YOSMA

By siyahbirkiz

249K 9.4K 1K

Her şey beyazın masumluğuna aldanmakla başladı. Uyuşturucu kliniğinde uyuşturucu kullanmayan bir adamın ne i... More

Bölüm 1
Bölüm 2
Bölüm 3
Bölüm 4
Bölüm 5
Bölüm 6
Bölüm 8
Bölüm 9
Bölüm 10
Bölüm 11
Bölüm 12
Bölüm 13
Bölüm 14
Bölüm 15 - 1. KISIM
Bölüm 15 - 2. KISIM
DUYURU
Bölüm 16
Uyarı!
Bölüm 17
Ahsen'in günlüğünden.
Bölüm 18
Bölüm 19
Bölüm 20
Bölüm 21
Bölüm 22
Bölüm 23
Bölüm 24
Bölüm 25
Bölüm 26
Bölüm 27 - 1. KISIM
Bölüm 27 - 2. Kısım
Bölüm 28
Bölüm 29
Bölüm 30
Bölüm 31
Bölüm 32
Bölüm 33
Bölüm 34
Bölüm 35
Bölüm 36
Bölüm 37
Bölüm 38
Bölüm 39
Konumuz: karakterler
Yazar'dan
Bölüm 40
Bölüm 41
Yosma'nın birinci yılı!
Bölüm 42 - Final
Tam yıllar olmuşken
8. YIL

Bölüm 7

6.7K 255 4
By siyahbirkiz

Buğra ile banyoda ne kadar oturduk bilmiyordum. Hareketleri aklımdan çıkmıyordu. Garip davranıyordu. Kafam Buğra'yla o kadar doluydu ki karşımda oturan oda arkadaşım Buse'yle ne konuştuğumuza odaklanamıyordum.

Kardeşi ölmüştü. Bu ölüm, Buğra'ya gerçek acının tadına baktırmıştı. Yanımda sergilediği davranışlarla şoka uğramıştım ama beni terslememesi mükemmel bir şeydi! Yani bununla yetinebilirdim. Ama onun beni terslememesini neden umursuyordum? Bu soru içimde suçluluk duygusu uyandırdı.

''Beni dinlemiyorsun sanırım,'' dedi Buse ben tırnaklarımı hunharca yerken. ''Bir derdin yoktur, umarım.''

Dalgın bakışlarımı ona çevirdim. ''Hayır, sen anlat ben dinliyorum.''

''Melisa senin sinsi olduğunu düşünüyor,'' dedi ''İnsanlara karşı çok önyargılıdır, haberin olsun.''

''Melisa ile daha tanışmadım bile,'' dedim gergin bir şekilde. Hangi ara sinsi olduğum fikri olduğuna kapılmıştı? Bir cümle bile geçmemişti aramızda. Tek yaptığı şey bana delici bir şekilde bakmak. Pardon, bir de Buğra'yla pis işini yaparken beni fark etmek.

Evde henüz muhabbetim olmayan ama tanıştığım erkeklerden biri görüş açıma girdi. İsmi Efe'ydi, sanırım. Adının Efe olduğunu sandığım adam bize doğru yürümeye başladı. Yanımıza geldiğinde bana kısa bir bakış atarak Buse'ye döndü.

''Hadi,'' dedi aceleci bir tavırla. ''Terapist seni bekliyor.''

''Sıra bana hangi ara geldi?'' dedi şaşkın bir şekilde. ''Tamam gidiyorum.''

Buse hızla bana döndü. ''Akşam görüşürüz.''

Efe -sanırım Efe- ince bedenini bana çevirdi.

''Senin ilk günündü sanırım.'' Dedi yanıma otururken.

İfadesiz gözlerimi ona çevirdim. ''Evet.''

Anladım der gibi kafasını salladı. ''Nasıl gidiyor?'' dedi gözlerini hafifçe kısarak. ''Yani şu, bağımlılık durumları.''

''Fena değil, ilk günlere oranla,'' dedim konuya ilgili görünmeye çalışarak. İlk günlere oranla gerçekten iyiydim. Ben çok uzun süre kullanmış bir bağımlı değildim. Belki de o yüzden krizlerim çabuk azalmıştı.

''Mutfakta kriz geçirdiğin gün,'' Yüzümü süzdü. ''Çok endişelenmiştim senin için.''

''Neden?''

''Buraya geldiğim ilk gün ben de büyük bir kriz geçirmiştim. O günü hatırlıyorum da,'' Yüzünden acı çeker gibi bir ifade geçti. ''Berbat hissetmiştim.''

Mutfakta geçirdiğim krizi anımsadım. Beni film izler gibi izlemişlerdi.

''Beni film izler gibi izlemiştiniz,'' dedim yalan gülümsememle.

Gözlerime sanki bir çocuğa bakıyormuş gibi baktı. ''Ve sen bu duruma alındın,'' dedi alayla. ''Yapabileceğimiz bir şey yoktu kızım. Nefsine yenilip başladıysan o zehre, cezasını çekmen gerekiyordu ve senin ki beklediğimden kısa sürdü.''

Cezasını çekmiş miydim bilmiyordum çünkü hayatımın her bölümünde ya zihinsel ya da fiziksel acı çekiyordum.

''Herkes ilk geldiğinde o şekilde acı çekti mi?''

''Herkes değil,'' Oda da bizden başka kimse yoktu. Gözleriyle odayı taradı. ''Geneli diyelim. Buğra'yla tanışmışsındır. Sadece o hiç acı çekmedi. Yani ilk geldiğinde de bize görünmezmişiz gibi davranıyordu, hala öyle davranıyor.''

Buğra hakkında az da olsa bilgi sahibi olan biri tam karşımda benimle konuşuyordu. Ona, Buğra'yı sorup bir şeyler öğrenebilirdim. Buğra hakkında bilgi sahibi olmak istiyordum. En azından neden böyle garip biri olduğunu öğrenmek istiyordum.

''Buğra'yla hiç konuştun mu?'' Cevabını veremeden İmge içeri girdi. Efe, gözlerini kısa bir an İmge'ye çevirip sonra yeniden bana döndü, tekrar ona baktığımda yüzünde çarpık bir gülümseme oluştu.

''Sonra devam edebiliriz,'' dedi kinayeli bir şekilde. Kafasını İmge'ye çevirip kısa bir selam verdi, daha sonra ayağa kalkıp odanın çıkışına yöneldi. Bir süre sonra gözden kayboldu.

İmge, bir süre kapıya bakıp, daha sonra bakışlarını bana çevirdi.

''Arkadaş edinmişiz,'' dedi Efe'yle benden bahsediyordu. ''Güzel bir başlangıç.''

''Öyle,'' kaçamak bir cevap verdim. ''Biraz sohbet ettik.''

''Ne sohbeti?'' diye sordu İmge. Ona açıklama yapmamam gerektiğini biliyordum. Bana karışmazdı ve ona kızgındım. Buğra konusunda. O yüzden cevap vermek yerine sessiz kalmayı tercih ettim.

Sessizlik güzeldi fakat rahatsız edici bir hal almaya başlamıştı. Yaklaşık beş dakikadır ne İmge'den ne de benden bir ses çıkıyordu. Odada duyulan tek ses mutfaktan gelen çatal kaşık sesiydi. Bakışlarımı ellerimden kaldırarak İmge'ye çevirdim.

''Ben odama gitsem iyi olur.''

''Tamam.'' Dedi İmge ifadesiz bir şekilde.

Cevap vermeden ayağa kalktım ve kapıya doğru yürümeye başladım. Çıkışa geldiğim sırada arkamdan İmge'nin sesi geldi.

''Buğra göründüğü gibi biri değil.''

Duyduğum ses karşısında yürümeyi kestim fakat arkamı da dönmemiştim. Vereceğim cevap belliydi.

Duruşumu değiştirmeden, ''Göründüğü gibi biri olmaması, ölmüş birini kullanmasından iyidir.'' Dedim ve hızlı bir şekilde odama çıktım.

Tanrım, ikisi de birbirini kötülerken gerçek olayları kimden ya da neyden öğrenecektim? Yatağımda oturarak bunu öğrenemezdim. Evdekilere de henüz soramazdım. Samimiyetimiz tam olarak yoktu. Ama Efe'ye sorabilirdim. Ya da Buse'ye. Buse odaya gelince ilk işim ondan laf almak olacaktı. Pencereye doğru yürümeye başladım. Perdeyi çektim ve görüş alanıma karlar girdi. Tanrım kar yağmıştı. Kar, en sevdiğim havaydı. Küçükken kışları evde yalnız kalınca pencereye koşar, karı seyrederdim. Kar, bana her zaman huzur verirdi. Küçük kafamın içinden, evde yaşadığım sorunlar kısada olsa uzaklaşırdı. Küçükken hep, 'Büyüdüğüm zaman çocuklarımı hiç üzmeyeceğim. Kocamı da asla aldatmayacağım. Karşıma ne zorluk çıkarsa çıksın, o benim beyaz atlı prensim ve çocuklarım ilk aşkımdan olmalı. Eğer bu dediklerime büyüdüğümde uymazsam, dilim tutulsun.' Derdim. Bir çocuğun saf ve temiz düşünceleri, beyaz atlı prensi, şimdi ki düşüncelerime ne kadar uzaktı oysa ki. Hayat düşünceleri kirletiyor. Büyüdükçe zihnimizin içi pis düşüncelerden geçilmiyor. İlk öpücüğümü de hep farklı bir şekilde hayal etmiştim. Ama hayal ettiğimin tam tersi bir şekilde, kafam yerinde değilken Alp ile gerçekleşmişti. Alp ile neredeyse daha ileri gideceğimiz zamanlarda olmuştu. Tanrı'ya gitmediğimiz için şükrediyordum. İlk öpücüğümde hissettiğim şeyler yoktu. Zaten uçuyorken, Alp'e, cinsel anlamda bir şey hissetmem imkansızdı. Ona bir kere, merak ettiğim için, 'Kafamız yerindeyken öpüşmek istiyorum' demiştim. Bana sadece ne fark eder bakışlarını sunmuştu. Tam bir pislikti. İlişkimiz boyunca en az beş kere ayrılıp, barışmıştık. Sadece ona karaktersiz diyemem, bende onu beni aldatırken, bir erkekle beni aldatırken, yakaladığım halde sonradan mal alacak param olmadığı için barışmıştım. Uyuşturucu satın almak için yapılan şeyler beni ilk başlarda dehşete düşürüyordu. Kardeşini satanlar, evindeki eşyaları satanlar, kendini satanlar...

Ben şanslı taraftandım. Ya da daha yeni bağımlı olduğum için iş, o zamana gelmeden kurtulmuştum. Yani umarım kurtuluyorumdur.

Alp, gay değildi. Mal almak için para karşılığında yaptığını söylemişti bana. Benden anlamıştım. Zaten bu durumu sadece kullanan anlardı. Dışarıdan bakan biri etiketi yapıştırırdı, 'fahişe, orospu.' Ama mal alınmadığı zaman bağımlı birinin çektiği acıları kimse bilmiyordu. Normal hayata devam etmek için nasıl yemek yeniyorsa, uyunuyorsa, uyuşturucu bir bağımlı için öyleydi. Bir bağımlı, uyuşturucusunu temin etmeden normal hayata devam edemezdi.

Burada işim bittiği zaman yapacağım ilk şey, maddeyi aldığım yerleri ihbar etmek olacak.

Çünkü, bu bir döngü. Kullanan çoğu kişi, para kazanmak için satıcı oluyordu. Satılan yerler, okul çevreleri -ilkokul dahil- sokak araları, otobüs durakları gibi bir çok yer. Ve satan şahıs, parasını almak için on iki yaşındaki çocuğa bile satardı. Yanımda gerçekleşmişti böyle bir olay.

Sisli bir akşamdı. Bir yandan üşüyen ellerimi montumun cebine sokarak ısıtmaya çalışıyor, diğer yandan Alp'i bekliyordum. On dakika sonra Alp görüş açıma girdi. Yüzü bembeyazdı. Gözaltları her zaman ki rengindeydi. Saçlarına bakmadan, daha doğrusu görünüşüne hiç bakmadan evden çıktığı aşikardı. Yanıma geldiğinde çok terlediğini fark ettim. Sanırım henüz tozu bulamamıştı. Lanet olsun, çok acı çekiyordu.

''İyi misin?'' diye sorarken ağzımdan çıkan sıcak hava soğuk hava ile karşılaşıp buhar oluşturmuştu.

Gözlerimin içine bayılacakmış gibi bakıyordu. Kaşlarını çattı. Kafasını hayır anlamında salladı.

Ona doğru uzanarak koluna girdim.

''Mal var yanımda ama kullanamıyorum. Behzat abi ağzıma sıçar. Sıkı sıkı tembihledi, 'mal sahibine gidecek sonra sana vereceğim ama kullanırsan işler değişir' diye. Gazi Ortaokuluna gidip orda siyah montlu birine satacakmışım,'' dedi kesik kesik neredeyse duyulamayacak kadar kısık çıkan sesiyle. ''Sorun şu ki, çok hastayım*, delirmek üzereyim.''

Verecek cevap bulamadım ve sessiz kalmayı tercih ettim. On beş dakika sonra Gazi Ortaokulundaydık. Siyah montlu biri okulun önünde bekliyordu. Taktığı şapkadan dolayı yüzü görünmüyordu. Bizi görünce kim olduğumuzu anladı ve bize doğru yaklaşmaya başladı. Yüzünü görünce dehşete kapıldım. Bu henüz çocuktu. En fazla on dört yaşındaydı, böyle bir şeyi kullanarak hayatını siliyordu. Oyun oynaması gereken yaşta böyle bir pisliğe bulaşması içimi üzüntüyle kapladı.

''Bu herhalde. Bu kaç yaşında lan? Başımız belaya girmesin?'' diye sordu şaşkınlık içinde İmge.

Şaşkınlıktan dilim tutulmuştu.

Küçücük bir çocuğa yanımda mal satılmasına ses çıkaramamıştım. Çünkü bu böyleydi. Satarsan, kullanırsın. Yoksa acıya mahkumsun.

Ben lanet olası bir günahkarım. O çocuğun mal almasına engel olamadığım için ömür boyunca bunun günahı ile yaşayacağım.

Kar taneleri gökyüzünden usulca akıp giderken ellerimi buhar olmuş cama dayadım. Kafamdan birçok düşünce geçerken, değerli bir adamın, çok güzel bir cümlesi aklıma süzüldü.

"Kar taneleri ne güzel anlatıyor. Birbirine zarar vermeden de yol almanın mümkün olduğunu."

Mevlana'nın sözleri beni her zaman mest etmişti. Çünkü sadece yaşadığı döneme değil, geçmişe, geleceğe ve bugüne hitap edebilecek cümleleri vardı.

Aralıksız yağan karı ardında bırakıp, omuzunun üstünde karları biriktirerek ilerleyen bir adam dikkatimi çekti. Ellerini cebine sokmuştu. Kahverengi kabanı dizlerinin altına kadar geliyordu. Omuzlarını sıkan bir kabandı, yani kaban göründüğünden daha eskiydi. Atkısını, kabanının içine koyarak, soğuk havanın içine girmesine engel oluyordu. Orta yaşlı adam, çöp kutusunun yanında durdu. Kabanının cebinden telefonunu çıkardı, birkaç saniye telefonla bir şeyler yaptı. Telefonu sol eliyle kullandığı dikkatimi çekmişti. Yani adam solaktı. Birkaç saniye ekranda belirli işlemler sürdürüp, telefonu kulağına götürdü. Konuşurken sürekli kafa sallıyordu ve sağ elini konuştuğu kişi sanki karşısındaymış gibi hareket ettiriyordu. Konuşurken, ellerini ve kollarını kullanan insanlardan hoşlanmazdım ama bu adam bir şekilde doğal görünüyordu. Telefon konuşması bitince telefonu, çıkardığı cebe soktu. Bata çıka gittiği yöne doğru ilerlemesine devam etti. İnsanları incelemeyi her zaman sevmiştim. Nasıl hayatlar yaşadığını, nasıl bir insan olduğunu, dertlerini, sıkıntılarını bilmeden yaşamlarına kısa süreli göz misafiri oluyordum. Yakındaysam, biraz da kulak misafiri. Hayatım boyunca hep, yaşadığım evin sıkıntılarına odaklanmamak için bir şeylerle meşgul olmam gerekiyordu. Derslerime yönelmiştim, çalışıyordum. Dışarı her zaman çıkmazdım ama sokaklarda nereye gideceğimi karar vermeden yürümeyi seviyordum. Kış mevsimi yaşadığım evde çok zor geçiyordu. Evi geçindirmek için çalışan yalnızca annemdi ve yakıtı karşılamak, kirayı, faturaları, yiyecek masraflarını derken imkansız bir hal alıyordu. Mavi bir örgü battaniyem vardı. Üşümemek için onu örter, kendimi güvende hissederdim. Kendimi hiç, bir yere ait hissetmemiştim ama battaniyemin altına girdiğim zaman koşulsuz, nedensiz saf sevgi ile doluyordum. O battaniye, hala benimleydi. Muhtemelen şuan yatağımın içinde duruyordu. Kızlarla yaşadığım o ev, tamamen piyango gibi bir anda karşıma çıkmıştı. Üniversite'nin ilk yılında yurtta kalmıştım fakat atılınca eve çıkmak mecburiydi. Ben temiz bir insan değildim. Masum biri mi? Hiç değildim. Bana masum demek, komiklik olurdu. Kızlar görünüşüme aldanarak benimle evlerini paylaşmışlardı. Ben, ilk yıl eve sadece alkol ve sigara getiriyordum, sorun yapmıyorlardı. -hatta Esra ile sarhoş bile oluyordum- Eroin ile tanıştığımda, ilk günler sorun yaşamıyordum. Fakat, artık 'onsuz yaşayamaz' kıvama geldiğimde, Esra bir şeyler anlamaya başlamıştı. Zaten o anlamaya başladıktan kısa süre sonra kendimi burada buldum. Kızlar nerede olduğumu bilmiyordu. Merak ettiklerini sanmıyordum çünkü daha öncede eve birkaç gün gitmediğim oluyordu. Bu, biraz uzun olacak ve eşyalarımı kapıya atmamalarını umuyorum. En azından Esra, atmak istemez elbette ama diğer kızlar için aynı şeyi söyleyemeyeceğim. Diğer insanlar gibi, normal olarak, beni sevmiyorlardı. Beni kim severdi ki? Ne yaptığını bilmeyen, muhtemelen psikolojik bir sorunu olan, eroin bağımlısı bir kız.

Buse, istediğim zaman onun kıyafetlerinden giyebileceğimi söylemişti. Üstümü değiştirmek iyi gelebilirdi. Dolaba doğru ilerleyip, kapılarını açtım. İçinde güzel ve pahalı birçok giysi vardı. Ve renkliydiler. Benim gibi siyah birinde, renkli emanet dururdu. Rahat kıyafetler tercih ederek, bir kot ve bir tişört seçtim. Üzerimdeki artık forma edasında olan kıyafetleri çıkarıp yeni ve temiz giysileri üzerime geçirdim. Zayıf, uzun ama şekilli bir fiziğim vardı. Zayıf olmayı, fakir olmaya borçluydum. Bunun için teşekkür edilmezdi, öyle değil mi?

Kafamı yere doğru eğdim, saçlarıma hacim kazandırmak için ellerimle kabartmaya çalıştım. Daha sonra bu çabanın gereksiz olduğuna karar vererek dağınık bir ev topuzunda karar kıldım.

Bir süre ne yapacağımı bilmeyerek öylece dikildim, daha sonra yaptığım şeyin saçmalığı dikkatimi çekti ve kitaplığa gidip bir roman aldım. Kitaplıkta çok kaliteli yazarların kitapları olmasına şükrederek, yorganımı kaldırdım ve altına girdim. Yastığımı elimle kabartarak sırtıma koydum ve kendimi, kitabın huzur verici dünyası ile baş başa bıraktım.

Küçüklükten kalma bir alışkanlıktı bu, kitap okurken saatlerin, dakikaların farkına varamazdım. Kitap, benim için bir görünmezlik peleriniydi. Gerçek dünyadan kamufle olmak için giyerdim o pelerini. Öyle günler gelirdi ki, hiç çıkmak istemezdim pelerinimden. Sayfalara dokunmak, elimle o kapağı hissetmek... Kelimelere dökebilmek zor, özellikle benim gibi bir iki cümle dışında konuşmuyorsanız.

Saate baktığımda üç saattir kitap okuduğumu fark ettim. Kitapta kaldığım yeri işaretlemeyi unutmayıp, kollarımı gererek kaslarımı gevşettim ve yorganı üzerimden ittim. Dağılan yatağımı toplamayı düşündüm fakat üşenerek büyük adımlarla odadan çıktım. Koridor sessizdi, sadece benim adımlarım duyuluyordu. Merdivenleri sakin sakin inerek mutfağa doğru yöneldim. Çift kanatlı buzdolabını açarak içinden portakal suyu aldım. Vitamin almam gerekiyordu. Bağımlılık olayları hazır iyi gidiyorken bu işin peşini bırakamazdım. Elimdeki doğal meyve suyunu tezgahın üzerine koydum ve neyin nerde olduğunu bilmediğim mutfak dolaplarında bardak aramaya koyuldum. Dolaplar yüksek yapılmıştı ve kısa biri olmadığım halde, parmak uçlarıma yükselmek zorunda kalıyordum. Buzdolabının hemen yanındaki dolabı açtım fakat kahvaltılık gevreklerle karşılaştım. Hemen yanındaki dolabı açtığımda parlak, küre şeklinde bir nesne ile karşılaştım. Ne olduğunu bilmediğim için büyük bir merakla nesneyi evirip çevirmeye başladım. Nesneyi ışığa doğru tutup içine bakmaya çalıştığım sırada belimde bir el hissettim ve panikle yerimden sıçradım ve küreyi yere düşürdüm. O garip nesne, artık binlerce parçaya ayrılmıştı. Belime dokunan kişinin kim olduğuna bakmak için arkamı döndüğümde, küstahça sırıtan, Buğra'yla karşılaştım. Yüzündeki alay sinir bozucuydu. Dişlerini mükemmel bir matematikle dizilmişti adeta. Bu kadar güzel olması da sinir bozucuydu.

''Dalgınsın,'' derken hala sırıtıyordu. Üzerinde bir deri ceket vardı ve saçları nemliydi. Dışarıdan geldiği aşikardı. Elini cebine soktu bir çakmak ve sigara çıkardı. Ağır hareketlerle sigarasını yaktı ve bir duman içine çekti. Ben hala yaptığı şeyi idrak edemezken önümden çekildi ve tezgaha doğru yaslandı.

''Çok sessiz geldin ve yaptığına bak,'' dedim yerdeki cam kırıklarını göstererek.

''Yaptığın şeylere bu kadar fazla odaklanmazsan, çevrendekileri fark edersin,'' dedi kaşlarını çatarak. ''Fazla dikkatlisin, Ahsen.''

Adımı ilk kez mi söylüyordu?

Dudaklarımı büzdüm, yerdeki camları toplamam gerekiyordu. ''Şimdi bunlarla uğraşmak zorundayım,'' diye homurdandım. ''Ve bana yardım etmeyeceğinin de farkındayım.''

Henüz sonuna gelmediği halde sigarasını uzun parmaklarıyla söndürdü. Gece kadar romantik ve gün ışığı kadar sevilesi bir görüntüydü.

Ona daha dikkatli bakınca gözaltlarının hafifçe morardığını fark ettim.

''Birileri beni tanımaya başlamış?'' diye sordu yarım ağız gülerek.

Gülüşüne sadece gözlerimi devirerek karşılık verdim.

Bir çöp poşeti bulmak üzere yine dolapları karıştırmaya başladım. Neyse ki kısa süren bir çabanın sonunda, masanın karşısında duran, kiler tarzı yerden bir tane buldum. Yerdeki camları toplamak üzere eğildim, henüz bir tane attığım sırada, kafamı kaldırıp, beni gözünü kırpmadan izleyen Buğra'yla karşılaştım.

''Bana dik dik bakmayı keser misin?'' diye sordum aksi bir şekilde.

Omuz silkti. ''Hayır,'' dedi tek kaşını kaldırarak.

'Hayır' derken bile sesini etkileyici kullanmayı başarabiliyordu. Adam, ayaklı cazibeydi.

Ona aldırmamaya çalışarak yerdeki camları toplamaya devam ettim. İşim bittiğinde, hala beni izleyen Buğra'ya aldırmayarak, poşeti çöpe attım.

Yarım kalan işimi halletmek için Buğra'nın yanında duran portakal suyuna doğru ilerledim. Yanında durduğum sırada misk ile sigara kokusu karışık burnuma doldu.

Dağınık nemli saçları, sanki ruhunun bir parçasıymış gibi duran deri ceketi, gözlerindeki şeytanımsı parlaklık, şekilli burnu, yeni çıkan sakalları ve Tanrı'nın yaratırken çok vakit harcadığına yemin edebileceğim dudakları...

Onun her uzvu yaratılırken çok düşünülüp, kusursuz dokunuşlarla süslendiği çok belliydi.

Portakal suyunu aldım ve hala bardak bulamadığımı anımsadım. Buğra'ya sorabilirdim fakat her an beni şaşırttığı gibi sadece bir bardak sorduğumda da beni dehşete düşürmesi olasıydı. O seçeneği eledim ve başka seçeneğim olmadığını fark ettim. Bende kendime yeni bir seçenek üreterek portakal suyunu başıma diktim.

İki büyük yudum aldım ve ağzımı elimin tersi ile sildim.

Buğra, bana şaşırmış ama eğlenen bir ifade ile bakıyordu.

Dudağının bir kenarı kıvrıldı. ''Bunu tek yapanın ben olmadığıma sevindim.''

Bana, az önce onun içtiği portakal suyunu kafama diktiğimi ima ediyordu. Portakal suyu açılmıştı ve karşımdaki adam şaka yapacak biri değildi.

Yüzümü ekşiterek, ''Hey!'' diye ufak bir çığlık attım.

Buğra'nın gülümsemesi genişledi ve bana doğru iki adım attı. Elimdeki meyve suyunu alarak kafasına dikti. Bitirdiğinden emin olduğunda, elinin tersi ile ağzını sildi. Gözleri koyulaşmıştı ve muziplik yerini şeytanımsı ifadeye devretmişti.

Yaptığı hareket, beni farklı ama anlamını bilmediğim bir şekilde etkilemişti. Sanki, benim içtiğim şeyden içmesi hoşuma gitmişti. Bu düşünceye iki sağlam tokat attım ve zihnimin en kuytu köşesine attım.

Bir yarım nefes kadar kısa süre içinde bakışları değişti ve sanki olduğu yeri bilmiyormuşcasına etrafına bakmaya başladı, daha sonra kaşlarını çatarak benden uzaklaştı ve kafasını sallayarak mutfaktan çıktı.

Ben arkasından kalakalmıştım. Az önce karşımda iki farklı adam vardı. Dengesiz dedim içimden. Daha fazla mutfakta durmayarak, ışığı kapattım ve odama çıktım. Odaya girdiğimde hala az önceki olay aklımdaydı. Benimle bir problemi mi vardı, yoksa davranışları normal miydi, bilmiyordum. Buğra'yı kafamdan çıkartmaya çalışarak, uyumaya karar verdim. Üstümdekileri değiştirdim ve yorganın altına girdim. Gözlerimi kapattım ve uyumayı bekledim. Saatler geçmişti belki, bilmiyordum. Ama Buse, odaya girdiğinde hala uyumamıştım. Buse'nin nefesinin düzene girdiğini ve derin bir uykuya daldığını anladığım sırada, gözlerim yavaşça kapandı. Kendimi uykunun güvenli kollarına teslim ederken, aklımda hala Buğra ve davranışları vardı.

Continue Reading

You'll Also Like

19.9K 1.5K 37
05** ***: Nasıl bu kadar etkilenebildim senden? 05** ***: Kimseye şans vermeyen senden... 05** ***: Şansı da geçtim; sınıfta oturduğun yer kızların a...
18.2K 1.4K 10
Kalbimi bazen o kadar hızlı attırıyordu ki buna sebep olduğu için ona sinirleniyordum. Geleceğimden endişeleniyor kalp krizi geçireceğim sanıyordum. ...
514K 28.8K 37
Güneş yükseldi. Küçük şehrin ışıkları söndü. Şarap bitti. Son sigarasından son bir nefes doldurdu ciğerlerini. Ayağa kalktı sanki hiç içmemiş gibi...
4M 34.6K 10
Aşk,uçurtmalara benzer paşam... Sen ne kadar seversen sev,ne kadar özgür bırakırsan bırak o kendi karar vermeli ne kadar yükseleceğine... Çocukluğumu...