gönlüm hep seni arıyor, neredesin sen?

14.1K 2.2K 1K
                                    

of önceki bölüm yorumlarınız ve fic hakkındaki düşünceleriniz beni çook mutlu etti.. özlemişiz cidden😔
diğer ficlerime nazaran burada az kişiyiz ama cidden burayı sevdiğinizi hissediyorum.. ÇOK TEŞEKKÜR EDERİM💞🍀

"topu bile doğru düzgün sektiremiyor, ne demeye her seferinde maça alıyoruz şunu." dongwo konuştu. kibirli bakışlarıyla sanki nba oyuncusuymuş gibi eleştirdiği çocuktan farkı yoktu aslında. tek artısı daha uzun boylu olmasıydı yalnızca. aslında bu önemli bir özellik olabilirdi fakat biz kolasına falan iddialaşıyorduk. çok yersizdi lafları. kalın kafalı insanlardan nefret ediyordum içten içe.

elimi kafama atarak nemli saçlarımı sakince karıştırdım ve dişlerimle eziyet ettiğim mentollü sakızı bir tur daha çiğnedim. öğle vakti çocuklarla buluşup maç yapmakta karar kıldığımızdan beri çiğniyordum bu sakızı. şu an akşam üzeriydi. çenem ağrıyordu. garip bir ruhsuzdum son günlerde. belirli zaman dilimleri dışında keyfim yerindeydi de üstelik. kendimi yalnız bırakmıyordum. jimin üniversitede olmadığı sürelerde peşinde geziyordum. eve gitmemek için yapabileceğim her ne varsa bunu değerlendiriyordum anlayacağınız. artık sık sık dükkana gidip çalışıyordum da. bu zamanları da özenle seçiyor, babamla karşılaşmamak için çırpınıyordum. bugün sabahtan öğlene dek de çalıştım mesela. hatta kasadan bir miktar para aşırmam gerekti zira epeydir babamla yüz yüze gelmediğimizden ne harçlığımı ne de çalışmamın karşılığını alabiliyordum.

taehyung ile penceresinin önünde yaptığımız konuşmanın üzerinden üç gün geçti. bu üç gün içerisinde defalarca karşılaştık zira aynı mahallede yaşıyorduk, aramızda tek sokak vardı ve takıldığımız yerler neredeyse aynıydı. birkaç kere göz göze gelmemizin ve taehyung'un bunları salisesinde sonlandırması dışında etkileşimimiz olmadı. sahiden de beni dinlediğini, fikrime saygı duyduğunu ve artık sikine bile takmadığı diğer mahalleliler gibi olduğumu açıkça belli etti. buna sevinmem gerekiyordu. sanırım öyle de oldu. bilmiyordum. bulunduğum ortamdan kendimi soyutlayarak kısa süreliğine bunları düşündüm.

hemen yanımda bağdaş kurup oturan sıska, mavi saçlı çocuğun konuşmak adına dudaklarını aralamasıyla irkildim. dalgınlık problemi yaşayan tüm insanların olayı da bu olmalıydı. refleksleri sürekli aktif olmak durumunda kalıyordu işte. ''aslında basket atan kişinin hep kendin olmasını istediğin için kaybettiğimizi düşünüyorum, dongwo.'' cümle gayet iddialı dursa da minho'nun sesi epey cılız çıktı. kaşlarım bununla birlikte havalandı. ortama olan ilgimi geri kazanarak oturuşumu dikleştirdim. göz ucuyla dongwo'nun ifadesini kontrol ettim. ne zaman bir araya gelsek bu çocuğa zorbalık ediyordu hıyar, cevap vermesine şaşırmıştı belli ki. eh, onun da bir sabrı ve gururu vardı sonuçta. nereye kadar aşağılanmaya sessiz kalabilirdi ki?

''ne diyorsun oğlum sen?'' dongwo, kaşlarını kaldırıp minho'nun suratına doğru eğildi ve dişlerinin arasından tısladı. hepimizce bilinen, kendisinin de bildiğimizin farkında olduğu bu gerçeğin dile getirilmesinden hoşlanmamış gibi duruyordu. gözleri irileşmiş, maçın sonunda yarım saat kadar önce gelmemizden kaynaklı nemli saçları alnına yapışmıştı. hararetli nefes alışverişiyle burun delikleri büyüyor, küçülüyordu. çatık kaşları ve bu maymunsu ifadesiyle minho'yu korkutacağını düşünüyordu muhtemelen. belki haklıydı da zira minho tırsak çocuğun tekiydi. öylesine söylemiyordum bunu, essahlı biçimde ödlek biriydi hem de. bu yüzden dongwo'ya cevap vermesine şaşırıverdim başta.  ''ne diye maç kaybettireceğim bize? bir iki basketin lafını yapacak değilim.''

minho, gözlerini kaçırdı ve oturduğu yerde hafifçe küçüldü. ''a-ama yaptın.'' diye mırıldandı. ''bana oynayamadığımı söylüyorsun ama çoğu zaman beni engelleyen sensin. bana top atmadan oynayamadığımı nereden bilebilirsin ki? tüm basketleri atmak için potaya koşuyorsun. yanılıyor muyum?'' medenice bir tavır sergileyerek kendini tane tane anlatıyordu lakin dongwo, iblisin oğlu, şeytana pabuçları üçer beşer giydirirdi. cümlesinin sonunda daire şeklinde yere serilmiş olan bizlere baktı destek istercesine. tepkisizce bekledim. boncuk boncuk gözleri sırayla hepimizin üzerinde gezindi. ortamda bulunan on kişiden de ses çıkmadığında dudaklarını birbirine bastırıp iç çekmekle yetindi. dongwo, yüzünde pis bir sırıtışla daireyi işaret etti ve ''gördün mü?'' diye sordu. eh, bu ekipten bir şey çıkmayacağını anlayan minho usulca kafasını salladı ve susmayı tercih etti. ancak dongwo'nun bu pişkin tavırları beni epey kıllandırdı. içimde kocaman bir öfke hissettim. yutkundum.

litost. ✔Tempat cerita menjadi hidup. Temukan sekarang