KÖRDÜĞÜM ♥ 18

Start from the beginning
                                    

"Gerçekten özür dilerim. Ben... Biz... Sadece şaka yapmak istemiştik. Böyle olacağını-"

Dudakları kelimeleri oluştururken ağzından çıkan her hece kulaklarımdan içeri ağır bir suçluluk duygusu ve yoğun bir hafıza akınıyla giriyordu. Fındığa alerjisi olduğunu ben söylemiştim. Fındık Faresi lakabını başka türlü nasıl açıklayacaktım ki? Böyle bir oyun yapacaklarını düşünememek benim suçumdu. Hatta o kızları, Masal'ın çekip gitmesi için yanımda taşımak ve masada bırakmakta benim suçumdu.

Allah kahretsin! Ufaklığın bu halde olmasının en büyük suçlusu bendim!

Deniz'in tutmaya çalıştığı Bahar, "Ne şakasından bahsediyorsun sen?!" diyerek kıza doğru saldırdı. Onlar kendi aralarında tartışırken bakışlarımı gittikçe daha da solan ufaklığa çevirdim. Nabzını hissedemiyordum. Nefes alıp almadığını anlayamıyordum. Şu anda yaşıyor muydu ondan bile emin değildim. "Böyle olmaz!" diyerek tekrar yeğeninin yanına çömelen Lavin "Hastaneye götürmezsek ölecek," dedi. Son kelime zihnimde yankılanırken hali hazırda yüreğime saplanmış olan pişmanlığa eklenen birçok duygu vardı. Korku, endişe, aşk... Fakat bu yoğun hisleri anında bastırdım. Duygularla kaybedecek en ufak bir vaktimiz yoktu.

"Ambulansı bekleyemeyiz."

Dinginliğimi bulduğum an Masal'ı da kucağıma alarak ayaklandım. Sahneden inmemle etten bir koridor oluştu. Koşar adım aralarından geçtim. Ufaklığı çok fazla sarsmamak için elimden geleni yapıyordum.

Bardan çıktığım an beni selamlayan kalabalık, ambulansın neden gelemediğine şahitlik yaparcasına insan kaynıyordu. Bakışlarını bana çevirenler, durumun ciddiyetini fark etmişçesine kenara çekiliyordu. Birilerinin yardıma gelmesini bekleyemeyeceğimi vurgulayan hareket, Masal'ın elinden geldi. Bir anda kucağından boşluğa doğru salındı. O an damarlarımdaki tüm kanın çekildiğini hissettim. Ölüm yaradılışımızın şartıydı. Mayamızda vardı bir kere ama her ölümünde bir vakti vardı. Bugün, Masal için o gün değildi. Bugün olmaz ufaklık, bu şekilde olmaz...

"En yakın hastane nerede?"

Ortaya attığım soruyu duyan kişiler telefonlarına sarıldı. Her ağızdan başka bir şey çıkıyordu. Kimisi sokağın sonunda diyor, kimisi caddenin sonundan sola döneceğimi söylüyor, kimisi ise hastane olmadığından yakınıyordu.

"En yakın hastane nerede?!"

Kulağımın dibindeki çaresiz yeltenişleri, kendimi yatıştırmaya gerek duymadan her an bir öfke patlamasına maruz bırakacağımı hissettirecek şekilde böldüm. Sesim, tahammül noktamı zorlayan insanları öldürebilecekmişim gibi çıkmıştı.

"Enes, caddenin sonunda bir devlet hastanesi var."

İmdadıma yetişen Deniz'in cümlesiyle kalabalığın arasına karıştım. İnsan seline yakalanmış sokakta bağıra çağıra, Deniz'in yardımlarıyla kendime yol açıyordum. Caddeye çıktığım anda "Ne tarafa?!" diye bağırdım. Bana yetişmeye çalışan Deniz'in "Sol!" demesiyle koşmaya başladım. Kimseyi umursamadan, durmadan, soluklanmadan, gücümün tükeneceğini bile bile sadece koştum. Lütfen Allahım...

Ölüm gerekliyse ve bu gece biri ölecekse...

Ben öleyim, benden aldığın nefesi ona ver. Yeter ki onu alma! O ölmek için fazla güzel...

*

Kabir azabı gibiydi bu vicdan denen şey. İçine düştüğünde çektiğin acı yalnızca ahiret günü geçecekmiş gibi gelirdi. Benimkisi o gün bile geçmeyeceğe benziyordu. Nasıl böyle bir hata yapabilmiştim? Nasıl düşünememiştim? Neden fark etmemiştim? Neden daha önce müdahale etmemiştim? Neden?!

VELİAHTLAR 2 - ENSALWhere stories live. Discover now