Gülümseyerek bana bakan gözlerle denkleştim. Aşinası olduğum o bakışlarda özlemim vardı. Bu gece herkes iş dışı konuşuyordu, bu zaten ihtiyacımız olan sohbetti. Çünkü hayatımızın çoğu işteki sıkıntılar üzerine kurulu olduğu için bu gece tadımızı kaçırmak istememiştik.

"Artık darısı diğer gençlere," dedi Meral Hanım keyifle. Şu an kastettiği Ezgi'ydi. Bu gece hiç konuşmuyor, bakışlarını masadan çekmiyordu. Başını kaldırırsa direkt Bahadır'la kesişecekti bakışı. Bahadır zaten tabaktan bakışlarını hiç çekmemişti. Ezgi'nin uzağında oluşu aklını pek koruyamamış olsa da onların en büyük çırpınışlarıydı bir arada olmaları.

"Bekârlarımızı evlendirmek zor şimdi, değil mi kızım?" Ezgi uysalca başını salladığında herkesin dikkati Ezgi'ye yönlendi, Bahadır'da dâhil... Yüzündeki ifade silikti, bu yüzden ne hissettiğini pek anlayamıyordum fakat kısa bir an Ezgi'de takılması silik ifadesine bir boşluk ekliyordu. O gün öyle konuşmuştu ama Ezgi gibi hissettiği ortadaydı. Tekrar önüne döndü ve kaldığı yerden devam etti.

Meral Hanım kızına doğru usulca eğilip sessizce, "İyi misin?" dedi.

"İyiyim anne, yorgunum biraz. İzniniz olursa yemekten sonra eve geçeceğim." Meral Hanım bir şey demedi. Bir an Ezgi'nin böyle üzgün olması beni de üzdü.

"O iyi mi?" Diğer tarafımda oturan Büşra'nın da dikkatini çekecek ki, şu an ikimizde Ezgi'ye bakıyorduk. "Anlatırım sonra," dedim fısıltı ile. Olur manasında başını sallayıp önüne döndü. Yarım kalan tabağımı bitirdiğimde büyükler çoktan kalkmıştı. Biz gençler masayı toplarken Halime ablayı da yanlarına gönderdik. Kızlar bulaşığı makineye dizerken ben de tabakları kirlerinden arındırıyordum.

"Bana bir şey bırakmadınız ki." Elimdeki kepçeyi Büşra'ya doğru sallayıp, "Seni mazur görüyoruz şimdi," dedim gülerek. "Mercimeğin hatırına." Son tabağı da temizleyip çaycıya su koydum. Arkama dönmemle mutfak boşalmıştı. Kızların nereye gittiğini anlamam uzun sürmedi. Tam köşede omzunu duvara yaslamış bir Yiğit'le karşılaşmak bir kez daha düşüncemi onayladı. Doğrulup yanıma geldi. Elindeki elmadan bir dilim kesip dudaklarımın arasına koydu, son dilimi de kendisi yiyip bıçağı tezgâhın üzerine bıraktı.

"Kaçmışsın." İmam ile dudakları kıvrıldı. Kolumdan tutup kendine çekmesi saniyeler sürdü. Fakat geri çekilmek yerine ellerimi boynunda birleştirdim. Şu an kapı kapalı olduğu için rahattık yoksa bu durumda kendimi geri çekmekle meşgul olacaktım. "Vaktim sensizken ziyan olacakmış gibi geliyor." Kaşlarımı aralayıp, "Bütün gün telefonunu açmazken böyle söylemiyordun," dediğimde serzenişimi pekte umursar gibi değildi. Ama ben söylenmekten hiç geri durmayacaktım. İşaret parmağının tersiyle yüzümü okşadı. "Bence bana hesap sormak yerine özlem giderebilirsin." Dudaklarımı hayretle kıvırıp başımı salladım. Sözlerimi pek umursadığı söylenemezdi. "Çok akıllıca," deyip parmaklarımın ucuna bastım. Öpecek zannederken burnunu ısırmam bir an boşluğuna getirecek ki parmakları belime battı. Bir an irkilsem de ona yapışan bedenimle kendimi kötü hissetmedim. Bakışları yüzümde gezindi. Ona bunu yapmam pek benim için akıllıca olmamıştı oysaki. Ne yaparsam yapayım akıllıca sayılmıyordu onun katında.

"Sanırım yanlış zaman, yanlış mekân benim güzel karım." Kulaklarıma kadar ısındım. Geri çekilip, "Arsızlaşma," dedim arkama dönerek. Ben Yiğit'le mi laf atışması yapıyordum; gerçekten çok akıllıyım! Gitmeme izin vermeden bileğimden tutup tekrar kendine çekti. Kaşlarını olumsuz şekilde kaldırıp, "Sadece sana," deyip yanağımdan öptü. Gülümsememem imkânsızdı. O ise şirinlik yapıp dudaklarını kocaman kıvırdı. Yanaklarını sıkma gereği duyarken onun aksine pekte ortama göre cesur değildim. Hele ki yanaklarım bu kadar kızarmış ve oldukça utanmışken.

"Hım, madem geldin tatlıları hazırlayalım."

"İş yıkacaksın yani." Ufak bir kıkırdama ile, "En sevdiğim," dedim. Dolaba geçip tatlı tabağını çıkardım. Yiğit'se dolaptan tabakları indirip tezgâhın üzerine koydu. Kestiğim tatlıları tabaklara yerleştirmemiz hiçte kolay olmadı, çünkü Yiğit beni güldürmekten birazını dökmüştüm. Eli kolu hiç rahat durmuyordu zaten. Şu an içeride beklenmiyor olsak buna ayak uydurabilirdim lakin acele etmem gerekiyordu.

"Ya ben seni yardım etsin diye göndermedim sen daha beter hale getirdin." Dirseğiyle koluma vurunca dengemi şaşırdım. Ters ters bakmam onun umuruna değildi. İki tabağı da eline sıkıştırıp, "Hadi hadi, git," deyince başını sallayıp, "Sen misafirlere şükret,"

"Bak ya, hiç söz dinlemiyor." Kahkaha atıp açtığım kapıdan geçti. Gitmeden evvel bakışlarındaki o güzellik yine sadece bende kaldı. Ben de çayları koyup gelen kızlara diğer tabakları verdikten sonra salona geçtik. Bana kalan tek yer Yiğit'in yanı oldu. Çayımı yanıma alıp sandalyeye oturdum.

"Ben kaçsam yine sen beni buluyorsun. Çekiyoruz birbirimizi mavi." Sessizce söylenmesi kimsenin duymasına engeldi ama herkesin içinde böyle söylemesi kızarmamı engellemiyordu. Hem söyleyiş tarzı hem de gülüşü beni diğer etkileyen yanıydı. Çok fazla güzel bakıyordu ve ben istemsizce kapılıyordum.

"Bence sen gevezesin ondan." Yandan bana eğilip, "Sadece sana," dedi mutfaktakini tekrar ederek. Başımı yan tarafa çevirip gülümsedim. Mideme ağrılar girmişti artık. Durgun bir gülümseme vardı yüzünde. Keyifli olmaya çalışıyordu ama bir anda bana bakarken gördüğüm o his beni de durgunlaştırdı. Çok üzerine gitmeden bende keyifle ona yaklaşmak istedim.

"Tabii bana olacak." Tehditkâr sözlerim oldukça hoşuna gitti. Elimi hızla tutup yan tarafa çekti. Parmaklarındaki aidiyetlik hissi çoktan tenime işledi. O an babamın bakışlarını gördüm. Elimi hızla çekip bardakla birleştirdim. Bakışlarından çok soluk olması dikkatimi çekti. Rahatsız gibiydi ama belli etmiyordu.

"İyi misin baba, biraz rengin soluk gibi." Babam gülümseyip, "İyiyim kızım," dese de inanmadım. Gözlerimi kısıp öylece yüzüne baktım. Bana karşı bütün cephesini hazırlamıştı bile. "İyiyim kızım, bakma öyle."

"Bu hiçte inanacağım bir ifade değil baba. Bembeyazsın." Elimi tutup, "Ara ara oluyor öyle, doktor normal dedi," deyip bana her zamanki dediği sözleri sıraladı. Yine de üzerine gitmedim. Benim gibi annemlerin de bakışları babama kaydı, annem hiçbir şey demezken Yusuf elini babamın sırtına koyup, "İlaçların nerede?" diye sordu.

"Montumun cebinde oğlum, sana zahmet getiriver." Yusuf ayağa kalkarken Kemal Bey, "İsterseniz hastaneye geçelim," demesi babamın yine reddetme olasılığını silip atmadı. Babamın inadı bizi meraklandırmaya yetiyordu. O günün korkusu hepimizin üzerindeydi. Ne kadar sakin kalmaya çalışsak da hepimizin kalbinde bir yerde korku oturuyordu.

"Sağ olun Kemal Bey, iyiyim," dedi. Kesin tavrı artık bizi susturdu. Yusuf'un getirdiği ilaçları içti. Ellerinin titrediğini görüyordum. Benim nazarımdan bakılınca içim içimi yiyordu ama etraftaki insanlar oldukça sakindi. Yiğit beni bu durumdan çıkarmak için elimin üstünü parmaklarının ucuyla okşadı. Göz göze gelince lacivertleri öyle bir kısıldı ki birden içimdeki paslı korku azda olsa düzeldi. Zaten babamda ilacı içince rengi yerine gelmişti. Masadan kalkarak koltuklara geçtik. Pencereyi açarak babamı o tarafa oturttum. Tam yanına oturan Kemal Bey, "Biraz daha iyi misiniz?" diye sordu.

"Biraz daha iyiyim." Bu sefer inanmıştım, çünkü biraz önceki halini artık görmüyordum.

"Yakınınız nasıl oldu Aysun Hanım?" Bütün kasveti yok eden annem oldu. En azından ortamdaki sohbetin konusu değişti. Biz masada oturuyorduk, erkekler koltukta.

"Hastalığı ilerlemiş, sanırım günler sayılı." Aysun annenin sesi titredi, teyzesiydi sonuçta.

"Rabbim acısını dindirsin."

"Âmin," deyip iç çekti. Boşalan bardakları doldururken Ezgi ayaklandı.

"Anne ben eve geçiyorum." Meral Hanım Ezgi gibi ayaklanıp, "Kızım geçeriz birazdan ne bu acele?" deyince ikimizin de bakışları Bahadır'a yöneldi. Büyük ihtimal o günden sonra yine konuşmuşlardı. Ezgi çok kırgın duruyordu, şu an gitme düşüncesi varsa büyük ihtimal çok fazla kötü hissediyordu. Zaten gözleri dolu doluydu.

"Tamam, biz de gelelim tek gitme."

"Ay anne, söylerim Halit abiye götürür beni." Meral Hanım bir şey demedi. Çalan telefonuyla beraber mutfağa geçti. Ezgi giderken ben de peşinden gittim. Ayakkabılarımızı giyinip kapıya çıktık. Ona ne desem pek faydalı olmayacaktı lakin susmakta istemedim. Üzerindeki o dalgın ifade bakışlarındaydı. Bana bakarken aslında içeriye bakmak istediğini ama yapamadığını görüyordum. Elini tutup söze atıldım.

"Üzülme ama, akşamdan beri soramıyorum da bir şey." Gözleri doldu. Konuşmadan evvel nasıl yutkunduğunu görebiliyordum. Ağlamamak için kendini zor tutuyordu. Ellerini kollarında bağlayıp bir müddet gökyüzüne baktı.

"Sonra konuşalım olur mu Zeynep, hiç iyi değilim." Başımı sallamakla iktifa ettim. Araca doğru ilerlerken Halit abide şoför koltuğuna ilerledi. Yanımda hissettiğim soğuk rüzgârla başım yan tarafa çevrildi. Bahadır jet hızıyla Ezgi'nin yanına ilerledi. Daha ne olduğunu anlamadan, "Özür dilerim," dedi bağırarak. Bu onu bir an duraksattı. Birbirlerine birkaç adımlık mesafe vardı. Ezgi araca binemeden olduğu yerde durdu. Bahadır iki eli yanında Ezgi'ye bakıyordu. Şu an o da buna dayanamamıştı. "Senden kaçamadığımı bir kez daha bana hatırlattın." Ezgi Bahadır'a döndü. "Ama korkuyorum işte." Devam etti. "Seni üzmekten aklım gidiyor." Tebessümle izledim. Bahadır bakışlarını kaçırsa da kalbide aklıda Ezgi'deydi.

Ezgi tekrar gözyaşı döktü. Bahadır'a bakarken nasıl can çekiştiğini görebiliyordum. O kadar ince ruhluydu ki, inciniyordu. Bahadır gibi mesafeli duramıyordu.

"Kalbime bir kıymık batıyor, sanırsın can çekişiyorum." Titreyen sesi gözünden akan yaşa karıştı. Başını eğince saçları yüzünü kapattı. "Ben hiç böyle olmamıştım ki." Bir hıçkırık peyda oldu dudaklarının arasından. Bahadır'ın karşında olması bile canını yaktığı kadar güçsüzdü. Ellerini saçlarının arasından geçirip, "Sevdim sadece," dedi çocuksu sesle. Bu sefer başını omzuna eğip, "Sevdim," dedi. Bahadır da çok farklı değildi. Başını usulca sallayıp, "Biliyorum," dedi. "Gel benimle," diye devam etmesiyle eve doğru yöneldi. Bir adım attığında tekrar geri döndü. "Hadi, sana ispat edeceğim." Ezgi'yle beraber içeriye geçtik. Ne olacağı hakkında az buçuk fikir yürütebiliyordum. Bahadır'daki fark ettiğim duygu ise ani patlamaydı. Bu gece Ezgi'nin can sıkıntısı onunda canını sıkmıştı.

Bahadır Kemal Bey'e yaklaşıp konuşma yapar gibi boğazını temizledi. Bütün gözler Bahadır'daydı. Sanki bir film gösterisinde herkes pür dikkat kesilmiş gibi bir görüntüydü. "Kemal Bey," dedi ciddiyetle. Kemal Bey kaşlarını çatıp Bahadır'a bakınca dudaklarımı dişledim. Kemal Bey'in tepkisinden korkuyordum zira kızı üzerindeki disiplinini ben dahi hepimiz biliyorduk.

"İzniniz olursa kızınızla evlenmek istiyorum." Ben şaşırmasam da Ezgi dahi evdeki herkes şaşırdı. Çünkü Bahadır severse durmazdı. Uzatmazdı işi... Bir uğultu gidiyordu, özellikle fısıldaşmalar yoğunlaştı. Meral Hanım eşinin yanına ulaşarak dik dik Bahadır'a baktı. Ortamdaki herkes bir bir arayı açıyordu. Kemal Bey akabinde Ezgi'ye baktı. O an kızının ne hissettiğini anlamıştı. Anlamaması imkânsızdı zaten. Fakat Kemal Bey hiçte iyimser bakmıyordu.

"Ezgi, yürü." Otoriter sesi uğultuya son verdi. Sert bir rüzgârı yanına alıp evden çıktıklarında arkadan bakan Bahadır'ın hiç sesi çıkmadı. Ben susar zannetmiştim ama Bahadır da peşlerinden gitti. Ben dâhil herkes kapıya ilerledi.

"Kemal Bey, kızınızı seviyorum." Kemal Bey seri bir şekilde Bahadır'ın yanına gelip yüzüne yumruk attı. Bir adım atmamla Yiğit kolumdan tutup durdurdu. Oysa ortam epey kızışmışken amacım bir şeyler yapabilmekti. Babam bile geri durduysa benimde durmam daha mantıklı olacaktı. Zamanla her şey yolunu gösterirdi.

"Seni bir daha kızımın yanında görmeyeyim." Ben bu kadar sert olacağını düşünmezdim. Belki biraz kızardı ama olumsuzlukları önlerine sermez diye düşündüm. Kızının kolunu tutup arabaya çekiştirdi. Hep beraber arabaya binip uzaklaşmaları ortama biraz daha sessizlik kattı. Bu geceyi kapatan olay bu oldu. Ne Bahadır arkasına dönüp baktı ne de babamlar ona soru sordu. Bizimle vedalaştıktan sonra onlarda eve geçti. Bahadır'ın o konuşmadan sonra kolay kolay açılacağını sanmazken bu tutumu beni şaşırttı.

...

Tırnaklarımla masada ritim tutarken bir an olsun aklımdaki düşüncelerden kendimi uzak tutamıyordum. Günlerce, saatlerce, dakikalarca beni derin bir düşünce alıp farklı bir hale getirebiliyordu. Aslında bu benden hiç gitmiyordu ya, orası ayrı bir durumdu tabii.

Sırtıma konan polarla sırtımı sandalyeye yasladım. Diğer elindeki çay kupasını ise önüme koyup tam karşıma oturdu. Takımlardan kurtulmuş günlük spor kesime geçmişti. Parmaklarım saçlarına uzandı, dağınık saç görmeye dayanamadığımı hep söylemiştim.

"Uyumamışsın." Saat gece yarısını çoktan geçmişti. Bardağı alıp dudaklarıma götürdüm. Siyah çay beklerken papatya çayı ile karşılaşmak pekte şaşırılacak durum değildi Yiğit'e bakarsak.

"Sensiz yatak soğuktu." Ufak bir tebessümle tekrar bakışlarımı ritim tuttuğum tırnaklarıma kaydırdım. Yiğit bu durumdan hoşlanmayacak ki çenemi tutup bakışlarımı kendine çevirdi. "İyi misin?" diye devam etmesi sanki ruhumu biraz daha sıkmaya yetti. "Bilmem," dedim, sesimin ufalması gerçekten neyi bildiğimi bile emin kılmıyordu. Yiğit sandalyemden tutup kendine çektiğinde tam dip dibeydik. Kendi sandalyesini tam karşıma getirip bana bakmaya devam etti. Dizim dizindeydi, ellerim ise avuçları arasındaydı.

"İyi değilsin." Acımasız bir gerçeği diline yerleştirmek sanki bilmediğimi bana geri yönlendiriyordu. "Babam aklıma takıldı, bir de sen bütün gün cevap vermeyince sanırım iki histe birbiri üstüne bindi." Yanağımı okşayıp sevdi. Güzel gülüşünün verdiği o zafiyetle kolları arasında yerimi aldım. Poların diğer ucunu da onun sırtına koyup başımı omzuna yasladım. Elim hâlâ Yiğit'in elindeydi. Parmaklarıma dolanan parmakların aidiyetliğine sadece sessiz kaldım.

"Ne zaman bitecek bu korkum?" Sesim ilk defa bu kadar keskin çıktı ya da ilk defa bu kadar açık konuştum. Yiğit beni anlıyordu, bu yüzden o sadece sessizliğini kullanıyordu belki de bana yalan söylemek istemiyordu. Dudağım alaycı bir gülüşle kıvrılınca, "Bitmeyecek," dedim. "Hep telefon başında açılmayacağını bildiğim aramalarla bekleyeceğim seni." Bedeninin kasıldığını fark ettim ama susmadım. Gerçeklerin ikimizi de birbirinden uzaklaştırmasını istemiyordum. "Ve sen hep geç geleceksin." Zedelenmiştik, en önemlisi de birbirimizden kaçıyorduk. Poları omuzlarımdan indirip ayağa kalktım. Bugün kırgınlık, kızgınlık yoktu, bugün yüzleşmenin verdiği kaçış vardı. Tam karşısında durup, "Yine de ben beklerim," dedim. "Yatalım mı artık?" Uzattığım elimi tuttu. Ben kaçmak istemiyordum artık fakat bu tutum bile onun bana sunduğu yerdeki boşluktu.

Odaya geldiğimizde başımı ağrıtan örtüden kurtuldum. Ardından ise Yiğit tokayı saçlarımdan çekince sarı buklelerim omuzlarımdan döküldü. Benim en sevdiğim yer ise parmakları arasında yerimi almamdı. Alnıma yaslanan dudakların soluğuna karıştı nefesim. Belki yine kaç gün bekleyeceğimi bilmediğim özlemle sarıldım ruhuna. Teslim olan bedenim sadece şu ana özel olsun istiyordum.

"Özür dilerim," dedi fısıltı ile. Özür dilemesi hiçbir şey ifade etmezken ben sadece başımı salladım ve ona soru sormadım.

...

Sabah uyandığımda başucumda gördüğüm papatyayla istemsizce yüzüm düştü. Yiğit'in olmayışıyla beraber yataktan söylenerek kalktım. Kızdığım nokta habersiz gidişleriydi. Adımlarımı sürükleye sürükleye banyoya çevirdim. Üzerimdeki yorgunluk bütün enerjimi alıp götürmüştü. Sadece yatmak istiyordum. İçeriye girdiğim an geri çıkmam bir oldu. Yiğit'i görmeyi beklemiyordum, hele ki böyle hiç beklemiyordum. Kendimi bir tuhaf hissetmemle beraber uykumun nasıl saniyeler içinde açıldığını öğrenmiş oldum. İçeriye girince gözlerimi kısıp sahte kızgınlıkla yüzüne baktım.

"Neden evdeyim diye haber vermiyorsun?" Güldü, öyle bir güldü ki çatılan kaşlarımın düzelmemesinin imkânı yoktu. "Beni bu kadar kolay sakinleştirmen haksızlık ama..." Yanıma gelip eliyle sırtıma baskı uygulayıp bedenimi bedenine çekti. Kokusuyla beraber çoktan kendimden geçmiştim bile.

"Bu da benim karizmam." Çıplak omuzlarına vurup, "Egonda öyle," dedim. Tekrar kaşlarımı çatıp, "Gülme," diye devam ettim. Gülmeye devam ederken, "Gülmesene," diye demem bile adamın oldukça hoşuna gidiyordu. Odadaki kahkaha sadece Yiğit'e aitti.

"Gelsene bir."

"Zaten dibinde değil miyim beyefendi."

"Yaklaş yaklaş." Yaklaştığım an yanağımı ısırdı.

"Ya, ne yapıyorsun. Acıdı." Ufaladığım yanağımdan elimi çekip bu sefer öptü.

"Bak kıyamadım yine." Diğer yanağımı da öpüp geri çekildi. Şimdi gel de kız. Adamın kendine has ayrı bir pointi vardı. Her türlü cazibesini kullanıyordu.

"Sen şimdi beni bu duruma sokuyorsun ya, bir gün tam kızmam gerekecek sana." Burnumu sıkıp dolaba ilerlediği gibi geri dönüp bendeki bakışlarıyla yine sevecenlikle kurtarıyordu. "Sen kızma istikakını tamamen doldurmadın mı mavi?" Bana yaklaşımı o kadar farklıydı ki sanki benim ona kızma ihtimalim hiç yoktu.

"Hiçte bile, ama ben sana kızsam bile sen bir şeyler yapıp beni etkilemesini iyi başarıyorsun."

"Çünkü bana deliler gibi âşıksın."

"Allah Allah, biraz mütevazı olsan ya." Bana laf yetiştirirken bir yandan üzerini giymişti bile. Göz kırpıp alnımdan öptü.

"Gerçekler sevgilim, gerçekler." Diğer yandan yatağı toplayıp kendi dağınıklığımı düzeltmem gerekiyordu. Dediğimi yapmam çokta zamanımı almadı. Aşağıya inerek hazırlanmış olan kahvaltı masasına ilerledim.

"Hayırlı sabahlar Aysun anne." Gülümseyerek, "Hayırlı sabahlar kızım," dedi Aysun annede. Hitabım Yiğit'i şaşırtacak ki dakikalarca bana baktı, diğer yandan ise annesine... Göz kırpıp çektiği sandalyeye oturdum. Kaşlarını kaldırıp dudağını kırıştırırken bir yandan başını sallıyordu. Bunu ben görebilmiştim sadece, Aysun anne ise bir şeylerle meşguldü. Halime ablada çayını alıp diğer köşeye oturdu. Kimseden ses çıkmıyordu.

"Bugün evdesin o halde." Yan tarafa eğilip sessizce söylenince çok beklemeden karşılık verdi.

"Sevgili karım beni özlemiş." Gözlerim irileşerek etrafıma bakma gereği duydum. Allah'tan kimse duymamıştı da bütün gün kırmızı kırmızı dolaşmayacaktım. "Hiçte bile." Gülmesi çoğaldı. "Bana haber veren kuşlar öyle demiyor ama." Dirseğimle koluna vurup, "Önüne dön," dedim. Yoksa yediklerim boğazımı alacaktı. Hiç istifini bile bozmuyordu. Birileri mi görmüş, bize mi bakmış umurunda değildi. "Hadi ama." Masanın üzerinde duran elimi tutup masanın altına çekti. Bu tutumu ne kadar utandırsa da gülümsemeden edemiyordum.

"Hasan Bey gelmedi mi daha Halime?" Halime abla Aysun anneye dönüp, "Birkaç mahsul eksik gelmiş, onu bekliyor," deyip Aysun anneyi kısaca cevapladı. Sabah sera için birkaç mahsul alacaktı. Aysun anne kısaca başını sallarken yüzündeki donuk ifadenin sebebi belliydi. Yiğit'le aralarında hala soğukluk vardı. Ne geçmişti aralarında bilmezken ikisinin arasındaki bu mesafe beni üzüyordu. Aysun annenin Yiğit'i ne kadar sevdiğini biliyordum. Ona bakarken bile gözlerinin dolduğunu gözlerini kaçırarak belli ediyordu.

"Siz ne yapacaksınız bugün?" Çekinerek Yiğit'e baktı. Yiğit önce annesine sonra bana bakıp, "Bugün dışarıya çıkarız," deyip tekrar annesine dönünce önce dudaklarını araladı sonra sustu. Fakat annesini cevapsız bırakmak yerine, "Tabii bir planın yoksa," dedi. Annesi kuru bir tebessümle, "Siz keyfinize bakın," deyip tekrar bakışlarını önündeki tabağa yöneltti. Üzülüyordu ve bu da benim canımı sıkıyordu. Fakat ben bir şey diyemedim, ne Yiğit'e karşı cephe almak istiyordum ne de Aysun anneyi göz ardı etmek istiyordum. Dengeyi sağlayacak olan zamandı. Yiğit'e kısacık bir an bakmam ufak bir hayal kırıklığıydı. Annesine hiçbir tepkiyle yaklaşmıyordu. İçimde biriken merak duygusu kabardıkça kabardı. Bu konuyu yemekten sonra Yiğit'le konuşurum diye düşünüp kahvaltıma devam ettim.

Kapı zili evde yankılandı, Yiğit oturduğu yerden kalkıp kapıya yöneldi. Kimin geldiği çok geçmeden belli oldu. Hasan abinin cüssesi gözükünce Halime abla masadan kalkıp beraber mutfağa yöneldiler. Sanırım biraz önceki kahvaltı faslı bitmişti. Yiğit merdivenlere yönelince sadece arkasından bakakaldım. Aysun annenin yüzüne bile bakmadan çıkması Aysun annenin moralini iyice bozdu.

"Belki haddim değil ama aranızda ne geçti anne?" Dolu gözlerle bana bakması içimi sızlattı. O bir anneyken evladı ondan kopuyordu. Bir bilinmezliğin içinde iki yol düşüyordu önümde. Ki ben çok şey bilmiyordum ya. Ne kadar başkaldırmış olduğum olaylara girişmişsem de benim üzerimden dönen oyunlarında olduğunu fark edebiliyordum ama bana bunu ayrıntısıyla anlatmalarını sağlayamıyordum.

"Araya bir yıl girdi kızım, o bir yılda oldu her şey." Sustu. Anlatmadan ayağa kalkınca yine cevapsız kalacağımı anladım. Hiçbir şey demeden Yiğit gibi merdivenlere yöneldi. Sırtı birden kamburlaşmış, omuzlarındaki yük, duruşuna yansımıştı.

Masayı toplamaya başlarken bile aklımdaki soruları silmiyordu. Bana seslenen Halime ablayı sonradan fark etmemle arkamı dönmem ve sertçe kolumu kapıya çarpmam hep bundandı. Aslında bir yükte benim sırtımdaydı.

"İyi misin kızım?" Düşen tabaklarda kaldı bakışım. O an neyi idrak edeceğimi bilmiyordum. Koluma dokunup, "Ah, şuraya otur sen," diyerek beni sandalyeye oturttu. Acısını yeni yeni fark edebiliyordum. Ne ara bu kadar kötü çarpmıştım kolumu bilmiyorum. Halime abla hemen bir buz torbası yapıp getirdi.

"İyiyim abla ben, endişe etme."

"Neresi iyi acaba, görmesem inanacağım." Buz torbasını koluma koyup yerdeki kırıkları toplayan Halime ablaya baktım. Cidden kötü vurmuştum, hatta kapı kulpu derime büyük hasar vermişti. "Bak morarmaya başlamış bile."

"Kaza işte, geçer birkaç güne." Halime abla benim gibi sakin kalamıyordu ya da ben çok tuhaftım. Kırıkları çöpe atarken bir yandan, "Ah be kızım," diye söylenmeyi ihmal etmiyordu. Omuz silkerek buzu dirseğime yakın yere götürdüm. Halime abla sen iflah olmazsın dercesine bakıyordu. Sakin kalmadığı kadar vardı çünkü, şu an yeni yeni acısı dayanılmaz bir hal almıştı.

"Koluna ne oldu?" Önüme diz çöken Yiğit çatık kaşlarla koluma bakıyordu. Elini uzattı ama dokunmadı, dokunamadı.

"Hiç, sadece kapıyla sarıldık birbirimize." Gülüyordum ama acımdan da kıvranıyordum.

"Ben sana bir sarılırım şimdi. Hadi kalk hastaneye gidelim." Esprimi hiç sevmediği gibi endişesi benimde yüzümü düşürdü.

"Ay yok, hastanelik kadar değil Yiğit." Ters ters baksa da çok umursamadan ayaklandım. Koluma saplanan acıyla sızlasam da buzu tezgâhın üzerine koyup merdivenlere yöneldim.

"Ne demek hastanelik kadar değil mavi, kolun dirsekten aşağısı mosmor."

"Hadi ama, gerçekten gitmek istemiyorum. Sen bana bakarsın iyi olurum." Tatlı tatlı sırıtmam onun pek kandığı nokta olmamıştı ama ben yine de hastane konusunu kapatmayı başarmıştım. Merdivenleri çıktım ama peşim sıra söylenmeyi hiç ihmal etmiyordu.

"Kolun daha kötü olursa sorarım ama ben sana."

"Olmaz kocacıcığım, sen bana güven." Kaşlarını yukarı kaldırıp yüzüme öylece baktı. "Ne bakıyorsun, kocam değil misin?" Üzerime yürüdüğü an mayına fena bastığımı fark ettim.

"Kocanım," dedi beni tekrar eder gibi. Tam dibimde durunca sarılacak zannettim ama kolumu hafiften tutup kaldırdı. Yüzümü buruşturduğumu fark edince, "Bu mu sorunlu değil," deyip tişörtümü dirseğime kadar sıvazladı. Şaşkın ifademi silip silkindim. Bana güldüğünü görünce tekrar kızardım. Kendimi ele vermiştim.

"Ben sa..." Sözümü kesip, "Seni dinlemiyorum karıcığım," deyip dolaptan aldığı eteği giydirmeye çalıştı. "Kolun kötü, feraceni giyme," deyip bu sefer çekmeceden bir şal bulup başıma koydu. Şala uzandığım an hafiften inledim. "Bir de iyiyim diyor, seni yalancı." Dudağımı büzdüm, gerçekten de acıyordu. Şalımı yapmak ona kalmışken yaparken ki hareketleri gülmeme neden oluyordu. Özellikle yüz ifadesi kahkaha atmam için bir sebepti. Yapamadıkça kaşları çatılıyor ara sıra söyleniyordu. Dudaklarımı birbirine bastırıp gülüşümü engelledim. O da işini bitirmiş gibi duruyordu. Aynada kendime bakınca pekte iyi durumda olmadığımı gördüm. Şalı öyle bir bağlamıştı ki yüzüm neredeyse gözükmeyecekti. Tek elimle kenarlarını büküp, "Sana başörtü bağlama dersi vermem lazım," dedim. Güldü, öyle bir güldü ki başımdaki bozuk eşarp bile aklımdan uçuverdi. Köşeden çantamı alıp peşi sıra yürümeye başladım.

Merdivenlerden inerken bile laf sokmaya devam ediyordum o ise bana sadece gülüp geçiyordu. Aslında kolumun acısını unutmaktı amacım fakat pek başarılı olduğum söylenemezdi. İnlediğim an dikkatini çekmem biraz daha onu panikletiyordu.

"Hastaneye gitmek istemeyen sendin değil mi?" Sesinde hâkimiyet kuran endişesine karşın, "Bu kadar ileriye gideceğini düşünmemiştim," dedim. Bu iması hoşuma gitmedi. Bir an ağlamaklı çıktı sesim. O an durdu bana baktı. "Çok mu acıyor?" Acısından ziyade bir an duygusallaşmıştım. "Hı hımm," demem onun bana karşı imasına son verdi. O an onun şefkatini hissetmek istemiştim belki de. Önüme geçip iki basamak aşağımda durdu. Yüzümü avuçlarının arasına alıp, "Sadece canın acıyınca öyle oldum, hadi gidelim de koluna baksınlar," dedikten sonra diğer koluma girip bana eşlik etti. Kıyamamıştı bana. Başımı sallayıp itaat ettim. Arabaya geçerken kapımı açışı, nazikçe beni oturtuşu hepsi bana hastı. Hastaneye geldiğimizde çok geçmeden doktorda geldi. Önce koluma grafi çekildi. Bir sorun olmadığını sadece çarpmadan ötürü kontüzyon olduğunu söyleyip içimizi rahatlattı.

"Her yarım saatte bir gün içinde ara ara soğuk uygulama şişlik ve ağrılarınızı alacaktır Zeynep Hanım." Karşımda kırklı yaşlarda duran doktor hanıma Yiğit, "Peki daha fazla ilerlerse," diye sorduğunda doktor mütebessim bir şekilde, "İlerleyeceğini sanmıyorum ama ağrı için size ilaç yazacağım. Kolunuzu kalp hizasında bir yükseklikte tutarsanız sizin için daha iyi olacaktır," deyip önündeki bilgisayar sistemine ilaçları düştü. "Kolunuzu çok zorlamayın, bol bol soğuk kompres yapmanız kâfi," deyip başkada bir şey demedi. Oturduğum yerden kalkıp, "İyi günler," diyerek odadan çıktık. Şu anlık krem sürmüştü.

"Çokta hafife almamak gerekiyormuş değil mi karıcığım." Yandan ona bakıp, "Diline düştük artık, gelir gider laf çarparsın artık," dediğimde dudakları ihtişamla kıvrıldı.

"Bak onu yaparım."

"Senden beklerim." Gülüştük. Kocaman hastanenin koridoru da bitmiyordu.

"Su alabilir misin?" Beni arkasında bırakıp büfeye ilerledi. Ben de köşedeki masaya ilerleyip çektiğim sandalyeye oturdum. Öğle arası olmuş olacak ki doktorlar yemekhaneye ilerliyordu. Dalgın dalgın gelen gideni izledim.

"Zeynep?" Tanıdık bir ses yanıma geldiğinde başımı kaldırıp bakma gereği duydum. Uzun zamandır görmediğim Emre Bey'le vücudum gerildi. Bir an bakışım büfeye kaydı. Yiğit aldıklarının ücretini ödüyordu. "Bir şey mi oldu, hasta mısın?" Kaçmak istercesine bir adım atıp, "İyiyim, sadece ufak bir yaralanma aldım," deyince bakışları üzerimde gezindi. "Size iyi günler." Arkama döndüm fakat gitmeme izin vermez gibi, "Çok büyük sıkıntı yoktur umarım," deyip sözü uzatmak istedi lakin onu dinlemek yerine tekrar arkamı dönmemle öfkeli lacivertlerle karşılaştım. Bana değil Emre Bey'e bakıyordu. Elindeki poşeti sıktığını görebiliyordum. Yanına gidip, "Hadi çıkalım," dedim.

"Sana bir şey mi dedi?" Sakin olmaya çalışıyordu ama ben onun ses tonunu tanıyordum artık.

"Yok sadece neyim olduğunu sordu. Hadi gidelim lütfen." Beni duymuyordu, bakışlarını bir saniye Emre Bey'den uzaklaştırmazken Emre Bey'se bakışlarını ondan çekip bana odakladı. "Hadi," dedim yine fısıltılı bir sesle. Beni dinleyip koluna girdiğim an kapıya ilerledik. Şu an sorun çıkmaması içimi rahatlattı. Hastane ortamında Yiğit'in yapabileceklerini kimse hafife almazdı. Arabaya binişimiz onun öfkesini ikiye katlamıştı. Elini direksiyona vurup hiçbir şey demeden arabayı hareket ettirdi. Susuyordu, çünkü konuşursa hiç iyi şeyler demeyecekti biliyordum. Hızı hiç normal değildi, gözlerini bürüyen öfke onu normal bir Yiğit'ten uzaklaştırmıştı. Şehir merkezine gelmemiz hızının kontrolünde dikkat çeken unsur oldu. Polis memurlarının işaretiyle arabayı köşeye çekmek zorunda kalmıştı.

"Hay ben böyle işin..." Bana bakıp sustu ama sessizce söylendiği ortadaydı. Arabadan inip kapıyı sertçe kapattı. Bu adamın Emre Bey'e karşı hiç sabrı kalmamıştı. Onu gördüğü anda elinde olsa öldürecekti.

Hararetle karşısındaki memurla konuşuyordu. Eline tutuşturulan makbuz onun daha çok sinirlenmesine neden oldu. Fevri bir hareketle arabaya binip tekrar arabayı çalıştırdı. Şu anki hali oldukça ürkütücüydü. Ağzımı açsam bin bir türlü yerden girip çıkacaktı. Vites kolundaki elini tutunca bana baktı. Koyulaşan gözbebekleri benimle birleşince biraz olsun dinginleşti. Şu an korktuğumu görüyordu.

"İyi misin?" Ne saçma soruydu böyle, adam öfkeden oraya buraya küfrediyor bense 'İyi misin' diye soruyorum. Elimi elinin altına alıp önüne döndü. Sakinleşme aşamasındaydı ve ben ona sadece susarak eşlik ediyordum. Araba birden durunca hafiften öne savruldum. Bana döndü sonra nefesini sakince soludu. Aklındakileri savmak için gözlerini kapatıp hızlıca açtı. "Şu gözlerine değen gözlere cellat olmak isterken kahretsin ki bir şey yapamıyorum." Bana baktı, yüzümü avuçlarının arasına alıp, "Seni sakladığım kalbimin odalarının kapısı bu kadar kolay aralanıyorsa söylesene seni buradan kaçırmamam için bir sebep var mı?" deyip lacivertlerine bana karşı bir şefkat diğerlerine karşı öfke yerleştirdi. Bu sözler hiç normal değildi. Emre Bey'le aralarında başka bir olay geçmiş gibi duruyordu.

"Kaçır o zaman," dedim ben de aynı uysallıkla. "Geçmişinden, içine düştüğün şu hayattan beni kaçır. Kendimize tertemiz bir hayat kuralım. Sadece sen ve ben olsun yuvamızda." Durdu bir an, sonra başını iki yana salladı. "Keşke," diyebildi. "Sadece senin olduğun bir hayat benim sınırımda." Gülümsemekle iktifa ettim. Bu yıkıklığının müsebbibi olduğu hayat onun bir zorunluluğuydu. Onun elleri benim yüzümdeyken ben de onun gibi yüzünü avuçlarımın arasına aldım. Alnım alnındaydı, onu hissetmem nefesimin nefesine karıştığı kadardı. "O sınır benim yuvam." Boynuna sarılmak kadar enfes bir duyguyu kokusuyla birleştirdim. Ben bu adamı çok seviyordum, sevgimin nasıl bir his olduğunu bile anlatmam yetersiz kalabiliyordu. Boynundan öpüşüm, aynı şekilde onun yüzümde gezinen dudakları beni iyi yapan yerdi.

"Aranızda başka bir şey mi geçti?" Sorum üzere geri çekildi. Nefesini soluyup, "Bilmediklerin var Zeynep," dediğinde şu an neden bu kadar sinirlediğini anlayabiliyordum. "Bu adam çokta hafife alacağın gibi değil."

...

Eve geldiğimizde her yarım saatte bir kompres yapıyordu. Ara ara sızlandığım içinse panikliyordu. Ağrı kesiciyi alıp koltuğa sırtımı yasladım. Aysun annede benim gibi Yiğit'i sakinleştirme derdindeydi. Bir oturuyor bir kalkıyor ardından bana buz torbası getiriyordu. Önce bu haline kızsam da artık delirmiş gibi kıkırdıyordum. Aysun anneyle Halime ablada bana katıldı. Yiğit üçümüze birden bakıp, "Siz gülün gülün," dedi parmağını sallayarak.

Yanımızdan ayrılıp merdivenlerden çıkışını izlerken Aysun anneyle hala gülüşüyorduk. Yiğit'in bu kadar pimpirikli olduğunu ilk defa görüyordum. Sanki benim değil onun canı acıyordu.

"Buzu biraz sonra tazeleriz kızım." Elimden buzu alıp mutfağa götürdü. Yiğit'i merak ederek yukarıya çıktım. Sesin geldiği yön beni çalışma odasına çekti. Telefonda görüşüyordu fakat çok uzun sürmedi. Kapıyı tıklatarak içeriye girdim. Beni görünce elindeki telefonu masaya koydu. Yüzündeki ifade hızla silinip yerini güzel gülüşüne teslim etti. Uzattığı elini tutup tam dibine ulaştım.

"Gitmeyeceksin değil mi?" Telefon konuşmasını kastettiğimi anladı. Berjere otururken beni de sağ dizine oturttu. "Gitmeyeceğim," dedi başımdaki örtüyü çekip. Hasret kalmış gibi yüzüm seyrederken bir yandan saçlarımla oynuyordu. Kıvrıldım kucağına. Başımı göğsüne yaslayıp bacaklarımı karnıma çektim.

"Şurada şöyle kalsam olmaz mı? En azından bugün kokuna doyayım." Parmakları koluma battı. Bu da onun özlemiydi. Burnumu göğsüne bastırdığımda gerildi. Gülümsedim. Burnunu saçlarıma değdirip kokladı.

"Kokuna doyamam ki." Beni kendine çekip devam etti. "Bunun için ömrümü vermem lazım." Her sözüyle kalbimi nasıl okşuyordu bilmiyordum. Üslubu nahifti, oysa onun gazabıydı beni onunla tanıştıran. Bana kıyamayışı, bana bakarken dolan gözleri hep aidiyetlik ruhuna beni katıyordu.

Parmakları tenimi sevdi, ona itaat eden bedenim parmakları arasında mayışmıştı. Öyle ki tenimde bunu istiyor, onun sevgisi karşısında aç hissediyordu.

"Bunun imkansız oluşu her yönüyle beni sana çekiyor, bunu seviyorum." Sözlerim ona karşı bir bahar sunuyordu. Daha çok sarmaladı ve art arda öptü. Oturduğu yerden kalktığı anda ben de onunla havalandım. Geri çekilmek yerine biraz daha kollarına sığındım. Beni sığdırdığı yer sadece kolları değildi, ona her benliğimle sığmıştım.

...

Farkında olmadan birçok şey yaşamış, birçok duyguyu hissetmiştik. Bu yaşadıklarım tek yönlü değildi hiçbir zaman. Babam, Yiğit ve geçmişim... Hala bilmediklerim vardı, bunu anlatacak tek kişi Yiğit'ken sessiz kalışı daha ne kadar sürecekti bilmiyordum.

Masada oturmuş hep beraber İrem Hanım'ın gelmesini bekliyorduk. Geçen ki görüşme Yiğit'in isteği ile ertelenmişti, hatta bir evrakın üzerinde yazan tarih yüzünden bugün olmuştu bu toplantı. Önümde duran dosyayla bakıştım. Geçen ki görüşmemizden sonra dosya uzun zamandır kilitli kasadaydı. Elimin üstüne konan el beni bir an irkiltti.

"İstemiyorsan..." Sözünü yarıda kesip, "Merak etme, iyiyim ben," dedim. Kapı açıldı, içeriye İrem Hanım girdi. Gergin ortama zıt bir enerjiyle girmişti. Güler yüzü bütün cesaretimi araladı. Üzerinde beyaz V yaka kolsuz bir bluz giymiş onun altına ise siyah tam dizlerde bir kalem etek giymişti. Sarı saçları dağınık bir topuz şeklindeydi. Minyon yüzü tebessümle bana yöneldi. Çantasını hemen masaya koyup elini tokalaşmak için uzattı.

"Nasılsınız Zeynep Hanım?" deyince elini tutup, "Çok şükür, siz nasılsınız?" dedim. "İyiyim," diyerek tam karşıma oturdu. Samimi yüz ifadesi gergin bedenimi biraz olsun rahatlattı. Çantasından birkaç dosya çıkardıktan sonra kemik gözlüğünü gözüne takarak bir süre dosyaları inceledi. Benim asıl merak ettiğim açılmayan kutuydu. Aslında hepimizin merak ettiği nokta oydu.

"Yiğit Bey şuraya onayınız gerekiyor." Yiğit dosyayı alıp inceledikten sonra köşeye mühür basıp geri iade etti. Kutuyu açması gerekiyordu artık. Fazla beklemeden kutuyu açtı. İçerisinden çıkan bir mektup ve bir flash bellek hepimizin pür dikkat oraya bakmasına neden oldu. Serkan'ın getirdiği bilgisayara flash takıldı. Akabinde bir video önümüze düştü. Videodaki kişi Sinan Bey'di. Resimlerden hariç ilk defa görüyordum ve bu hali kazadan birkaç gün önce olmalıydı. Videoyu başlatmadan önce bir durdu. Ekranla bakışması oldukça uzun sürdüğünden odadaki herkes sessizliğini sürdürüyordu. Rengi solmuş, dik omuzları bir an çökmüştü. Ona susarak geniş alan sundum. Şu an ilgime ihtiyacı vardı ama en çokta kendi sesine ihtiyacı vardı.

Özlemi çoktu, ekrandaki siluet ona silik silik her şeyi hatırlatıyordu. Acısının arasından sızan öfkeyi görebiliyordum. Elinde olsa şu an burayı dağıtabilir, öfkeyle ekrana yumruk atabilirdi. Sakin oluşu onun öfkesini silmiyordu bilakis keskin bir kin bileniyordu acısıyla beraber.

Koluna dokununca titreyen elini kaldırıp bilgisayarın tuşuna götürdü. Bakışlarını benden kaçırıyordu, bana baksa onu anlayacaktım çünkü. Video açıldı, bir ses ilk defa gözlerimi doldurdu. Ekrandaki görüntünün aksine oldukça davudi bir sese sahipti. Yiğit'e baktım tekrar, nasıl acı çektiğini görebiliyordum. Yutkunmasının verdiği acı bir his ademelmasına takıldı.

Elindeki elimi avuç içi arasına aldığını görünce bir dayanağa ihtiyacı olduğunu anladım. Üşümüştü elleri, parmakları parmağımda gergince duruyordu. Ona doğru eğilip sessizce, "Yanındayım," dedim. Beni yeni fark etmiş gibi başını bana çevirdi. Gözlerinde dolu duran ifade ona karşı bütün uzaklığımı yok ediyordu. Şu an sarılmak, sadece acılarını almak istiyordum fakat şu an yapamıyordum. Tekrar önüne döndü.

"Oğlum Yiğit," dedi Sinan Bey ellerini masaya dayayarak. "Bu videoyu dinlediğin gün bütün hedefin üzerinize çekileceği gün..." Kaşlarım çatıldı. "Mektubu oku ve ardına zımbalanmış kâğıttaki istenenleri kabul et." İkimiz birden kâğıda baktık. Yiğit tam kâğıda uzanacakken İrem Hanım bu durumu engelledi. "Biraz sonra," deyip videoyu bitirmemizi istedi. Dondurduğu videoyu tekrar açtı. Gülümsüyordu Sinan Bey, sanki karşısındaki oğlunun şu anını görüyor gibiydi. "Bunu kabul etmelisin Yiğit. Öfkeleneceğini, kabul etmeyeceğini biliyoruz ama kabul etmek mecburiyetindesin." Büyük bir sıkıntı oturdu yüreğime. Korkuyordum en önemlisi de Yiğit'i öfkelendirecek bir durumu sezmem beni geriyordu.

"Sevgili Zeynep." Birden ismimi duymam şaşırttı. Sanki geçmişte değil de şu an konuşuyormuş gibiydi. Benim burada olduğumu bilmesi tuhaf hissettirdi. "Sana verdiğimiz çip, senin garantin. Üzerine bir mal varlığı yüklendi. Bunun için kasadaki diğer dosyayı alıp imzalamanı istiyorum." Serkan hızla kasaya gidip diğer evrakı alıp geldi. Üzerimde bir mal varlığını olduğunu bilmiyordum. Evrakı alıp açtığımda dehşete düştüm. Büyük bir meblağ şimdiden korkutucu bir hal alıyordu.

"O imzanın olduğu gün karşı tarafa haber uçacaktır ve büyük tehlike üzerinizde olacaktır. Bunu sana bıraktığım avukatı takip eden kişi yüzünden haber verilecektir." İrem Hanım'a bakınca kaşları çatıldı. Avukatım bile geçmişte ayarlanmıştı. Sinan Bey'in bu kadar zeki birini olacağını bilmezdim. Fakat hâlâ nasıl haberleri olacaktı bilmiyordum. "Bugünün toplantı tarihi o evrakta yazılı. Birazdan Yiğit'ten istediklerim seni bu tehlikeye götürecektir." Elimi kalbimin üzerine götürdüm. "Muaz Bey'e güvenebilirsiniz." Birden bir karmaşa oluştu ve video bitti. Hâlâ ekranla bakışıyordum. Yiğit öfkeyle laptopun ekranını kapattı. Eliyle vurduğu masada ben dâhil herkes susuyordu. Diğer kâğıdı açtı ve okudu. Korkarak kâğıda baktığımda aynı şaşkınlık bende de oluştu. Bu çok acımasızcaydı. 


İNSTAGRAM VE TWİTTER: RUMEYSADOGANM

Continue Reading

You'll Also Like

641K 42.5K 107
[22.12.2020 - 05.04.2021] Bir kadın düşünün kendi halinde mesleğini yapan doktor...●■ Bir adam düşünün nişanlısını kaybettikten sonra ,nişanlısının...
211K 13.3K 25
_𝚃𝙰𝙼𝙰𝙼𝙻𝙰𝙽𝙳𝙸_ İnadı uğruna tanımadığı ve onunla evlenmek istemeyen adamla evlenen bir kadın.. Kadına göre sırlarla dolu bir adam.. °°° "Bira...
27.4K 2.6K 70
Bu hikaye kurgu ve ya hayal değildir..Gerçek hayattan esinlenerek yazılmış bir hikayedir..Her şeye rağmen hayata güle bilen Durunun hikayesi🧚‍♀️ Umu...
leylâ By 📚

Spiritual

30.8K 2.7K 48
Yüreğine kazıdığı bir sızıydı o adam. Her geçen gün canı bir öncekinden daha çok yansa da, her gece başını yastığa koyduğunda gece karası gözlerinden...