19. Bölüm: Eğik Çizgiler ve Tesadüfler

325 32 32
                                    

"Dünya o kadar büyüktür ki, her yerini dolaşamazsın."
"Zararı yok, gidebildiğim kadar giderim ben de..."
- Samed Behrengi

Araba yavaşlayıp tanıdık sokağa dönerken kucağımdaki yavru kediyi uyandırmamaya gayret ederek emniyet kemerini çözdüm. Eve yaklaşmıştık ve kucağımdaki kedicik yerini sevmişti, karnımla bacaklarım arasında huzurlu bir uyku çekiyordu. "İyi ki onu sokakta bırakmadık," diye mırıldandığımda direksiyon başındaki Akın gülümseyerek bana döndü.

"İki sokak boyunca annesini aradıktan ve annesinin olmadığına en sonunda emin olduktan sonra bıraksak ayıp olurdu asıl."

Benimle eğlendiğini hissettiğim ses tonuna karşılık kaşlarımı çattım. "Dalga geçme! Herkes sokakta bulduğu yavru kediyi sırf canı istiyor diye almaya çalışıyor ama onların da annesi var. Ya biz de onu annesinden koparmış olsaydık?"

"Neyse ki koparmadık."

Vitesi bire atarken beni onaylayışına ciddiyetle kafamı salladım. "Neyse ki," diye mırıldanıp bakışlarımı önüme düşürdüğümdeyse radyodan sevdiğim bir şarkının çalması ve arabanın durması aynı anda gerçekleşmişti.

"Yaa!"

Radyoya zamanlaması yüzünden yakındığımda kafam refleksle geriye düşmüş, Akın'ın arabanın sarı ve loş ışıklı lambası altında daha sıcak duran kahveleriyse sorgulayan bir edayla yeşillerimi bulmuş ve dikkatimi dağıtmıştı. Gerçekten, dikkat dağıtıcı birçok özelliğe sahipti ve en ufak bir çaba bile göstermeden insanın kafasını kolaylıkla karıştırabiliyordu. Bu durum can sıkıcı olmasına rağmen birazcık, hatta azıcık, da olsa hayranlık uyandırıcıydı.

İç çekip kafamı koltuğun başlığına yasladım ve gözlerimle radyoyu işaret ettim.

"Hep böyle olur ya. Arabayı park edersin ve radyoda sevdiğin bir şarkı çalmaya başlar," dedim omuz silkerek. Buna karşılık bana sanki çok saçma bir cümle kurmuşum gibi baktı, halbuki kurmamıştım.

"Ee, yani," dedi, radyonun sesini sözlerime karşılık artırırken. "Arabadan inmemizi gerektirecek bir durum mu var? Şarkıyı dinleyebiliriz."

Dudaklarım bana zıt bir şey söylediğine neredeyse emin bir şekilde ona karşılık vermek için aralanırken sözleri zihnimde bir anlama kavuşunca şaşkınlıkla duraksadım. Neden kastığımı anlayamadığım bedenim aniden gevşedi ve yüzümdeki ifade yumuşadı. Aklıma Midyat'ta, arabasına ilk kez bindiğim gece gelmişti. "Haklısın," diye mırıldandım, sanki bu gerçeği ilk kez fark ediyor gibi. Ki aslında ilk kez fark etmiyor ama ilk kez pratikte uyguluyordum. "Haklısın, yok. Şarkıyı dinleyebiliriz."

Kafasını hafifçe sallayarak geriye yasladı. Gülümsemiyordu, aksine suratında yorgun bir ifade vardı ve ona baktıkça kalbim atış hızına yeni bir boyut kazandırıyordu.

Şarkı ritmini hızlandırarak radyodan yükselmeye devam ederken gözlerini kapatmıştı.

Akın'la tanışalı bir ay bile dolmamış, üstelik bir aya sığmayacak onlarca şey yaşamışken ona aşık olmamın izah edilebilir bir tarafı olamazdı. Bana bir seçim hakkı tanınmamış, kalbimle zihnim başına buyruk hareket etmişti ve bu kesinlikle haksızlıktı. Ona aşık olmamak için yüzlerce mantıklı sebep sayabilirdim ve bunların başında da beni Muğla'da tek başıma bırakması gelirdi. Belki de geri dönmesi, bilmiyordum. Bildiğim tek şey ne sayarsam sayayım nafile olacağıydı çünkü inkar etme aşamasını geride bırakalı yaklaşık bir saat oluyordu.

Frederic Bosman birine aşık olmanın yeni bir eve taşınmak gibi olduğunu söylüyordu. En başta yeni evinizdeki tüm yeni eşyalara aşık oluyor, sanki biri kapınıza gelecek ve burada yaşamanızın korkunç bir hata olduğunu söyleyecekmiş gibi hissedip şaşırıyordunuz. Fakat yıllar geçtikçe ve duvarlar yıprandıkça evi mükemmeliğinden değil, kusurları yüzünden sevmeye başlıyordunuz. Tüm köşelerini, çatlaklarını ve bunların püf noktalarını artık biliyor ve sizin eviniz olduğunu bütünüyle hissediyordunuz.

DİLÇEMWhere stories live. Discover now