12. ATMACA'NIN AY KIZI

470 70 17
                                    

Queen- Bohemian Rhapsody

Bir zamanlar hayatımın bitmek bilmeyen ve tüm felaketlerini yedi saniyeye sığdırmış kötü bir kabus olduğunu düşünürdüm. Bu kabus öyle güçlüydü ki uykularımı çalardı, karabasan gibi üstüme çöker nefeslerimi hapsederdi. Fakat işin sonunda gözlerimi açtığımda bunun hayatımın içine sinmiş bir is kokusu olduğunu fark etmiştim, o kabuslar bir hayal ürünü değil; hayatımın ta kendisiydi. Şimdi tir tir titreyen ellerimin arasında tuttuğum fotoğraf karesi bir toz bulutu gibi yere düşecek ve gözyaşlarımdan oluşmuş gölette kaybolacaktı ama acısı ilk günkü gibi tazecik kalacaktı. Kalbim silmek istese zihnim önüne bir kalkan gibi geçecek, zihnim onu yok edip küllerini göğe savurmak istese kalbim kendini siper edip belki de kül olacaktı, ama kalbim külken bile acısı daima yaşayacaktı.

Burnumu çektiğimde içime dolan toprak kokusu isli ciğerlerimin içine yerleşmişti. Gözlerim kutunun içine yığılmış fotoğraflardaydı, titremeye devam eden ellerimle kutuyu iyice deşmeye başladığımda gördüğüm beyaz kağıtla her ifadenin hakim olduğu yüzümü buruşturdum. Gerçekler, bir örümcek gibi ağlarını örürken beni de hapsetmişti ve en sonunda zehrini vücuduma salarak beni yok edecekti.

Dörde katlanmış kağıdı açıp gözlerimi mürekkeple boyanmış kağıtta gezdirdim.

Erva Çetin.

25. 12. 2000, 21.48

Kevser Gürsoy Çetin.

Dudaklarımdan firar eden hıçkırık ahşap duvarlara çarpıp yeniden kulaklarıma uğradı. Onun varlığı tam arkamdaydı, bu içimdeki yangının gün geçtikçe artmasına neden oluyordu. Dudaklarımı birbirine bastırıp ağlamamaya çalışsam da öyle dolmuştum ki istemsizce gözyaşlarım yanaklarımdan süzülüyordu.

Vacip Mehmet Çetin.

'Sen benim kızım değilsin.'

"Hayır," diye fısıldadım çaresizlikle. "Hayır." Elimdeki kağıdı parçalara ayırırken o arkamda hâlâ durmaya devam ediyordu, müdahale etmiyordu. Sadece duruyordu ve bu müdahale etmesinden bile beterdi. Onun varlığı bile kalbimin bükülmesine sebep oluyordu.

Kutunun içindeki her şeyi parçalara ayırırken ne olduğuna bakmamıştım bile. Kutuya var gücümle vuruyor aynı zamanda da sesli bir şekilde ağlıyordum. Vuslat en son dizlerinin üzerine çöküp beni sakinleştirmeye çalıştığında var gücümle onu itip ayaklandım. Az önce yürüdüğüm yolu bu sefer paramparça bir şekilde yürürken nereye gideceğimi bilmiyordum. Geniş alan bile bana oldukça dar gelmişti.

Gözyaşlarımın bir perde gibi örttüğü gözlerim etrafı görmese de ilerlemeye devam ettim. Arkamdaki adımlarını duyabiliyordum, ıslak topraktaki taşlara batan ayakkabıları hışırtılı sesler çıkarıyordu. Sanki benim gölgemmiş gibi asla peşimi bırakmıyor oluşu beni yokdan saptırıyordu.

"Andaç."

"Git!" dedim hırsla yürümeye devam ederken. "Gelme."

"Nereye gideceksin aptal!" Adımlarım bir bıçak gibi kesildiğinde hınçla ona döndüm. "Gideceksen de söyle seninle geleyim."

"Gelme."

"Geleceğim," dedi benim aksime daha sakin bir sesle. Kaslı göğsü inip kalkarken kemikli yüzü hafifçe ter tabakasıyla kaplanmıştı. "Sen beni ne kadar itsen de gölgen gibi takip edeceğim seni."

"Bunu neden yaptın?"

Çatlayan sesimle birlikte yüzünü buruşturdu. Yüzünde acı çekermiş gibi bir ifade olsa da şu an olanlarla karşı karşıya kalacağını bildiği gözlerinden okunuyordu. Beni gerçeklerle yüz yüze bırakarak onları kucaklamamı istese de onları var gücüyle itmekten başka bir şey yapmıyordum.

MAHİWhere stories live. Discover now