i don't want to leave

2.7K 367 94
                                    



chapter 3

"Binbaşı Jeon Jungkook'la görüşmek istiyorum."

"Bayan Manoban, burası askeri üs. Komutanlarımız benim gibi anlayışlı ve kibar değil. Böyle anlaşamazsınız onlarla."

"Bana bilgi verin, tek isteğim onunla konuşmak."

"Bu konuda hiç bir şey söylemem. Sizi içeri sokamam. Sorun çakmadan gidin lütfen." Tamamıyla haklıydı ve tanıdığı biri olmasından ötürü bu kadar rahat konuşuyordu onunla. Askeri üst kapısından bile getirmiyorlardı, onu içeri almasını umması bile delilikti. Ki bunu zaten hepsinden iyi bildiği halde yapıyordu, çaresiz hissediyordu.

"Jimin." Çantasındaki mektubu çıkarıp oğlana uzattı. "Bunu ona verir misin?"

"Üsse bir şey sokamam."

"Jimin, sen ne olduğunu biliyorsun. Neler olacağını biliyorsun. İyi şeyler olmuyor." Yutkundu genç kız. Elindeki zarfa tekrar bakmıştı. Onu yazarken ki korkunç krizleri gelmişti gözünün önüne, büyük bir hayal kırıklığı barındıran uzun bir mektuptu.

"Kafası karışık olmalı. Ben verecektim ama giremiyorum. Bunu ona ver lütfen."

Bu yanlıştı, yüzünden de görünüyordu. Etrafına bakınmış, derin bir nefes vermişti. Ona güvenebileceğini biliyordu, bu yüzden burada şansını defalarca denemeyi seçmişti.

"Çalılıkların arkasına bırak, ona ulaşırım."

Öyle de yapmıştı. Çalılıkların arkasına bırakıp merakla yoluna devam etmişti. Korkunç bir bekleyişin içine gireceğini biliyordu, cevap vermeme olasılığı vardı ve bu, 'verememe'den daha kötü bir durumdu.

Eve geldiği zamanlar, birlikte film izlemeye bayılırlardı. Jeon zamanını dışarı gezerek geçirmekten hoşlanmazdı çünkü Lalisa'yı özlerdi. En azından, bir süre aynı evde yaşarlarken, geldiğinde ona en az onun kadar aşk dolu bakan birinin olduğunu bilmek bile daha da sevmesini sağlıyordu.

Şimdi ne olmuştu ona?

Neydi bu sorun? Onu sevmemesindeki neden?

Daha yavaş attı adımlarını. Çok soğuk bir kış ayında, hafifçe yağan karın altında bir kez daha dönüp uzaktaki askeri üsse bakmıştı.

Hayatında oldukça büyük bir çöküş hissediyordu. Yüzünü güldüren tek yaşam enerjisi birden ona akla gelmeyen şeyler söylemişti. Üstelik bu saçmalıklarda büyük bir mantıksızlığın olduğunu fark eden tek kişi oydu ve herkes, Jeon'un büyük bir pislik olduğu konusunda inatçılardı.

Büyük bir savaş halindeydi kendiyle. Aşkın fazlasıyla saçmalık olduğunun kanaatına varmaya başlıyordunuz bir zaman sonra, Lisa aynen böyle hissediyordu. Beklemeye devama ettiği her vakit büyük bir kurşun yarasını ufak bir yara bandıyla kapatmaya çalışıyormuş gibi hissettiriyordu. Zamanın hiç bir işe yaramıyor oluşuydu sorun, bir türlü koparmıyor olmasıydı. Mektup göndermeye devam etmesiydi, okumadığını düşündüğü halde her gün bin kelime daha yazmasıydı.

Ailesine ulaşmaya çalışmıştı. Tamamıyla samimi oldukları, ailevi bağları oldukça sıkı olan bu kişilerle konuştuğu hiç bir şey olmamıştı. Ona hayatına devam etmesi gerektiğini ve oğlu adlarına özür dilediklerini iletmişlerdi.

Kafayı yiyecek gibiydi.

Sanki hayat, yavaş yavaş onu hayatından çıkarıyor gibiydi.

İnsanlar fazlasıyla çabuk kabullenmişti her şeyi, birden herkes için yok olmuştu Jeon.

Onu unutmak bu kadar kolay olmamalıydı, herkes için bu kadar kolay mıydı?

Yaşadıkları o kadar güzel şeyden sonra, hissettiği o duygulardan sonra, bu kadar kolay olamazdı.

Jeon ise işlerin daha zor işlediği, odasının köşesinde ağlayarak mektupları okumasından belli oluyordu.

Belkide o askeri üssün gördüğü en acı verici olaya şahit oluyorlardı, asla gülmeyen orgeneral bile Jeon'un çaresiz sessizliği ve mektuplarını da bir o kadar çaresiz bir sessizlikte okuması karşısında gözlerinin dolduğu görülmüştü.

beatiful messDonde viven las historias. Descúbrelo ahora