1.bölüm (Düzenlendi)

31.6K 488 51
                                    

Tik tak tik tak

İşte bu akrep ve yelkovanın ömür adadığı kovalamacanın sesiydi. Tamı tamına bir saattir okul müdürümüzün beni odasına çağırmasını bekliyordum. Zaten azarlanmak için çağırılmıştım ama bu onlar için yeterli değildi. Bir de üstüne hayatımın bir saatini çalıp beni bu bekleme odasındaki beyaz deri koltuğa hapsedeceklerdi. Bu işin altından Güneş Çağsoy'un çıkacağına adım gibi emindim.

Ne zaman okuldaki kurallara uymayan bir davranış sergilesem müdürümüz sadık bir köpek gibi telefona sarılarak annemi arıyor onun ağzından çıkacak iki kelimeye bakıyordu. Annem ona ceza verme dese beni bir kraliçe gibi tek eliyle yukarı kaldırıp methiyeler düzeceğinden emindim. Sonuçta ben GÜNEŞ ÇAĞSOY'un bir aksesuarıydım. Evlat edinmeyi bahşettiği o şanslı kızdım ve bu güzel özelliklere rağmen neden burada kurbanlık koyun gibi ceza beklediğimi sorarsanız size cevabını hemen vereyim.

Okulun arka duvarına yaptığım bir grafiti yüzünden. İnanın oldukça da güzel bir çizim ve bence benim en güzel eserlerimden biri. Ayrıca o sıkıcı fildişi duvarlara bir canlılık ve renk kattığını da söyleyebiliriz. İnsanlarında  bunun için para ödediğini düşünürsek sanatımın güzelliği karşısında bana teşekkür edilmeliydi.

Müdürümüz kalın ve sürekli boğazında balgam varmış gibi çıkan garip sesiyle "Lidya Çağsoy içeri girebilirsin." Diye bir çağırı yaptı.

Titrettiğim sol ayağımı serbest bırakarak içeri girdim ve çıkarabileceğim en az sesle kapıyı kapattım.

"Az önce annenle konuştum." Gözlerimi devirmemek için kendimle büyük bir savaş verdim. Tahmin etmiştim.

Yanlış bir şey söylememek adına derin bir nefes aldım. "Öyle mi?" Oyalanmak adına bakışlarımı adamın karakteristik tuhaf yüzünde gezindirdim.

Hafif aklar düşmüş çatık kaşları ve yaşamın ona hediyesi olan alnındaki dalga dalga çizgileri vardı. Yüzüne oranla biraz büyük olan kemerli kırık burnu ve tek çizgi halini almış ağzının üzerinde kendine yer bulmuş bıyığıyla adeta bir yeniçeriliye benziyordu. Keşke elimde kağıt kalem olsaydı da onu bu şekilde karikatürize edebilseydim.

"Annen ile hasbihal ettik. Okul malına zarar vermenin asıl cezası okuldan atılmaktır. Eh tabi ki soyadın seni yine kurtardı. Güneş Hanımla cezana karar verdik. Çizdiğin o garip deniz kızını duvarın asıl rengine boyayıp orayı eski haline döndürmek sana düşüyor. Sahip olduğun soyadını düzgün temsil etmelisin sana tavsiyem birazcık kuzenin Sonat' ı örnek alman onun kadar mükemmel olmak zorunda değilsin ama mış gibi rol yap bari."

Yine mi bu çocuğun bahsi açılmıştı. İçi boş dışı güzel dizayn edilmiş canım üvey kuzenim. Başımı onaylar şekilde sallayıp dışarı çıkmak üzereyken ağzımın ucuna gelen kelimeleri dilimi ısırmama rağmen tutamadım.

"İyi ki bu soyadına sahibim o zaman. En azından günümü benden büyük gördüklerimin paçasına yapışıp sonra acısını küçümsediklerimden çıkarmıyorum. Resmen bir karakterim var olacak iş değil! Gideyim de bir şükür mektubu yazayım hemen." Zafer Hoca'nın cevap vermesine müsaade etmeden kapıdan çıkıp arkamdan kapattım.

Sallana sallana merdivenlerden aşağıya indim. Okul denen bu kuruma sosyolojik olarak uyum sağlayamıyordum. Her buraya adım attığımda seri katilleri anlamaya bir adım daha yaklaşıyordum.

Okul bahçesindeki ahşap kamelyaya oturup çantamdan defter ve kalem çıkardım. Kara kaplı hafif yıpranmış defterimin bir sayfasını açtım. Zihnim Zafer Hoca'nın sert kemikli sinsi yüzüne gitti. Kalemim çizgileri birleştirirken hayal gücüm kendisini yine ortaya attı ve elimi ele geçirdi. Kağıdı kendimden uzaklaştırıp gerçeklikten yeşeren portreye baktım. Yeniçerili aksesuarları içinde agresif bir Zafer.

ARAMIZDA (DÜZENLENİYOR)Tempat cerita menjadi hidup. Temukan sekarang