Bölüm 40 - Long Trip

94 10 37
                                    


KARLA

Beni seviyor muydu? Hem de en başından beri...

Onu farkında olmadan incitmiştim. Tanrım, ondan birinci ay kutlaması için yardım bile istemiştim. "Ahh." Çığlıklarım yastığımın içinde kaybolurken beynimde canlandırdığım anılar benim için kabusa dönüşmüştü.

Beni bırakıp gidişinden iki gün geçmişti. Katlanılması gittikçe zorlaşan iki gün... Ne aramalarıma dönmüştü ne de mesajlarıma. Hatta dün evine bile gitmiştim. Bu sefer gerçekten beni görmek istemediği için Yoongi tarafından kovulmuştum. Artık diğerleri de telefonlarımı "Üzgünüm, Karla" diyerek açıyorlardı.

Yarın sabahın köründe uçakları vardı. Bunu da Jimin'den öğrenmiştim. Birbirimize dargın aramızda kilometrelerce mesafe olacaktı.

"Sabretmelisin Karla. Sadece ona zaman ver. O sana gelecektir." Veriyordum işte. Artık ulaşmaya çalışmıyordum. Meditasyon süremi arttırarak onu düşünmemeye çalışıyordum, ama ne çare? Evin içindeki her şey ona aitti, ev ona aitti.

Nasıl bu kadar salak olabildim? Geçmişe bakınca her şey yerli yerine oturuyordu. Ya onu kaybedersem? Ya hiç dönmezse? Ya Rosé ile yeni bir aşka yelken açarsa? Ya bu sahte ilişkileri gerçeğe dönerse?

Kendi kendimi karanlığa doğru çekerken zehrin beni ele geçirmesine izin vermedim. "Gelecek, ve geldiğinde onu sevdiğimi söyleyeceğim." Mırıldandığım şeyin farkına vardığımda kalbim sıkışmıştı. Ben onu seviyor muydum?

Sevmek ya da aşık olmak konusunda çok tecrübem yoktu. Tek bildiğim yakın zamanda yaşadığım ilişki sonrasında Jungkook'a hissettiklerim çok başkaydı, bunu net bir şekilde görebiliyordum. Romi ile ilişkimiz daha çok yüzeysel kalmıştı, güzel vakit geçirip birbirimize destek olmuştuk. Ondan hoşlanmıştım hem de çok, değer vermiştim. Ama Jungkook, o kadar farklıydı ki... Başta yanlış anlamlandırdığım duygularım hayatıma durgunluğun girmesiyle belirginleşmişti. Bunun ilişki sonrası telkinle alakası yoktu.

En ufacık sıkıntısında bana koşsun, her şeyi benimle paylaşsın istiyordum. Neşesini, öfkesini, utancını... Ben onunla sonsuza kadar yan yana olmak istiyordum. Kollarının arasında kıpırdamadan durabilmek, istediğim zaman onu öpebilmek, çekinmeden kokusunu içime çekebilmek istiyordum. Ben onu istiyordum.

***

Katır gibi inatçıydı bu çocuk. Neredeyse bir hafta olmuş hala bir şey konuşmamıştık. O orada yoğun programında koştur koştur vakit geçirirken ben burada kafayı yiyordum. Jimin'le yaptığımız konuşmalarla durumunu öğrenebiliyordum. Gayet keyfi de yerindeymiş aslında.

Tabii bunlara ek olarak bir de Rosé bazen benim bilmediğim detaylar paylaşıyordu hesabında. Mesela geçen iki çubuk olan bir resim paylaşmış altına da üzgün surat koymuştu. Hayranlar da çıldırıyor her şeyin altında bir şeyler arıyorlardı. Mesela bunun anlamı Jungkook iki gündür yok ve ben onu özledim. Sözde gün sayıyordu sevdiceği için. Tanrım... Kızın paylaşımlarında giydiği kazaktan taktığı kolyeye kadar her şeyi Jungkook'la bağdaştırıyorlardı.

Telefonumun çalmasıyla gerçek anlamda oturduğum koltuktan mutfak masasına uçmuş olabilirdim. Bilmediğim numarayı umursamadan hemen açmıştım telefonu. "Merhaba, Karla."

Vücuduma yayılan hayal kırıklığını sesime yansıtmamaya çalışarak sahte neşemi takındım. "Merhaba, Sava."

"Nasılsın?" Sesinin olduğundan durgun çıkması canımı sıkmıştı. Bir sorun vardı. "İyi, sen?"

"İyi." Konuşması için onu bekliyordum. Sonuçta arayan oydu değil mi? "Seni ziyarete gelebilir miyim?" Sorgulamayı kendi içime bırakıp adresi yollayacağımı söyleyerek telefonumu kapattım. Sava'nın bu eve gelmesi hayra alamet değildi. Ve ben kendimi en kötüsüne hazırlamalıydım.

Gölgelerdeki SessizlikWhere stories live. Discover now