ELFİDA

By ayilmah

2.3M 3.1K 669

"Erkekler ağlar mı Egemen ?" "Ağlar." diye yanıtladı beni hiç düşünmeden. "Ne zaman ?" Merak ediyordum. Kadı... More

DİKKAT
1 -ŞEFKAT-
2 -TAKİP-
3 -KAN TORBASI-
4 -MAHALLE MUHTARI-
5 -PARAZİT-
6 -SÜRPRİZ YUMURTA-
7 -SAF-
8 -ALARM-
9 -ULAK-
10 -RENKLİ FASULYELER-
11 -YARA-
12 -GALATA-
13 -ELİ KANLI DÜŞMAN-
14 -TAŞ KULE-
15 -TEKLİF-
16 -KÖRLER VE SAĞIRLAR-
17 -ETMEK-
19 -BOŞLUK-
20 -KENDİNİ GERÇEKLEŞTİREN KEHANET-
21 -ŞEFFAF-
22 - PEMBE FİL-

18 -AĞAÇ KOVUĞU-

1.3K 121 7
By ayilmah

                                 *******
Egemenle son karşılaşmamızın üzerinden tam beş gün geçmişti. O sabahki tatsız olaydan sonra ne kendisini görmüş ne de sesini duymuştum. Sevda Hanım'ın laf arasında bahsettiğine göre gece çok geç saatte eve geliyor sabah ise güneş doğmadan evden çıkıyordu. Sevda Hanım'a göre Egemen'in bu düzensizliğinin sebebi evlilik arifesinde her şeyin planladığı gibi gitme isteğindendi ama ben Egemen'in bir şeyleri planladığını hiç sanmıyordum. Nişanın olacağını bile bir hafta kala haber vermiş ve bütün organizasyonu Ahsen'e itelemişti. Bu süreçte yüzümdeki izlerin tamamı silinmiş, sırtımdaki yaralar için artık bandaj kullanmak zorunda kalmayacak kadar toparlanmıştım. Bu iyiydi çünkü artık hareket ederken hiçbir şekilde kısıtlanmıyordum.

Geçen birkaç gün içerisinde Ahsen her gün uğrayarak, organizasyon hakkında zerre umursamadığım raporlar veriyordu bana. İlgiliymiş gibi davranıp başımı sallıyordum ama çok umursadığım söylenemezdi. Yine de Ahsen'in hevesini kırmak, onu hayal kırıklığına uğratmak istemiyordum. İlk başlarda bu düzmeceyi Ahsen'den gizlememi Egemen istese de şimdilerde gerçekten Ahsen'in yüzündeki o heyecanı soldurmak istemediğim için devam ettiriyordum. Her şeyle öylesine içten ve samimi bir şekilde ilgileniyordu ki, Ahsen'in bu ailenin eli ayağı olduğunun farkına varmam uzun sürmemişti. Ahsen'in merhametli ve yardımsever kalbini kıran, yüzündeki hayal kırıklığına sebep olan kişi ben olmak istemiyordum. Gerçekleri duyacaksa bu gizli saklı işi ortaya koyan Egemen'den duymalıydı.

Geçtiğimiz gün Sevda Hanım'ın bana teslim ettiği telefonda ilk işim cevapsız çağrıları kontrol etmek olmuştu. Buğra ile görüştüğümüz o günden beri hiçbir kayıt yoktu çağrı geçmişimde. Aylin de o günden sonra birkaç defa daha aramış artık çağrılarına son vermişti. O an ilk işim Aylin'i arayıp iyi olduğumu bildirmek olmuştu. Onu iyi olduğuma ikna edince; listelerde ismimin geçmediğini, okulumu neden dondurduğumu sorunca şaşırmıştım. Ben o gün dondurma işlemini gerçekleştirmeden ayrılmıştım okuldan. Demek ki sadece kimliğim yanındayken halledebilmişti, velimmiş gibi. Bu davranışına sinirlensem de kendisiyle hiç karşılaşmadığım için hesap da soramadım. Aylin'e okulumu dondurma sebebi olarak evleneceğimi söyleyince şaşkınlıkla birkaç saniye öylece konuşamamıştı. En sonunda nasıl, kim gibi sorular yöneltince dayanamayıp çok sevdiğim biriyle evleneceğimi hatta bu hafta sonu nişanımın olacağını söylemiştim. Sonuç olarak benim tarafımdan davetli listesine yalnızca Aylin Yazıcı ismi eklenmişti.

Nişanın olacağı günün içerisindeydik. Henüz saat öğlene gelmemişti ki evin zili çaldı. Beklemeye başladım. Gelen Ahsen'di emindim. Tahminlerimde yanılmadım ve elinde genişçe bir kutuyla birlikte Ahsen girdi odadan içeri kapıya iki defa vurduktan hemen sonra.

"Biz geldik!" diye neşeyle şakıdı ve kutuyu yatağın üzerine bıraktı. Büyük kutunun üzerinde küçük bir kutu daha yer alıyordu ki içinde ayakkabı olduğunu tahmin edebiliyordum.

"Hoş geldin." diyerek bir tebessüm gönderdim Ahsen'e.

"Hoş buldum, hoş buldum." dedi ve aceleci tavırla elini kalkmam için yukarı sallayıp durdu. "Kalk hadi, bak bakalım beğenecek misin?"

Beğenmesem bile beğenirdim. Ahsen'i kırmayı öyle istemiyordum. Oturduğum yerden kalkıp yatağın üzerindeki küçük kutuyu kenara koyarak büyük kutuya yöneldim. Açtığım kapağın ardından kağıda sarılmış siyah elbiseyi çıkardım ve omuzlarından tutup havaya kaldırdım. Güzeldi. Hem de çok güzeldi ama beni heyecanlandırmıyordu. İçimdeki sıkıntıyı götürmüyordu. Önümü görmeme yardımcı olmuyordu.

"Beğendin mi?" diye sordu heyecanla gözlerimin içine bakarken.

"Çok beğendim." diyerek ikna ettim Ahsen'i. Gerçekten çok beğenmiştim. Siyah tok kumaş üzerine işlenen kasnak, elbisenin üst bedeninden alt bedenine doğru iniyordu. Boyu uzun, yerleri süpüren elbiselerden değildi. Kalın pilileri kalıp gibi duruyor ama  bu görüntü rahatsız edici görünmüyordu. Elbise üstüne işlenen taşlar ise korktuğumun aksine parıl parıl parlamıyordu. Kutunun altında elbise kumaşıyla aynı kumaştan bir parça da şal çıktı. Ardından küçük kutuya yöneldim. Gümüş renkteki ayakkabılar, dün Ahsen'in özellikle sorup öğrendiği üzere ayak numaramdandı.

"Çok teşekkür ederim."

"Ay ne teşekkürü! Benim için bir zevkti."

Geçen iki saatlik sürede elbisemi giymiş, şalımı ve makyajımı yapmak üzere gelen kadınlara emanet etmişti Ahsen beni. Kadınlara özellikle çok sade ve gösterişsiz bir makyaj istediğimi, şalımı da öyle şekilli şeylerle süslememelerini, dümdüz bağlamalarını söyledim. Bu isteğim Ahsen tarafından hoş karşılanmasa da bu organizasyon sürecinde ilk defa bir şeye karıştığımı görmek onu memnun etmişti. Nihayet her şey tamam bir şekilde ayağa kalkarken Ahsen hayranlıkla bakıyordu.

"Bir içim su oldun, su!" Son halime bakmadım. Elbisenin üzerime yakışıp yakışmadığını da görmedim. Gerçekten talimatlarıma uyup sade bir makyaj ve baş yaptılar mı, onu bile kontrol etmedim. Öylece tekli koltuğa oturdum. "Ben şimdi eve geçiyorum, hazırlanayım. Direkt mekana gelirim. Egemen de geliyormuş zaten." Kafamı salladım Ahsen'e kısa bir vedalaşmayla uğurladım onu odadan. Koltuğun dibindeki yüksek topuklu sivri burunlu ayakkabıları geçirdim ayaklarıma. Boyum bir on santim daha uzayacaktı bunları giyince Ahsen öyle söylemişti. Çok önemli değildi, boyumla bir alıp veremediğim yoktu ama bu elbisenin altına öyle kısa topuklu ayakkabı giyilmezmiş. Elbisenin kendisini göstermesi lazımmış. Çok mühim değildi. Ahsen'in talimatlarına uyup giydiğim ayakkabılarla yürüme denemesi yapmadan oturmaya devam ettim. İlk defa topuklu ayakkabı giydiğim için biraz tedirgindim ama denge konusunda iyi olduğumu düşünüyordum. Umarım bir problem yaşamazdım.

Yarım saat kadar koltukta bomboş bir şekilde oturup beklerken kapı tıklatıldı. Egemen değildi, çünkü tıklandıktan sonra gir komutunu asla beklemezdi.

"Gelin." dedim dışarıdakinin duyabileceği bir şekilde. Gelen Sevda Hanım'dı. Elinde bir tepside atıştırmalık bir şeyler vardı.

"Maşallah, çok güzel olmuşsunuz." dedi güler yüzüyle. Bu eve geldiğim ilk günden beri bir isteğimi iki etmemişti Sevda Hanım. O yüzden onunla bu şartlar altında tanıştığım için oldukça üzgündüm.

"Teşekkür ederim." diye solgun bir tebessüm gönderdim ona da. Artık bir şeyleri kabullenmiş olmanın verdiği yılgınlıkla hareket ediyordum. Bu kararı ben vermiştim.

"Size yiyecek bir şeyler getirdim, kalabalıkta yiyemezsiniz şimdi." dedi ve elindeki tepsiyi önüme koydu. Bir tabağın içerisinde üzerinde dumanı tüten su böreği ve başka bir tabağın içerisinde ise kek vardı. Bir bardak da meyve suyu. İkinci bir kez daha teşekkür edip tepsiye uzandım.

"Siz neden hala hazırlanmadınız?" diye sordum çatalı böreğe takarken.

"Ben gelemeyeceğim." diye bir açıklamada bulundu. Böreği ağzıma götürmekten vazgeçip geri indirdim.

"Neden? Yoksa size haber vermediler mi?"

"Yok yok, Egemen Bey de Ahsen Hanım da nişanda bulunmamı özellikle rica ettiler ama memleketten annem babam geldi bugün. Onları yalnız bırakamam akşam evde."

Anlıyorum, dercesine kafamı salladım. Mutluluklar dilediğini belirtip tebrik ettikten sonra çıkan Sevda Hanım'ın ardından iki dilim börek daha alıp tepsiyi sehpanın üzerine bırakıp beklemeye devam ettim. Saat altıya geliyordu ve Ahsen'den duyduğuma göre nişan yedideydi. Birkaç dakika daha bekledikten sonra ben açık pencereden deniz manzarasını izlerken kapı bir defa yumruklandı ve akabinde açıldı. Ardıma dönmedim çünkü bu stille odaya kimin girdiğini çok iyi biliyordum. Ayakkabılarının çıkardığı ses birkaç adım sonra durdu. Yürümeyi bırakmıştı. Arkama dönmek de nişana gitmek de yüzük takmak da istemiyordum. Yine de bu yolu ben seçmiştim.

"Hazırsan çıkalım."

Oturduğum koltuktan kalktım ve derin bir nefes aldıktan sonra ondan tarafa döndüm. Yüzüne bakmamak için bakışlarımı gövdesine diktim her zamanki gibi. Onunla göz teması kurmak istemiyordum. Siyah bir takım, siyah bir kravat, siyah bir mendil ve siyah bir çift ayakkabı. İkimizin kıyafeti de oldukça manidardı. Karalara bürünmemiz konsept gereği değildi. Tesadüf de değildi. Ahsen'in isteği de değildi. İkimiz de Ahsen'e şartımızı sunmuştuk. Siyah. Benim üzerimdeki tek farklı renk gümüş ayakkabılarımken onun üzerindeki yalnızca beyaz gömleğiydi.

"Hazırım." dedim kupkuru bir sesle. Bu gecenin bir an önce son bulmasını ve bir an önce üzerimdeki bu rahatsız kıyafetlerden kurtulmayı istiyordum. Her şey bitsin istiyordum!

Başka bir şey söylemeden önümden yürümeye başlayınca ben de onu takip ettim. Hemen arkasından merdiven tırabzanlarını tutarak inerken topuklu ayakkabıyla bu kadar rahat yürüyebileceğimi tahmin etmemiştim. Yine de erken konuşmuş olmamak için kesin bir kanıda bulunmadım. Sessizce geldiğimiz otoparkta yürürken boş alanda yalnızca ayakkabılarımızdan çıkan ses yankılanıyordu. Sinir bozucuydu. Nihayet arabaya vardığımızda alışkanlık ile arka kapıya yönelmiştim ki uyardı beni.

"Öne geç." diye. İtiraz etmedim ve ön koltuğa oturdum. Doğru olan zaten buydu ama ben bir anlık dalgınlıkla arka tarafa yönelmiştim. Arabada yerlerimizi alınca çalıştırdı arabayı ve İstanbul'un yoğun ve sıkışık trafiğinde akmaya başladık. Ne ben konuşuyordum ne o. Tamamen yola odaklanmıştık. Kafasından neler geçtiğini çok merak ettim. Ne düşünüyordu? Ne planlıyordu? Gerçekten amacı neydi, çok merak ediyordum. Bir anlık boşluğuma geldi ve sol tarafıma çevirdim bakışlarımı. Yola odaklanmış yüzü gergindi, her zamanki gibi. Saçı ve sakalı görmediğim beş gün öncesine nazaran daha derli topluydu. Tıraş olmuştu. Elini gergince çenesine götürdü ve sakalını kaşıdı. Bir şey düşünüyordu belli ki. Işıklarda yavaşlayan arabayla önüme dönecekken kafasını sağına çevirdi o da. Anında önüme döndüm kendime kızarak. Yolun kalanını bakışlarımı sağımda kalan camdan çekmeden tamamladık ve nihayet araç bir otoparkta durunca geldiğimizi anladım. Saat yediye geliyordu.

Asansörle on beşinci kata çıktıktan sonra peşinden girdiği odaya girdim ben de. Girdiğimiz odada Ahsen bir sağa bir sola yürürken bizi görünce öfkeyle parladı yüzü.

"Neredesiniz siz Allah aşkına? Saat yedi olmak üzere."

"Geldik Ahsen, uzatma!" diyen Egemen zaman kaybetmeden oldukça minimal boyuttaki bir dolabın önünde durdu bu sırada ben hala öylece dayanıyordum.

"Geç otur ayakta kalıp yorulma, çıkmanıza daha on dakika var." Ahsen'in gösterdiği yere oturunca Egemen'de elindeki bardakla karşı koltuğa geçti. Hayretle bir elindeki bardağa bir yüzüne bakarken kendisine baktığımın elbet farkındaydı.

"Davetlilerin çoğu geldi." diye bir rapor geçti Ahsen bize doğru ama ikimizin de çok umursadığı söylenemezdi.

"Dedem?" diye sordu Egemen bakışlarını elindeki bardaktan çekmeden.

"Aşağıda." diyerek cevap verdi Ahsen huzursuzca. "Birkan yanında." Onları böylesine rahatsız eden neydi, hiç bilmiyordum ama merak da etmiyordum. Ortamdaki bu kasveti dağıtmak isteyen Ahsen;

"Ay siz fotoğraf çekimi istemediğinize emin misiniz? Bakın çok güzel olmuşsunuz. Davet salonunun kendi fotoğrafçısı var, isterseniz hemen konu..."

"İstemeyiz Ahsen." diye sözünü kesti kızın.

"Kendi adına konuş belki Elfida isteyecek." diye diklenince Egemen'e, Egemen çattığı kaşlarının altındaki bakışlarını Ahsen'e dikti. Ahsen ise Egemen'i umursamadan bana bakıyordu.

"Yok, istemem ben de." dedim. Sıkıntıyla oturduğum yerde tek bacağımı sallamaya başlayınca Egemen bardağındaki bakışlarını bacağıma çevirdi. Böyle hoşuna gittiği, gitmediği ya da nötr kaldığı durumların geliştiği zamanlarda gözünü dikiyor ve kırpmadan bakmaya başlıyordu ve ben bu davranışına sinir oluyordum. Bakışından rahatsızlık duysam da durdurmadım bacağımı. Ve ben durdurana kadar çekmedi bakışlarını. Ortamdaki gerginliği sezen Ahsen,

"Allah!" diye araya girdi. "Saat yediyi geçiyor. İnelim artık." Bardağındaki sıvıyı tek seferde başına dikti ve ayağa kalktı Egemen. Birkaç saniye derin nefes aldıktan sonra ben de kalktım. Ahsen bizden önce gitmişti. Yan yana yürüdüğümüz koridordan asansöre bindik ve bu defa üçüncü katın düğmesine bastı. Yüzünü kapıya doğru dönmüş beklerken ben ise yan bir şekilde gerisinde duruyordum. Aynadan aksimize baktım istemsizce. Siyahtık. On santimlik topuklu ayakkabılarıma rağmen aramızda hala bir kafa boyu mesafe vardı. Buna takılmadım çünkü boyumla bir alıp veremediğim yoktu. Kata geldiğimizi bildiren ses ile birlikte kapılar aralanınca ardından çıktım ben de asansörden. Altın varaklı geniş kapının hemen önünde durunca ben de durdum sağında. Cebindeki elini çıkardı ve yanımdan sarkan elimi aldı avucunun arasına. Stresten alev topuna dönen elim onun buz gibi avucunun içine girince elektrik çarpmışçasına bir gerilim dolaştı bedenimde. Çekmek istedim fakat tutuşunu sıklaştırdı.

"Gülümse." dedi kinayeli bir şekilde. Bakışlarımı soluma çevirip yüzüne baktım. "Başlıyoruz." Yüzünde en ufak bir tebessüm belirtisi olmadan bana gülümsememi söylüyordu. Büyük elinin içine hapsettiği elimdeki titremeyi yok saymaya çalışarak onunla birlikte adım attım ve açtığı kapıyla birlikte senkronize bir şekilde davet salonuna girdim. İçeri girmeden hemen evvel başlayan müzikle birlikte bütün davetliler girmemizi bekliyormuşçasına bakışlarını geniş kapıya çevirmişti. Girişte göründüğümüz anda şiddetli bir alkış koptu. Kalbim sıkışıyordu. Bu kadar kalabalığın burada ne işi vardı, hiç bilmiyordum.

Nihayet uzun koridoru yavaş sayılmayacak adımlarla tamamladığımızda geniş bir platformun tepesinde yaşlı bir adam bizi bekliyordu. O an Egemen'in tanıdıklarının doldurduğu bu salonda Ahsen ve Birkan haricindeki kimseyi tanımadığımı düşündüm. Tanıdık bir yüz aradı gözlerim. Kalabalığa dönük olan bedenlerimiz yan yanayken Egemen'in yanındaki yaşlı adam eline mikrofonu aldı. Birbirinden kıymetli ve şaşalı sözler sıralamış olacaktı ki her cümlesinin sonunda heyecanlı kalabalıktan şiddetli bir alkış kopuyordu. Benim ise bakışlarım kalabalık içerisinde gidip geliyordu. Derken tanıdık bir yüzle karşılaştım. Aylin. Gelmişti. Yüzümde buruk bir tebessüm belirdi ve göz göze geldiğim Aylin de yüzünde kocaman bir gülümsemeyle bana bakmaya devam etti.

"Evlatlarım, sevginizi paylaşmaktan korkmayın! Birbirinize karşı yapmış olduğunuz hataları, hiçbir zaman sevginizden ve birbirinize duyduğunuz ilgiden üstün tutmayın. Şunu unutmayın: Sevgi ve ilgi, nişanlılık döneminde ve sonrasında göreceksiniz ki, aranızda doğabilecek sorunların tek ilacıdır."

Oldukça düzgün ve dinç bir diksiyona sahip olan adam sonunda Ahsen'in tuttuğu tepsinin içerisinden aldığı yüzükleri uzattığımız parmaklarımıza geçirdi ve makas kesmiyor muhabbetlerine girmeden yüzüklerimizi kesti. Kalabalıktan tekrar bir alkış koptuğunda bakışlarımı parmağımdan ayıramıyordum. Dümdüz bir halka nasıl olur da beni bu kadar rahatsız edebilirdi. Ben yüzüğüme bakarken belime dokunan bir elle irkildim ve kendime geldim. Elin sahibi Egemen'di. İstemsizce bir adım kenara çekilip ne istediğine baktım ama o bana bakmıyordu. Önümüzdeki yaşlı adama bakıyordu.

"Dedem," diye takdim etti karşısındaki yaşlı adamı. "Kemal Asya." Robotik olarak başımı salladım.

"Memnun oldum." diye mecburi bir kalıp döküldü dudaklarımdan. Yaşlı adam bir bana bir Egemen'e bakarken halinden çok memnun görünmüyordu. Elini öpmem için öne doğru uzatan yaşlı adamla şaşkınlığım arttı ama olumsuz bir tepki oluşturmadım ve uzattığı eli öpüp başıma koydum.

Yanıma iyice yanaşıp kulağıma eğilen Ahsen; "Dedem biraz şeydir.." deyip düşünmeye başladı. "Diktatör." Yalnızca deden değil Ahsenciğim, merak etme dediysem de içimden bunu dışıma vurmadım. Anlayışla kafamı salladım ve problem olmadığını belirtmek için sahte bir gülümseme gönderdim Ahsen'e. Ardından bizi, ardımızdaki masaya yönlendirdi ve oturmamızı sağladı.

"Siz oturun burada, tebrik için gelen giden olacak." Egemenle birbirimizi yok sayıyor, yokmuşuz gibi davranıyorduk. Ben sabırsızlıkla Aylin'in yanımıza gelmesini beklerken tanımadığım bir çift geldi masamıza. Orta yaşlı çiftten kadın olanı oldukça güler yüzlü ve gururlu bir ifadeyle bakarken erkek olanın yüzü ifadesizdi. Masaya yaklaşan misafirler ile ayağa kalktı Egemen.

"Oğlum!" diye heyecanla şakıyan kadına hayretle baktım. Egemen'in annesiydi. Egemen ile birlikte ben de kalktım oturduğum yerden. Uygun bir zamanda soracaktım, bunu doğurup ağaç kovuğuna mı bıraktınız, diye. "Ah tebrik ederim." Açtığı kollarını Egemen'e sardı ve sabırsızca ayrıldı oğlundan. Bir insan annesine nasıl bu kadar çekemez, diye hayıflandım. Ardından çatık kaşlarıyla Egemen'e bakan adama kaydı gözlerim. Babasına çekmişti.

"Güzel gelinim sensin demek." dedi ve masanın etrafından dolanıp yanıma geldi. "Ahsen anlata anlata bitiremedi seni." Açtığı kollarını bedenime sarınca isteksizce ellerimi sırtına yerleştirdim. "Nasıl güzel yakışmışsınız böyle." dedi hayranlıkla bir bana bir Egemen'e bakarken. Egemen'in bunca sevgi sözcüğüne cevapsız kalışı hiç şaşırtmadı beni.

"Sağ olun." diye yapma bir gülümseme gönderdim kadına. Oldukça genç duruyordu. Bakımlıydı. Somon rengi şık bir elbise vardı üzerinde. İnce yüksek topuklu ayakkabılarının üzerinde hiç zorlanıyormuş gibi durmuyordu. İnce yüz hatlarını ortaya çıkaran sıkı bir topuz yapmış, inci küpelerini meydana çıkarmıştı. Egemen on beş yaşında falan mıydı da annesi bu kadar genç duruyordu? Sahi yaşını bile bilmiyordum ki.

Babasıyla mesafeli bir tokalaşma gerçekleştirdikten sonra bana doğru elini uzatan adama çevirdim yönümü. Uzattığı eline uzattım ben de elimi ve sıkmasına izin verdim. Kocamın babasıydı, günah olmazdı. Değil mi?

"Tebrik ederim. Mutluluğunuz daim olsun." Hangi mutluluk Ekrem Bey? Bunun yerine mesafeli tebessümümü karşımdaki adama da yönlendirdim ve teşekkürlerimi ilettim.

"Biz masaya geçelim artık, gelenler de tebriklerini iletsin." O kadar kibar o kadar naif bir tonla konuşuyordu ki Hayat Hanım, o konuştukça insanın dinlenesi geliyordu.

Hayat hanım ve Ekrem Bey'in ardından birçok kişi daha gelip gitmişti. Hepsi Egemen'in ya akrabası ya iş arkadaşı ya okul arkadaşıydı. Ben sabırsızlıkla Aylin'i beklerken nihayet koridorun ucunda göründü ve yanıma geldi.

"Elfida!" diye duygusal bir tonlamayla seslendi. Egemen'in bakışları ise ilk önce ona selam vermeden direkt olarak yanıma gelen bu yabancının kim olduğunu çözmeye çalışmak ister gibi kısıktı. Ayağa kalktım ve Aylin'e sarıldım. Aramızda öyle çok büyük bir dostluk ilişkisi yoktu ama bu ortamda tanıdığım ve kendi hayatımdan olan tek insandı. O yüzden şu an burada olması benim için çok önemliydi.

"Tebrik ederim canım arkadaşım." diye söze girdi.

"Teşekkürler." dedim buruk bir tonlamayla.

"Nasıl güzel olmuşsun!" diye fısıldadı kulağıma ama hemen yanımızda gözlerini kısmış bizi izleyen adam duymuştu bunu, emindim. Benden ayrılan Aylin Egemen'e yöneldi ve ona da tebrik mesajını ilettikten sonra çok kalamayacağını belirterek ayrıldı salondan.

Geçen zamanda Egemen üniversiteden tanıdığı bir grubun masasına gitmiş ve yaklaşık on dakikadır oradaydı. Tek başımaydım. Ellerim kucağımda, bakışlarım elimde oturuyordum. Her şey çok fazla geliyordu. Birden kendimi tanımadığım yüzlerce insanın arasında bulmak, o yüzlerce insanın birkaç saatliğine odak noktası olmak bana çok yabancıydı. Gözlerimi kapattım sakinleşmek ister gibi. Mümkün değildi. Genzim doldu ve ağlamanın eşiğinde durdurdum kendimi. Kendimi ait hissetmediğim zaman ve mekanlardan birindeydim. Her şey ve herkes o kadar yabancıydı ki bana. Bakışlarımı elimden kaldırıp etrafıma çevirdim. Egemen hala biraz önce yanlarına gittiği grubun içerisindeydi. Karşısındaki adamı ciddiyetle dinlerken elindeki bardağı sağa sola hareket ettiriyordu. Yüzüğü çarptı gözüme. Gözlerimi yumdum ve sakinleşmek istedim. Yeterli gelmedi. Temiz hava alsam iyi olacaktı.

Oturduğum yerden kalktım ve salonun onlarca kapısından bir tanesinden çıkarak kendimi dışarı attım. Kimse çıktığımı fark etmemiş olacaktı ki kimse durdurmamıştı beni. Hızlı adımlarla temiz hava alabileceğin bir yer aradım. İttirdiğim kapılardan biri balkona açılınca derin bir nefes çektim ciğerlerime ve gözümden bir damlanın akmasına izin verdim. Devamı geldi. İkinci, üçüncü, dördüncü derken boğazımdan kaçan hıçkırığın sesini elimle kestim. Bir elim parmaklıklarda diğeri ağzımda başımı önüme eğmiş ağlarken arkamdan duyduğum sesin hayal olmasını istedim.

"Madem istemiyorsun, neden yapıyorsun böyle bir şey?" Yüzümdeki yaşları silme ihtiyacı duymadan sesin sahibine döndüm.

"Sizin burada ne işiniz var?" diye sordum çatallaşmış sesimle. Özgür'ün gerçekten de burada ne işi vardı?

"Asıl senin burada ne işin var Elfida?" Cevap vermek için kendimi toparladım. "Senin burada, o adamla ne işin var?" Sesi acı çekiyor gibiydi.

O kadar haklı bir yakarıştı ki Özgür'ün sorusu. Ama onu bu kadar ilgilendiren neydi? Nişanıma gelip ben tek yakalayacak kadar.

"Gidin buradan." dedim. Özgür'e derdimi açacak değildim. Peki ama ben derdimi kim açabilecektim? Başını salladı iki yana doğru.

"Birlikte gidelim." dedi. Hayretle gözlerim büyüdü. "Belli ki istemiyorsun, gel benimle. Kurtarayım seni buradan."

Böyle kolay olsaydı ben kendimi yüz defa kurtarırdım. Bu kadar kolay değildi.

"Gidin lütfen." daha netti isteğim bu sefer.

"Heba olacaksın o adamın elinde. Seni daha çok üzecek. Yapma bunu kendine. Gel gidelim."

Donmuş bir şekilde karşımdaki adama bakarken birden onun arkasında beliren siluetle olduğum yerde kalakaldım. Sırası değildi peşimden gelmenin. Hiç sırası değildi.

"Ne oluyor lan burada?"

Continue Reading

You'll Also Like

744K 42K 35
Evin ise yediği tokatın şiddetiyle yere düşmüştü. Dudağının kenarı yeni bir darbe alırkende Kazım Ağa saçlarından koparırcasına tutup Evin'i kaldırmı...
SARKAÇ By Maral Atmaca

General Fiction

547K 42.1K 5
"Delilerin sevdası hoyrat bir fırtına gibidir. Günün başında seni sarsan fırtına, gecenin şafağında ılık bir esintiye dönüşüp kaburgalarının arasına...
676K 23.4K 63
"Anlıyorum çok iyi anlıyorum ben sizi, orda ne duygular içinde olduğunuzu anlıyorum." "Anlayamazsın öğretmen yaşamadan anlayamazsın en yakınını kaybe...
388K 29.4K 23
KURTALAN MAHALLESİ SERİSİ - 1 İnsanın hayatında kimi anlar vardı ki, bir dönüm noktası ya da sıfırdan başlangıcı olabilirdi kişinin. Tek bir durum, t...