3. Bölüm

309 21 18
                                    

Junbi'ye girer girmez içeridekilere başımla selam verip her zamanki yerime oturdum. Junmyeon ve ekibi henüz gelmemişti.

"Bay Byun, bir isteğiniz var mı?"

"Viski."

"Hemen geliyor efendim." çalışan uzaklaşırken masaya konulan meyvelerin arasından çileği alıp ısırdım. Yavaşça çiğnerken aşina olduğum mekanı incelemeye karar verdim.

Mekâna siyah, kırmızı ve altın sarısı hakimdi. Siyah boyalı kolonların boşluklarını süsleyen altın sarısı boyaya vuran ışık rengi daha da güzelleştiriyordu. Etrafında oturduğumuz yuvarlak masa mekânın ortasında konumlanmış, siyah ve bordo renklerin yer aldığı mermer desenliydi. Etrafına konulan dokuz sandalye ise kadife kumaşlı bordo renkliydi. Sandalyenin eklemlerini yine altın sarısı renkler süslüyordu.

Mekânın bir kısmını uzun, siyah beyaz desenli bir bar tezgâhı ve çeşitli alkollü, alkolsüz içeceklerin, kadehlerin bulunduğu asimetrik bir raf oluşturuyordu. Tezgâhın biraz solunda sizi sadece içeceklerin bulunduğu alana götürecek olan sırf camdan yapılmış merdivenler bulunuyordu. Mekânın kuytu bir kısmında ise bugüne kadar neden bulunduğunu hâlâ daha anlamlandıramadığım, iki basamaktan oluşan merdiveni tırmandığınızda oturabileceğiniz, eklemleri yine altın sarısı olan kadife siyah bir koltuk ve tavandan koltuğa uzanan kırmızı güller bulunuyordu.

İkinci çileğimi aldığım sırada önüme bırakılan viski için teşekkür mahiyetinde başımı salladım. Bu sırada Kim Junmyeon'un biricik üvey kardeşi Oh Sehun ve kuzeni Kim Minseok mekâna girmişti. Viski kadehimi kaldırıp başımla selam verirken ikisi de başıyla selam verip oturmuşlardı. Sehun yanıma otururken "Bugün içmeye erken başlamışsın." demeyi es geçmemişti.

"Ortam gerileceği için rahatlamak adına önden bir başlangıç yapayım dedim." diye mırıldandım içeceğimden bir yudum alırken.

"Bari bugün yapmayın." Sehun bıkkın bir tonda söylenirken omzumu silkmiştim. "Edilen lafları yiyip susacak halim yok." Sehun ise cevabım karşısında sabır dilenir gibi tavana bakıp derin bir nefes alışverişi gerçekleştirdi.

Park Chanyeol sarsak adımlarıyla mekânın başında görünürken gözlerimi devirip elimde yarısı kalmış çileği ağzıma attım ve sinirle çiğnemeye başladım. Ortamda bulunması bile yeterince sinir bozucu bir şeydi.

"Selam." kalın ses tonu huzurlu sessizliği anında huzursuzlaştırırken ben hariç gelen herkes "Selam." diye karşılık vermişti. Hoş onun da selam verirken bana vermek istemediğine adımın Baekhyun olduğu kadar emindim.

Masaya yeniden sessizliğin hâkim olduğu sırada Kim Junmyeon mekâna adımını attı ve oturuşunu -bozuk bile olmasa- düzelten herkese "Merhaba." diyerek her zamanki yerine oturdu.

Ben çoktan içeceğimi aldığım için benim dışımdaki herkese içecek ikramı yapılırken Junmyeon önündeki dosyaya bakıyordu. Önüne konan beyaz şaraptan küçük bir yudum alıp boğazını temizledi ve çalışanlarından birine işaret verdi. Verdiği işaretin hemen ardından büyük bir ekran tavandan karşımıza indi. Ekranı arazi fotoğrafı kaplarken Junmyeon konuşmaya başlamıştı.

"Chen Feiyu. Çinli genç bir iş adamı. Görmüş olduğunuz araziye bir otel inşa etmek istiyor. Tabii ki bu otel Şangay'a yakışır derecede lüks ve gösterişli olacak. Bunun için de işinin ehli mimarlara yani bize başvurdu. Bu projede Çin temsilcimiz olarak Bay Zhang bize yardımcı olacak. Sizden isteğim, bütçenizi ve çizimlerinizi ayarlayıp iki ay içinde sunmanız. İtirazı olan var mı?" birkaç saniye süren sessizliğin ardından "Pekâlâ." dedi ve konuşmasına son verdi.

"Bütçe sınırımız ne kadar?"

"Henüz belirtilen bir miktar yok. Gelecek haftaya kadar ayarlanacağını düşünüyorum."

DRAGON'S TEETHWhere stories live. Discover now