Kirli Çocuk

158 8 1
                                    

"Ben ölümün rengiyim."

Bölüm 26 | Kirli Çocuk

                                     ♧

"Hey Azra, annen nerde?" dedi ihtiyar bir kadın, saçları tel tel grileşmiş koyu teni yılların hasarını üzerine almış gibiydi. Kısık gözleri ve ufak bedeniyle uzak doğulu gibi görünen basit bir çingeneydi. Azra tam önünden geçerken fark etmişti onu, simsiyah saçları rüzgârla baş etmeye çalışıyordu o ara. Başını yavaşca kaldırıp korkunç görünen o ihtiyara baktı, yaşlı ve bakımsızdı. "Kapınızı çaldığımda kimse açmadı," dedi kaba ses tonu ile.

Azra küçük yeşil gözleriyle ona bir süre ne diyeceğini bilmez hâle bakındı, ardından konuşmaya başladığında sırtındaki çantanın ağırlığını omuzlarında hissedebilmişti. "İşte olabilir." ihtiyar çatık kaşlarıyla ona tepeden bakındı. Bu semtin, Tarlabaşı'nın temsiliydi belkide o kadın. "Öyle mi? Çalışıyor ve parası var yani. O zaman bana olan borcunu da öder değil mi? Ha!" dediğinde Azra irkildi ardından ufak bir adımla geri çekildi, o bu semtin bir parçasıydı ama buraya hiçbir zaman ait olmadığına inandırmıştı kendini. Burası avcılaşmış kölelerin bölgesiydi, yaşamak için canını dişine takanların, nefes almak için kime boyun eğmesi gerektiğini iyi bilenlerin semtiydi.

Ama o, Azra. Belki henüz toy olduğu için farkında değildi ama Tanrı onu burası için yaratmamıştı, ruhu ve benliği avcılaşmış bir köle olamazdı belkide bu yüzden Tanrı'nın onun için bambaşka planları vardı; o belki bir savaşcıydı belki de acımazsız bir canavar ama bir köle olmadığı kesindi. İşte bu yüzden o küçük yeşil gözlerinden korku okunsa da kaçtı, hem de arkasına bakmadan.

"Buraya gel! Annen o polisin masasına meze olmuş haberin yok piç kurusu!"

Koşarken, rüzgâr saçının ucundaki tokayı alıp götürdüğünde içinde garip bir his oluşmuştu; koşmak özgürlüktü, nefes almaktı. Belki de sürekli etrafını kolaçan etmek zorunda kaldığı bu sokaklarda koşabilmek onun en büyük devrimiydi. Yavaş yavaş inen yağmur damlaları, hafif esen rüzgarla birleştiğinde gri gökyüzü gün yüzüne çıktı. Bitişik eski binaların arasından kimin çıkacağı belli olmayan bu eski semti bugün yağmur damlaları yıkayacaktı belkide. Adımları yavaşladı ve bir süre sonra yürümeye başladı, terlemişti ama üşüyordu da.

Ellerini bedenine sarıp herhangi bir sokağın tam ortasında durakladı, annesinin evde olmadığı biliyordu kapıyı kimsenin açmayacağını da, işte bu eve gitmemek için bir bahane değil miydi? Biliyordu ya, o özgür biriydi eninde sonunda kopacaktı yuvadan kendini bulmak adında bir gün büyük bir yolculuğa çıkacaktı. Ancak bilmediği şey; o yolculuk bu gün değildi.

Ters bir sokağa saptı, içinde çöp yığınları olan konteynırların yanından sağa sola merakla bakınarak geçtiğinde gök yağmurun gelişini haber etmişti. Kakülleri yağmur damlalarıyla ağırlaşıp kaşının üzerine düştüğünde yeşil gözleri daha da ufaldı. Bedenini sarsan üreprme belkide havanın birkaç derecelik düşüşünün göstergesiydi, bir an eve dönmeyi istedi, içinde oluşan yalnızlık hissiyle güvende olmadığını biliyordu. Ama yavaş yavaş bastırmakta zorlandığı bir diğer his ona cesur adımlar attırmayı başarıyordu. O his, zayıf bedenine aldananların bilmediği güçlü Azraydı.

"Elmacı, bugün talihli günündesin..."

Duyduğu sesle kafasını yavaşca kaldırdığında ona bakan birkaç çocuğu fark etti, bedenleri birbirlerine dönük ama kafaları tam da ona bakıyordu. O an durdu, küçücük bedeni birkaç oğlan çocuğunun karşsısında ne yapacağını bilmez hâlde dikilip kalmıştı, bedenine sardığı ellerini çözüp gerilemeyi denedi ama içlerinden biri öyle keskin bakıyordu ki ona bakmaktan bedeninin hareketini kontrol edememişti. "Bundan beş kuruş çıkmaz." dedi içlerinden biri, lakabı Elmacı olmalıydı.

KAYBEDENLERWhere stories live. Discover now