Jimin müşterinin gözlerini fark ettiğinde az önce yaptığı aptallığı unutup heyecanla gülümsedi.

"Merhaba." dedi, cıvıl cıvıl çıkan sesiyle. Yüzündeki gülümseme ve bu canlı ses gerçek Jimin'e aitti, bu kasabaya taşınmadan önceki Jimin'e. "Karpuzu kurtardığınız için teşekkür ederim."

Adam yüzüne bile bakmadan sadece kafasını sallamıştı.

Jimin yine de pes etmeyip iyice ona sokuldu. "Beni yanlış anlamayın sakın ama... Nerelisiniz acaba?"

Adam, Jimin'e bakıp onu baştan aşağı süzdükten sonra yeniden önüne döndü. O sırada kasap istediklerini paketlemişti.

"Al bakalım Jeon."

Parayı ödeyip dükkandan çıktığında Jimin "Ne kadar da kaba biri." diye mırıldandı.

"Konuşmaz pek o. Sana özel değil yani ufaklık."

Jimin cam tezgaha ellerini yasladı. "Ben ufaklık değilim, yakında on sekiz olacağım." Aklına gelen fikirle sevimli görünmeye çalıştı. "Peki siz biliyor musunuz neden konuşmadığını? Ben sadece nereli olduğunu öğrenmek istemiştim, belki o da Korelidir diye."

"Sen Koreli misin?"

"Evet. Yani babam Koreli, annem ise Amerikalı."

Kasap dövdüğü eti bırakıp Jimin'e baktı. "Emily'nin oğlu musun sen?"

Jimin heyecanla kafasını salladı. "Evet evet, Emily'nin oğluyum ben. Buraya yeni taşındık."

"Babanın iflas edip kaçtığı doğru demek... Yoksa o da burada mı?"

Jimin ellerini tezgahtan çekip bir adım geriledi. Yüzündeki gülümsemeden eser yoktu şimdi.

"Hayır burada değil." Gözleri gözyaşlarıyla dolarken ağlamamasını tembihliyordu kendine içinden. "İyi günler."

Günlerdir kendisini tutuyordu. Annesine bir şey belli etmemek, onu üzmemek için sürekli bu konu hakkında düşünmeyi ertelemeye çalışıyordu. Fakat özellikle geceleyin, kendisiyle baş başa kaldığı zamanlarda, yastığı sırılsıklam olana kadar ağlıyordu. Sadece şu son birkaç gündür yastığı kuru bir şekilde uyumuştu zavallı ama şimdi yine yatağına girip yorganını kafasına kadar çekerek ağlamak istiyordu.

Tüm bu düşünceleri az önce kasaptan çıkan adamın marketten çıktığını görmesiyle uçup gitti kafasından. Nedensizce iyi birer arkadaş olacaklarını düşünüyordu. Çünkü bu kasabada gördüğü en genç insanlardan biriydi o, ayrıca Asyalı olduğu açıkça belliydi. Özellikle bu yüzden Jimin'in dikkatini çekmişti.

Koşar adımlarla peşine takılıp onu takip etmeye başladı. Kendinde konuşma cesaretini bulduğunda yanına yaklaşarak yeniden "Merhaba." demişti.

Adam ürkerek durup kendisine baktığında kıkırdamadan edemedi Jimin. Yine hiçbir şey söylemeden yürümeye devam ettiğinde ise suratını asarak peşine takılmıştı.

"Neden konuşmuyorsunuz? Yemem ki sizi?"

"Tanışalım mı? Sadece arkadaş olmaya çalışıyorum beni yanlış anlamayın sakın."

"Beni duyuyorsunuz değil mi?"

"Verdin mi karpuzu küçük oğlan!"

Jimin durup manavcıya ters ters baktı. "Verdim. Ayrıca bana bir daha küçük oğlan demezseniz memnun olurum. Benim adım Jimin."

Bir cevap vermesini beklemeden yeniden peşine takıldı az önceki adamın. Koştuğu için nefessiz kalmıştı.

"Amma da hızlı yürüyormuşsun..." Nefes alış verişlerini düzene soktuktan sonra devam etti: "Hala benimle konuşmamakta ısrarcı mısınız? Halbuki bütün kasaba oldukça sıcakkanlı insanlarla dolu, siz niye böylesiniz?"

JeonWhere stories live. Discover now