NAZLI SEVDA

By biromanokuyucu

674K 39.5K 5.9K

Hayatın gerçekleri ile küçük yaşta tanışmış olmasına rağmen hayattan ümidini hiç kesmemiş bir kadın ile, hay... More

TANITIM
2. Bölüm
3.Bölüm
4.Bölüm
5.Bölüm
6.Bölüm
7.Bölüm
8. Bölüm
9. Bölüm
10. BÖLÜM
11. BÖLÜM
12. Bölüm
13.BÖLÜM
14.BÖLÜM
15. BÖLÜM
16. Bölüm
17.Bölüm
18. BÖLÜM
19.BÖLÜM
20. BÖLÜM
YASEMİN ALOĞLU- ÖZEL BÖLÜM
21. BÖLÜM
22. BÖLÜM
23. BÖLÜM
24. BÖLÜM
25. Bölüm
26.Bölüm
27. Bölüm
28. Bölüm
29. BÖLÜM
30. BÖLÜM
31. BÖLÜM
32. BÖLÜM
33. Bölüm
FİNAL

1.BÖLÜM

55.3K 1.6K 262
By biromanokuyucu

Merhaba. Yeni bir hikaye ile karşınızdayım.

Yeni hikaye demek yeni umutlar, heyecan ve mutluluk demek bana göre. Umarım bu kitabımda sizleri mutlu edebilirim. Aklınızda güzel anılar bırakabilirim.

Başlangıç tarihim 19.01.2022 🕊️

NAZLI SEVDA'NIN İLK BÖLÜMÜNE HOŞGELDİNİZ. KEYİFLİ OKUMALAR DİLERİM ❤️

OY VE YORUMLARINIZI BEKLİYORUM...

Medya: Hüsnü Arkan & Erkan Oğur - Fikrim Yok

Yağmur yağar taş üstüne
Bir yar sevdim baş üstüne
Sensiz gün doğsa gölgem yok

Yağmur yağar gül üstüne
Evvel benim gel üstüme
Ahirim varmış fikrim yok

( Bu şarkı bana Nazlı ve Yusuf'u hatırlatıyor. Ve benim en sevdiğim şarkı. İlk bölüme böyle güzel bir şarkıyla başlamak istedim )

Hayatımdan akıp giden her saniyede hep aynı şeyi düşündüm. Ve hep aynı şeyi sordum kendime...

İnsan mı kalbini yönetiyordu, yoksa kalp mi insanı?

Bilimsel olarak bir açıklaması vardı bu durumun. Beyin diyordu bilim. Ama işte benim derdim ve sorularım hep kalp üzerineydi. Zira bir kalbin benim için ifade ettiği anlam çok büyüktü...

Ömrüm boyunca bunu düşünmekten bir an bile vazgeçmedim.

Bir kere düşünmem sorgulamam çok normaldi.

Çünkü tüm bu soruların baş kahramanı olan ve dakikada seksen kez atan bu kalp bana ait değildi. Olmamıştı. Olamamıştı...

Hiç ait gibi hissetmemiştim kendimi o kalbe. Bedenen beni ayakta tutan bu organın sadece yükünü hissediyordum ben. Ve bu yük her daim yanımdaydı...

Çünkü benim kalbim artık var olmayan birinin kalbiydi. Benim kalbim bana emanet edilmişti. Kalbim ömrü sona eren bir başka insandan bana vaat edilmişti. Ne garipti ki bir kişiye hayat veremeyen bu kalp bana hayat vermişti...

Yıllarca hastane koridorlarında vaktimi geçirirken bir başkasının kalbi ile ömrümü geçireceğimi hiç düşünmezdim. Aslında zaten istatistiksel olarak da hemen mümkün olacak bir durum değildi yaşadığım şey.

Organ nakli sanılanın aksine hemen olmuyordu. Yıllarca bekliyordun. Yıllarca yıpranıyordun. Defalarca ölüyordun ama bir şekilde nefes almaya devam ediyordun. Ve sen tek başına acıyı hissetmiyordun. Sevdiğin herkesle beraber yaşıyordun tüm bunları.

Ama nasıl olduysa tüm bu imkansızlıklar içinde kader bana güldü. Ve bana bir kez daha yeni bir hayat , yeni bir kalp bahşedildi...

O eski atmayan, beni soluksuz bırakan, annemin babamın saatlerce göz yaşı dökmesine sebep olan kalbim beni terk ediyordu. Hem de yerine daha iyisini bırakarak.

Çok garipti o zamanlar. Sevinçle bize konuşan doktoru dinlerken aklımda sadece kimin öldüğü vardı. Ve kimin böyle yüce gönüllü bir şeye onay verdiği...

Aklımda olan bu soruya zamanla cevap buldum. Kalbini bana veren kişi Yiğit'ti.

O yüce gönüllü, kaç tane insana hayat olan kişi Yiğit'ti.

Yiğit 25 yaşındaydı bu hayattan göçtüğünde. Bir trafik kazası onu almıştı ailesinden. Ve bir trafik kazası bana hayat vermişti.

Kader buydu galiba. 25 yaşında hayatının baharında öldü. Ve on yedi yaşımda ki bana sayılamayacak baharlar hediye etti...

İşte tüm bu garip döngünün içinde iyileşmeye ve yeni baharlar görmeye devam ederken ruhen yaralandığımı çok geç fark ettim. Belki farkında bile olmazdım yıllarca. Ama işte bahsettiğim o aitlik hissi döndü dolaştı tekrar bana geri döndü. Hem de en mutlu olduğum anlarda.

Nakil olmuş tüm hastalarda bu his var mıydı bilmiyordum. Ama bende olduğu aşikardı...

Ben atan, atmaya devam eden kalbimi hiç kendime ait hissedemedim.

Bilmiyorum belki de kendimi ölüme hazırlarken bir mucizeye tanık olmak beklemediğim bir şeydi.

Bir keresinde yardım aldığım psikolog şöyle söylemişti; "Ömrünün yarısını hastane koridorlarında ölümü bekleyerek geçirmeniz sizi bu hislere sürüklüyor."

Yani tam bu cümleler olmasa da bunu söylemişti. Ona göre ana fikir, ölüm korkumdu. Ben ölmekten korktuğum için hala daha gerçekliği kavrayamamıştım. Ve bu yüzden de atan kalbimi kendime ait hissetmiyordum.

Sebebi ölmekten mi korkmamdı bilmiyorum...

Aslında cevabı olmayan bir şeydi benimkisi. Çünkü ben sadece kalbimi kendime ait hissetmiyordum. Yoksa hayatımda her şey olması gerektiği gibiydi.

Mutluydum ben. Sadece lafta değil. Gerçekten mutluydum.

Bir kere her insanın sahip olamayacağını kadar sevgi dolu bir annem ve babam vardı. Mübalağa yapmıyorum. Hakikaten öyleydiler.

Ömürlerini bana adamışlardı onlar. Benimle ağlıyor benimle gülüyorlardı. Kararlarıma saygılılardı aynı zamanda. Zaten şu zamana kadar da onları yanıltacak hiçbir şey yapmamıştım.

Bunu yapmaya vaktim bile olmamıştı orası ayrı.

Ben annem ve babamın tek çocuğuydum ve o çocukları hastaydı.

Bazen düşünüyorum da bir anne ve baba için bundan daha zor bir şey olamaz. Ki ben annem ve babamın uzun uğraşlar sonunda sahip oldukları evlatlarıydım.

Kader doğumumu bile kolay yazmamıştı. Bununla beraber zor şartlarda dünyaya geldikten sonra ailemi bir sürpriz karşılamıştı. Çünkü doğuştan kalbim delikti.

Zaten sonrası yaşanamayan bir çocukluğu getirdi bana. Mesela ben hiç saklambaç oynadığımı hatırlamıyorum, ya da yakan top, kovalamaca ve daha nicesini.

Çünkü ben hep tehlikedeydim. Çünkü ben hem kalbinden rahatsız bir çocuk, hem de soluklarını hiç düzene sokamayan astımdım.

Beni çocukluğumda ve ergenliğimde hep ameliyatlar ve tedavilerle ayakta tuttu. Bende bu tedaviler ile on yedi yaşıma kadar idare etmiştim. Zaten on yedi yaşımda yolun sonuna geldiğimi anlamıştım.

On yedi yaşıma gireli tam üç gün sonra kalbimin artık benim için bir faydası olmadığını söylemişti doktorlar. Çünkü ben doğum günümde büyük bir kriz atlatmıştım. Ben doğum günümde mumlarımı bile üflemekten acizdim. Benim için artık tek umut yeni bir kalpti...

Ve o olmaz , mümkün değil denilen umut beni tam dört ay sonra bulmuştu. Çetin yollardan geçsek de beni bulmuştu. Yeni hayatım başlamıştı...

O günden sonra hayat bambaşka gözüktü gözümde. Hayat artık gerçek bir hayattı. Acı yoktu artık. Ne bir makineden çıkan sesleri sıkıntıdan sayıyordum. Ne anneme bir camın ardından bakıyordum. Ne de ağlayarak içtiğim o ilaçların ağzımda bıraktığı acımsı tat vardı.

Gülüyordum bir kere. Hem de doyasıya...

Çünkü gülerken hızlanan kalbim kimseyi korkutmuyordu. Bir kere koşmasam da artık hızlı yürüyebiliyordum. Yürümenin bile keyfi vardı artık. Yürümek bile mutlu ediyordu beni...

Ama işte hayata ne kadar başka bir gözle baksam da tamamlanamama hissim hiç geçmedi. Hayat devam ediyordu ama o içimdeki garip his beni hiç bırakmıyordu.

Yıllar bu düşüncelerim ile akıp gitti. Şimdi her şeye rağmen 27 yaşımda, yaşından daha büyük acı ve gözyaşı görmüş güçlü bir kadın olmuştum...

"Kızım bitti mi işin?"

Annemin bana seslenmesi ile hastane de çekilen fotoğraflarımın olduğu albümü hızlıca valizimin kenarına sıkıştırdım.

Bu albümü nereye gidersem gideyim taşıyordum yanımda. Ve annem bundan hiç memnun olmuyordu. Ne zaman görse gözyaşları bir şelaleyi andırırcasına yanaklarına süzülüyordu.

Açılan kapı ile valizin kapağını kapatıp fermuarına uzandım. "Annem seslendim duymadın mı?

Başımı anneme çevirip yok dercesine iki yana salladım.

"Yok duydum. Şimdi geliyordum salona. "

Annem yüzümü birkaç saniye izleyip tebessüm ederek bana doğru adımladı. Bende yerde oturmaktan vazgeçip yavaşça ayağa kalktım.

Tam karşımda duran annem önüme gelen saçlarımı kulağımın arkasına sıkıştırıp sessizce mırıldandı. Saçlarımda olan eli de yavaşça yanağımı okşamaya başlamıştı.

" Ayrılık vakti geldi demek."

Gülümseyerek yüzümü okşayan elini tuttum. Avuç içine küçük bir öpücük kondurdum.

"Ayrılık değil ki annem. Gelirsiniz ben evime yerleşince. Artık mesafeler kısa."

Annem iç çekerek baktı. Bu bakışı biliyordum.

Yıllardır böyle bakardı bana annem...

Sanki benden başka dünyada kimse değerli değilmiş gibi. Sanki bir saniye gözünü benden ayırsa eski günlerdeki gibi hastalanacağım gibi.

"Nazlı kızımdan bir saniye bile ayrılmak istemiyorum ki ben."

Yüzümü yana eğip tatlı bir gülümseme bahşettim anneme. "Ama annem çok çalıştım. Ve sonunda öğrencilerime kavuşacağım biliyorsun."

Annem başını onaylarcasına sallayıp konuştu.

"Gurur duyuyorum seninle. Ne zaman mezun oldun da öğretmen oldun. Yılları tutamıyorum."

Sözleri ile gülüşümü büyüttüm. Tam ağzımı açıp konuşacağım sırada salondan gelen babamın sesiyle bundan vazgeçtim.

"Kahvaltı yapalım artık. Çok acıktım. Valla zayıfladım açlıktan."

Annem bana bakıp ofladı. Hemen akabinde salona doğru bağırmaya başladı.

"Ahmet, patlama yapacağız işte beş dakikaya ."

Söylenen annem bana dönüp konuştu. "Hadi annem gidelim de kahvaltı yapalım. Yoksa söylenir durur huysuz baban."

"Tamam anne..."

Beraber salona geçtiğimizde babam tam da tahmin ettiğim gibi masadaki yerine kurulmuş heyecanla bizi bekliyordu. Babamın zaafı yemeklerdi. Ve onu çok tatlı yapan, bu kadar yemenin sonucu olan bir göbeği vardı.

"Sonunda geldiniz."

Babamın beklemekten sıkılmış haline tebessüm ederek hemen çaprazında olan sandalyeye oturdum. Annem de o arada ocaktan çaydanlığı alıp babamın karşısına oturmuştu.

Bugün evdeki son kahvaltımı yapıyordum. Öğleden sonra İstanbul'a uçağım vardı. Yaklaşık bir ay önce atama sonuçları belli olmuş ve tercihlerime yazdığım İstanbul'daki bir liseye matematik öğretmeni olarak atanmıştım.

Heyecanlıydım.

Bir yıl kadar kurs merkezlerinde çalışmış ve nihayet kadroya girebilmiştim. Ve ben bir an önce öğrencilerim ile tanışmak için sabırsızlanıyordum.

Zaten bir hafta sonra okullar açılacaktı. Bende bu süreçte babamın asker arkadaşı, aynı zamanda aile dostumuz olan Mehmet amca ile bana uygun bir ev bakacaktım. Mehmet amca okula yakın tüm uygun evlerin sahipleri ile benim adıma görüşmüştü. Ben sadece evlerden içime sinen hangisi olursa ona karar verecektim.

"Babam yesene."

Daldığım düşüncelerden babamın sesiyle sıyrıldım. Sonrasında kahvaltımız tatlı sohbetler eşliğinde devam etti...

***

Gözleri dolu dolu olmuş anneme sarıldım bir kez daha. Ne kadar kendini tutmaya çalışsa da dayanamamış ve ağlamaya başlamıştı. Benden hiç ayrılmak istemiyordu. Ama biliyordu ki bazı şeyler artık değişiyordu.

Artık kanatları altından çıkma vaktim gelmişti. Hatta ben biraz geç bile kalmıştım...

Annemin yanaklarına öpücük kondurup derin bir nefes aldım.

"Annem ama ağlama artık. Bak İstanbul Muğla arasında çok az mesafe var. Hep gelirsiniz vakit buldukça yanıma"

Annem burnunu çekip hızlıca yanaklarını kuruladı. "Hiç yalnız yaşamadın o yüzden biraz korkuyorum annem. Ama bak geçti ağlamıyorum artık."

Anneme sözlerinin ardından sevgiyle sarıldım bir kez daha. Bakışlarım o sırada babama, teyzeme, enişteme ve halama değdi.

Hepsi havalimanına beni uğurlamak için gelmişlerdi. Hepsiyle bir kez daha sarılıp yavaşça içeriye doğru adımladım.

Yeni hayatıma ilk adımlarımdı bunlar.

Bakalım İstanbul'da neler yaşayacaktım?

***

Arabanın penceresinden akıp giden evleri izliyordum. Bugün İstanbul'a gelişimin üçüncü günüydü ve vaktimin çoğunu ev bakmaya harcanmıştım.

Şimdi de okula en yakın olan eve bakmaya gidiyordum. Bugün yalnızdım. Mehmet amca işi olduğu için bana eşlik edememişti.

Aslında tek başıma da halledebilirdim geçen günlerde. Ama işte annem ve babamın ısrarını kıramamıştım. O yüzden de İstanbul'daki ilk günlerimde Mehmet amcanın bana refakat etmesine izin vermiştim.

"Adrese geldik hanımefendi." Taksi şoförünün bana doğru seslenmesi ile bakışlarımı arabanın penceresinden çektim...

Şimdi bir kaldırımın kenarında etraftaki meraklı gözler üzerimdeyken telefonla aradığım ev sahibini bekliyordum.

"Nazlı hanım."

Sesin geldiği tarafa baktığımda orta yaşlarda sayılabilecek bir erkek bana doğru geliyordu. Anlaşılan konuştuğum ev sahibiydi. Tam karşımda durup kendini tanıtarak elini uzattı.

"Merhaba ben Ahmet. Sizde ev için gelen Nazlı hanım değil mi?"

Başımı onaylarcasına sallayıp elimi uzattım. "Evet. Memnun oldum."

Ahmet bey küçük bir tebessüm ile başını tıpkı benim gibi salladı. Hemen akabinde eliyle tam önünde durduğum binayı gösterdi. "Ev üçüncü katta. Size de uygunsa bakabiliriz."

"Tabi uygun"

Ahmet bey önde bende bir adım arkasında beş katlı olan apartmana doğru ilerlemeye başladık. Yaklaşık beş dakika sonra evi gezmeye başlamıştık bile.

Ev salon, küçük bir mutfak, banyo ve yatak odasından oluşuyordu. Ayrıca salona bağlı bir balkonu da vardı. Bunların dışında ev eşyalıydı. Ve bir hayli yeni gözüküyordu. Merakla sordum.

"Eşyalar ilanda yazmıyordu."

Ahmet bey bana bakarak konuşmaya başladı. "Burası kardeşimin evi aslında. Kendisi yurt dışında yaşamaya karar verdi. Eşyaları da isterse kiracıya istemezse de ihtiyacı olana ver dedi. Bende o yüzden ayrıca belirtmemiştim. İsterseniz kalabilir."

Ahmet beyin sözlerinden sonra eşyalara tekrar bir göz attım. Aslında kalabilirdi. Salondaki koltuklar yeniydi. Güzel bir temizlik ile hallolurdu. Ayrıca bu ev diğer gezdiğim evlere nazaran daha büyük ve ferahtı.

" Kalabilir size de uygunsa. Sadece yatağı kullanmam diye düşünüyorum."

"Tabi siz nasıl isterseniz. O zaman anlaşıyoruz diye düşünüyorum."

Tebessüm ettim. "Evet, evi beğendim açıkçası. Kirada da anlaşabilirsek neden olmasın..."

Ve dediğim gibi kirada da makul bir fiyat üzerinden anlaşmıştık. Artık bir evim vardı. Eksiklikleri tamamladıktan sonra eve yerleşmem için hiçbir engel kalmayacaktı...

***

Elimdeki fincandan gelen kahvenin mis kokusunu içime çekip camdan gördüğüm manzaraya bakıp tebessüm ettim. İstanbul beyazlar içindeydi. Aralık ayını kar ile karşılamıştık ve bu beni oldukça mutlu ediyordu. Çok fazla kar görmeyen biri olarak beyaz manzara benim için ayrı anlam ifade ediyordu.

İstanbul'a ,okuluma ve evime alışmıştım. Eylül, ekim, kasım derken aralık ayı göz açıp kapayana kadar ki hızda kapımı çalmıştı.

Geçen aylarla beraber huzuru iliklerime kadar hissediyordum. Bir kere insanın kendi parasını kazanması, kendi evinin olması huzur kaynağıydı bana göre. Ve ben bunu yaşıyordum.

Bitmiş olan fincanıma bakıp mutfağa doğru ilerledim. Günlerden cumartesiydi. Aslında bugün sınav kağıtlarını okumak gibi bir planım vardı. Ama ne yalan söyleyeyim kar havasında İstanbul'da dolaşmak bana daha cazip geldi.

Evi şöyle bir toplayıp süpürüp , balıklarıma yemlerini verdim. Maalesef astımım olduğu için evde tüylü bir hayvan besleyemiyordum. Bende bu yüzden kendime kocaman bir akvaryum ve çeşit çeşit balıklar almıştım.

Odama ilerleyip havaya uygun kıyafetlerime bakmaya başladım. Aslında bugün dışarıya çıkmışken alışverişte yapabilirdim...

Dolabımdaki kıyafetlerime bakarken düşünceliydim. Aklım ne kadar pantolon giy dese de dayanamayarak mini kot eteğime uzandım. Kalın bir çorap ve uzun çizme giyersem üşümem diye umut ederek hızlı bir şekilde hazırlanmaya başladım.

Aynanın karşısında saçlarıma son şeklini verip parmaklarım ile perçemlerimi düzelttim. Yıllardır saçımı bu model kullanıyordum. Açıkçası perçem olmadan   kendimi yabancı bir insan gibi hissediyordum.

Uzun siyah kabanımı ve beyaz uzun çizmelerimi giydikten sonra çantamı alıp oyalanmadan evden çıktım...

***

İstanbul halkı hafif yağan kar yağışının tadını çıkarmak istercesine sokaklardaydı. Buna sevinmiştim. Çünkü evden çıkarken dahi acaba çıkmasam mı diye tereddütlerim vardı.

Galata kulesinin olduğu semtte dolaşmaya başladım.

Aslında Galata Kulesine çıkmak istiyordum. Ama annem eski bir efsaneden bahsetmişti. Ne kadar gerçek olup olmadığı meçhul olsa da inanmayı seçerek çıkmaktan vazgeçtim.

Yüzümden silemediğim küçük tebessüm ile yavaş adımlarla dolaşırken eski sahafların olduğu sokaklara girmiştim.

Geçip gitmek istemeyerek sağ tarafımda bulunan sahafa doğru adımladım. Baya büyük bir sahaftı. Belki babam ve kendim için güzel bir şiir kitabı bulabilirdim.

Sahafın sahibi olduğunu düşündüğüm adam ile kısaca sohbet ederek eski ama anı kokan kitaplar arasında kendimi kaybetmeye başlamıştım bile. Her bir kitaba dokunuyor. Her bir kitabın yaşanmışlıklarını hissetmeye çalışıyordum...

Ne kadar geçtiğini bilmez vakitte ilerdeki rafın önünde duran adamın arkasından diğer tarafa geçecekken yukarıdaki rafta Ahmed Arif'in şiir kitabını gördüm.

Hemen adamın yanında durarak kitaba uzanmaya çalıştım. Ama maalesef başarılı olamıyordum. Tam yanındaki adamdan yardım isteyecektim ki kitaba bir el uzandı ve bana doğru uzattı. Kitabı alıp adama teşekkür etmek amaçlı başımı kaldırdığımda bir çift mavi göz ile göz göze geldim.

Bu birkaç saniyelik bakışmanın uzayacağı hissiyle gözlerimi kaçırdım. Ardından bunun saçma olduğunu düşünerek karşımdaki adama gözlerimi çevirdim ve konuştum.

"Teşekkür ederim. "

Karşımdaki adam bir süre yüzüme bakmış, sonrasında başını hafifçe sallayarak teşekkürümü kabul etmişti. Ve beklemeden arkasını dönerek yürümeye başlamıştı.

Şaşırmıştım. İnsan bir rica ederim falan derdi. Başını belli belirsiz sallamış sonra kaçar gibi yanımdan uzaklaşmıştı. Garip gelmişti açıkçası bu durum bana.

Ama takılmaya son verip elimdeki kitaba bakıp tebessüm ettim. En sevdiğim şiiri bulmak için 88. sayfayı açtım...

İlk kez okur gibi dokundum gözlerimle mısralara. İlk kez okur gibi hasretlik çektim prangalara...

Yitirmiş tılsımını ilk sevmelerin,

Yitirmiş öpücükleri,

Payı yok, apansız inen akşamdan,

Bir kadeh, bir cigara, dalıp gidene,

Seni anlatabilsem seni...

Yokluğun, Cehennemin öbür adıdır

Üşüyorum, kapama gözlerini...

( AHMED ARİF- HASRETİNDE PRANGALAR ESKİTTİM)

Kitabı kapatıp aldığım diğer kitaplarla birlikte kasaya doğru ilerledim. Başımı kaldırıp etrafa baktığımda da biraz önce kitabı almamda yardımcı olan adamı gördüm.

Bir masada oturmuş dikkatle önündeki kitabı inceliyordu. Üzerindeki ceketi çıkarmıştı. Masada da bir bardak çay vardı. Anlaşılan burada oturacaktı bir süre daha.

Kendisine baktığımı hissetmiş gibi başını benim olduğum tarafa çevirdi. Ama ben hızlı bir atiklikle gözlerimi kaçırdım. Ve hemen akabinde elimdeki kitaplarla birlikte kasaya doğru ilerledim.

Belirtilen ücreti ödedikten sonra kitapları alıp tekrar adama bakmadan sahaftan çıktım...

****

"Hocam sınav sonuçları çok kötü gelmiş ya."

"Çok zordu çünkü."

Serzenişlerde bulunan öğrencilerime bakıp tebessüm ettim. Aslında sınavım çok zor değildi. Sadece çalışma ve çaba istiyordu.

"Bir dahaki sınava iyi çalışacağınızı biliyorum. Hem sınav o kadar da zor değildi. "

Sınıftakiler hep bir ağızdan bana doğru isyan etmeye devam edecekleri sırada çalan zil ile sustular. Gülümsememi yüzümden bozmadan sınıfa doğru tekrar seslendim.

"Hadi isyan etmeyi bırakın artık. Son dersimiz de bitti. Hepinize iyi akşamlar."

Hep bir ağızdan iyi akşamlar diyen öğrencilerime aynı karşılığı verip masadaki eşyalarımı toplamaya başladım...

" Nazlı hocam."

Bana seslenen öğrencim Yonca'ya bakıp tebessüm ettim.

"Efendim canım."

Yonca utangaç bir öğrencimdi. Ve oldukça başarılıydı. Bu sene üniversite sınavına hazırlanıyordu. Açıkçası bu kısa zamanda Yonca'dan beklentim artmıştı.

"Ben size teşekkür etmek istemiştim."

Sorar gibi bakınca devam etti. "Sizin dediğiniz gibi çalışmaya başlayınca netlerim arttı. "

Omzuna elimi koyup sevgiyle okşadım. "Rica ederim ama bana değil kendine teşekkür et. Azmin ve çabanın eseri o netler."

Bana sevgiyle gülümsedi Yonca. "Sağ olun hocam. O zaman ben gideyim."

"Tamam canım dikkat et kendine. Pazartesi görüşürüz. "

Gülümseyerek iyi akşamlar diyen Yonca yavaşça sınıftan çıktı. Bende arkasından birkaç saniye daha tebessümle bakıp kalan eşyalarımı toplamaya başladım. Nitekim yaklaşık on beş dakika sonra okuldan çıkmıştım...

"Nazlı seni bırakayım mı? Hava soğuk baya."

Okulda en yakın olduğum, kimya öğretmeni olan Zeynep'e tebessüm ederek başımı iki yana salladım.

"Yok canım pazara uğrayacağım. Güzel ve taze sebzeler oluyor. Sonra geçerim eve. İşim uzun anlayacağın."

Bana bakarak başını salladı. Sonrasında aklına gelmiş gibi devam etti sözlerine.

"Yarın bana kahvaltıya gelsene. Takılırız kız kıza."

Dudağımı bilmem der gibi büzdüm. Hemen akabinde Zeynep tekrar konuştu. "Hiç düşünme. Gel işte."

Israrı ile tebessüm ettim. "İyi peki geleyim. Saati akşam söylersin."

Omuz silken Zeynep konuştu. "Gelirsin on, on bir gibi. "

"Tamam olur."

Sarılıp vedalaştığım Zeynep arabasına doğru ilerlerken bende sakin adımlarla okul çıkışına doğru ilerdim. Hava Zeynep'in dediği kadar soğuk değildi bence. Sadece biraz rüzgar vardı.

Okul güvenliğine iyi akşamlar dedikten sonra yolun kenarından yürümeye başladım. Tam orada buluna durağın önünden geçecekken ağlayarak orada oturan Yonca'yı gördüm.

Endişe ile yanına doğru adımladım. Zaten o da adım seslerim ile başını yerden kaldırmıştı.

"Yonca ne oldu? Neden ağlıyorsun?"

Yonca bana bakarak hızlıca yanaklarını kuruladı. "Yok bir şey hocam."

Endişe ile Yonca'ya bakmaya devam ettim. Nedense bir şeyleri söylemek istemez gibi bir hali vardı.

"Ama ağlıyorsun. "

Bana bakarak burnunu çekti. Eliyle montunun fermuarını oynayıp sessizce mırıldandı.

"Babam ile vakit geçirecektik hafta sonu. Ama işim var dedi. Gelmedi almaya beni."

Mahzun sesiyle iç çektim. Yüksek ihtimal ailesel sorunları vardı. Ve babasının gelmemesi onu etkilemiş gözüküyordu. Ne yapacağımı bilmez birkaç saniyenin sonunda yanına oturdum.

"Üzülme belki acil bir işi çıkmıştır."

Tekrar akmaya başlayan gözyaşları ile bana baktı. "Öyle değil biliyorum. Yıllardır böyle."

Sözlerini anlamaya çalışarak Yonca'yı izledim. Aslında tahminlerim vardı ama gene de ne desem yanlış olacağını da düşünüyordum. Yonca'yı istemeden kırabilirdim.

"Anlıyorum. Ağlama ama. Bak hava da soğuk. Evin buraya yakın mı?"

Bana bakıp tekrar yaşla ıslanan yanaklarını kuruladı.

"Biraz. Ama eve gitmek istemiyorum. Dayımın yanına gideceğim. O beni anlar."

Neden eve gitmek istemiyorsun diye sormak istesem de bundan vazgeçtim. Ama yine de aklım kalacağı endişesi ile oturduğum yerden kalkıp Yonca'nın elini tuttum.

"O zaman ben seni dayına götüreyim. Sende aklım kalacak yoksa."

Yonca başını itiraz edercesine iki yana salladı. "İyiyim ben hocam. "

Tebessüm ederek onu yavaşça oturduğu yerden kaldırdım. "Olmaz. Hem beni de anlamalısın. Seni gideceğin yere bırakayım. Dayına emanet edeyim olmaz mı?"

Tereddütle yüzüme baksa da birkaç saniye sonra başını onaylarcasına salladı. "Sizi yormak istemem ben."

Gülümseyerek konuştum. "Yorulmam ben. Hadi gel şuradan bir taksiye binelim."

Yonca birkaç saniye duraklamanın ardından yavaşça yanımda durdu. Yaklaşık beş dakika sonra yoldan geçen bir taksiye binmiştik.

Adresi veren Yonca benim gibi arkasına yaslandı. Aloğlu Oto tamir demişti. Dayısı demek ki orada alışıyordu. Derin bir nefes alıp akıp giden yolu izlemeye başladım...

***

Taksiye ücretini verdikten sonra Yonca'nın ardından taksiden indim. Etrafta yan yana duran dükkanlar vardı. İşlek bir semtti burası biliyordum. Ve genel olarak tamirhane, elektrikçi ve benzeri sektörler ile alakalı dükkanlar vardı.

Bana bakan Yonca'ya tebessüm ettim ve merakla sordum. "Ne tarafa gidiyoruz şimdi?"

Yonca eliyle yolun sağ tarafını gösterdi. "İki bina sonrası. Taksi burada bıraktı neden bilmiyorum."

Omuz silktim. Maalesef bazen tam olarak gelmek istediğimiz yerde bırakmıyorlardı taksiciler.

Yan yana dikkatli adımlar ile yürümeye başladık. Yerler yağan kar dolayısıyla biraz buz tutmuştu. Birkaç dakika daha yürüdükten sonra Yonca'nın durmasıyla bende adımlarımı durdurdum.

" Burası hocam. "

Başımı kaldırıp geldiğimiz yere baktım. Aloğlu Oto tamir yazıyordu. Ve girişte arabalar vardı.

"Gelin hocam dayım içerdedir. Hem size çay ikram edelim."

Tebessüm ile Yonca'yı takip etmeye başladım. Zaten içeriye adımlar adımlamaz yirmili yaşlarda olduğunu tahmin ettiğim genç bir erkek çıktı karşımıza.

Bakışları önce Yonca'ya sonra da hemen ardında olan bana değdi. "Yonca hoş geldin. Yani hoş geldiniz."

Ben başımı tebessüm ile sallarken , Yonca karşımızdaki gence hitaben konuştu.

"Hoş bulduk Ali. Dayım burada mı?"

İsmini biraz önce öğrendiğim Ali, gözlerini Yonca'dan çekip tam arkasındaki merdivenlere çevirdi.

"Yukarıya biraz önce dinlenmek için çıkmıştı. Bir şey mi oldu?"

Yonca başını iki yana sallayarak önce bana sonra da Ali'ye baktı. "Hayır yok. Ama dayıma haber verir misin? Öğretmenim geldi."

Ali bana bakarak saygılı bir ifadeyle gülümsedi. Bu saygısına mahcup bir ifadeyle bakıp hızlıca konuştum.

"Yonca hiç dayını rahatsız etmemeyim ben. Anladığım kadarıyla dayın burada. Ben gideyim."

Yonca hemen itiraz etti. "Olur mu öyle şey hocam? Ali dayımı çağırıp gelir misin?"

İtiraz etmek için dudaklarımı aralasam da Ali benden önce davrandı. "Hocam hemen gitmeyin. Ben şimdi çağırırım. Yonca sizde o sırada masaya geçin. Sıcak çay yapmıştım yeni zaten."

Ali cevabımızı beklemeden tebessüm ile ardını döndü ve merdivenlere yöneldi. Bende el mecbur Yonca ile beraber masaya doğru ilerledim. Orada bulunan sandalyelerden birine otururken kendimi diken üstünde hissediyordum.

Allah bilir adam yorulduğu için dinlenmeye çıkmıştı. Şimdi ben adamı ayağıma çağırmış gibi olacaktım.

Geçen dakikalar sonunda Ali aşağıya inmiş ve Yonca'nın dayısının beş dakikaya ineceğini söylemişti. O sırada da bize tavşan kanı diyebileceğim çaydan ikram etmişti.

Üşüdüğümü hissederek çayımdan bir yudum aldım. Aslında oturduğumuz yerde soba çok güzel yanıyordu. Ama işte galiba soğuk içime işlemişti. Ya da kan değerlerim düşmüş olabilirdi.

Çayımdan küçük yudumlar almaya devam ederken Yonca arkamda kalan merdivenlere bakıp gülümseyerek ayağa kalktı.

"Ya dayı nerede kaldın?"

Duyduğum tok ses ile bardağımı masaya bıraktım. Dayısı sonunda aşağıya inmişti.

"Geldim cimcime. Haber verseydin ya."

Bedenimi gittikçe yaklaşan sesin varlığını görmek için hafifçe döndürdüm. Ve o anda yeşil gözlerim yabancı gözler ile kesişti...

Ben bu adamı daha önce görmüştüm.

Bakışlarında ki saniyelik şaşkınlığa bakılırsa karşımdaki adam da beni gördüğünü hatırlamıştı.

Karşımdaki Yonca'nın dayısı, sahaftaki kitabı uzatıp sessizce yanımdan uzaklaşan adamdı...

İlk bölümü geride bıraktık.

Neler düşünüyorsunuz?

Bölümü beğendiniz mi?

Nazlı nasıl biri sizce?

Yeni bölümler Haberlerde Aşk Var finalinden sonra düzenli olarak gelecek. Yani yeni bölüm için belirli bir günüm olacak. Tüm bu ayrıntıları sizinle paylaşacağım merak etmeyin.

O zamana kadar kendinize çok iyi bakın.

GÖRÜŞMEK ÜZERE...

Continue Reading

You'll Also Like

1.1M 49.3K 44
0545* Sizi "MAFYA" adlı gruba ekledi #Romantizm kategorisinde 1.Sıra✨ #3Ay kategorisinde 1.Sıra✨ #Siyah kategorisinde 1.Sıra✨ #Esir kategorisinde 1.S...
540K 37.9K 43
Aysu istemezken Asaf inat ederken bakalım kim galip gelecek ? Kiraz Mahallesi yine bir sevda peşinde gelin hep beraber tanık olalım. Başlama Tarihi:...
152K 9.5K 31
Gözlerim onunla kavuştuğu anda tek bir cümle dökülmüştü ellerimin arasındaki idam tahtasından. "Bana bunu yapmaya hakkın yoktu." Dudakları hafifçe ar...
668K 27.9K 45
30-50k izlenen Yağız her gün yayın açar, Sohbet eder ve korku oyunları oynar. Işıl ise o yayıncıya aşık bir kızdır. Işıl habire yağıza Instagramdan y...