5. Bölüm: Özgür Olma Cesareti

484 58 12
                                    

"Bana yaşamı iki şey öğretir: özgürlük ve aşk... Aşk için yaşamımı veririm; ama özgürlük için aşkımdan da vazgeçirim."
- Victor Hugo

Hayatta ani kararlar almayı, plansız yolculuğa çıkmayı sever misiniz?

Bu soruyu yirmi dört saat önce bana sormuş olsaydınız cevabım elbette hayır olurdu lakin şimdi, önümde bana elini uzatmış, ilgiyle bakan gence beni buradan çıkarması için ben de elimi uzatırken bu cevabım değişmişe benziyordu.

Peki akışına kapıldığım bu rüzgar, sorumun cevabını tam anlamıyla 'Evet,' e çevirebilecek miydi, işte burasını bize zaman gösterecekti. En iyisi yaşamak ve görmekti.

Rüzgardan bir o yana bir bu yana savrulan saçlarımı düzeltmeye çabaladıktan sonra elimi utangaç bir tavırla bana elini açmış bekleyen gence uzattım. Ellerimiz ilk defa buluşup Akın parmaklarımı yavaşça kavradığında kalbim de güm güm çarpmaya başlamıştı. O anda, içimden iyi ki kalp atışlarımız dışardan duyulmuyor diye düşündüm.

Bir elim Akın'ın elinde, diğer elimi de duvara yaslayarak oradan destek aldım ve bir bacağımı duvardan atlattım. Diğer bacağımı da atlatacakken Akın elini hafifçe belime koyarak daha rahat hareket etmemi ve kolayca yan binaya geçmemi sağlamıştı. Neyse ki, anın heyecanından kalp atışlarımı ve aramızdaki yakınlığı düşünmeye fırsat bulamamış ve daha sakin kalabilmiştim.

Sonunda ben de yan binanın terasına geçtiğimde Akın'ın elini bırakarak arkamda bıraktığım çantalardan birini sırtıma diğerini de elime aldım ve tekrardan karşımdaki gence döndüm. "Artık gidebiliriz."

Sözlerim üzerine sırıtırken eli yeniden benimkilere yaklaştı ve ben gerginlik içinde durup ne yapacağını beklerken elimdeki çantayı tuttuğu gibi kendine çekti. Böylelikle ben de ne zaman tuttuğumu fark edemediğim nefesimi rahatlıkla boşaltabilmiştim. Ona bakıp teşekkür edercesine gülümsedikten sonra ikimiz de merdivenlere doğru hareketlendik. Vedalaşma süresince fazla vakit kaybettiğimizden artık hızlı davranıyorduk.

Merdivenlerden inip binanın avlusuna geldiğimizde dayanamayıp Akın'a "Ya sen buraya nasıl girdin," diye sordum. Çünkü buraya sahipleri Midyat'tan ayrıldığından beri kimse gelmemiş, konak neredeyse bir harabeye dönmüştü. Önümden gittiği için suratını göremesem de kısık sesli bir gülüş kulaklarıma çarptı. Ardından bana cevap verircesine aniden durarak kafasıyla bir yeri işaret etti. Ben de duraksayıp işaret ettiği yere bakışlarımı çevirdim. Önümde ağaç dallarının kaplamış olduğu paslanmış bahçe demirlikleri duruyordu. "İşte böyle," dedi Akın sırıtarak.

Cevabına karşılık suratım buruştuğunda bir üzerimdeki gri elbiseye bir de demirliklere yeniden baktım ve buradan hızlıca nasıl çıkacağımızı düşündüm. Dudaklarımdan sıkıntıyla bir nefes döküldüğünde "Pekala, o halde umarım benim için de bir şeyler düşünmüşsündür," diyebilmiştim. O ise cümlemi duyduğunda gözlerini üzerime kaydırarak beni yavaşça süzmüş ve "Merak etme, ben sana yardım edeceğim," demişti.

Eh, başka çarem olmadığından el mahkum yanımdaki gence uydum ve onun önden giderek demirliklere tırmanışını, ardından kendini öteki tarafa atmasını izledim. Bir elinde çantam olduğu için yere indiği zaman biraz sendelemişti ama aldırmayarak bana döndü. Bu karanlıkta, ağaç dalları ve yaprakların sarmaladığı demirliklerin arasından suratı bir gölge gibi duruyordu. Sessizce "Hadi," dedi.

Sözüyle kafamı hızlıca salladıktan sonra önce sırtımdaki çantayı çıkartıp demirliklerin üzerinden ona fırlattım. Ardından derin bir nefes alarak demirliğe yöneldim ve dalların keskin dokusuna aldırış etmeden olabildiğince hızlı davranarak tırmanmaya koyuldum. Mevzu demirliğin en üstüne çıkıp bedenimi ters çevirmeye geldiğindeyse suratım tedirginlikle buruşmuştu. "Ay, ne yapacağım şimdi?"

DİLÇEMWhere stories live. Discover now