talking gives peace

2.1K 282 42
                                    




chapter 7

"Ne düşünüyorsun?" Diye sordu Namjoon. Genç kadın elindeki kahve bardağınızda gezdiriyordu parmağını, sarıldığı battaniyesinin altından diktiği gözlerini zor bela abisine çevirmiş, anlamsız bir tepki vermişti. Kendisi oldukça bitkin hissediyordu, düşünceleri günden güne zayıflıyordu. İyi hissetmeye çalışmak pişmanlık hissi uyandırıyordu.

"Hatırlıyor musun?" Diye sordu gülümserken genç adam. Kardeşinin yanına oturup derin bir nefes vermişti, keyiflenmiş gibiydi.

"Ne zaman üzülsen, battaniyenin altına girerdin. Sana sinir olurdum, battaniyeyi üstünden çekmeye çalışırdım." Gülmüştü Lisa buna. Lisa'nın kıkırdamasını duyunca içi rahatlayan Namjoon da devam etmişti gülmeye. "Beni hep eziyordun."

"Ezmiyordum. Seni güçlü kılmaya çalışıyordum."

"Güçlü kılmakmış." Gözlerini devirmişti. Akan burnunu çekip boş duvarı izlemeye devam etmişti. Bu sessizlik aklına Jeon'u getirmişti.

Sarılarak koltukta uzandıkları vakitlerde bazen televizyonu açmayı unuturlardı ve ikisi de kalkıp kumandayı almaya üşendikleri için belki de saatlerce gülerek kapalı televizyonu izlerlerdi.

Elini çenesinin altına koymuş, dudaklarını birbirine bastırmıştı. Onsuzluk o kadar berbat hissettiriyordu. Üstelik ona bir cümle bile söylemiyor oluşu yüzünden, Lalisa tamamen soyutlanmış hissediyordu. Yıllardır Jeon'dan haber alamamış gibi hissediyordu. Hayatının her köşesinde barınan bu adam bir anda öyle yok olmuştu ki hayatından, sadece adı geçen bir yabancıya dönüşmesini istemiyordu.

"Ağlıyor muydun?"

Biraz doğruldu yattığı yerden. Kafasını abisine çevirip gözlerini hafifçe kısmış, sinirle gülmüştü. Neden birden hiddetlenmişti lakin verdiği tepkilerin üstüne düşünmeyi kısa süre önce bırakmıştı.

"Çok mutlu görünüyorsun." Dedi kız. "İstediğin oldu tabi. Artık biz yokuz."

Uzun bir sessizlik oldu. Mutlu olduğu söylenemezdi, Lalisa bu haldeyken pek gülmezdi. İstediği şey Jeon'dan ayrılmasıydı, üzülmesi değildi. Ona yalan söylemek, onu kandırmaya çalışmak değildi.

"Orospu çocuğu çalmasına şaşırmadım." Demişti. "Üzülmedim de. Gittiği için mutluyum."

"Neden böylesiniz? Hepiniz?"

"Lisa, güzelim." Kızın elindeki bardağı alıp önündeki sehpaya koymuş, kardeşinin gözlerine bakmıştı. "Üniversitede, geçmişte takıldığım her ortamda Jungkook gibilerine rastladım. Hepsinin aklındaki düşünceyi çok iyi biliyorum. Hemcinslerimden utanma nedenimdir onlar."

"Birbirinizi tekrar ediyorsunuz."

"Hiç düşündün mü peki, bizim haklı olup olmadığımızı? Öz abinin haklı olup olmadığını, dostlarının haklı olup olmadığını?" Bir şey söylememişti. Namjoon ise oturduğu yerden devam etmişti konuşmaya. "Üzülmeni istemiyorum ve buna dayanamıyorum. Ama kahrolmaya bu kadar bayılıyorsan sen bilirsin. Nasılsa yanıma gelip haklıymışsın abi diyeceksin."

"Gerçekten bu kadar emin misin?"

"Ben hep doğru konuşurum Liz." Sadece ikna etmeye çalıştığından gereksiz bir özgüven çıkışı yaşamıştı. Lisa'nın her şeyi fazla kurcalıyor olması zorlaştırıyordu her şeyi.

"Benimle neden konuşmuyor olabilir?"

"Bunun hakkında düşünecek misin sürekli?"

"Evet." Gözlerini devirmişti. Kardeşini koltuktan kaldırıp kafasına vurmuş, "Beyninin yerinde ne var senin?" Diye söylenmişti. "Bitti artık Lisa. Jungkook işi sona erdi."

"Abi."

"Git yat, tamam mı?"

Kendini anlatmaya çalışmaktan sıkıldığı için derin bir nefes verip, kafasını sallamıştı.

beatiful messWhere stories live. Discover now