Gerçekler

100 6 6
                                    


"Aşağışı düşmek istemediğim geçmişim yukarısı tutunamadığım geleceğim."

Bölüm 32 | Gerçekler

Attığı her adımda içinden boğazına yükselen dev bir fırtına vardı, duygularından arınmıştı yine. Bomboş bakan gözlerine çöken bir anlamsızlık vardı, asıl mesele kafasındaydı o ara; nereye gidiyordu, nerden geliyordu? Kimdi? Kafasının içinde nükseden onlarca yüz vardı, savaşmaktan yorulmuş mücadele etmekten bıkmıştı sanki. Hisleri öylesine silikti ki, bazen göğsünde sadece bir boşluk olduğundan emindi.

Zihninin içinde yıllar öncesine ait ama ilk günkü gibi taze olan saniyelik sahneler her canlandığında kalbine sanki bir bıçak saplanıyordu, işte o an ruhunun derinliklerinde ona nefreti aşılayan, zehrini kusan bir yılan varoluyordu. Azra bi kurttu, yıllar önce sürüye veda edip yalnızlığa adapte olmuş bir kurt; yıllar ayakta kalmak için geçiyordu; Tanrı onu diğerlerinden ayırıp daha özel bir yola itmişti, yol karanlık ve tuzaklarla doluydu, o her adımında aklını daha da yitiriyordu.

"Ölmemiş."

En öndeydi. Omuz üstünden arkaya bakınıp yoluna devam etti, yine o eski binaların olduğu cehennemindeydi; güneşi görmeyen sokağın sisli esintileriyle iki adım sonrası görünmüyor gibiydi. "Kahramanlar ölürse film biter." Teoman haklıydı, kahramanlar ölmez ama o kahraman değildi. O merhametine ve bir insana yenik düşen silik bir karakterdi, Kutay Barutçu büyük bi oyunun içindeydi ve kandırılıyordu, merhameti ve inatçı doğruları onu nerdeyse canından ediyordu.

"Suzan'nın ölümü filmi bitirmiş sayılmaz," Teoman Tufan'a dönüp başını salladı. "Belkide Maya'nın kahramanı o değildi."

Azra bir duvara yaslanıp ifadesizleşen yüzünü o ikisine çevirdi, "Suzan korkağın tekiydi, korkak olmasaydı ölümü seçmezdi." dedi Tufan, sanki saatler önceki yenilgisini sindirememiş gibiydi aklının bir köşesinde o polise olan öfesi tazeliğini koruyordu. "Belki..."

O an sessiz adımlarla bi anda beliren Savaş'a kaydı tüm gözler. Tufan yine ona tüm dikkatiyle bakıyordu, Teoman ise ona birkaç saniyeliğine bakınıp telefonuna gelen mesaja yöneldi. Azra ona odaklanıp gözlerinin tam içine baktı, sanki kaybettiği geçmişinden aradığı bir parçayı bulmuş gibiydi, ona bakmaktan kendini alamıyordu bazen. Savaş, Azra'nın kaybolan anılarıydı.

Kapkara gözleri onu bulduğunda sanki yıllar onu geriye götürmüştü. Huysuz bir çocuğun deli bakan gözlerine bakıyordu, kollarını bedenine çaprazlamış memnun hissettmediğini oldukça iyi bir biçimde yansıtıyordu. Onun karşısında ise oldukca meraklı sessiz bir kız çocuğu vardı. İşte o an Savaş'ın zihninde de aynı sahne canlanmıştı, o an garip hissetmişti çünkü yıllar önce ona hayat dolu gözleriyle bakan o meraklı kız şimdi siyahlar içinde bir makinaydı; neşe dolu gözleride şimdi bir buz dağı vardı, her zaman dimdik duran minik adımlarıyla koşuşturan o kız şimdi kirli bir duvara yaslanmış gidenleri seyrediyordu.

Garipti, garipti çünkü zaman akıllara ziyan büyük oyunlar oynuyordu. Ve girdiği her kumarda umulmadıklar büyük kayıplarla çıkarıyordu, o kaybedenler en başta masaya oturanlar değilmiş gibi... Azra bir suçlu olarak çıkmıştı Savaş ise suçsuz.

"Gidiyoruz."

"Nereye?"

Sahne bi anda darmaduman oldu, yüzler silikleşti bedenler kayboldu, yerini alansa kirli duvarlardı. Bozkurt kafasını başka yöne çevirip derin bir nefes aldı, Savaş ona uzun uzun bakmıştı, hala aklında aynı soru vardı; Ona ne oldu? "Sokaklara." Dedi Teoman, harekete geçmişti çoktan. "Kutay'ın bizi tanıması gerekiyor." O an Savaş kafasını kaldırıp Teoman'a bakındı, Tufan'nın ona olan bakışlarının farkındaydı ama umrunda değildi artık.

KAYBEDENLERWhere stories live. Discover now