sen kendi ellerinden tut, kendine benim için bir gül ver.

14.8K 2.3K 1K
                                    

seviyo musunuz ya bu fici

taehyung'un kucağıma fırlattığı anahtar avcumun içerisindeydi. öyle sıkı tutuyordum ki işlenmiş metal parçasını, dalgalı kısımları avuç içlerime saplanıyordu. eklemlerim, fazla kasılmaktan ağrıyordu ve soğuktan buz kaplayan kemiklerim dokunsanız un ufak olurdu. gece yarısını geçirene değin basket sahasında oturdum öylece. düşünmemek için düşündüm, yine işin içinden çıkamadım ve geceye varılmasıyla katlarcasına düşen derece yüzünden titremeye başladım. annem iki kere aradı, açmadım. meşgule atmak yahut cevaplamak suretiyle dahi ellerimi ceketimin cebinden çıkarmaya cesaret edemedim. soğuğun elimin üzerini kesip geçtiğini tenimin her yanında hissediyordum ve tam da bu havada sokağa atılan evcil dostlarla da sıkı sıkıya empati yapabildim.

basket sahasında çok duramadım, etrafı açık bir alandı ve rüzgarı kesecek herhangi bir cisim yoktu. bu beni zorlardı. jimin'e gidemezdim. babası, bizimkilere orada olduğumu söylerdi ve babam tonla söylenirdi bana. diyeceği lafı da çok iyi biliyordum. sokak diye tutturup arkadaşıma sığındığım için güzelce fırça yiyecektim. benim varolan gururum dahasını kaldırmazdı. birbirine çarpan dişlerimle zeminde doğruldum, gideceğim yeri bilmiyordum. bir apartmanın giriş katına sığınırım gibi geliyordu. yerden destek alarak kalkarken avcumdaki anahtar tenime batarak bana kendini hatırlattı. bir an için bunun bir işaret olduğu gibi tuhaf inançlara kapıldım. akan burnumu çektim ve ellerimi yeniden cebime koydum. anahtarı asla bırakmıyordum, tutunacak tek parçam oydu. yüreğime garip bir sıcağın sızmasına neden oluyordu sanki.

bu yüzden adımlarımı sokağın sonundaki eve, taehyung'un kilidini açmama kendince müsaade ettiği garaja doğru yöneltirken ikinci kere düşünmek için kendimi zorlamadım. aklımda çok daha başka şeyler vardı. şimdiye dek asla kimselere belli etmemek üzere yetiştiğimden içime saklı kırgınlıklarım zeytinyağı gibi yüzeyde beliriyordu. kafam da istemsizce onlara kayıyordu, aklımda boktan binlerce anı kaynayan su üzerindeki baloncuklar gibi fokurduyordu.

ufak adımlar atarak kısa sürede garaja ulaştım. pek enerjik hissettiğim söylenemezdi bu yüzden burnumu çektim ve bayık gözlerle taehyung ile ailesinin yaşadığı evin birkaç metre uzağında kalan garajı izledim. çok uzun sürmedi bu tavrım. çekingen hissediyordum. pek fazla içine kaçan biri değildim, aksine saldırgan sayılacak cinsten hiddetliydim lâkin şu an bulunduğum durum pek fenaydı. eğer garaja girersem, taehyung'un annesine karşı duyduğum mahcubiyetten ötürü kendimi boğazlamaya falan kalkışacağımı düşünüyordum. başkalarının söz söylemeyi hak iddia ettiği bedenler üzerinde ben kendimi suçlu görerek yüzümü buruşturma ihtiyacı hissettim. ne fenaydı.

perdeler örtülüydü, zaten ışıkları da sönüktü. beni bir deli başım bir de tepemdeki sokak lambası aydınlatıyordu. beni görmezler diye düşünüyordum. bundan cesaretlenmişim gibisine ileriye doğru adım attım. babam evden sabah sekiz gibi çıkardı genellikle. beş saat kadar burada uyuklasam, kimse varlığımı dahi bilmeden evimin yolunu tutsam diye düşünüyor ve bunu gerçekleştireceğime dair kendimi telkin ediyordum. elimdeki ufak anahtarla garajın kırık beyaz rengi küçük kapısını araladım ve bedenimi usulca içeri soktum.

başta ısınamadım ama dışarıdan bir nebze daha ılık ve en azından dört duvarı olan bir alandaydım artık. kenardaki ufak ipi çekerek odayı aydınlatma görevini üstelenen tek, büyük ampülü yaktım. etrafta sarı renkli ışık huzmeleri patladı. çok aydınlatmaya yetmiyordu içeriyi, yalnızca gözümün önünü ve belirli yakın çevreyi seçebiliyordum fakat az biraz gördüklerimle taehyung'un odasından çok burada takıldığını anlayabilmiş sayılırdım.

sürekli üzerine giydiği kazağı, garajın köşesindeki üçlü koltuğun tepesinden sarkıyordu bir kere. koltuğun karşısında eski model bir televizyon, kenarda bir radyo, dvdler ve oyun kasetleri düzensizce yerleştirilmişti. garajın öteki tarafında kalam raflarda yıllanmayı bekleyen şarap şişeleri, alet çantası gibi birçok şey bulunuyordu. dağınıktı lâkin dışarıdan içeriye ses geçirmiyordu. kafa dinlemek için gayet mantıklı bir alan gibi gözüküyordu.

litost. ✔Where stories live. Discover now