4. Bonus: Papatya

133 13 15
                                    

Merhaba, bu bölümün bir şarkısı varsa o kesinlikle Teoman'dan Papatya'dır ama eğer bakmak isterseniz ben Can Güngör'den Yalnız Ölmek'i Semih'le epey bağdaştırıyorum. Bu bölüm Karayel ile Beş Numara'nın hikayesini sizlere aktarmak istedim. Keyifli okumalar!

Semih Soyalp

Sen beyaz bir kadınsın
Uzaktaki
Gözlerin aklımdan çıkmıyor
Sen beyaz bir kadınsın
Karanlıkları dinleyen
Uzaktaki
Sarmaşıkları duyuyor musun rüzgârda
Yorgun başını
Üşümüş yastığına koyuyor musun
Uyuyor musun
- Atilla İlhan

Hande'yi ilk kez on beş yaşımda gördüm. Dokuzuncu sınıfta, okulun ilk haftalarındayken. Basket sahasının tribününde, üçüncü sıra, soldan beşinci koltukta oturuyordu. Saçları beline ulaşacak kadar uzundu. Dişleri telliydi. Elinde sade soda vardı, yanındaki kız arkadaşına sahaya attığı kaçamak bakışlar eşliğinde bir şeyler anlatıyordu. Koyu mavilerini karşılayan elalarımı fark etmiyor gibi davranıyordu. Oysa bal gibi biliyordum, o da beni görüyordu.

Tribünün oraya düşen topumuzu alma bahanesiyle gözlerinin önüne iyice yerleştiğimde suratıma en havalı olduğunu bildiğim gülüşlerimden birini yerleştirmiştim. Dershanede az mı koşmuşlardı kızlar bu gülüşün peşinden? Bu gülüş benim garanti sayımdı.

Topu çabasız bir yavaşlıkla ellerime alıp doğrulurken saçlarımı düzeltmeyi ihmal etmedim.

"Pardon, bakar mısın?"

"Ben mi?"

Yanındaki kızla kurduğum iletişim kaşlarını çatmasına sebep olmuştu. Yine de yüz ifadesini gizlemeyi iyi başarıyordu. Acaba tiyatro kulübünde miydi? Bunu tiyatro kulübünden Selin'e sormayı aklımın bir köşesine not etmiştim.

En terbiyeli halimi takınıp "Sen tabi ki. Saat kaç acaba, söyler misin? Koç'un verdiği süreyi aşmak istemiyoruz da," dediğimde burnundan seslice gülmesiyle hali hazırda ona dönmeye istekli gözlerimi gözleriyle buluşturdum.

"Ne oldu Telli? Komik olan ne?"

"Senin şu düşük zeka örneği lakabın olabilir mesela." Kollarını göğsünde bağlayıp burun kıvırmıştı. "Sinirlenecek miydim şimdi ben buna? Tüh, kaçırdım desene!"

Cevap vereceğim sırada arkama düşen bakışlarıyla değişen yüz ifadesini takip ettim. Onu bir anda bu kadar neşelendiren şeyin ne olduğunu ise saniyeler geçmeden öğrenmiştim.

Akın.

"Akın," diye şakımıştı mavi göz. Üç basamak aşağı inip demirliklerin tam önünde durmuş ve becerebildiği kadarıyla kollarını genç oğlanın boynuna dolamıştı. "Harikaydın hayatım!"

Biri gelip basket topunu kafama geçirmişti, kafamdaki bu sarsıntının başka açıklaması olamazdı.

"Sağ ol güzellik," diyerek kızın yanaklarından sıkan Akın'a şaşkınlıkla bakmıştım. Tanışalı iki hafta olmuştu. Diğerleri gibi değil, harbi çocuktu Akın. Lisenin baştan çıkarıcı eğlencesine ayak uydurmasını bildiği gibi sorumluluklarını da unutmayanlardandı. Elemelerde koç sert çıktığında arkamda durmuştu birkaç kez. Durmuştu da... Kız arkadaşı olsa söylemez miydi? O kadar yakın değil miydik? Bilmiyordum.

Uzunca bir süre de bilemedim. Teneffüs zili çaldığında kaç kere koridora çıkıp bakışlarımı çaprazımdaki sınıfa uzandırdım, okul çıkışlarında onları kaçırmayacağım diye adımlarımı ne kadar yavaşlattım... Küçüklükten beri dost olduklarını ise ancak üç ay sonra, Akın gelip kafama basketbol topu fırlattığında öğrenebildim.

DİLÇEMحيث تعيش القصص. اكتشف الآن