Sınır

150 15 0
                                    


"Yaşamak ve yaşamamak."

Bölüm 21| Sınır

                                 ♧

Sokaklar ıssız ve enkazlı; hasarlı kaldırımlar ıslak, çatlaklarla dolu yollar kuru yapraklara mahkum; gök beyazdan griye uzanırken ardındaki güneşi görmezden geliyordu sanki. Bir rüzgar esip geçti koca binaların arasından, onunla birlikte savrulup duran bir karga aldığı leşin kokusuyla daireler çizip duruyordu gökte. Ya da aradığı düşmanın bölgesini belirlemiş, çizgisini çizmişti; kırmızı bir şerit onun bölgesini; kana bulanacak o araziyi iyice belirtmişti.

Leşe koşanlar ara sokaklara dağılırken şehrin dar yollarını gürültüyle darmadağın ediyorlardı; bir savaş vardı ama bundan kimsenin haberi dahi yoktu. Bu, yalnız yaratıcının farkında olduğu sessiz sedasız bir savaştı; birgün binlerce insan ölecek, yüzlercesi canının peşinde koşacak, geriye kalanlar ancak insanlık için savaşacaktı. Dünya döndükçe hafifleyecek, kuralların sahipleri birer birer dağılacaktı.

Esen rüzgarın öfkesinden kopan bi esinti usulca koca bi binanım camına ilişti. Öyle öfkeli ve şiddetliydiki, açık cam sertçe geriye doğru çarpıp kalabalık bi gürültüye sebep olmuştu.  Sanki birileri bizleri göğün sahibine anlatmıştı; ekmek kavgası, çocuk cinayetleri, ölen binlerce kadın... Her şey göğe yükselenlerin şikayetiyle başlamıştı belkide. Şimdi tanrı onların intikamıyla estiriyordu dağları gökleri. Her esinti bi uyarı, her sarsıntı bi mesaj.

"Onu çok özlüyorum."

Süzülen rüzgâr, yavaşça camın önündeki adamın ensesine sokulup tenini ürpertti, tüyleri bi an şaha kalkmıştı. Ani ürpermeyle iç çekti, ela gözleri boş duvara dalıp gitmişti, ona bir şeyler anlatan kadını duymuyordu bile. "Bazen unutuyorum, evde ona sesleniyorum, gelmeyince sinirlenip söylenmeye başlıyorum. Bir karşılık göremeyince ayaklanıyorum, onu odaların içinde arıyorum. Sonra bi anda aklıma geliyor... Onu kaybetmenin sancısını tekrar tekrar hatırlıyorum, canım öyle yanıyor ki..."

Elinde tuttuğu karton bardağı baş parmağıyla sağa doğru yavaşça çevirirken göz bebeklerini sakince gözü yaşlı kadına çevirdi, umutları pas tutmuş geleceğe dair beklentisi azalmıştı. "O kadını bul Kutay, yalvarırım." Yutkundu kadın, saç diplerindeki beyazlık bakımsız saçlarını daha da kötü göstermişti, göz altlarındaki çöküklük azalan uykularını anlatıyordu bağıra bağıra. "Azra... Dışarda sokaklarda gezerken... Nefes almaya devam ederken uyumaktan korkar oldum, kabuslarımda Asım'ı görmekten korkar oldum ben!"

Kutay, elindeki karton bardağı masaya koyup geriye yaslandı. Çatılan kaşları boşlukta geziniyordu, birkez daha iç çekip mırıldandı: "Bende..." ardından başını hızla iki yana sallayıp oturuşunu dikleştirdi. "Peki... Ondan bi haber var mı? Aradımı hiç?" Kadın kirli zemine dikkatle bakarken başını iki yana yavaşça salladı, "Beni yapayalnız bıraktığı için ona çok öfkeliyim. Anılarınıda geride bıraktı, her şeyini..."

"Duramazdı buralarda ama birgün gelecek. Umudunu kaybetme." ellerini yüzüne siper edip başını hızla iki yana salladı kadın; ruhuna tırmanan zehirli bir sarmaşık göğsünün altındakini azar azar öldürüyordu sanki, bedeni gün geçtikçe çöküyordu. "Gelmeyecek, Asım onun tek parçasıydı. O da öldü..." diyemeden hıçkırıklada boğuldu, elini yüzüne kapatmış hıçkıra hıçkıra ağlıyordu. "Işıklar yoldaşı olsun."

Kutay gözlerini ağlayan kadına dikmişti. Yüzünde ne hüzün nede başka bir duygu vardı, kaşları varla yok arası çatık dümdüz izliyordu onu. Ama içinde giderek büyüyen nefret onu anıyordu, aynı şehirde hala onunla nefes almaya devam eden kadını. Başını geriye yaslayıp kaşlarını daha net çattı. O gün yolun kenarında göz göze geldiği kadını her anımsadığında, düşmanının bir nefes kadar yakınında olduğu gerçeğiyle burun buruna geliyordu. Sarp'ı öldürmeye çalışan oydu, avukatın izinde olanda... Bozkurt asla kaçmıyordu, oyun oynarcasına onların bölgesinde dolanıyordu. Hissediyordu, o kadın Azra Bozkurttu.

KAYBEDENLERTempat cerita menjadi hidup. Temukan sekarang