BÖLÜM 22

3.8K 259 159
                                    

ARYA

Tuna'nın göreve gidişinin ardından hayatımda büyük bir boşluk oluşmuştu. Yorgundum, sessizdim ve etrafta ruh gibi gezindiğimin farkındayım. Herhangi bir sebepten keyfim kaçmıştı, birkaç gün içinde 'Çiğli'nin problem kızı' lakabını almıştım ve bu beni daha çok sinirlendirmişti. Herkesin ruh halinin bozuk olduğu zamanlar olurdu, üzerimizde zaten büyük bir yük vardı ama lakaplar nedense hep bana takılıyordu... Acaba kimin yüzünden?

Deniz...

Benim hakkımda diğer üsteğmenlere ne demişti, bilmiyorum ama son zamanlarda kimse yüzüme bakmıyordu. Bir şekilde mimlenmiş gibiydim. Her şeye rağmen güvendiğim insanlar yanımda olduğu sürece kimin ne düşündüğü umrumda değildi. Ertan, Çınar ve Rüzgar işte bu güvendiğim insanlar sınıfına giriyordu.

Bu arada Tuna denize açılalı bir hafta kadar olmuştu ve bulunduğu konumdan dolayı sadece bir kere telefonda konuşabilmiştik. Denizde havanın pek iyi olmadığını sıkıntılı bir sesle söylemesi kulaklarımdan gitmiyordu. Bu konuşma beni hiç rahatlatmamış, aksine onun için daha çok endişelenmeme sebep olmuştu. Tabi bunu Tuna'ya belli etmemiştim, dikkatinin benim yüzümden dağılmasını istemiyordum.

Sessizlikle geçen öğle arasında düşündüğüm şey tam olarak buydu. Tuna'yla olan son konuşmamı düşünüyordum. Bu yüzden dalgındım ve etrafımda neler olduğundan habersizdim. Tam karşımda oturan Ertan elindeği çatalı çok sert bir şekilde masaya vurup arkasına döndüğünde düşünce dünyamdan çıktım ve Ertan'ın ne yaptığına baktım. Bir şey onu çok fena sinirlendirmiş gibiydi.

"Ne var lan! Ayı mı oynuyor burada, neye baktınız?"

"Bizim bir şeye bakmamıza gerek yok Ertan, görünen ortada."

"Ben bir şey göremiyorum ama bir de sen söyle bakalım Deniz, neymiş ortada olan?"

"Valla bu soruyu bana değil, tam karşında oturan şahısa sor. O bilir neyin ortada olduğunu."

"Adam mısın lan sen?"

Çınar'ın beklenmeyen çıkışıyla bakışlarım hemen yan tarafımda oturan adama döndü. Bacaklarını rahatça masanın altına doğru uzatmış, elindeki çatalı kalem gibi çeviriyordu. Gayet rahatmış gibi görünse de Çınar'ı üniversiteden beri tanıyordum. Yüzündeki pis sırıtma ifadesi sesindeki öfkeyi gizleyen bir maskeden ibaretti ve Çınar'ı çok uzun bir aradan sonra öfkeli görmek beni şaşırtmıştı.

"Daha karşına aldığın kadının adını ağzına alamıyorsun ama iki kıza sarktın diye bir tarafların farklı oynamaya başladı. Ne oldu? Aldatıldım diye kıyıda köşede ağlıyordun, ne ara artistlik yapar oldun? Hangi abin seni gaza getirdi?"

Çınar'ın son sözlerinden sonra yemekhanede ölüm sessizliği oldu. Bu sessizliğin arkasından ne geleceği belliydi, gerilim son noktaya ulaşmıştı. Her şey saniyeler içinde gelişti. Deniz'in elindeki çatalı bizim masaya fırlatması, Ertan'ın cevap olarak eline aldığı sandalyeyi karşı tarafa göndermesi, Çınar'ın 'sen anca çatal fırlatırsın zaten ödlek' diye bağırması...

Bir anda kendimi Çiğli Meydan Savaşı'nın içinde bulmuştum ama bu biraz düşük bütçeli bir savaşa benziyordu. Sandalyeler, çatal ve bıçaklar, tabaklar havada uçuşurken ben de kendimi kaptırmış, karşı taraftan birinin dizine tersten tekme atmıştım. İçimdeki sıkıntı sonunda patlak vermişti, öfkemi dışarı kusmam gerekiyordu.

Birkaç dakika içinde iki kişiye daha tekme atmış ve birinin kolunu ters çevirerek omzunu sakatlamıştım ama bu arada çeneme sert bir dirsek darbesi de yemiştim. Zaten o karmaşada kimin kime ne yaptığı belli değildi ama çenemin zonkladığını hissedebiliyordum. Damarlarımda o an için kandan çok bulunan adrenalin sayesinde kavgaya tekrar gireceğim sırada tam arkamdan gelen sesle durdum.

Ufukta BuluşalımWhere stories live. Discover now