11. VEBA

503 76 22
                                    

King Princess- 1950

Bir insanın yansıması başka bir insanın ta kendisidir. Yansımaların birer bedene sahip olduklarını ve o bedende geçirdikleri hayatın bir benzerini dünyanın bambaşka bir köşesinde birinin yaşadığına inanırdım. Çünkü acı bir vebaydı ve yayıldıkça yayılır, yayıldığı kadar da yok ederdi.

Bir veba gibi bedenime yayılmış acının beni baştan yaratacağını hiçbir zaman düşünemezdim. Beni öldürürdü, öldürmese de süründürürdü ama asla yeniden ayaklanmama müsaade etmezdi. Şimdi ayakta dimdik durmanın sebebi yeniden doğuyor olmam mıydı yoksa bozulmadan önce çok iyi çalışıp bir anda bozulan basit bir eşya işlevi görüyor olmam mıydı?

Soru işaretlerinden oluşmuş bir girdabın beni içine çekmesiyle olduğum yerden sıyrılalı henüz beş dakika olmuştu. Karşımdaki adamın varlığını hissediyordum. Yüzündeki sırıtmanın varlığı ise beni olduğum o girdabın içinden çekip çıkarmaya yetiyordu fakat kim olduğunu asla çözdürmüyordu.

Dudaklarından yağan cümlelerle çakmağın alevini söndürdükten sonra kendinden emin bakışları bana yine dönse de sadece ona bakmakla yetinmiştim. Dakikalardır yaptığım şey onu incelemek ve atacağım her hamleyi zihnimde örmekti. Yanlış bir şey yapıp kimseye zarar vermek istemiyordum. Karşımdaki adamla daha önce hiçbir münasebetim olmasa da benden ne istediğini bilmek isteyen tarafım ise daha ağır basıyordu.

Mekanik bir hareketle göğsünde birleştiği kolundan birini serbest bırakıp karanlık havada bile parlayan saatine kısa bir göz attı.

"Saat sence de çok geç değil mi?"

Mavi ve her daim donuk bakan gözlerime değen gözleri buzlarımı eritmeye çalışırmış gibi baksa da kendi kendini aleve vermekten başka hiçbir şey yapamazdı. Rüzgârın etkisiyle suratıma kamçı gibi vurulan saçlarımı kulağımın arkasına atıp yüzümü tamamen açığa çıkardım. Havanın kuruttuğu dudaklarımı yaladıktan sonra, "Bunu size sormalı," dedim.

Sessiz caddeye düşen sesimi bu denli güçlü duymak beni şaşırtsa da bozuntuya vermemiş ve onun gözü önüne sunduğum bu güçlü duruşumu sürdürmeye devam etmiştim.

"Vaktimi çalıp eve giriyor olmama mani olan sizsiniz."

"Hangi ev?" dedi kaşlarını kaldırıp etraftaki binalara bakarken. "Ha?" Alaylı bakışları ok gibi gözlerime fırladığında aralık dudaklarımdan çıkan nefesim buhar olup soğuk havaya karışıyordu.

"Evim diyemiyorsun," diye mırıldandı yaslandığı araba kaputundan ayrılıp yanıma doğru adımlarken. Kalın parmakları arasında döndürmeye devam ettiği çakmağa baksam da kulağım ondaydı. "Çünkü orayı benimseyemiyorsun."

Çakmakta asılı kalan gözlerim yeniden onu bulduğunda yaptığı hamle işe yaramış ve beni bir adım geriye itmişti. Bunu biliyor olması ise yüzündeki sırıtmanın yavaş yavaş zafere dönüşmesini sağlamıştı. Kafasını sola doğru yatırıp, "Çünkü oraya kendi isteğinle girmedin," diye yarım bıraktığı cümlesine devam etti.

"Oraya ne zaman evim diyebileceksin? Kendini oraya ait hissetmeye başladığında mı?" İşaret parmağını havaya doğru savurdu. "Ben sana söyleyeyim bence..."

Yüzündeki alaylı ifade tamamen kayboldu ve korkutucu denebilecek bir ciddiyet tüm yüzünü kapladı. "Hiçbir zaman."

Güler gibi bir ses çıkarıp, "Dediğiniz şeyi anlamadım," diye mırıldandım. "Ayrıca sizi de tanımıyorum. Üstüne başka bir şey demeyecekseniz gitmeliyim."

MAHİWhere stories live. Discover now