Burnumu saçlarına yaslayıp derin bir nefes aldım. "Her zaman emrinize amadeyim küçük hanım."

Tarak saçlarının arasından geçerken bağdaş kurdu koltuğa ve "Atlas." dedi. "Okul bitince ne olacak?" Tarağı indirdim. O da bana döndü. "Mersin'e mi döneceksin?"

Kafamı yana yatırdım. "Dönsem gelir misin benimle?"

Ilgım düşünür gibi bir ses çıkardı. "Bilmem, gelirim galiba. Seninle olduktan sonra nerede yaşadığımızın bir önemi yok." Sırıttı. Rengi hala sarıydı ama daha iyi görünüyordu. "Tabi yine de bu şehrin yeri benim için hep ayrı kalacak. Çünkü seni burada tanıdım."

Çenesine değdi parmaklarım. Ona hayranca bakarken parmaklarım ezberlemek istercesine gezindi yüz hatlarında. Görmüyordu, onun için deliriyordum. Böyle bir sevgi nasıl dizginlenirdi? O gün geçtikçe kutsallaşıyordu bende, bilmiyordu. "Yıllar sonra çocuklarımızla buraya gelip onlara tanışma hikayemizi anlattığımızı düşünsene."

Dudağı kıvrıldı. "İki çocuğumuz olacak," dedi. "Kızımız daha büyük yine. Sen oğlumuzun elini tutacaksın, ben kızımızın. Onları dolaştıracağız bu sokaklarda."

"Neden kızımız büyük olsun?" diye sordum. "Bence oğlumuz daha büyük olmalı. Hem ağabeylik eder kardeşine."

Cıkladı. "Olmaz, ben ablalığı tattım bir kere. O kadar özel bir his ki kızımızın da bunu tatması lazım."

Pişkince güldüm. "Üç çocuğumuz olursa bu problemi aşmış oluruz sanırım. Oğlumuz ağabey, kızımız abla olmuş olur."

Güldü. "Pazarlık yok, Atlas Bey." Ayağa kalktı. "Hadi, biraz dolaşalım."  Kafamı salladım. El ele apartmandan çıkıp kendimizi dışarı attığımızda "Bugün hava çok güzel, değil mi?" diye mırıldandı. "İnsanın dans edesi geliyor."

"Sen hasta değil miydin?" dedim hayretle. Omuz silkti.

"Hasta olmam dans etmeme engel olmaz. Hem sen yanımdasın, beni korursun."

"Kahramanın olduğumu biliyorum ama süper güçlerim yok," diye takıldım ona. "Dikkatli ol."

"Pekala," dedi. "Dans etme fikrini unutalım o zaman, yürümek de güzel hem." Yanağındaki gamzeden öptüğümde onu bu hareketime şaşırdı. Ardından o da sırıttı. "Sen de hiçbir fırsatı kaçırmıyorsun, kocacığım."

Bana seslenişi gözlerimi parlatırken kolumu omzuna attım. Birlikte sokakta dolaşırken dünyanın en mutlu insanıydım.

Ve onu çok seviyordum.

*

İki gün sonra, bizimkilerle Porsuk Çayı'nın yanında otururken Deniz'in esprileri ve Tuna'nın şebeklikleriyle kahkaha atıyorduk hepimiz. Ilgım daha iyiydi. Rengi yerine gelmişti en azından. O da arkadaşlarıma katılırken Ekim sırıtıyordu ve Efe, hayranca onu izliyordu. Bu halleri beni güldürürken "Oyun oynayalım," dedi Devrim.

"Doğruluk ve cesaret?" diye tek kaşını kaldırdığında Ilgım, Tuna onayladı. Klasik bir oyun olsa da biz de kabul etmiştik. Hep beraber daire oluşturup Ekim'in çantasından çıkan su şişesini çevirdiğimizde şişe Tuna ve benim aramda durdu. Tuna soracak, ben cevaplayacaktım. Yüzümü ekşiterek ona bakarken o sinsice güldü ve dudaklarını oynattı.

"Şimdi düştün elime." Ilgım'ın yüzüne gülerek bakıp bana döndü tekrar. "Doğruluk mu cesaret mi?"

Kararsızca "Doğruluk." dedim. Çünkü Tunahan'ı tanıyorsam cesareti benden duyar duymaz binbir iş bulurdu ve başımızı mutlaka belaya sokardı. Suratı hafif asılsa da aklına bir şey gelmiş olacak ki yeniden toparlandı hemen.

İki Sıfır Sonsuz EderWhere stories live. Discover now