bilmem şu feleğin bende nesi var.

15.4K 2.5K 1.2K
                                    

BU FICI OYLAMADAN VE YORUM YAPMADAN OKUMANIZ ÜZÜYO

''bak bak, piç işte. ben sana soruyor muyum burnun neden yamuk diye?'' gözlerimi kısıp tehditkar olduğunu sandığım bir ifade ile epey de karizmatik falan olduğumu düşünerek gökyüzüne yandan bakışlar atıyordum bu cümleyi kurarken. ha, muhatabım yukarıdaki değildi. en azından sıra henüz onda ve arap saçına döndürdüğü kaderimin kırmızı ipi falan değildi. sahi ya, benim yumağımla gökyüzünde gününü gün ederken kedilerini falan oynatıyor olmalıydı. yine de yaratıcıya sonra isyan edecektim. şimdiki konu başlığım epey beşeriydi ve beni fokur fokur kaynatıyor, filmlerde yüzyıllarca tenha bir yerde saklanıp esas kişiye kin ve nefret büyüten ve bir anda ortaya çıkıp izleyicinin kalbini ağzına getiren o kötü karakter gibi hissettiriyordu. 

''bir de tutmuş yakamdan zırvalıyor puşt! üçün beşin hesabını yapıyor, karış deyip duruyor. ölçü birimleriyle bozmuş kafayı, fransız iti işte ne yaparsın.'' kıymetli kıçım basket sahasının gri zeminine yerleşmişken sırtımı da sahayı çevreleyen tellere verdim, birbirine bağlanmış telde sırtımın şeklinde göçük oluşmasını sağladım bir de. öne doğru dümdüz uzattığım bacaklarımı sağa sola sallıyordum üstelik. bu hareketimle ayakkabımın uçları birbirine çarpıyor ve sonra uzaklaşıyordu. ''eski kafalı dedi bana!'' diye mırıldandım ve kafamı hemen yanımda bağdaş kurarak oturan jimin'e çevirdim. bacaklarının arasına yerleştirdiği bira şişesinin üzerine eğilmiş, tek gözünü kapatıp diğerini şişenin ucuna yaklaştırarak içini görmeye falan çalışıyordu herhalde. aptaldı o da epey. kafasından zoru vardı, yemin ederim ki.

''dinlemiyor musun beni, ulan?'' diye sordum. sesim gerçekten dertli dertli çıktı. açıkçası şu an bunu da kendime sorun edinebilecek durumdaydım. ama o imayı kasıtlı yapmadım. jimin, kıstığı gözünü açmadan kafasını şişeden kaldırdı ve tek gözündeki boş bakışla suratıma baktı. minik, adeta yüzünde kaybolan burnu kızarmıştı ve saçları falan uçuşmuştu. tutamlardan birçoğu elektriklenerek havada kalmıştı ve hemen tepemizdeki sokak lambası sayesinde de diken diken gözüküyordu. gülmekle yüzümü buruşturmak arasında gidip geldim. sonra beni dinlemediği aklıma geldi. çatıldı kaşlarım. bari jimin bana adilik etmesindi?

jimin'in anlamsız bakışı birkaç saniye daha sürdü. sonrasında koca dudaklarını araladı ve ''ne anlatıyorsun sen ya?'' diye yöneltti sorusunu. koca kafa. saçlarını yolmak istedim. üzgündüm ben işte, söylenir miydi bu? ''diyorum ki,'' dedim. sakindi yüz hatlarım. böyle şeyleri iyi saklıyordum. benim için de hayret vericiydi fakat biliyordum da; vücudumuzun dörtte üçü suysa benimkilerin hepsi kaynama derecesini geçmiş fokurduyordu. saatler önce taehyung'un bana yaptığı gibi arkadaşımın üzerine doğru eğildim. belimi hafifçe kırmak zorunda kaldım. içerken ağzını bulamadığından ıslanmış tişörtünün yakasını avuçlarımın içerisine toplayarak kavradım. jimin, kapalı olan tek gözünü ağır ağır açtı ve ne yaptığımı anlamaya çalışır gibi bir suratıma, bir ellerime baktı.

''böyle tuttu beni, taehyung itinden bahsediyorum, çekti ağzının içerisine. bir de diyor ki bizim hukukumuz bu.'' taehyung'un bana yaptığı gibi jimin'i yüzüme yanaştırmaktansa olduğu yerde sarsmayı tercih ettim. ''ne anlar haktan hukuktan.'' jimin, bulunduğumuz durum -en yakın arkadaşımın yakasına yapışıp dert yakınmam yani- normalmiş gibi alt dudağını sarkıttı. düşünür gibi bir ifade takındı. sonra omuz silkti usulca. ''ne bileyim.'' dedi sonra. ''fransız ihtilali falan?'' diye devam etti. ciddi ciddi sorgularcasına sordu bunu. soru işaretini sesli sohbetimizde görür oldum. yüzümü buruşturdum ve jimin'i geriye doğru hafifçe iterek yakalarını bıraktım. yeniden eski pozisyonuma döndüm ve ellerimi siyah kotuma sildim. bunu neden yaptığımı bilmiyordum. muhtemelen jimin'in kirli tişörtü yüzündendi.

litost. ✔Kde žijí příběhy. Začni objevovat