Merhaba arkadaşlar. Bir yeni bölümle daha karşınızda kahramanlarım. Bu bölümde onları daha yakından tanıyacak ve duygularının içine daha sakin ritimlerle girebileceksiniz. Umarım beğenirsiniz. Olumlu ya da olumsuz fikirlerinizi benimle paylaşırsanız minnettar kalırım. Kelimelerin sihri üzerimizde olsun.
Keyifli okumalar.
Gizem eve gelir gelmez başını yastığa koymuş, tüm benliğini uykunun güvenli kollarına teslim etmişti. Son bir ayda İstanbul kazan onlar kepçe misali Kerem sürükleyerek gezdirmişti onu. Gizem gezmeyi çok seven biri olmasına rağmen Kerem'in hızına ve enerjisine yetişemiyordu. Şimdi fırsat bulmuş uyurken derinlerden gelen bu tanıdık ses onu uykusundan koparıp almaya çalıştığı için canı sıkıldı. Pikeyi kafasına çekerken duymazdan gelmek istiyordu ama Esra örtüyü asılıp seslendi
"Kalk, telefonun susmak bilmiyor kalk da dön şunlara. Arayıp duruyorlar, kalk hadi!" örtüyü üzerinden tamamen çekip aldı ve odadan çıktı. Gizem gözlerini zorlukla açtığında havanın kararmak üzere olduğunu gördü. "Zaman sadece uyurken çabuk geçiyor zaten" diye söylenerek yatağından kalktı. Elini yüzünü yıkayıp salona geçti, telefonunu eline alıp koltuğa yerleşti. Esra mutfaktan seslendi ona "Ben bir şeyler atıştırdım, sen aç mısın?" "Sonra yerim" diye cevapladı arkadaşını.
Annesi ve Rüya aramıştı hem de defalarca. Rüya'nın düğününe on gün kalmıştı, herkes katılabilsin diye düğünü bayram tatiline denk getirmişlerdi. İlk düğün Denizli'de ikinci düğün Murat'ın memleketinde olacaktı. Gizem üç gün sonra gidecekti arkadaşının yanına. Düğünün çoğu hazırlığı bitmişti ve Gizem Rüya'nın bekar olarak geçireceği son üç beş gününde yanında olup mutluluğunu paylaşmak istiyordu. Telefonun çalma sesini dinlerken hangi sebepten kendisini bu kadar çok aradığını merak ediyordu. Arkadaşı telefonu açtığında ağlamaktan kısılıp boğulmuş sesini duyunca şaşkınlıkla tüketti birkaç saniyeyi. Sonunda "Ne oldu? Neyin var? Diye sordu endişeyle.
"Gizem dedem öldü, dedemi kaybettik Gizem çok kötüyüm." Rüya'nın sesi hıçkırıklarının arasında kaybolurken Gizem bu kadar uzakta olduğu için lanet okudu içinden. Arkadaşının ona şu anda çok ihtiyacı vardı ama yanına gitmesi olanaksızdı. Üç gün sonrasına zaten gidecekti ancak Rüya şu anda acı çekiyordu.
"Başımız sağ olsun canım, çok üzüldüm." Diyen Gizem şaşkındı. Yakında yapılacak düğünü ve Rüya'nın babasının durumunu düşündü. Bir yanda kızının en mutlu günü, bir yanda babasının cenazesi, adam kendini çok kötü hissediyor olmalıydı.
Tedirgin ve üzgün sesiyle "Ne zaman, nasıl oldu?" diye sorabildi ağlayan arkadaşına.
"Daha birkaç saat önce. Evdeymiş, fenalaşmış, halamla eniştem hemen hastaneye götürmüşler, ama kurtaramamışlar. Kalp krizi geçirmiş. Hastaneden buraya getirecekler biraz sonra, yarın defnedilecek." Cümlesini tamamladıktan sonra öksürmeye başlayan genç kızın toparlanmasını bekledi bir süre Gizem.
"Murat'a haber verdin mi? Yanında mı?" diye sorarken elinden bir şey gelmediği için perişandı.
"Murat'ta duyunca şok oldu ve çok üzüldü. Şimdi yolda, yanıma geliyor. Bana eğer istersem düğünü erteleyebileceğimizi söyledi. Ben ona ne demeliyim bilmiyorum. Gizem ben ne yapacağım? Çok az zaman var ve ben ben..." mutsuz hıçkırıkları yükselirken sesi yeniden boğuldu. Gizem arkadaşının kendisinden yardım istediğinin farkındaydı ama ne söylemesi doğru olurdu hiçbir fikri yoktu.
"Tatlım, bence karar vermek için acele etmeyin, şu birkaç günü atlatın. Yaşadığınız şoktan bir çıkın da ondan sonra düşünürsünüz düğün işini." Diyebildi.
Burnunu çektikten sonra oksijen açlığına düşmüş olan ciğerlerini doyurdu Rüya "Haklısın, önce dedemi son yolculuğuna uğurlayalım da, sonra düşünürüz." Gizem arkadaşını teselli edecek kelimeleri arıyor ama bulamıyordu.
"Yanında olmayı çok isterdim canım, orada olamadığım için çok üzgünüm." Dudaklarından bu çelimsiz cümleler dökülürken, sözcüklerin yetersizliğine hayıflandı.
"Biliyorum canım. Biliyorum üzülme." Rüya'nın son sözleri oldu. Gizem telefonu kapattığında duygu karmaşasının içine girmiş debeleniyordu. Dede öldüğü için üzgündü, dahası dede bugün öldüğü içindi. Ama asıl Rüya'nın durumu için üzgündü. Ne yapacaktı şimdi bu kız? Yoksa bu bir işaret miydi? Yoksa Murat'la evlenmemesi için gönderilmiş bir mesaj mıydı? Gizem vesveseyle kendini kurarken Esra odaya girdi,
"Kiminle konuşuyordun öyle sen? Çok üzgünüm yanında değilim falan diye"
"Rüya'yla"
"Üç gün sonra gideceksin işte, sabrediverin azıcık, ne dostlukmuş bee" diyerek kendini koltuğa attı. Gizem kıskançlıktan gözü dönmüş olan arkadaşının beş saniye sonraki yüz ifadesini görmek için sabırsızlandı "Kızın dedesi ölmüş!" dedi pat diye.
Esra kaşlarını çatmış ağzını açmıştı "Nee? Dedesi mi ölmüş? Eee düğün ne olcak şimdi?"
Gizem elini havaya kaldırıp dudağını büktü "Ne bileyim ben ne olacak? Rüya'da onu soruyor zaten, ne yapıcam ben diyor" İkisi de birbirlerine soran gözlerle bakakaldılar.
Bir saat sonra Gizem mutfakta kahvaltılıklardan atıştırırken Kerem'i merak etmeye başlamıştı. Aradı, telefonu kapalıydı. Gizem henüz öğleyin yanında olan adamı günlerdir görmemiş kadar özlediğini hissettiğinde duygularının yoğunluğuna inanamadı. Üç gün sonra Denizli'ye gideceğini hatırlayıp onu çok çok daha fazla özleyeceği için de endişelendi. Onu hemen şimdi yanında istiyordu, ama o yoktu. Sebebi her ne ise, olmadı mı olmuyordu işte. Arıyordun ve bir telesekreter mesajı sana adamın ne denli ulaşılmaz olduğunu anlatıyordu. Kerem'in yapışkan haline öylesine alışmıştı ki, onu bir gün arayıp da bulamayacağını hiç düşünmemişti. Kendi dudaklarından dökülen şikayet cümlelerini hatırladığında utançla dudağını ısırdı. 'Her gün görüşülmez ki, hiç nefes aldırmıyor... Gezmekten yoruldum! Birkaç saat işin mi uzadı? Ay çok sevindim, bende keyif çatarım...' diyen kendisiydi. Hayata ve sevdiği adama fazla şımarmıştı, nankörlük etmişti. Şimdi o istiyordu ama Kerem ortalıkta yoktu. Neyse önünde sonunda çıkar biryerlerden diye düşünmeyi seçerek kendini rahatlattı. Yatana kadar iki kere daha Rüya'yla, bir kerede annesiyle konuştu, Gizem'in annesi babası da Rüya'nın evinde, acılı dostlarının yanındaydı. Orada olmak isteyip olamayan tek kişi Gizem'di ve elinden bir şey gelmiyordu. Gurbetlik zor işmiş arkadaş diye söylenerek yatağına uzandı, bir süre sonra yorgun bedeni uykudaydı.
Henüz gece sabahı bulmamışken huzursuz rüyalarından kaçarcasına uyandı genç kız. Daha güneş doğmamıştı ve aklındaki tek isim Kerem'di. Saate bile bakmadan hiç düşünmeden aradı onu. Telefonun çalma sesini duyunca gülümsedi, en azından artık kapalı değildi.
"Bebeğim iyi misin?"
"Sesini duymak çok güzel. Neredeydin bütün akşam, endişelendim."
"Özür dilerim. Endişelenmeni istemezdim. Bir kaç iş için karşıya geçmiştim, tam dönecekken telefonumu kaybettiğimi fark ettim, onu bulmak için uğradığım yerlere tek tek geri dönmek zorunda kaldım ve çok oyalandım. Saatler sonra bulduğumda şarjı bitmişti"
"Keşke başka bir telefondan arayıp haber verseydin."
"Ha şimdi bulurum, şimdi bulurum derken geçti zaman. Eve döndüm, telefonu şarj ettim falan derken geç oldu, uyuduğunu düşünerek aramadım. Sen neden uyanıksın bu saatte?"
"Kötü bir akşam geçirdim. Vesveseyle uyudum sanırım, kötü rüyalar gördüm ve uyandım"
"Ben iyiyim sakin ol. Kapat gözlerini, uyumaya çalış."
"Kokunu duyarak uyumayı tercih ederdim"
"Canımın içi deme böyle, zaten çok özledim seni."
"Yalancı özlesen arardın"
"Sen de beni özlemişsin, yüzümü görmezsen de sakinleşmeyeceksin, ben seni almaya geliyorum... Geleyim mi?"
"Gel"
"Üç dakikaya kapındayım" Telefonu kapatan Kerem oturduğu koltuktan fırladı. Üzerine hırkasını alıp evden çıktı. Anahtarları ve telefonu elinde merdivenlerden inerken üzüldüğü tek şey sevdiği kıza yalan söylemek zorunda olmasıydı. Karşıya gittiği doğruydu, ama gitme sebebinin emlakla uzaktan yakından alakası yoktu. Gizem'e asla anlatamayacağı bağlantılarının düğümlerini gevşetmek niyetiyle gitmişti yanlarına. Hiçbir sonuç alamadan da geri gelmişti saatler sonra. Görevden ayrılmasına müsaade etmedikleri gibi, bir de yeni görevler sıralamışlardı önüne. Eskisi gibi ay ay gün gün tarihlerini bile vermişlerdi. Arada bir planda olmayan yurt dışı görüşmelerinin de çıkabileceğini valizinin her an hazır olmasını da tembih etmişlerdi. Şimdilik ayrılamayacağını anlamıştı ama bu çaresizliğini kabullenemiyordu. Altı yıl önce yaptığı anlaşmada canı istediğinde öylece çekip gidemediği apaçık belirtilmişti kendisine. O zaman içinde bulunduğu şartlarda aldığı bu teklif, hayata bağlanacak kadar parıltılı gelmişti gözüne. Oysa şimdi attığı o imzaların, omuzlarını yerle bir eden bir enkaz yığını olduğunu hissediyordu. Bu ağır sorumluğundan elbet kurtulacaktı ama hemen şimdi başaramayışı, inancını karanlığa hapsediyordu.
Gizem'in apartmanının önüne vardığında saatine baktı. Akrebin küçük adımları üçü bulmak üzereydi, uykucu prensesi uykusuz kalacaktı. Kerem uyumak için henüz gözlerini kapatmamıştı bile bu gece. Düşüncelerin hiçliğinde tükenerek koltuğa yığıldığından geçen zamanın farkına varamamıştı. Telefonu çaldığında Cadısının aradığını görünce endişeyle basmıştı açma tuşuna. Neyse ki bir sorun yoktu. Olabilecek tek sorun Gizem'in uykusuz kalmasıydı, gerçi o hiç doymuyordu uykuya. Esneyerek kendisine yürüyen kızı gördüğünde yüzünde güller açtı. Üzerinde kedili mor pijamaları, ayağında babetleri, sırtında hırkasıyla bile çok güzeldi.
Sarılıp hasretle öptü genç kızı "Arabasız geldim, üşür müsün bebeğim?" diye sorarken kendi düşüncesizliğine kızdı. Eğer Gizem üşür ve hastalanırsa bunun tek sorumlusu kendisiydi.
Gülümseyerek cevapladı sevgilisini Gizem "Sarılırsan üşümem"
Gizem işe giderken giyeceği giysilerini bir poşete tıkıştırmış, ayakkabılarını giyivermişti. Kerem kolundaki çantayı ve elindeki poşeti aldığında kollarını genç adamın beline dolayıp başını omzuna gömdü. Birbirlerine sıkıca sarılarak siteden çıktılar, caddeyi geçtiler, sağdaki ilk sokağa döndüler ve Kerem'in apartmanın önündeydiler.
***
"Bu kadar yakına taşınmakla akıllılık etmişim" derken ısıtıcıya su koyuyordu Kerem.
Gizem mavi mermer tezgahın önündeki yüksek bar sandalyesine oturup "Buraya taşındığında seviyor muydun beni?" diye sordu.
Kerem boş bardaklara bitki çayı koyup genç kıza döndü yönünü"Ne hissettiğimi bilmiyordum ki, sana yakın olmaktı tek derdim. Uzaktan da olsa seni görebilmekti. Çatı dublex evleri oldum olası sevmiştim ama evin içine bile bakmadan satın almamın asıl sebebi tabi ki de sendin."
Gizem işittiklerinden memnun gülümsedi. Aklından geçen düşüncelerin, kalbini dolduran hislerin adını biliyordu. Başladığı gibi sürmesini diliyordu, heyecanlı, mutlu, huzurlu... "Ben de sana nasıl bu kadar çabuk alıştım, ne zaman seninle uyumak ister hale geldim hiç bilmiyorum. Bir baktım böyleyim."
Kerem gülümseyerek "Sen şanslısın." Dedi, genç kızın ellerini tuttu.
Gizem şaşkınlıkla kaşlarını çattı "Sen şanssız mısın yani, beni sevdiğin için?"
Kerem'in gülümsemesi küçük bir kahkahaya karışırken genç kızın ellerini bırakıp bardaklara sıcak suyu ekledi "Onu demek istemedim. Ben dövüle dövüle aşık oldum sana. Sen sevile sevile sevdin beni. Kendini ispat etme gibi bir derdin olmadı hiç. Gecenin yarısı koynumda uyumak uğruna sıcacık yatağından kalkıyorsun ama bir kez olsun söylemedin. İki kelimeyi yan yana koyup seni seviyorum Kerem demedin."
Gizem genç adamın kendisine uzattığı bardağı eline alırken muzip bir gülüşle mırıldandı"Üç kelime etti ama"
Kerem çayından bir yudum içip duyduklarına gözlerini devirdi "Sen ikisini yan yana getir, adımı söylemesen de olur. Onu herkes söylüyor. İlla üçüncü kelimeyi söylücem diyorsan da aşkım sevgilim, hayatım falan demeni tercih ederim zaten"
Gizem çayından birkaç yudum içti, bakışları amaçsızca parkelerde dolanırken birden bire "Olmaz. Seni seviyorum aşkım, sevgilim, hayatım falan demem ben." Dedi.
Kerem duymak istediği cümleyi tümüyle duymuş olduğu için sırıttı "Neden miş o?"
Gizem konuşurken kararlı görünmeyi umuyor ama genç adama bakarken içi eriyordu "Tamam kabul ediyorum, seninle her şey çok güzel, sen güzelsin, ben güzelim, hayat güzel ama... Büyüsü bozulacak diye korkuyorum ben. Bir de öyle laflar edersem nazar değer. Kalitesi düşer. Bir süre daha, en kalitelisinden aşşalık adam, pislik herif gibi şeyler duyacaksın yani." Deyip sıcak olmasına aldırmadan bardağı kafasına dikip bitirdi. İçtiği çaydan kendini rahatlatmasını dilemişti ama daha çok sıcakladığını hissetti.
Kerem genç kızın mimiklerindeki masumiyete doyarken "Çayın bittiyse yukarı çıkalım artık, bu pislik herif seninle çok kaliteli bir uyku çekmek istiyor." Dedi. Üstüne gitmeye gerek görmedi, konuyu kapatmak en iyisiydi. Az önce söylediği gibi, gecenin yarısı yanına geliyordu iki kelimeyi eksik duysa da bir şey olmazdı.
Gizem boş bardağı tezgaha bıraktı "Gidelim aşkım, artık uyumak istiyorum" derken esnedi. Genç adamın uzattığı ellerinden güç alıp sandalyeden inip boynuna sarıldı. Kerem eğilip genç kızın boynunu koklayıp usulca öptü ve fısıldadı "Bana öyle sıkı sarıl ki..."
Gizem sıkıca sarılıp cümleyi tamamladı "Kokun üstümde kalsın."
İki gencin gözleri buluştuğunda tüm dünyanın sesleri susmuştu ve sadece bakışları söylüyordu aşkın şarkısını. Ne dudakları birleşti, ne bakışları birbirini terk etti. Öylece izlemek yetiyordu hissetmelerine. Ve sarılmak, en güzel sahiplenme jestiydi onların dilinde. Aşkı nasıl yaşayacaklarını öğrenirken rastladıkları yedi kelimeydi dillerine dolanan. Biri başlayınca diğerinin bitirdiği cümle ikisinin bir olma yolunu keşfedişlerinde ki yol haritalarıydı. Söylüyorlardı çünkü biri sarılmayı unutursa diğeri hatırlatmalıydı. Çünkü sarılmadan bir olunmazdı.
Yorgun bedenleri sarılırken sendelediğinde, gülümsediler. Dile getirmeseler de bakışmak için çok geç bir saat olduğunu idrak edip merdivenlere yöneldiler. Yan yana yatağa uzandıklarında masum bir iyi geceler öpücüğü birleştirdi dudaklarını. Anlık mutlulukları kalplerine siper edip, sarılarak uyudular. Yarının neler getireceğini düşünmenin kimseye faydası yoktu, gün bu gündü ve hak ettiği gibi yaşanmalıydı.