VİSAL

By rumeysadoganm

143K 7.3K 2.5K

~Tamamlandı~ İnsan yaşadığı zorlukları bahane edip yazısındaki kaderin enaniyetine sığınmaktan hep kaçar. Hep... More

1. Bölüm
2. Bölüm
3. Bölüm
4. Bölüm
5. Bölüm
6. Bölüm
7. Bölüm
8. Bölüm
9. Bölüm
10. Bölüm
Önemli Bir Duyuru
11. Bölüm
12. Bölüm
13. BÖLÜM
14. BÖLÜM
15. BÖLÜM
16. BÖLÜM
18. Bölüm
19. Bölüm
20. Bölüm
21. Bölüm
22. Bölüm
23. BÖLÜM
24. BÖLÜM
25. BÖLÜM
26. BÖLÜM
27. BÖLÜM
28. BÖLÜM
29. BÖLÜM
30. BÖLÜM
31. BÖLÜM
32. BÖLÜM
33. BÖLÜM
34. BÖLÜM
35. BÖLÜM
36. BÖLÜM
37. BÖLÜM
38. BÖLÜM
39. BÖLÜM
40. BÖLÜM
41. BÖLÜM
42. BÖLÜM
43. BÖLÜM
44. BÖLÜM
45. BÖLÜM
46. BÖLÜM
47. BÖLÜM
48. BÖLÜM
49. BÖLÜM
50 ~ FİNAL
ANKA-I AŞK KİTAP OLDU.
Özel Bölüm

17. Bölüm

3.1K 183 34
By rumeysadoganm

Bu bölüm benim keyifle yazdığım bir bölüm oldu. Arada aksiyon olsa da Zeynep'in hislerini biraz daha öğreneceğiz. 

Lütfen sizde hissettiklerinizi yorumda belirtin ki sizin de ne hissettiğinizi bileyim.

Yukarıdaki müzikle beraber okuyabilirsiniz. 

Gecenin Nezdindeki Ay kitabıma da bakmayı unutmayın. Bence onu da çok beğeneceksiniz. 🌙

İG : Rumeysadoganm

...

İnsan bir anın içine düştüğünde o an bir zamana hapseder düşünceleri. O düşünceler ya ziyandır ya kaderdir. Ben neresindeydim bu düşüncelerin bilmiyorum. Dün gece yanımda yatan adama karşı koyamayışım ziyana sürüklüyor zannederken kaderimi mi öne sürüyordu onu bile bilmiyordum. Kalbim hüküm yemişçesine atarken kalp atışlarımın sebebine kızamıyordum. Bu hissettiklerim beni korkutuyordu.

Gece onu yanımdan kovarken hiç olmadığım kadar öfkelendiğimi hatırlıyorum. Şimdide hiçbir şey olmamış gibi papatya getirmesi içinden çıkılmaz durumun tam ortasına atmıştı beni.

Daralan nefesimle beraber yatak başlığına sırtımı yaslayıp elimdeki papatya ile oynadım. Sabah uyandığımda karşılaştığım tek şey bu papatya olmuştu. Düşüncelerimin parmaklarımdan yayılmasına izin vererek her yaprağını tek tek okşadım. Düşüncelerimi bozan kalbime saplanan sızı oluyordu her seferinde. Sadece şu andan öteye giderek reva gördüğüm birçok şey vardı.

Papatyayı suyun içine koyup yataktan kalkarak önce düşüncelerimi kenara atarak kendime çeki düzen verdim. Odadan çıktığımda Yiğit'in odasından gelen öfkeli sesi oraya doğru adımlamama neden oldu. Kapının önüne geldiğimde Yiğit yine birilerine öfkesini kusuyordu. O an kapı açıldı ve göz göze geldik. Bir adım geriye gittiğimde önce bana bakıp akabinde, "Bir şey mi oldu mavi?" dedi. Hesap sormamıştı neden kapıda olduğuma dair fakat ben ona, "Bağırışını duydum," dedim ondan laf almak istercesine. Karşılık vermeyip odadan çıktığından peşi sıra yürüdüm. "Bir sorun olmalı." Devam ettim yine bir şey der umuduyla. O sadece, "Hiçbir şey olmadı," dedi. Üstü kapalı beni geçiştirmesi sinirimi bozuyordu. Ona bakmayı tercih ettim, yine de o bana bakmaktan kaçındı adeti olmadığı halde. Merdivenlerden inerken sadece buradan gitmeyi, telefondaki kişiden hesap sormayı istiyordu. Öylede oldu, dış kapıya ilerlerken, "Telefonda ne geçtiyse, yine oraya gidiyorsun," dedim. Sesimdeki kırgınlık kaçırdığı bakışlarını bana çevirmesini sağladı. Gözlerindeki o yabancı his biraz olsun uzaklaştı fakat çok sürmeden yabancılaştırıp benden uzaklaştırdı. Üzerine montunu geçirip, "Şirkete geçeceğim sadece," dedi. Sesi sakindi ama sakinliğinin altında patlamaya hazır bomba vardı. Onu tanıyor, onu anlıyordum artık. Onu durdurmalıyım diye düşündüm ama sonradan vazgeçtim. Beni dinlemeyeceğini biliyordum, yine de ona engel olma isteğim beni dürterken, "Şirket senin için kaçış değil ki," dedim. Soğuk bakışlarındaki o esintide savruldum. "Artık bir son vermelisin buna."

Bir şey demeden evden çıktığında öfkeyle soluyup ben de peşinden ilerledim. Beni yanında görünce, "Eve geç Zeynep," dedi soğukluğunu biraz daha ürpertici hale sokarak. Ne zaman canı sıkkın olsa ismimle hitap ederdi. Bu onun diğer yönüydü. "Geçmeyeceğim." Ona engel oluyordum, bu engellemelerim onun içindi. Onu düşünüyor olmam gerçekten şaşırtıcıydı. "Betül, Zeynep'in yanında dur." Betül yanıma gelirken arkasından, "Biraz olsun beni şaşırt Yiğit," dedim bağırarak. Bıkkın çıkan sesimde artık olayların normale dönüşmesini istiyordum. Bu ne kadar gereksiz bir düşünceyse o düşüncede ona hayatını ispatlamaya çalışıyordum. Beni dinlemeyip arabaya bindiği gibi uzaklaştı. Ona dair sadece araba tekerlerinin çığlık atan sesi kaldı. Bu gidiş kıyamete gidişti. Ona karşı ne zaman ılısam o yine beni şaşırtmayarak bu haline kızmamı sağlıyordu. Öfkemi alarak eve geçtim. Aysun Hanım birkaç günlüğüne şehir dışına çıkacağını söyleyip benimle vedalaştıktan sonra evde Halime abla ve benden başka kimse kalmadı. O da zaten akşam olunca müştemilata geçiyordu. Ezgi geldiğinde kahvelerimizi yapıp bahçeye geçtik. Karşılıklı oturduk çardakta.

"Yine gitti," dedim Ezgi'ye kısa bir bakış atıp. Anlamadığı için, "Kim?" diye sordu.

"Yiğit. Yine bir şeylere sinirlenip öfkesini çıkarmaya gitti." Ezgi fincanını masaya koyup, "Ne olmuş ki, demedi mi sana bir şey?" dediğinde omuzlarımı düşürdüm. "Bilmiyorum, sadece bağırışlarını duydum."

"Belki düşündüğün gibi değildir." Başımı olumlu şekilde sallayıp, "Beni geçiştirmek mi bu?" diye sordum. "Ben her şeyin farkındayım." Öyle olmasını isterdim ama benim isteklerim çok da geçerli olmuyordu. "Olmamak için gözümün de kalbimin de kör olması lazım." Gördüklerimden, yaşadıklarımdan sonra katı kesiliyordu kalbim. Bu kadar hengamede yine de Yiğit'e kendimi kaptırmam beni o hengameye daha çok sürüklüyordu. Kapılıyordum ve bunun için kendime engel olamıyordum.

"Zeynep, bir şey diyeceğim ama kızma." Ne diyeceğini gayet iyi biliyordum. Ne zaman Yiğit hakkında konuşsak konu ikimizle bitiyordu.

"Ezgi, yine başlama lütfen."

"Ya sadece soruyorum, ufacık da olsa farklı hissetmiyor musun?" Zihnimi yiyip bitiren düşünce buydu aslında. Ufacıkta olsa...

"Peki, ben sana bir şey desem..." Sorgular gözlerle baktı. "Mesele dediğin gibi olsa ben Yiğit'e karşı bir şey hissetsem..." Işıl ışıl oldu o an gözleri. Yüzüne canlılık geldi. Ben onun bu kadar ciddi olduğunu düşünmüyordum ama o beni yanıltmıştı. "Sence bu sevginin bedelini nasıl öderim?"

"Yiğit." Usulca söylendi. Bir an dalıp gitti. Aklına ne gelmişti bilmiyorum ama uzaklara dalıp gittiğini fark ettim. "Ben senden öncesinde Yiğit'in hayatına çok müdahil değildim, hatta onun ne kadar katı olduğunu biliyordum. Ama bedel ödeyecek biri varsa ikinizde ödüyorsunuz. Sana geçmişi bir tek o gösterecek, o zaman karar verirsin Zeynep. Sadece şunu söyleyeyim, o seni çok güzel seviyor." Sesi buruk çıktı. Başka bir şey diyemedim. İnsan nasıl severdi sahi? Aşk nasıl bir duyguydu. Kızsan da öfkelensen de sonrasında tek bir hamlesiyle yüzünün gülmesi miydi? Ya da bazı zamanlar yakınındayken nefesinin kesilmesi miydi? Bunlar değildi bence. Ben sadece alışkın olmadığımdan böyle hissediyordum. O bir yabancıydı, bu yüzden de Allah'ın bana verdiği ar duygusundan bunları hissediyordum. Eğer aşk olsaydı hissederdim. Hissederdim değil mi?

"Hiç aşık oldun mu Ezgi?"

"Bir keresinde olmuştum ama ergenlik işte..."

"Şimdi peki, aşk hakkında ne düşünüyorsun?"

"Bilmem, çok güzel bir şey olmalı." Bunu ben de bilmediğim için cevap veremedim. Sadece korktuklarımla sınanmak istemiyordum. Bakışlarını benden çekerek telefonuna gelen bildirimle ilgilenmeye başladı. Sanırım onunda artık bir cevabı yoktu. Oturduğum yerden kalkarak acıkan karnımı doyurmam için mutfağa yöneldim. Akşam vaktine çok zaman kalmamıştı ve ben kahvaltı yapmadığım için acıktığımın yeni yeni farkına varıyordum. Akşam Yiğit'le aynı evde baş başa kalmamız beni geriyordu bir yandan.

Ezgi, bana yardım etmek istediğinde son anda işinin çıkması ile bana veda edip evden ayrıldı. Halime ablayı da dinlenmesi için gönderdim, zaten çok bir iş yoktu. Yoruluyordu bütün gün, hem ev hem de korumaların yemeği derken. Akşam namazını kıldıktan sonra kendime ufak bir tabak hazırlayıp yemeğimi yedim. Yemeği yedikten sonra kahvemi yapıp salona geçtim. Televizyon açarak kanalları dolandığımda ilgimi çeken belgesel ile köşeme kuruldum.

Saatler geçmiş, benim gözlerim kapanmaya başlamıştı. Saate baktığımda 00:30'du. Televizyonu kapatıp panoramik pencereden dışarıya baktım. Korumalardan başka kimse yoktu. Bu gece korumalar biraz daha artmış, yoğunluk biraz daha çoğalmıştı. Yiğit'ten haber yoktu, zaten ne zaman haber vermişti ki? Sıkıntıyla telefona bakıp durdum. Belki mesaj atar umuduyla beklentiye girmiştim ama bu sakinlik beni çileden çıkarıyordu. Zaten sabahtan kalan kızgınlığım vardı ama merakım bunu bile umursatmıyordu.

Odaya geçtiğimde uyuma isteğim tamamen yok oldu. Kendimi itelediğim bu histe salona geri döndüm. Aramalı mıydım? Bunu yapmayacaktım. Avucumun içinde telefonu vurup camdan dışarı bakmaya devam ettim. O an kapı çaldı. Endişeyle kapıya baktığımda, "Benim Zeynep Hanım, Betül," diyen sesle rahatladım. Uyumadığımı biliyordu. Kapıyı açtığımda yorgun ifadeyle bana baktı.

"Bir isteğiniz var mı diye gelmiştim, rahatsız etmedim umarım?" Sanırım uyumadığımı görünce gelmek istemişti. Yiğit sayesinde evin bu kadar fazla gözleniyor olması oldukça normaldi. Umutsuzca omuzlarımı düşürüp, "Yok sağ ol, içeriye gelsene," dedim. Çekingen bakışları beni bulduğunda gülümseyip, "Hadi gir," dedim. Dediğimi yapıp içeriye gelerek benim gibi ayakkabılarını çıkardı. Salona geçip oturdu. Ona kısa bir süre baktım. Benden küçük olmalıydı. Ne kadardır Yiğit'le çalışıyordu bilmiyordum ama bu hiç de kısa vadeli gözükmüyordu.

"Kahve?" Sorum ile bana baktı.

"Hiç zahmet etmeseydiniz." Kaşlarımı çatıp, "Ne zahmeti!" dedim. "Hem şu sizli bizli hitapları bıraksak."

"Ama..." Ters bir bakış atınca sözü yarıda kaldı. Hem sevmiyordum mesafeli davranmayı ve bu gece en azından birinin bana eşlik etmesi iyi olacaktı.

"Betül, lütfen. Kızıyorum. Hem uykum yok, kız kıza sohbet ederiz." Göz kırptığımda kocaman gülümsedi. Bu yaklaşımım onu mutlu etmeye yetmişti. Başını usulca sallayıp, "Peki," dedi. O da benimle mutfağa geldi. Kasılmış vücudunun gevşediğini görebiliyordum. Betül'e göz ucuyla baktığımda oldukça güzel kızdı. Uzun boyluydu. Sarı saçlı, ela gözlüydü. Ne yuvarlak ne de uzun yüz hattı vardı. Yanaklarındaki gamzeler onu güldüğünde sert mizacından uzaklaştırıyordu. İş zamanında genelde ciddi biriydi. Şu an nadir gördüğüm o gülümsemesi onun güzelliğini bir kez daha fark etmemi sağladı.

"Anlatsana kendini biraz." Hem kahveyi yapıyor hem de merak ettiklerimi soruyordum. Önce konuşmada zorlansa da bana biraz daha alışıp uzak tavrını kenara bıraktı.

"Ailemi uzun zaman önce kaybettim. Tatillerde kendime ait evimde zaman geçiriyorum. Kendi başıma, sade bir hayatım var. Zaten çoğu zaman buralardayım."

"Seni daha önceden görmemiştim burada."

"Önceden şirkette güvenlik işiyle meşguldüm, Yiğit Bey, senden bahsedince haliyle kendimi burada buldum." Gülünce gülüşünün altındaki o imayla kaşlarımı aralayıp, "Anlaşma yaptınız yani," dedim imasına karşılık. Kahvesini önüne koyup tabureye oturdum. İmama rağmen bozulmadı.

"Bir nevi..."

"Kendimi habersiz işlerin içinde buluyorum. Ketumluğunuz beni öldürecek." Betül, gülümseyip kahvesinden bir yudum aldı. Şirkette nasıl bir iş yoğunluğu vardı bilmiyordum ama buraya gelince çok da serbest olduğu söylenemezdi. Her ne kadar benim için iyi olmuş olsa da onun için büyük bir risk addediyordu burası. "Bu gece ketumluğunu bir kenara atabilirsin mesela." Neyden bahsettiğimi anlayınca kollarını iki yana açıp, "Beni sürdürmek mi niyetin Zeynep? Söylersem neler olacağını sen biliyorsun," deyip bakışlarını benden kaçırdı. Öyleydi, Yiğit bu konu hakkında konuşulmasını sevmiyordu. Özellikle konu bensem bu olanların dışında kalmamı istiyordu.

"İyi ya devam edin böyle, ben de böyle sürprizlerin ortasında bir gün ölüvereyim." Dudağımı büzüp, "Vebalim olacaksınız vebalim," dedim. Serzenişle çıktı sesim. Çocuk gibi kollarımı birbirine dolayıp yüzüne ikna edici bir şekilde baktım. Betül güldüğünde, "Hiç gülme öyle," dedim. Hem kahvelerimizi içiyor hem de birbirimizi tanıyorduk. Betül'ün hayatında kimse yoktu, bu yalnızlığı beni üzmüştü. O alışmış gibi dursa da, eksikliğini yaşadığını görüyordum. Kendi kendine kurduğu dünyaya dâhil olmak istercesine, "Sık sık yapalım bu sohbetleri," dedim. Yeni birileriyle tanışmayı seviyordum. Betül'de buna dâhildi. Minnetle bana bakıp, "Teşekkür ederim," dedi. "Uzun zamandır böyle vakit geçirmemiştim." Buruk sesinde farklı bir durum vardı ama o kadarını soramadım. Sanki bir şeyler yaşamış, hâlâ da yaşıyormuş gibiydi.

Sohbetimizi kesen sabah ezanı oldu. Bu saate kadar oturmamız beni şaşırttı. Saatin bu kadar hızlı geçeceğini tahmin etmezdim. Betül izin isteyerek evden çıktığında ben de namazımı kılıp yattım. Beklediğim kişi gelmemişti, beni yalnız bırakışından ötürü geldiğinde neyle karşılaşacağımı bilmiyordum. En azından bu gece gelmesini isterdim.

...

Üç gündür evde Halime abladan başka kimse yoktu. Yiğit yoktu, en önemlisi de Ezgi'nin de kayboluşuydu. Evden çıkmama müsaade edilmiyordu. Aysun Hanım ise işinin biraz daha uzadığını haber etmesi huzursuz etti.

Dışarıdaki araba sesleri Yiğit'in geldiğinin habercisiydi. Çok geçmeden içeriye Yiğit geldi. Yorgun gözüküyordu. Beni gördüğünde önce duraksadı ardından merdivenleri hızlı hızlı çıktı. Peşinden gitmedim, ona soracak hesabım kalmamıştı benim. Neyi sorabilirdim ki artık? Bunca soru birikmişken bu yaptıklarında, tek bir cevaba sığdıramazdım olanları. O bana verecekti cevabı ben ise verene kadar bekleyecektim.

Onu umursamamaya çalışarak kendi odama geçtim. Saatler boyunca sesi çıkmadı. Sinirleniyordum artık. Bana karşı umursamazlığına anlam veremiyordum. Saatler geçti, uyudum uyandım ama o benden yine kaçtı. Ben sadece susmakla kaldım. Sabah namazını kıldıktan sonra salona indiğimde alt kattan gelen sesle oraya yöneldim. Alt katta spor salonu vardı. Ben daha önceden inmemiştim alt kata ama Halime ablanın evi anlatışından ötürü biliyordum nerede ne olduğunu. Yiğit'i gördüm. Üzerinde şorttan hariç bir şey yoktu. Önce bakmaktan kaçındım. Kaslı vücudu terin içinde kalmıştı. Bedenine iyi baktığını anladım. Kalbimin atışını dizginleyip ona bakmamaya özen göstererek yanına ilerledim.

Bütün öfkesini kum torbasından çıkarır gibi bir hali vardı. Beni görmedi, kum torbasına vurmaya devam ederken yan tarafında durup, "Cezayı kum torbası mı çekiyor yoksa daha hırsını alamadın mı?" diye sorduğumda kum torbasını durdurup bana baktı. Ona kısa kısa bakıp bakışlarımı hızla kaçırıyordum. Elini terli saçlarının arasından geçirip saçlarını terden arındırmak ister gibi savurdu. Elinin tersiyle alnını silip, "Verilen ceza kum torbasından ötede," dedi.

"Sana göre," dedim beni kastettiğini bilerek. Yüzüne baktığımda hiçbir emareye denk gelemedim. Bu sefer yorgunluk vardı bakışlarında. "Bana göre olsaydı cezadan ötede bir halde olurdum," deyince havluyu alıp terini sildi. Yine beni görmezden geliyordu. Küsmüş müydü yani, hem de bir çocuk gibi. Neydi bu tavırlar! "Ne bekliyorsun?" dedim ona karşılık. "Kaç gündür gelmiyorsun, sonradan bana bunu ceza olarak mı tabir ettiriyorsun? Bencilsin Yiğit Soydan, kendini üste çıkarabilecek kadarda arsız." Hınç dolu sesim sonlara doğru yükseldi. Elindeki su kupasını öfkeyle sıkıp parçaladı. Kan zeminde yerini alırken dehşetle eline baktım. Ne yaşamışsa oldukça öfkeliydi.

"Doğru," dedi kendini haklı çıkarmayarak. "Bencilim." Sesi sertleşti. "Üste çıkabilecek kadarda arsız." Üzerime doğru yürüdü. Sertçe yutkundum, ürperiyordum bu yaklaşımıyla. "Birini öldürebilecek kadarda katil." Hepsini bana karşı koz olarak kullanıyordu. Duvarla bütünleşen sırtım kaçacak yeri yok etti. Parmağını köprücük kemiğimin üzerine koyup, "Ama," dedi silikleşen sesle. "Bir sana bencil olmak, arsızlığımı yüzüme çarpıyor." Parmağını geri çekip elini yan tarafına düşürdü. Bu sefer üzerime gelmeyip geri döndüğünde, "Bana bencil olman beni iyi hissettirmiyor, aksine beni bu durumdan alaşağı ediyor," diyerek benimde ona karşı yenilmişliğim söz konusu olmadı bu sefer. O soğukluğunda beni ürpertiyor ben ise onun bu soğukluğuna ket vuruyordum.

Yaralı eline doladığı havluyu sıkıp, "Hiçbir şey seni o duruma sokmuyor, sen kendini değil beni alaşağı ediyorsun düşüncelerinle," dedi. Benden uzaklaştığında ben de odaya çıktım. Beni suçlu göremezdi. Bunları hak etmiyordum. Ne dersem hepsinde haklıydım. Üzerime ferace giyinip evden çıktığımda sabrımı sınayan korumalara, "Yeter artık!" diye bağırdım. Korumalardan birkaçı kenara çekildiğinde Betül geldi ama onu da görmek istemiyordum. Bu evden birkaç saatte olsa uzaklaşmak, yalnız kalmak istiyordum. Buna ihtiyacım vardı. Sadece yalnız kalmaya, düşünmeye, kafamı toparlamaya ihtiyacım vardı. Kaç aydır ya evde ya mahalledeydim. Bu beni gerçekten yoruyor, dibe çekiyordu.

Gücümün kalmadığı noktadayken Yiğit geldi. Onu görmek bu halimin en dibine soktu beni. Suçlayıcı ifadesi hiç kaybolmamıştı. Kaç gündür kendimi frenlemeye çalışıyordum fakat yine de ben suçlu oluyordum.

"Sakın," dedim eli havada kaldığında. "Buradan gideceğim ve sen bana engel olmayacaksın."

"Beni istemiyorsun madem, Betül'le Kerem senin ardında olacak."

"Ben mi anlatamıyorum Yiğit, istemiyorum. Artık beni bir alana hapsetmekten vazgeç." Yiğit sabır dilenir gibi mırıldanıp bileğimden tuttuğu gibi beni köşeye çekiştirdi. Korumalar çevremizden bir bir uzaklaşırken, "Asıl ben mi anlatamıyorum?" dedi. "Sana bu alanı sunan ben miyim Zeynep?" diyerek bağırdı. "Anla şunu artık, anla ki her yere yetişmekten vazgeçeyim."

"Uğraşma o zaman." Boynumdaki kolyeyi çıkarıp eline sıkıştırdım. Artık birilerinin garantisine sığınmak istemiyordum. Özellikle boynumdaki kefaret zaten beni ölüden farklı hissettirmiyordu. "Mesele bu, ama ben bu kolyenin bana sunduğu hayattan nefret ediyorum." Yiğit kolyeyi elime sıkıştırıp, "Bu senin elinde değil," diyerek kolyeyi takmamı istedi ama takmadım. Bana kolye değil zincir bağlamışlardı. Bundan sonra hür olmadığımı söylüyorlardı. "İstemiyorum ya, ben ne bu kolyeyi ne de beni kurtaracak garantiyi istemiyorum. Öleceksem ben ölürüm size ne!" Onu arkamda bırakıp eve geçtim. Buradan çıkışım yoktu, kendimi sıkıştırdığım bu dört duvar sunduğum o gülüşlere bir set çekiyordu. Kapıyı kilitleyip yatağa oturdum. "Allah'ım dayanma gücü ver," diyerek duadan başka yapabileceğim bir şeyimin olmadığını anladım. Akan gözyaşlarımın canımı yaktığı andaydım. Yiğit'e karşı tavrım belki fazlaydı ama ben bu olanlara dayanamıyordum artık.

Dua olmasaydı içimi kime dökerdim? Rabbim bana belki bir kapı açmıyordu ama daha güzel kapılar için bekletiyordu. Benim şer sandıklarım aslında imtihanımdı. Bu imtihanı hakkıyla verirsem o zaman hür olacaktım.

...

Her şey öyle bir hâ almıştı ki ben ne yapıyordum bilmiyordum. Evdeki varlığım, Yiğit'in yokluğu ile eşdeğerdi. Zamanın akışına kapılıp gidiyordum. İçimde dinmek bilmeyen fırtına, zaman zaman duruluyordu. Ona bakmak belki de bu durgunluğu sağlayandı. Hayır, ona karşı bu hislerim gerçek olamazdı. O benim için tamamen yabancıydı.

Başımı dizlerimin arasına gömdüm. En son yaptığımız kavgayı hatırlayınca içimde sönmek bilmeyen yangın biraz daha harlandı. Boğuluyordum. Bu evden, bu insanlardan uzak kalamadıkça yok oluyordum.

O an aklıma gelenle Ezgi'ye mesaj attım. O da çok geçmeden geldi. En azından onunla bu evden çıkabilirdik. Ezgi zaten dünden razıydı. İzni ben değil Ezgi almıştı. Yiğit'i nasıl ikna etti bilmiyordum ama çok da kolay olmamıştı. Şu an arkamızda bizi izleyen korumalar ile alışveriş merkezini turluyorduk.

"Şuraya girelim mi?" Söylenmem ile iki katlı olan mağazaya girdik. Her ne olursa olsun aklımdaki düşünceyi devreye sokacaktım. Ezgi elbiselere dalarken peşimizden giren korumaları görevliler içeriye sokmadı. Kapıda bizi bekliyorlardı.

"Şunları bir deneyeyim." Elinde birkaç kıyafet vardı. Zaman kazanmak için, "Şunları da denesene," dedim. Hoşuna gitmiş olacak ki kıyafetleri alıp kabine ilerledi. Zaman kaybetmedim. Mağazanın üst katına çıktım. Korumalar beni görmemişti. Telefonu ve kolyeyi evde bıraktığım içinde takip edilme endişem yoktu. Üst kattaki çıkıştan hızlıca çıktım. Şu an ne Ezgi'yi ne de korumaları düşünüyordum. İçeriye girmedikleri iyi olmuştu, bu sayede ben de kolayca çıkabilmiştim. Merdivenleri değil asansörü kullandım. Çok geçmeden de çıkışa ulaştım. Artık takip edilmek istemiyordum. Artık birilerinin peşimde olmasına katlanamıyordum. Diğer korumalar ön kapıyı tuttuğu için diğer çıkışı kullandım. Alışveriş merkezi hastaneye yakın olduğu için ilerideki dolmuşlar işime yarayacaktı. Hemen oraya ilerledim. Nereye gideceğime karar vermiştim. Dün gece Hatice'ye mesaj atmış, ona gideceğimi söylediğimde beni beklediğini söyledi.

Bir gece dinginlik istiyordum. Bir gece korumaların dışında bir gün geçirmek istiyordum. Boğuluyordum. O evde, o kalabalıkta kalmak beni yıpratıyordu. Sadece bir gece kalıp kafamı toparlamak istiyordum. Belki de, kim bilir daha birçok şeye karar verirdim. Mesela Samsun'dan çekip gitmeye... Yapamayacağımı, beni anında bulacağını biliyordum lakin biraz olsun farklı bir yer beni kendime getirecekti.

Adım atmam güçtü. Nefes almak boğulmakla eşdeğerdi. Sıkışan kalbim ritmini bir türlü yakalayamamıştı. İçimi tarifi imkânsız bir his kapladı. Kapıyı açan Hatice bile beni kendime getiremedi. Yaptığım delilikti ama ihtiyacım vardı.

"Kuzum, iyi misin?" Dolu gözlerle baktım Hatice'ye. Hızlıca girdim ve sarıldım. Hüngür hüngür ağladım. Neyin patlamasıydı bu bilmiyorum ama hıçkırıklarım hiç susmadı. Göğsüm delicesine inip kalkıyor ufacık acı dağ gibi büyüyordu.

"Tamam geçti, hadi gir içeriye." Geri çekildim. Islak olan yanağımı silerek içeriye girdim. Hatice endişeyle peşimden geldi. Kendimi sertçe koltuğa bıraktım. Ve yeniden hıçkırarak ağladım. Sanki ayların bir patlamasıydı bu. Kendime hâkim olamıyordum. Yüreğimdeki sızının ne olduğunu bir türlü bilemiyordum. Yüzümü ellerimin arasına aldım. İlk defa bu kadar ağladım.

"Beni korkutuyorsun Zeynep." Kendime gelmek için uğraştım. Islak gözlerimi sildim.

"H'hatice b'ben iyi değilim." Hıçkırıklarımın arasında zar zor konuştum. Beni kolları arasına alıp ağlamamın dinmesini bekledi. Toparlandım.

"Tamam iyiyim."

"Ne oldu peki, niye böylesin?"

"Ben, bilmiyorum." Derinleşti bakışlarım. Çatıldı kaşlarım. Hayır, olamazdı değil mi? Ne ara, ne zaman? Ben onu sevemezdim. Sevmemeliydim. Yutkundum. Sanki şu an her şeyi fark etmemi sağlamıştı.

"Zeynep, endişelendiriyorsun beni."

"Hatice, bu gece burada kalabilir miyim?"

"Tabii ki, sormana bile gerek yok." Dudaklarım minicikte olsa kıvrıldı. Sanırım bu gece aklım yerine gelecek, nefes alabilecektim.

"Hadi elini yüzünü yıka da yemek yiyelim." Dediğini yapıp banyoya geçtim. Akşam ezanını duyunca duruldum. Şu an olanları tahmin edebiliyordum. Yanımda ne telefonum ne kolyem olduğu için bulunma olasılığım azdı. Yine de ne yapar ne eder bulurdu o beni.

Öfkesinden deliye döndüğünü bilebiliyordum. Şu an Ezgi'ye ve korumalara kızacağı için üzgündüm. Benim yüzümden kimseye kızsın istemiyordum. Ama yapmalıydım. Şu birkaç saat bana nasıl iyi geleceğini bilse gelip kendisi bırakırdı beni. Lakin anlayışsızlığı beni o evden dışarıya adım attırmamaya yetiyordu.

Elimi yıkadım ve mutfağa geçtim. Hatice yaptığı salatayı masaya koyup karşıma oturdu. Masa güzel gözüküyordu ama hiç iştahım yoktu.

"Eee anlatacak mısın bana? Başına ne geldi, neden bu haldesin?" Artık birilerinden bir şey saklama gibi bir derdim yoktu. Bu yüzden içimi dökmek istedim, bu sayede biraz rahatlardım.

"Okulda gördüğün zamanı hatırlıyor musun?" Başını usulca salladı. Meraklı gözleri sabırsızca yüzümde dolanıyordu.

"Tek derdi bendim. Zorla evlendim. Beni kaçırdı. Ben onu suçlarken aslında olması gereken buymuş." Anlamadığını belirtircesine bakması ile devam ettim. Ben de konuyu yüzeysel bildiğimden çok derine inemiyordum.

"Babamla konuşmuş aslında ama babam kabul etmeyince apar topar evlendik." Geçmiş aklıma gelince gözlerim doluyordu. "Biliyor musun? Aslında böyle olması gerekiyormuş. Dedemle babası daha ben küçücükken benim üzerimde anlaşmışlar." Şaşırdı. Şaşırması normaldi. Gözümden tekrar bir yaş düştü. Masanın üzerinde duran elimi tuttu. Bana hak verir gibi gülümsedi.

"Şimdi ne olacak? Yani sen bu adama karşı şu an ne hissediyorsun?" Sanki başıma bir balyoz vurulmuştu. Şiddetli bir ağrı girdi. Düşünmekten heba ettiğim kendimi sağlığımla sınıyordum. Cevabını bilmediğim sorular istemiyordum. Yiğit'i hayatımda ise hiç istemiyordum.

"Bilmiyorum. Bir yanım çek git diyor, diğer yanım nasıl gideceksin dön hapishanene diyor." Bir şey demedi. Susarak bana nasıl bir iyilik yaptığını bilse konuşmazdı.

"Madem ona karşı bir şey hissetmiyorsun git. Gittiğinde mutlu olacaksan bir saniye bile durma Zeynep."

"Kolay değil ki? Birazdan kapımıza dayanırlar ya da en fazla yarın burada olurlar. Sadece nefes almak istedim. En azından bunu başardım."

"Tamam, düşünme artık. Hadi bir şeyler ye de bağışıklığın zayıflamasın." Dediğini yapıp yemeğimi yedim. O da daha fazla üzerime gelmedi. Sanırım benim bildiğim kadarını anlamıştı.

Mutfağı toparlamamız, çayı demleyip içeriye geçmemiz çok uzun sürmedi. Önce namazları kıldık akabinde çay içmek için salona geçtik. Havalar çok soğuk olduğu için balkon işinden son anda vazgeçtik.

Bu saate kadar ses yoktu. Şaşırıyordum bu duruma. Aslında şaşırmamam lazımdı, beni bulabileceği bir kanıt yoktu ortada. Yine de bu sessizlik beni korkutuyordu.

"Eğer bir gün onu seversen, ne olacak Zeynep?" Sessizliğin ortasına atılan sözler bir kış ayazı gibi bütün vücudumu kaskatı bıraktı. Onu seversem... Sevdiysem... Hangisi gerçekti? Biraz önce kendime kabullendiremediğim gerçekler yüzsüzce gelip yüreğimin tam ortasına arsızca oturdu. "Zeynep bence ihtimallere kalmamış gibi..."

"İhtimaller kalmadı, çünkü ihtimallik değil. Sevmek en son isteyeceğim bir durum bile değil."

"Ama..."

"Evet bunca zamandır yaptığı ile etkilenmemek elde değil ama sevgi bambaşka Hatice. Onunla olmayacağı gerçeği gibi..." Başını sakince salladı. Bense bu saçma düşünceden vazgeçtim.

Hatice kafamız dağılsın diye komedi filmi açsa da ne kafam dağılıyordu ne de filme odaklanıyordum. İzliyordum ama hiçbir şey anlamıyordum.

"Eğer ayıp olmazsa yatabilir miyim Hatice?"

"Ne ayıbı olacak Zeynep. Hatta yatta kafan dağılsın biraz." Dediğini yaptım. Bana ayırdığı odaya geçtim. Karanlık odayı aydınlatmadan direkt yatağa oturdum. Hareketlerim uyuşuk, ruhum sinikti. Uzandım. Ne uyuyabiliyor ne de kalkıp dolanabiliyordum. Hissizdim. Sadece bakıştım tavanla. Ettiğim dualar fısıltıyla beraber ruhuma iyi geliyordu. Zikir çekmeye başladım en sonunda. Allah'a yöneldim. Ona yönelen zayi olmazdı. Zayide olmamıştım. Adını andığım rabbim bana bir inşirah ferahlığı vermişti bile.

Kapandı gözlerim. İlk defa içimdeki o huzuru hissettim. Allah'ın bana sunduğu bu huzur dudaklarımın arasındaki o fısıltıyla gelmişti. Ve ben, Allah'a olan umudumu hiç kaybetmedim.

Sabah kahvaltısını erkenden yapmıştık. Hatice'de ben de uyuyamamıştık. Birazdan çıkıp gidecektim. Lakin hâlâ kararsızdım. Çekip gitmek mi yoksa o eve dönmek mi karar veremiyordum. Hatice kalmamı istese de yapamazdım. Onunda başını ağrıtmak istemiyordum. Vedalaştım. O bana bu günde çok güzel bir dost olmuştu. Minnetle sarıldım.

"Eğer bir yere gitmek istersen bu ev senin de."

"Her şey için teşekkür ederim." Birbirimizden ayrıldık. En azından biraz olsun kafamı toparlamıştım. Kapıyı açtığım an beklemediğim kişi tam dibimde duruyordu. O an büyük bir panik oturdu üzerime. Kaçmak istedim ama ayaklarıma itaat eden bu savunmasızlıkla kıpırdayamadım bile.

Öfke doluydu. Bakışlarındaki o öfke birazdan ikimizi de yakacak gibiydi.

"Arabaya geç." Sakin kalmak istiyordu ama öfkesini buradan hissediyordum. Sorun çıkarmayacaktım bu sefer. Hiç takatim yoktu karşı koymaya. Hatice'ye veda ettim ve merdivenlerden yavaşça indim. Peşimden geliyordu. Bu sessizlik ne kadar sürecekti bilmiyordum.

Dışarıdaki korumalara baktım. Sanki bir şeyler içime dokunmuştu. Usulca bindim arabaya. Yorgundum. Köşeye pustum. Yiğit ise öfkesini belli etmedi ama arabasını delicesine sürmeye başladı. Bu hız biraz sonra olacakların ön gösterisiydi.

"Gidecek miydin?" Sesi bambaşka boyuttaydı. Hızını biraz daha arttırdı. Korkmaya başladım. "Gidecek miydin diye sordum sana?" Bağırdı. O an irkildim.

"Bilmiyorum." Sinirle güldü. Bilmiyordum, kaçıyordum her şeyden. Benim gideceğimi düşünüyordu, yine o güne geri döneceğimizi ve tekrar aynı şeyi yaşayacağımızı düşünüyordu.

"Bu kadar mı kurtulmak istiyorsun benden?" Sesindeki öfke dinmemişti. Konuşamadım, "Senden kurtulmak istiyorum," diyemedim. Sanki kalbimdekiler dudaklarıma kilit vurmuştu. Yavaşça döndüm yüzüne. Çatık kaşları yine aynıydı. Bana bakmıyordu, bakarsa öfkesinin dineceğini biliyordu.

Eve gelişimiz kapıyı açışı ve kolumdan tutup çekiştirilmem saniyeler sürdü. Direnmedim. Bize bakan ev ahalisine dönüp bakmadım.

Odadaydık artık. Karşımdaki adamın nasıl canavara dönüştüğünü bir kez daha gördüm.

"Hadi bekliyorum. Ne yapacaksın, kapatacak mısın yine beni odaya?" Üzerime geldi. Gözlerindeki koyuluk gazabının her bir zerresini bana göstermişti.

"Dün gelecektim. Ama inan bana öfkem dinmedi."

"Senin hiç öfken dinmedi ki?" Soludu. Odada volta atarken bir yandan kendini sakinleştirmeye çalışıyor gibiydi.

"Ne yapmaya çalışıyorsun Zeynep, ne? Amacın ne?" Gelip iki kolumdan sert olmayacak bir şekilde tuttu. "Bu laf dinlememe neye mal olacak bilmiyor musun? Nereye kaçabilecektin ki? Hadi kaçtın diyelim, gerçeklerden de mi kaçacaksın?" Gerçeklerin bu kadar can yakıcı olması her şeyi yok ediyordu. Ben artık bununla tehdit edilmek istemiyordum.

"Dün hiç kimseye görünmeden gitmen beni değil seni zora sokuyor." Hızla göğsünden ittim. Bu kadar öfke yeterdi.

"Bir gece, tam bir gece senden uzak olmak istedim. O bir gece her şeyden uzak olmak istedim anlıyor musun?" Bu sefer ben bağırdım. "Ben suçluymuşum gibi üzerime gelme. Sebep o kadar ortada ki, ben ne yapsam sen sınırları zorluyorsun." Konuşmadı. Kapıyı çarpıp gitti. Durmadım, köşedeki komodinin üzerinde duran papatya dolu vazoyu kapıya fırlattım. Vazo bin bir parçaya bölündü. Tıpkı benim hayatım gibi.

...

Evdeki derin sessizlik o günden bu yana daha fazlaydı. Ezgi'yi o günden sonra görmemiştim. Onu zora soktuğumu biliyordum ama bu bana suçluluk yüklemedi. Yaptığımın bedeli değildi bu. O geceye ihtiyacım vardı çünkü.

Yiğit'le yemekler dışında hiç karşı karşıya gelmemiştik. Yemeğini yiyor, çalışma odasına çekiliyordu. Gece odaya gelmiyor, artık papatya bırakmıyordu.

Yine yemekleri yedikten sonra o odasına çekilmiş ben ise kitap okumak için bahçeye geçmiştim. Ama önce kendime kahve yapmak istedim. Geri mutfağa döndüm. Yiğit su içiyordu. Beni görünce şişeyi dolaba geri koyup görmezlikten gelerek mutfaktan çıktı. Ben de kahveyi yapıp geri bahçeye döndüm. Bu tavırları canımı sıkıyordu. Ben suçluymuşum gibi davranıyordu. Lakin kendimden ödün vermeyecektim.

İki gün böyle geçmiş evdeki sessizlik dipsiz bir karanlığa dönmüştü. Ne Yiğit ne de ben hiç konuşmamıştık. İkimizde inat ediyorduk. Kim kazanacak, kim kaybedecek bilmeden süregelen bir durum vardı.

Halime ablayı izleyip durdum. Elimi çenemin altına koyup öylece yaptığı işe odaklandım. Aslında odaklandığım yaptığı hareketlerdi ama düşüncelerim çok başkaydı. Benim aklımdakiler düşüncelerimi hep dibe çekiyordu. Halime abla Hasan abinin çağırması ile bahçeye çıktı. Geri döndüğünde, "Zeynep, benim acil işim çıktı canım, yemeklere bakar mısın?" deyince sessizce başımı sallayıp oturduğum yerden kalktım. Çorba yapılmıştı, yanına doğranacak ürünleri pişirmesi kalmıştı. Yarım kalmış soğanları doğrayıp tavaya koydum. Uzun zamandır yemek yapmamıştım. Şimdi uğraştığım iş beni biraz olsun rahatlatıyordu. Elimdeki tahta spatulanın alınması ile bir an irkildim. Sessizliğini bozmaya karar vermişti anlaşılan.

"Belli ki acımasız olan bir tek ben değilmişim." Soğana bakarak konuştuğunda neyi kastettiğini anladım.

"O acımasızlığın diğer yönü," dedim patatesleri doğramaya başlayarak. Yiğit soğanları karıştırmaya devam ediyordu. Şirketten yeni gelmiş olmalıydı. Sadece gömlek ve pantolon vardı üzerinde. Gömleğinin kollarını katlamıştı. Gergin kasları ile gömleği üzerine tam oturtmuştu.

Kavrulan soğana salçayı ilave edip biraz daha kavurduktan sonra pişen et ve patatesleri ilave edip kavrulmaya bıraktım. Yiğit elindeki tahta spatulayı bırakıp bana döndü. Tavadakini kavurmamdan ötürü birbirimize oldukça yakındık. Tavanın kapağını kapattım.

Bana yaklaştığını fark ediyordum ama onu görmezden geliyordum. Belki de buna mecburdum.

Yiğit başımdaki örtüyü daha fark edemeden çıkardığında önce tedirginlikle kenara çekildim ama buna izin vermeyip, "Azıcık seveyim saçlarını," dedi. "Sadece kokun ilişsin burnuma, o bile yeter." Sesi küçük bir çocuk gibiydi. Daha dün beni suçlayan adam şimdi hiçbir şey olmamış gibi davranıyordu. Lakin bunun sebebi bendim, çünkü ben de onu görmezden gelmiştim. Ama yenilen oydu. Bileğimi tutup kendine çekti. Saç tokamı saçlarımın arasından çekip saçlarımın dağılmasını sağlarken ona bu kadar yakın olmam beni oldukça geriyordu ama ona da engel olamıyordum. Sanırım Ezgi'nin de dediği gibi ben Yiğit'e tutuluyordum. Perçemimi kulağımın arkasına sıkıştırdıktan sonra burnunu saçlarıma gömdü.

"Ne oldu da geçti kızgınlığın?"

"Kızgındım geçti. Uzatmanın gereği yok." Boğuk bir sesle konuştu. Ben de ona kızgındım ama elimde olmayan durumlardan ötürü ondan kaçamıyordum. Bir yandan saçlarımla oynayıp, "Sence de beni çileden çıkartmıyor musun?" dedi onu mağlup eden benmişim gibi. Geri çekilecektim ama o, "Güzelliğini kastettim," dedi. Sanırım laf değiştirme değildi bu. Hakikatleri konuşuyordu. Yüzünü saçlarıma iyice iliştirirken nefesini boğazımda hissediyor, bu da nabzımın yerinden fırlayacakmış gibi atmasına neden oluyordu. Ben böyle hissetmemiştim daha önce. İlk hissedişim Yiğit'e aitti.

"Abartıyorsun." Sesim bir kedininkinden farksızdı. Şu an titrememem gerekiyordu. Hatta Yiğit'i itmem gerekiyordu.

"Abartıyorsam haklıyımdır." Kaşlarım aralandı. Yüzünde alaycı bir ifade yoktu. Saçlarımı arkaya itti. "Bu yüzden seni kalbimin kilitli odasına saklamak istiyorum," diyerek parmağı ile dudağımın kenarını sevdi. Ona bu kadar kolay yenilmem beni ona karşı güçsüz hissettiriyordu. Gülümsedi, gazap kokan lacivertleri yumuşayıp gülüşünde kayboldu. Ona dokunmaktan korkuyordum. Ona yaklaşmaktan ona gülümsemekten korkuyordum. Neyi onunla tartacağımı bile bilmiyorum. Belki de onu sevmekten korkuyordum.

"Yiğit," dedim sesimdeki anlamsız çekingenlik ile.

"Efendim mavi," dedi güzel bakışlarını bana bahşederek. Bakışlarımı etrafta gezindirdim. Bana böyle bakarken diyeceklerimi unutuyordum çünkü. İşaret parmağını yanağıma koyup bakışlarımı ona çevirdi. Ondan uzaklaşarak, "Yapma lütfen," dedim kaçar adım geri giderek. "Bana pişman olacağım bir güven verme." Gülüşü hiç silinmezken, "Gülme şöyle," dedim. Kaşlarımı çattığımda gülüşü kahkahaya dönüştü. Omzuna vurup, "Keser misin!" dedim. Ben ciddiydim ve beni hiç ciddiye almıyordu. Bir gülse ben ciddiyetimi kaybederdim zaten. Öyle de yapıyordu şu an. Yüzündeki o ifade benim ona çekildiğim yerdi. İnci gibi dişleri belli olana kadar gülüyor, gözleri gülmesinden ötürü kısılıyordu.

Burnuma gelen koku ile, "Ya," diyerek tavanın altını kapatıp ağzını açtım. Yaptığım bütün yemek ziyan olmuştu bile. "Sen benimle uğraşmasaydın yanmayacaktı." Yiğit tavaya bakıp, "Yazık olmuş," dedi alay ederek. Şu an hiç iyi hissetmedim. Dudağımı büzüp, "Aç kaldık," dedim. Fazlasıyla acıkmıştım çünkü. Yiğit bu halimden oldukça zevk alıyordu. Ona konu olmakta üstüme yoktu.

"Elinden zehir olsa yerim be mavi," deyip tavadaki yemekten sağlam kalmışlara bakıyordu. "Sanırım, zehir tabiri şu an için geçerli," deyince koluna çimdik atıp, "Yemezsen zorla tıkarım ağzına ama," dedim. İyice moralim bozuldu bu duruma. Kaşıkla baktı ama sağlam kalan bir tane lokma kalmamıştı içinde. "Lafın gelişine söylenen sözden mükellef değilim," deyip kaçar adım tezgâhtan uzaklaştı. Arkasından söylendim. Masada duran sürahiden su içip geri yanıma döndü. Dolaptan birkaç malzeme çıkarıp yanıma geldi.

"Yemek yoksa çaresi zor değil." Önündeki domatesleri ince ince doğradı.

"Menemen mi?" diye sordum tezgâha yaslanarak.

"Ona menemen demen büyük hata."

"Göreceğiz." Büyük ustalıkla menemeni yapmaya başladı. Eline yakışıyordu yemek yapmak.

"Soğanlı mı soğansız mı?"

"Soğansız." Beni tasdik edip ardından, "Kabuksuz," dedi. Onayladım. Sanırım damak zevkimiz benziyordu. Daha sonra özenle doğradığı malzemelere baktım ama en çok onu izledim. Uzun uzun onu izlediğimi fark etmişti bile. "Bazen sadece benim gibi hissettiğini düşünüyorum." Soğanları tavaya koyarken bana döndü. "Hatta daha fazlası," diye devam etti. Kaşlarımı araladım. Şu an rahattı, biraz da benim bu rahatlığımdan ötürü cesaretle konuştu.

"Sen çok biliyorsun." Söylendim. İnat ettiğimi ikimizde gayet iyi biliyorduk. İstemem yan cebime koy der gibiydim şu anda. Bana hoşuna gider gibi bakması bile kendimi ne kadar rezil ettiğimi gösteriyordu. Kavrulan biberlere domatesleri ekleyip bir süre bekletti. O ara bana dönüp, "Biliyorum çünkü görüyorum," dedi. Elindeki tahta spatulayı bana doğrulttu. Göz kırpıp tekrar işine döndü. Ona hiçbir sözüm yetmiyordu. Zaten inkâr etmek istemiyor gibi bir halim vardı. Ben de köşede duran maydanozları ufak ufak doğradım. Sanırım ilk defa düzgün konuşuyorduk onunla. Ben bu durumdan hoşnut gibi duruyordum, zaten Yiğit'i anlatmaya gerek yoktu. Saat 18:00 olmuştu. Menemeni yapmış masaya kurulmuştuk. Menemenin kokusu beni ye diye çağırıyordu resmen. Sepete dilimlediğim ekmeklerden birini alarak tavaya bandırıp ağzıma aldım. Yememle beraber lezzeti beni mest etti. Zaten sevdiğim bir yemekti ama Yiğit'in tarifiyle daha lezzetli olmuştu. Kapanan gözlerimi açtığımda Yiğit'in beni izlediğini gördüm. Çiğnediğim lokmamı zorda olsa yuttuğumda, "Beğendin sanırım," dedi.

"Haklıymışsın, buna menemen demem hata." O da ekmekten bir parça alıp yedi. Bu sefer ben ona uzun uzun baktım. Minik bir tebessüm oluştuğunda yüzümde bana bakmasıyla hızla toparlandım. Yemeye devam ederek bir müddet sessizliğe büründük. Kendimi tuhaf hissediyordum. Belki de artık her şeyi kendi düzeyine bırakmıştım.

Menemeni bitirip geri yaslandım. Oldukça fazla yediğimi varsayarsak şimdiden karnımın şişliğinin acısını çekiyordum.

"Ellerine sağlık." Yiğit'te benim gibi geriye yaslanıp, "Afiyet olsun," dedi. Beraber masayı toparladıktan sonra, "Çay içelim mi?" diye aniden sorması yönlendiğim merdivenlerden ona bakmamı sağladı. Umutla bakıyordu. Kabul etmemi istemesi kadar umutluydu. "Eğer seversen filmde izleriz." Bir müddet ona bakıp, "İçelim," dedim hafif tebessümle. Gözleri parladı. Isıtıcıya su koyup televizyondan film ayarladı. Öylece hareketlerini izliyordum. Isınan suyla çayı demledim ben de. Demlenen çayı bardaklara boşaltıp salona geçtim. Kendimi normal bir zamanda hissetmem uzun zaman sonra ilk defa huzurlu hissettirdi. Bir yandan anlam veremediğim heyecan vardı, kalbimin atışı farklıydı. Yiğit bardağını alarak tepsiyi ortamızdan kaldırdı. Yanına koyduğum tatlıyı sehpaya koydu. Bana yaklaştığında filme odaklanamamıştım bile. Onunda benden aşağı kalır yanı yoktu.

Film aksiyon ve bilim kurgu olmasından ötürü distopikti. Konusu ilginçti. Mad Max'in eskiden yaşadıkları hayatta kalmak için en iyi yolun yalnız kalmak olduğuna inandırmıştır. Yine de kendisini Furiosa adlı liderinin peşinde çöldeki savaş ortamından sürekli kaçarak hayatta kalmaya çalışan bir grup insanın arasında bulur. Grup, yaşadıkları ortamı acımasızca yöneten Joe'dan kaçmaktadır. Tom Hardy oynuyordu filmde, bu yüzden izlenilesi bir filmken filme biraz daha odaklandım.

Önce koluma dokunan el, sonra bedenimle birleşen beden nefes alış verişimi zorladı. Başımı hafifçe çevirdiğimde Yiğit'le göz göze geldim. Sanırım filme iyi odaklanmıştım ki yanımdaki varlığını tamamen unutmuştum.

"Filmden çok beni izliyor gibisin." Hiç inkâr etmeden, "Sen varken, filme adapte olmam imkânsız," dedi. Duyduklarım kulağıma kadar kızarmama neden oldu. Ne kadar filme odaklanmaya çalışsam da bakışlarının altında çok da faydalı olmuyordu. Bana böyle baksın istemiyordum. Hatta yakınımda durması bile fazlasıyla tedirgin ediyordu beni. Hızlıca toparlanıp boş bardakları alarak ayaklandım ama arkamdan sırıtıyordu. Bardakları makineye koyup odaya çıkmak için merdivenlere yöneldim. Yiğit ortalıkta yoktu, televizyonda kapalıydı. Ne ara gitmişti ki? Odaya çıkarak kılmadığım yatsı namazını eda ettim. Bu gecenin sakinliği beni korkutuyordu. Yiğit normalde evde durmazdı, bu akşamı benim yanımda geçirmesi şaşırtıcı olsa da bu durumdan hoşnuttum. Oysa onu görmek istemiyor olmalıydım. Şu an için bu olasılığı kabul edemezdim. Belki etkileniyordum fakat daha fazla ona yakınlık kuramazdım. Yakın olursam ona, bu ileri raddeye gidebilirdi. Ben bu hayatta kendimi sürükleyeceğim yere katık olursam sakındığım her ne varsa benden uzak olmazdı. Bu yüzden fazlası asla hayatıma girmeyecekti. Kendime verdiğim sözü unutamazdım. Hayatıma onu alırsam hep acı çekecektik. Zamanı geldiğinde ise bu evden de onun hayatından da çıkıp gidecektim. Gerçek buydu ve ben bu gerçeği bir kere daha aklıma yazdım. 

Continue Reading

You'll Also Like

3.5M 200K 36
Kız kardeşinin hatası yüzüden ceza alan ve ailesinden veto yiyen Rojbin, parasız pulsuz bilmediği bir şehre sürgün edilir. Tabi bu sürgüne ek deli do...
1.3M 89.1K 57
En yakın arkadaşının evlilik arifesinde tanıştığı James'e aşık olan Selen, hissettiği yoğun duygulara rağmen genç adamın beraber yaşama teklifine çok...
Unutursun By eniiiM

Teen Fiction

371K 24.7K 54
"Allah der ki, kimi benden çok seversen onu senden alırım. Ve ekler, onsuz yaşayamam deme, seni onsuz da yaşatırım. Ve mevsim geçer gölge veren ağaç...
8.1K 343 20
-Nasıl bir şarkı yazardın bana? -Mm... Bilmem. Ama ben sana şarkı yazsam adı 'sonsuz' olurdu. -Lafımı geri alıyorum Serhat Bey, siz odun da değilsini...